|
Sömürgecilik ve Kapitalizmden Küreselleşmeye
Küreselleşme konusunda yapılan bazı
değerlendirmelerde 'yeni kapitalizm' veya
'kapitalizm çağında küreselleşme' ifadeleri
kullanılarak kapitalizm ile küreselleşme
ilişkilendirilmektedir. Kapitalizmin Avrupa'da
çıkmış olmasına rağmen, genelde bütün toplumlarda
aynı şekilde görüleceği varsayılan evrensel bir
süreç olarak yorumlanması bu ilişkinin daha iyi
görülmesini gerektirmektedir. Eğer sosyal hayatta
bütün insanlığı kapsayacak evrensel ve determinist
yasalar egemense ve bu yasalara dayalı belli
süreçler yaşanmak zorundaysa, günümüzde de adına ne
denirse densin benzer süreçlerden bahsetmek
gerekecektir. Buna bağlı olarak kapitalizme
alternatif olarak ileri sürülen evrenselci
sosyalizmin Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğu'ndaki
uygulamasının olumsuz bir şekilde sona ermesi ve
çökmesinden sonra yeniden evrenselci bir süreç
başladığı iddiası gündeme gelmektedir. Fukuyama'nın
'tarihin sonu' tezi ile dile getirdiği insanlığın
artık liberal demokrasi ve kapitalizm safhasıyla
birlikte varabileceği en üst zirveye çıkmış olduğu
iddiası bunun somut örneğidir.
Kapitalizm, sömürgeciliğe bağlı olarak Orta Çağın
egemen sosyal yapısının ve üretim tarzlarının
değişmesi sonucunda ortaya çıkan bir süreçtir.
Giddens'a göre Marks 'kapitalizm' terimini spesifik
bir anlamda -temelde emek gücünün pazarda sermaye
ile değiş-tokuş edilen bir ürün olarak bulunduğu bir
üretim sistemine işaret etmek için kullanır. (Giddens
1999: 177) Weber'in kapitalizm anlayışı bu terimi
iki anlamda kullandığı için daha karmaşıktır.
Birinci anlamı kapitalist girişimin geçmişte farklı
zaman dilimlerinde ve yerel mekanlarda görüldüğü
üzere geneldir. İkinci kullandığı anlam ise
Batı'daki derebeylik sonrası toplumsal yapının
tanımlaması için,
Marks'ın modern kapitalizm olarak ifade ettiği
döneme uygun olarak kullanır. Modern kapitalizm
Weber'in ifadesine göre, ekonomik girişimde yüksek
derecede bir 'rasyonel hesaplanabilirlik'
başarısını gösteren, rasyonel örgütlenme prensipleri
içinde hesaplanan 'rutinleşmiş' bir üretim sistemi
olarak karşımıza çıkar. (Giddens 1999: 178) Weber
modern ekonomik girişim noktasında rasyonel
hesaplanabilirliğin önemine vurgu yaparken ,
kapitalizmin gelişmesi ile mekanikleşmenin ve
fabrika üretiminin yayılmasını öne çıkartır.
Sanayileşmenin ortaya çıkardığı kapitalizmin
vurgularıyla, sanayi sonrası çağın teknolojik ve
uluslar arası gelişmelerinin ortaya çıkardığı
küreselleşme arasındaki benzerlikler önemlidir.
Küreselleşmeyi yirmi birinci yüzyıldaki kapitalizm
olarak yorumlayan yazarlar, kapitalizmi ve
modernleşmeyi genellikle dünyanın
Batılılaştırılması, kolonicilik, sömürgecilik ve
emperyalizm çerçevesinde ele almaktadırlar. Buna
göre küreselleşme, 15. yüzyıldan itibaren Avrupalı
beyazların Asya, Afrika, Avustralya ve Latin
Amerika'da koloniler oluşturmaları ve kapitalizmin
gelişmesiyle başladığını iddia edilebilir. Bir
anlamda küreselleşme emperyalizmle birlikte
gelişmiş olan bir süreçtir. (Pet-ras 2001:1) Bu
bakımdan küreselleşme yeni bir süreç değildir. Önce
Avrupa merkezli yayılmacılığın ve sömürgeciliğin
üzerinde başlamış, sonra da Amerika egemenliğinde
devam etmekte olan bir sömürgecilik ve kapitalizm
olarak yorumlanabilir. Özellikle ticari ve ekonomik
ilişkiler temelinde gelişmeye başlayan küreselleşme,
günümüzde oldukça fazla gelişme göstererek kültürel
ve siyasi boyutla kendisini göstermektedir.
Batılı tüccarların ve yöneticilerin aşın tamahkarlık
ve kazanma hırsları ile: Avrupa kıtasından denizlere
açılmakları sonucu, yeni dünyaların ve eski
dünyaların bir kısmının işgal edilmesi yoluyla,
sömürgecilik başlamıştır.
Sömürgecilikle birlikte dünyanın dört bir tarafından
zenginliklerin Avrupa merkezine akmaya başlaması
ile hızlı bir gelişme sürecine giren Batı Dünyası,
dünya üzerinde gittikçe yaygınlaşan bir hegemonya
kurmaya girişmişti. İşgal ettikleri ülkelerin mevcut
bütün zenginliklerini ve hatta insanlarını köle
olarak kendi ülkelerine taşıyarak, muazzam bir
sermaye oluşturmuşlardır. Gittikleri yerlerde hem
şiddet uygulamışlar, hem de dinlerini, dillerini ve
kültürlerini uygulatmak için baskı kurmuşlardır. Bir
taraftan buradaki zenginlikleri taşırken, bir
taraftan da kendi sanayileriyle ürettiklerini
oralara satarak birikimlerini daha da
artırmışlardır. (Harrison 1991: 28-38) Bu süreç
Batının küresel bir hegemonya kurmasında önemli bir
safhadır. Sömürgeci Batı devletleri bir taraftan
kendi içinde modernleşme ve homojenleşme çabaları
gösterirken, bir taraftan da işgal ettikleri yerleri
Batılılaştırmaya çaba gösteriyordu. Egemen
oldukları bütün ülkelerde kendi dillerini
yerleştirdikleri gibi, kendi tarzlarında şehirler
kurarak, kurumlar oluşturarak benzer mekanlar
yaratmaya özen gösterdiler.
Küreselleşmeyi sömürgeciliğin ve kapitalizmin çağdaş
biçimi olarak gören düşünürler, küreselleşmenin
başlangıcını eski tarihlere götürmektedirler. Noam
Chomsky, 500 yıl önce Batılıların Amerika'yı
keşfetmelerini yabancı bir kültür tarafından
Amerika'nın işgal edilmesi ve küreselleşmenin
başlangıcı olarak görür. İstilacı güçler Amerika'da
yaşamakta olan yerli halkı çeşitli şekillerde yok
etmiş (istatistik verilere göre keşiften itibaren
bir buçuk yüzyıl içinde 100 milyon insan öldürülmüş)
ve sistemlerine entegre etmişlerdir. (Chomsky 2001:
18-21) Bu süreç Batılıların Ümit Burnu'nu
keşfetmeleriyle birlikte yaygın bir sömürgeciliğe,
sermaye birikimi ve endüstrileşmeyle birlikte
kapitalizmin doğmasına yol açarak bugünkü
küreselleşmeye kadar devam etmiştir. Bugünkü
küreselleşmenin baş aktörü Amerika Birleşik
Devletleri, o dönemin istilacı ve hegemonyacı
mantığına paralel bir şekilde kültürel, siyasi ve
ekonomik egemenliğini pekiştirme eğiliminde olarak
yorumlanmaktadır. Dünyada İngilizce konuşulan
ülkelerin sömürgecilik döneminde artmasına benzer
şekilde İngilizce'nin dünyanın en yaygın dili
haline gelmesi, ekonomik kaynakların ve tüketimin
yönlendirilmesinin Amerika kökenli ulus-Ötesi büyük
şirketlerin kontrolünde olması, günümüzün en etkili
bilişim teknolojilerinin bu ülkede ağırlıklı olarak
geliştirilmekte olması, Soğuk Savaş sonrası
kurulmakta olan tek kutuplu yeni dünya düzeninin tek
egemen gücü olması bu iddiaları pekiştiren olgular
olarak değerlendirilmektedir.
Tarihsel kapitalizm daha çok sermaye biriktirmek
için ekonominin bütün alanlarında toplumsal
süreçlerin hemen hepsini metalaştırmıştır. Üretim
süreçleri, karmaşık meta zincirleri halinde
birbirine bağlanmıştır. Örneğin tekstil ve giyim
alanında kurulan zincirde, yün-pamuk, iplik, kumaş,
makineler, işgücü ve enerji birbirine bağlı olarak
gereklidir. (Wallerstein 1996:14) Bu gerekliliği
sanayileşmenin ve kapitalizmin ilk merkezi olan
İngiltere sağlayarak sanayi devrimini yapmıştır. On
sekizinci yüzyılda İngiltere'nin dünya üzerinde
kurduğu egemenlikle hammadde kaynaklarını ve
ticaret yollarını kontrol altına alması hem büyük
karlar elde etmesine, hem de daha önce eşine
rastlanmadık bir etkinlik ve ölçekte genişlemesine
yol açmıştır. (Chomsky 2000:175) Büyük Britanya'nın
dünyaya yayılmasının altında yatan en önemli faktör
zaten çevre ülkelerdeki zenginlikleri ele
geçirebilmek ve merkeze taşıyabilmektir.
Sömürgeciliğin yol açtığı kapitalizm, Marks'm
şiddetli eleştirilerini alarak genişlemeye devam
etmiştir. Kapitalizmin amacı para ve malın maksimum
kar için serbestçe hareket edebildiği sınırsız
küresel bir ekonomi oluşturmaktır. Küreselleşen
ekonomik ilişkiler
bunu sağlama konusunda yeni imkanlar sunmaktadır.
Büyük Batılı şirketler dünya piyasasında
küreseTboyutta önemli roller oynamaktadırlar. (Tiruneh
2002: 2)
Sanayi devriminin yaşandığı ve kapitalizmin ortaya
çıktığı dönem aynı zamanda 'İmparatorluk Çağı'
olarak da nitelendirilir. Bu dönem kapitalizmin
zirveye çıktığı ve büyük bir dönüşüme sahne olan bir
dönemdir. Kapitalizmin öncülüğündeki üretici
sisteme, ekonomik büyüme ve yeryüzüne yayılma
yönünde sınırsız bir yetenek kazandıran
İngiltere'deki sanayi devrimidir. Buna paralel
olarak gelişen kuramsal çerçeve de, sosyal
gerçekliğin evrensel yasalar içinde bütün insanlığı
kapsayıcı olarak açıklamaya yönelmiştir. Yaşanan
olaylar bu çağın başlangıçta barış ve ilerleme
sağladığı yönünde gelişirken, 1914'lere doğru
şiddetli çatışmaların ve dünya savaşlarının çağı
olma durumu doğmuştur. Bir tarafta ekonomik ve
siyasi yayılmanın küresel boyutlarda artması, buna
karşılık tepkilerin ve farklılıkların ortaya çıkması
ile yaşanan paradokslar. (Hobsbawm 1999: 18) Bu
çerçevede Hobsbavvm'ın İmparatorluk Çağı bugünün
küreselleşme macerasına çok benzemektedir. Bu çağın
siyasi ve ekonomik güçleri Avrupa merkezli olarak,
dünya ticaretinin, kaynaklarının ve üretiminin büyük
bölümünü kontrolleri altında tutmaktadırlar. Bu
çağda geçmişe göre hızlanan bir ulaşım ve iletişim
ağı kurulmuştur.
Batılıların sömürgelerde kurdukları ve dünyanın
diğer kesimlerine de yaygınlaştırmaya çalıştıkları
egemenliğin arkasında ilerleme, modernleşme ve
çağdaşlaşma iddiaları vardır. Dünyanın
modernleşmesi bakımından ön plana çıkartılan kültür,
gelişme, demokrasi gibi değerler dünyanın
Batılılaştırılması sürecinde Batı kültür ve
tarihinden beslenmişlerdir. Yaşanan büyük
tecrübeler sonucunda kapitalist sisteme alternatif
sistemler çökmüş, yeni şartlara göre zaten varolan
kapitalist sistem dönüşüme
uğrayarak yeni çağın yeni küresel gücü haline
gelmiştir. 1989 yılında sosyalist sistemin
yıkılmasıyla beraber ön plana çıkan yeni çağın
küresel gücü olarak ulus-ötesi şirketlerin
öncülüğündeki kapitalizm, bir yandan birtakım
dönüşümler yaşarken, diğer yandan yeni stratejiler
geliştirme peşindedir. (Amoroso 1998: 1-2)
Küreselleşmenin başlangıcı ile ilgili uzun
tartışmalar yapılmasına rağmen en önemli dayanak
noktasının evren-selci - ilerlemeci teoriler olduğu
söylenebilir. Küreselleşme adıyla anılan süreçte ön
plana çıkan ilişki tarzı toplum ve devletlerin
sınırlarını aşarak ulus ötesi ve uluslar arası
boyutlarda birbirine benzemesidir. Kapalı toplum ve
devletlerin bu süreçte zorunlu olarak dışa
açılmalan ve etki altında kalmaları söz konusudur.
Bu anlamda toplumların bir
uluslararasılaştırılmasından bahsetmek mümkündür.
Uluslararasılaşma (internationalization) kavramı,
bir ülke veya topluluğun diğerleriyle olan
ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerini açıklamak
için kullanılır. Küreselleşmenin geçmişteki temeli
olarak görülen uluslararasılaşma, 15. yüzyıldaki
Avrupa merkantilizmine kadar götürü-lebilir. Amoroso
(1998:34) Merkantilizmden küreselleşmeye kadar
gelişen uluslararasılaşma safhalarını
sınıflandırırken, sırayla 16-19. yüzyıllar arası
yer alan köleciliği, on sekizinci yüzyıldaki
koloniciliği ve on dokuzuncu yüzyılın kapitalist
emperyalizmi sonrasında dünyanın kuzey bölümünde
küreselleşme, evrenselcilik ve çok-merkezcili-ğin
ortaya çıktığı iddia edilir.
Özellikle küreselleşme karşıtlarının sıklıkla dile
getirdikleri sömürgecilikten ve kolonicilikten
küreselleşmeye devam eden bir vahşi kapitalizmin
varlığı önemli bir tartışma konusudur. Bu yüzden
günümüzdeki küreselleşen dünyanın yeni bir
kolonicilik veya yeni bir kapitalizm ortaya
çıkardığı iddiaları ciddi taraftar toplamaktadır.
Bizi ilgilendiren yönü bu sürecin gerçekten
insanlığın varabileceği mükemmellik derecesinin en
üst noktası mı^yoksa vahşi kapitalizmin toplumları
sömürme ve kendisine yeni tarzda koloniler kurma
stratejisi mi olduğunu ortaya koymaktır.
Thomas Friedman'a göre (2000: 15), dünya 1800'lerin
ortalarından 1920'lerin sonlarına kadar bugünküne
benzer bir küreselleşme çağı yaşamıştır. Sınırlar
arası sermaye akışlarını ve işgücü akışını
karşılaştırırsak, I. Dünya Savaşı'ndan önceki dönem
şu anda içinden geçmekte olduğumuz döneme çok
benzerlikler gösterir. O günlerin hakim küresel gücü
olan Büyük Britanya, dünyanın dört bir yanında olan
yatırımlarının sıkıntılarıyla karşılaşmaktaydı.
Bununla beraber birçok faktörün yanında buharlı
geminin, telgrafın, demiryollarının ve telefonun
icadını eklersek, bu dönemin ilk küreselleşme çağı
olarak dünyayı büyük boydan orta boya indirdiği
söylenebilir. Bu ilk küresel fınans kapitalizmi çağı
I. Dünya Savaşı, Rus Devrimi ve Büyük Bunalım'ın
art arda indirdiği darbelerle parçalanmıştır. Soğuk
Savaş'ın sonuna kadar 75 yıllık dönem bir bakıma,
iki küreselleşme çağı arasındaki uzun bir moladan
ibarettir. Şu anda içinde bulunduğumuz yeni
küreselleşme çağı "küreselleşmenin ikinci raundu"
olarak adlandırılabilir (Friedman 2000:16). Bugünkü
küreselleşmenin niteliği ve biçimi eskiye oranla
çok farklıdır. Bugün dünyanın tek ve küreselleşmiş
bir pazar halinde birbirine kenetlenmesinin
derecesi ve yoğunluğu fazla görünmektedir. Aynı
zamanda bugünkü küreselleşmenin etkileme alanı çok
daha geniş olarak kabul edilmektedir. Sanayileşme ve
kapitalizm çağı olarak da adlandırılan birinci
küreselleşme çağının motoru o dönemde ortaya çıkan
teknolojik gelişmeler ve bunların toplumsal hayatı
olumlu yönde etkilemesiydi. Demiryollarının, buharlı
geminin ve otomobilin icadı sayesinde insanlar çok
fazla sayıda yere daha hızlı ve daha ucuz ulaşabilir
olmuşlardı.
Bugünkü küreselleşme çağı ise telekomünikasyon
maliyetlerindeki düşüşe ve yaygınlaşmaya dayanıyor.
Bu yeni teknolojiler, dünyayı daha da sıkı biçimde
birbirine yaklaştırmakta ve kenetlemektedirler. Bu
teknolojiler sayesinde ülkeler birçok ürününü dünya
piyasasına çıkarabilmekte, global şirketler üretim,
araştırma ve pazarlama faaliyetlerini çeşitli
ülkelere yayabilmekte, bilgisayarlar ve
tele-konferanslar yardımıyla, sanki hepsi tek bir
yerdeymiş gibi hareket edebilmektedirler. (Friedman
2000: 17) Bu teknolojik imkan şirketlere ve
devletlere sunulduğu kadar, bireylere de aynı
imkanları sağlamaktadır.
Yeni küreselleşme sürecinin iki önemli unsuru
olduğunu vurgulayan Friedman, kitabında, özellikle
Soğuk Savaş sonrasının iletişim-telekomünikasyon
teknolojisinin meydana getirdiği değişimle birlikte
yeni bir uluslar arası düzenin kurulmasına sahne
olduğunu ve bu sistemi anlamaya çalıştığını
belirtir. Ortaya çıkmakta olan yeni uluslar arası
sistem, yani küreselleşme bütün dünyayı etkileyen
ve şekillendiren bir kuvvet olarak doğru
anlaşılmalıdır. Soğuk Savaş sonrası dünyada
sahnelenen bu karmaşık oyun henüz tamamlanmış
değildir. Bu yüzdendir ki, küreselleşme sistemi
altında hem uygarlık çarpışmalarına hem
uygarlıkların homojenleşmesine, hem çevresel
faktörlere hem göz kamaştırıcı çevre kurtarma
eylemlerine, hem liberal serbest piyasa
kapitalizminin zaferine hem de ona karşı olan
tepkiye, hem ulus devletlerin zamana meydan
okuyuşuna hem de olağan üstü güçlü devlet dışı
aktörlerin sahneye çıkışına tanık olabilirsiniz (Friedman
2000: 20). Bu sistemde iç içe geçen halkalar misali
aynı anda pek çok unsur aynı anda devreye
girebilmektedir.
Soğuk Savaş sonrası küreselleşme sistemi öncekinin
tersine süregiden dinamik bir süreçtir.
Küreselleşmenin ardındaki yön verici düşünce,
serbest piyasa kapitalizmidir. Bu süreçte serbest
piyasa kapitalizmi hemen her ülkeye yayılmaktadır
ve kendi kurallarını oluşturmaktadır. Bu sistemin
Soğuk Savaş sisteminin tersine kendine özgü başat
kültürü vardır: sistemin homojenleştirme eğilimi
buradan kaynaklanır. Küresel tek süper güç olarak
Amerika'nın dünya üzerinde aktif rol alması, büyük
oranda dünya kültürünün Amerikanlaşması şeklinde bir
homo-jenleştirmeye sebep olmaktadır. (Friedman 2000:
31) yeni kapitalizmin öncü şirketleri ve markaları
bu homojenleşmeyi pekiştirmekte ve
yaygınlaştırmaktadır. Mc Donald, Big Mac, Mickey
Mouse, Nike, Coca Cola gibi dünya markaları aynı
zamanda küresel kapitalizmin simgesi haline gelerek
dünyaya yayılmışlardır.
|