Sosyal Değişme ve Yeniden Yapılanma Olgusu
Prof. Dr. Arif Ersoy
Giriş
insanlar, ihtiyaçlarını karşılamak ve sorunlarını
çözmek amacıyla müesseseler kurar1ar. İnsan müessese
kuran bir canlı olarak da tanımlanır. Bu müesseseler
yardımıyla ihtiyaçlarını karşılar ve sosyal
faaliyetlerini geliştirdikleri norm ve kurallara
bağlı olarak devam ettirirler. Sosyal müesseseler ve
onların biçimlenmesini belirleyen norm ve kurallar
sosyal yapıyı oluşturur.
İktisadi ve sosyal gelişmelere bağlı olarak
ihtiyaçlar değişir ve yeni sorunlar ortaya çıkar.
Mevcut müesseselerin ihtiyaçları karşılamada
yetersiz kalması;, karşılaşılan sorunlara çözüm
üretememesi yeniden yapılanmayı gündeme getirir.
Yeniden yapılanma müesseselerin ihtiyaç karşılama
ve sorun çözme yeteneğini arttırmaya yöneliktir.
İhtiyaç karşılama ve sorunları çözmede yetersiz
kalan müesseselerin çöküşü kaçınılmazdır. Sorun
arttıran kanun ve kuralların değiştirilmesindeki
gecikme zamanla sorunların kronikleşmesine ortam
hazırlar. İhtiyaçlara cevap veremeyen kurum ve
kuralların zorla korunması sosyal gelişmeyi
yavaşlatır/Bozulma ve çürümelere yol açar. Vaktinde
yeniden yapılanma sürecini başlatmayan devletler
yıkılış süreçlerini, önlenemez noktaya
geritebilirler. Roma imparatorluğu, Osmanlı
Devleti ve Sovyetler Birliği, yeniden yapılanma
süreçlerini geç başlattıkları ve sosyal kurumlarına
işlerlilik kazandırmada geç kaldıkları için kendi
çöküşlerini önliyemedi1er.
Tarih boyunca toplumların sosyal yapıları sahip
oldukları dünya görüşleri ve değer ölçülerine göre
farklı olmuştur. Bir toplumun kendi duaya görüşü
ve değer ölçüleriyle çatışan bir sosyal
yapıyla sorunlan çözmesi mümkün değildir. Toplumun
değer ölçüleriyle çelişen bir sosyal yapının empoze
edilmesi sosyal çelişkileri arttırır. Karşılaşılan
sorunların kronikleşmesine ortam hazırlar.
Toplumların sosyal yapılanmaları inanç ve değer
ölçülerinin oluşumu belirleyen "Hak" ve "Kuvvet"
merkezli dünya görüşlerine göre farklı olmuştur.
Hak Merkezli Sosyal Yapılanma
Hak merkezli sosyal yapılanma "Tevhidi" dünya
görüşüne dayanmaktadır. Bu anlayışa göre kainatı
insan için yaratan Allah (c.c.) insana verdiği akıl
ve yeteneklerle ihtiyaçlarını karşılayacak
müesseselerin nasıl olu şacağını ve işleyeceğini
tayin eden temel kuralları da vahyi müessesesiyle
bildirmiştir. Peygamberler mevcut sosyal yapının
bozulduğu, sorunların arttığı dönemlerde gemlişler
pe sosyal yapıyı biçimlendiren kuralları ortaya
koymuşlar ve bu kurallara göre yeniden sosyal
yapıyı kurmaya çalışmışlardır.
Sosyal ilişkilerde haklının korunduğu ve sosyal
müesseselerin haklının lehinde.işlediği, her çeşit
tekelleşmenin engellendiği ve sosyal hayatta
nimet-külfet dengesinin sağlandığı bu tür sosyal
yapılanmaya "Silm" (barış) sosyal yapılanma
denilmektedir. Bu dünya görüşünün hakim olduğu
toplumlarda gönüllü (Voluntary) işbirliği esastır.
Devletin esas görevi kişilerin bireysel iradelerini
(irade-i cüzıyyelerini) serbestçe kullanmalarına
ortam hazırlamaktır.
"Hak merkezli Dünya" görüşüne göre
insan yaradılış gereği hak sahibidir. Hakkı veren
Allah(İlah)dır. Devlet hak dağıtma müessesesi
değildir. Hakkı ve haklıyı koruyan bir müessesedir.
Varlık nedeni hakkı korumaktır. Hakkı korumayan ve
insan haklarına tecavüz eden devlet varlık nedenini
ortadan kaldırmış olur. Devletin meşruiyyeti, insan
haklarını korumak, tekelleşmeyi önlemek ve hayırda
yarışı sağlamaya bağlıdır. Bu temel görevlen yerine
getirmeyen devlet bu anlayışa göre meşruluğunu
kaybetmiş sayılır.
Bütün peygamberlerin kurulmasına çalıştıkları bu
sosyal sistem İslâm nizamı ve sistemin inanç ve
dünya görüşü ise İslâm dinidir. İslam dinî
müslümanların inandıkları bir inanç sistemidir.
İslâm nizamı evrenseldir. Bütün insanlık için
rahmettir. İslâm nizami herkes için barış düzenidir.
Hak merkezli bu sistemde sosyal yapılanmanın amacı "Hak'kı
hakim kılmak" ve "nimet-külfet dengesini"
sağlamaktır.
Hz. İbrahim'in Mezopotamya'da, Hz. Musa'nın Mısır ve
Filistin'de, Hz. Süleyman ve Hz. Davud ve isa'nın
Filistin'de ve Hz. Mu-hammed'in (a.s.) Medine'de
kurdukları nizam İslam nizamiydi; Emevi, Abbasi,
Selçuklu ve Osmanlı Devletleri hak merkezli sisteme
göre sosyal yapılarını oluşturmuşlardır. Bütün
peygamberler bozulan sosyal yapıyı "Hak Merkezli
(Tevhidi) Dünya Görüşüne" yeniden yapılanmayı
gündeme getirmişlerdir.
islam dünyası ve Osmanlı Devleti'nde meydana gelen
değişmelere bağlı olarak sosyal yapılarını halkın
inanç ve değer ölçülerine göre yeniden yapılanma
süreci başlatılmadığı için batılılaşma kaçınılmaz
olmuştur. Müslümanların dünya görüşü ve değer
ölçüleriyle bağdaşmıyan "Kuvvet Merkezli" batının
sosyal yapısı islam dünyasında sorunları çözememiş;
bilakis arttırmıştır. Çelişki ve çatışmaları
yoğunlaştırmıştır.
Kuvvet Merkezli Sosyal Yapılanma
"Kuvvet merkezli" tekelci dünya görüşünün hakim
olduğu toplumlarda sosyal yapılanmayı siyasi ve
iktisadi tekel konumunda olanlar, geliştirdikleri
teoriler ve koydukları normlara göre
biçimlendirirler. Geliştirdikleri teoriler ile
tekelci konumlarına süreklilik kazandıracak şekilde
sosyal yapıyı şekillendirirler. Sosyal yapıyı
belirleyen hakim etken kuvvet olduğu için iktisadi
ve siyasi gücü ellerinde bulundurma ayrıcalığına
sahip olanlar bölüşümde hasılanın büyük bir
bölümünü alırla). Kuvvet merkezli sosyal
yapılanmanın amacı tekelci konumunda olanların
menfaatlerini korumak ve nimetteki paylarını
arttırmaktır. Bu tür sosyal yapının hakim olduğu
toplumlar sınıflı toplumlardır.
Haklının korunmadığı, haksızlıkların yaygın olduğu
toplumlarda gönüllü işbirliği ve dolayısıyla sosyal
barış tesis edilemez. Böyle toplumlarda işbirliği
ve sükunet ancak baskıyla (compulsory) veya hile ile
sağlanır. Üretimde doğrudan veya dolaylı olarak
aktif rol almayanların bölüşümdeki paylarının
artmasına ortam hazırlayan bir sosyal yapıya
süreklilik baskı ve hileden başka neyle
sağlanabilir?
Bu toplumlarda çatışma süreklidir. Siyasi tekelin
hakim olduğu toplumlarda insanlar "korku" ile,
iktisadi tekelin hakim olduğu toplumlarda ise
"açlık" ile tehdit edilerek kontrol edilirler.
Sosyalizm'de sosyal yapılanma siyasi tekelin
etkisinde biçimlenmiştir. Kurum ve kuralları koyan
ve uygulayan siyasi tekel konumunda olan partidir.
Kapitalizmde ise sosyal yapı iktisadi tekel
konumunda olanların istek ve arzusu doğrultusunda
biçimlenir. Her iki sistem "Kuvvet Merkezli" dünya
görüşüne dayanmaktadır. Bu dünya görüşüne göre
"haki" belirleyen kuvvettir. Hak verme ve alma tekel
konumunda olanlann elindedir. Bundan dolayı "hak
verilmez alınır". Kuvvetlinin elinde hakkı ancak
kuvvetliler alabilir. Toplumun ortak gücünü temsil
eden devlet sürekli tekel konumunda bulunanların
denetimindedir. Bölüşümde hasılanın büyük bir
bölümünü siyasal iktidarı etkileyenler alır.
"Kuvvet Merkezli" sosyal yapılanma insanlar yerleşik
hayata geçtikten sonra ilk defa Eski Mısır'da
oluştu. Bu sosyal yapıyı Eski Yunan siteleri devam ettirdi. Zaman zaman idealize
edilen Eski Yunan demokrasisi köle bir
demokrasiydi. Seçme ve seçilme Elen ırkına mensup
aristokratların hakkıydı. Köle ve yabancılar bu
hak'tan mahrumdu. Roma İmparatorluğunda sosyal yapı
"Kuvvet Merkezli" dünya görüşüne göre biçimlenmişti.
Roma İmparatorluğu hep aristokrat sınıfa hizmet
etmişti. Batı uygarlığında oluşan sosyal yapı Eski
Mısır, Eski Yunan ve Roma İmparatorlu-ğu'nun
devamıdır. Her dönemde devlet ya kilise, ya toprak
veya sermaye aristokrasisinin denetiminde olmuştur.
Çağımızda Batıda devlet finans capital
aristokrasinin denetiminde-dir. Sosyalizmde devlet
hep parti aristokrasisinin denetiminde kalmıştı.
Batı'da 17. yüzyıldan itibaren başlıyan
demokratikleşme süreci tekel konumunda olanların
sosyal yapılanma üzerindeki belirleyici etkilerini
belli ölçüde azaltmıştır. Fakat sosyal yapılanmayı
belirleyen dünya görüşü "Kuvvet Merkezli" olduğundan
tekelci konumda olanların tayin edici etkileri
devam etmektedir.
"Kuvvet Merkezli" dünya görüşünün hakim olduğu
toplumlarda sosyal yapının bu anlayışa göre
biçimlenmesi doğal olduğu gibi; "Hak Merkezli" dünya
görüşünün hakim olduğu toplumlarda sosyal yapılanma
halkın dünya görüşü ve değer ölçülerine göre
şekillenmesi gerekir. Sosyal yapılanmanın toplumun
dünya görüşü ve değer ölçülerine ters düşmesi
çelişki ve çatışmaları arttırır. Sosyal gelişmeyi
yavaşlatır. Hak Merkezli dünya görüşünün hakim
olduğu bir toplumda dünya görüşü ve değer ölçüleri
değişmeden "Kuvvet Merkezli" dünya görüşüne göre
oluşan kurum ve kuralların uygulanması toplumsal
çelişki ve yozlaşmaları kaçınılmaz kılar. Türkiye ve
İslâm dünyası bu tür çelişki içinde bulunmaktadır.
Bu ilişki giderilmeden mevcut sosyal yapının
sorunları çözme yeteneğini arttırmak mümkün
değildir.
Tükiye'nin Sosyo-Ekonomik Sorunları ve Yeniden
Yapılanma Gereği
Türkiye'de mevcut 'sistem tıkanmıştır. Mevcut
sistemin biçimlendirdiği sosyal yapı,
iktisadi ve kültürel sorunlara cevap vermede
yetersiz kalmıştır. Bütün dünyada başlatılan yeniden
yapılanma süreci, Türkiye'de de başlatılmalıdır.
Türkiye'nin siyasi, iktisadi ve kültürel
sorunlarının mevcut yapı içinde çözülmesi oldukça
güçtür. Hangi parti iktidara gelirse gelsin bu
sosyal yapı değişmedikçe ve ülkemizde milletimizin
değer ölçüleri ve dünya görüşüne göre "yeniden bir
sosyal yapılanma süreci" başlatılmadıkça
karşılaşılan sorunların çözümü mümkün değildir.
Yeniden yapılanmada milletimizi dünya görüşü, değer
ölçüleri ve tarihi birikimi göz önünde
bulundurulmalıdır. Milletin inancı, değer ölçüleri
ve dünya görüşüyle uyumlu olmayan kurum ve
kurallardan milli dinamikleri harekete geçirmesinin
bekle-nemiyeceğini son 150 yıllık deneyimimiz
ortaya koymuştur.
"Kuvvet Merkezli" dünya görüşünün hakim olduğu
toplumlarda yeniden yapılanma bu dünya görüşüne
göre geliştirilen teorilere dayalı olarak
gerçekleşmiştir. Batıda bu dünya görüşüne göre
geliştirilen teorilere göre yeniden yapılanma
sürekli olmaktadır. Son üçyüzyıl içinde batıda
sisterh olarak kapitalizmin ticari kapitalizmden
sanayi kapitalizme ve günümüzde ise finans
kapitalizme dönüşmesi yeniden yapılanmanın
sürekliliğini yansıtmaktadır
"Hak Merkezli" dünyâ görüşüne göre yeniden
yapılanmanın tarihte öncülüğünü peygamberler
yapmıştır. Her peygamber getirdiği mesajıyla
bulunduğu toplumlarda yeniden yapılanmayı
başlatmıştır. Bozulan kurum ve kuruluşları yeniden
yapılandırarak (ıslah hareketiyle) sorunları çözme,
nimet-külfet dengesini sağlama özelliğini arttırmaya
çalışmıştır.
Peygamberlik müessesesi Hz. Muham-med (a.s.) ile son
bulmuştur. Hak merkezli
dünya görüşüne göre sosyal yapılanma artık
peygamberlerin önderliğinde gerçekleşmiye-cektir.
Onların dünya görüşünü benimseyen varisleri olan
alimler "Tevhidi" dünya görüşüne göre teoriler
geliştirecekler, bunları kitlelere anlatacaklar ve
kitleler teşkilatlanarak sosyal hayatta "Hak'kı
hakim kılacaklar", ve "ni-met-külfetin" adil bir
şekilde bölüşülmesine ortam hazırlayacaklardır.
Müslümanların ferden ve topluluklar olarak sosyal
hayatta "Hak'ı hakim kılma" ve "adaleti tesis etme"
gayretleri, sahip olduklan inançları gereğidir. Bu
gayret içinde olmıyan müslümanlann zilletten
kurtularak izzete ulaşmaları mümkün değildir. Bugün
İslâm alemi "Kuvvet Merkezli" dünya görüşünün etkisi
altındadır. Müslümanların anlayışına ters düşen bu
görüşe göre biçimlenen sosyal yapı ihtiyaçları
karşılamada yetersiz kalmıştır. Tilkiye ve İslâm
aleminin sorunlarına bu yapı içinde çözüm bulmanın
imkansızlığı son bir buçuk asır içinde açıkça ortaya
çıkmıştır. Bunun için İslâm aleminin muhtelif
ülkelerinde müslümanlann kendi anlayışlanna göre
yeniden sosyal yapılarını oluşturmaya yönelik bir
çok gayret sergilenmektedir. Bu gayretlerin bir
kısmı teorik düzeyde devam etmektedir. Bir kısmı ise
hayata aktarılmak üzere siyasi partiler ve cemaatlar
tarafından benimsenmiş ve kitlelere anlatılmaktadır.
Sonuç
Ülkemizde ve İslâm aleminde karşı karşıya
kaldığımız sorunlara ilmi çözümlerin üretilmesi
gerekir. Yeniden yapılanma milletimizin dünya
görüşü ve değer ölçülerine göre geliştirilen
teorilerle biçimlenecektir. Üniversiteler,
araştırma birimleri ve siyasi partiler, vakit
kaybetmeden ilmi araştırmalan teşvik etmelidirler.
RP'nin siyasi literatürümüze kazandırdığı "Adil
Düzen'in"dayandığı "Silm Sosyal Yapılanma Modeli"
ilim adamlarımızca incelenmeli. Ülkemizde yeniden
yapılanma süreci gecikmeden başlatılmalıdır. Mevcut
yapı sorun çözmüyor, sorun üretiyor. Ülkemizde
bilimin ışığında yeniden yapılanma sürecinin
başlatılmasında gecikme telafisi mümkün olmayan
sorunlara yol açacaktır.
"Silm Sosyal Yapılanma Modeli" yaklaşık 20 yıllık
bir ekip çalışması sonucu ortaya konan bir yeniden
yapılanma modelidir. Bu yapılanma modeli ülkemizin
siyasi literatürüne "Adil Düzen" olarak geçmiştir.
Ülkemizde ve İslâm aleminde, hatta dünyanın diğer
ülkelerinde bilim adamlarının ortak gayretleriyle
bu model daha da geliştirilebilir. Dünyada meydana
gelen hızlı gelişmeye ve değişmelerin ortaya
çıkardığı sorunlara Sosyalizm cevap vermede yetersiz
kalmıştır. Kapitalizmin de bu sorunlara yeni
çözümler üretmede yetersiz kalışı Silm Sosyal
Yapılanma Modelini bir alternatif olarak gündeme
getirmiştir.
Ülkemizde bilim adamları ve siyasi partiler
işlemeyen sosyal yapının yeniden biçimlenmesi için
çözüm üretmelidirler. Batılıların kendi dünya
görüşleri ve değer ölçülerine göre geliştirdikleri
teorilere dayalı olarak şekillenen kurum ve
kuruluşlar sorunlarımızı çözmede yetersiz
kalmışlardır. Milletimiz artık ölçülerimize uymıyan
eski elbiseleri giymek istemiyor. Bayat aşlar
karnımızı ağrıtıyor. Kendi aşımızı kendimiz
pişirmeliyiz.
|