Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Sosyal Değişme ve Yeniden Yapılanma Olgusu 

Prof. Dr. Arif Ersoy 

Giriş 

insanlar, ihtiyaçlarını karşılamak ve so­runlarını çözmek amacıyla müesseseler kurar1ar. İnsan müessese kuran bir canlı olarak da tanımlanır. Bu müesseseler yardımıyla ihti­yaçlarını karşılar ve sosyal faaliyetlerini geliş­tirdikleri norm ve kurallara bağlı olarak devam ettirirler. Sosyal müesseseler ve onların biçim­lenmesini belirleyen norm ve kurallar sosyal yapıyı oluşturur. 

İktisadi ve sosyal gelişmelere bağlı ola­rak ihtiyaçlar değişir ve yeni sorunlar ortaya çıkar. Mevcut müesseselerin ihtiyaçları karşıla­mada yetersiz kalması;, karşılaşılan sorunlara çözüm   üretememesi   yeniden   yapılanmayı gündeme getirir. Yeniden yapılanma müesse­selerin ihtiyaç karşılama ve sorun çözme ye­teneğini arttırmaya yöneliktir. İhtiyaç karşıla­ma ve sorunları çözmede yetersiz kalan mües­seselerin çöküşü kaçınılmazdır. Sorun arttıran kanun ve kuralların değiştirilmesindeki gecik­me zamanla sorunların kronikleşmesine ortam hazırlar. İhtiyaçlara cevap veremeyen kurum ve kuralların zorla korunması sosyal gelişmeyi yavaşlatır/Bozulma ve çürümelere yol açar. Vaktinde yeniden yapılanma sürecini başlat­mayan devletler yıkılış süreçlerini, önlenemez noktaya  geritebilirler.   Roma   imparatorluğu, Osmanlı Devleti ve Sovyetler Birliği, yeniden yapılanma süreçlerini geç başlattıkları ve sos­yal kurumlarına işlerlilik kazandırmada geç kaldıkları için kendi çöküşlerini önliyemedi1er. 

Tarih boyunca toplumların sosyal yapı­ları sahip oldukları dünya görüşleri ve değer ölçülerine göre farklı olmuştur. Bir toplumun kendi duaya görüşü ve değer ölçüleriyle çatı­şan bir sosyal yapıyla sorunlan çözmesi müm­kün değildir. Toplumun değer ölçüleriyle çe­lişen bir sosyal yapının empoze edilmesi sos­yal çelişkileri arttırır. Karşılaşılan sorunların kronikleşmesine ortam hazırlar. Toplumların sosyal yapılanmaları inanç ve değer ölçüleri­nin oluşumu belirleyen "Hak" ve "Kuvvet" merkezli dünya görüşlerine göre farklı ol­muştur.

Hak Merkezli Sosyal Yapılanma 

Hak merkezli sosyal yapılanma "Tevhi­di" dünya görüşüne dayanmaktadır. Bu an­layışa göre kainatı insan için yaratan Allah (c.c.) insana verdiği akıl ve yeteneklerle ihti­yaçlarını karşılayacak müesseselerin nasıl olu şacağını ve işleyeceğini tayin eden temel ku­ralları da vahyi müessesesiyle bildirmiştir. Pey­gamberler mevcut sosyal yapının bozulduğu, sorunların arttığı dönemlerde gemlişler pe sosyal yapıyı biçimlendiren kuralları ortaya koymuşlar ve bu kurallara göre yeniden sos­yal yapıyı kurmaya çalışmışlardır.

Sosyal ilişkilerde haklının korunduğu ve sosyal müesseselerin haklının lehinde.iş­lediği, her çeşit tekelleşmenin engellendiği ve sosyal hayatta nimet-külfet dengesinin sağlan­dığı bu tür sosyal yapılanmaya "Silm" (barış) sosyal yapılanma denilmektedir. Bu dünya görüşünün hakim olduğu toplumlarda gönül­lü (Voluntary) işbirliği esastır. Devletin esas görevi kişilerin bireysel iradelerini (irade-i cüzıyyelerini) serbestçe kullanmalarına ortam hazırlamaktır. 

"Hak merkezli Dünya" görüşüne göre insan yaradılış gereği hak sahibidir. Hakkı ve­ren Allah(İlah)dır. Devlet hak dağıtma mües­sesesi değildir. Hakkı ve haklıyı koruyan bir müessesedir. Varlık nedeni hakkı korumaktır. Hakkı korumayan ve insan haklarına tecavüz eden devlet varlık nedenini ortadan kaldırmış olur. Devletin meşruiyyeti, insan haklarını ko­rumak, tekelleşmeyi önlemek ve hayırda yarışı sağlamaya bağlıdır. Bu temel görevlen yerine getirmeyen devlet bu anlayışa göre meşrulu­ğunu kaybetmiş sayılır. 

Bütün peygamberlerin kurulmasına ça­lıştıkları bu sosyal sistem İslâm nizamı ve siste­min inanç ve dünya görüşü ise İslâm dinidir. İslam dinî müslümanların inandıkları bir inanç sistemidir. İslâm nizamı evrenseldir. Bütün insanlık için rahmettir. İslâm nizami herkes için barış düzenidir. Hak merkezli bu sistemde sosyal yapılanmanın amacı "Hak'kı hakim kılmak" ve "nimet-külfet dengesini" sağlamaktır.

Hz. İbrahim'in Mezopotamya'da, Hz. Musa'nın Mısır ve Filistin'de, Hz. Süleyman ve Hz. Davud ve isa'nın Filistin'de ve Hz. Mu-hammed'in (a.s.) Medine'de kurdukları nizam İslam nizamiydi; Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı Devletleri hak merkezli sisteme göre sosyal yapılarını oluşturmuşlardır. Bütün pey­gamberler bozulan sosyal yapıyı "Hak Merkez­li (Tevhidi) Dünya Görüşüne" yeniden yapı­lanmayı gündeme getirmişlerdir. 

islam dünyası ve Osmanlı Devleti'nde meydana gelen değişmelere bağlı olarak sos­yal yapılarını halkın inanç ve değer ölçülerine göre yeniden yapılanma süreci başlatılmadığı için batılılaşma kaçınılmaz olmuştur. Müslü­manların dünya görüşü ve değer ölçüleriyle bağdaşmıyan "Kuvvet Merkezli" batının sosyal yapısı islam dünyasında sorunları çözememiş; bilakis arttırmıştır. Çelişki ve çatışmaları yo­ğunlaştırmıştır. 

Kuvvet Merkezli Sosyal Yapılanma 

"Kuvvet merkezli" tekelci dünya görü­şünün hakim olduğu toplumlarda sosyal yapılanmayı siyasi ve iktisadi tekel konumunda olanlar, geliştirdikleri teoriler ve koyduk­ları normlara göre biçimlendirirler. Geliştir­dikleri teoriler ile tekelci konumlarına sürek­lilik kazandıracak şekilde sosyal yapıyı şe­killendirirler. Sosyal yapıyı belirleyen hakim etken kuvvet olduğu için iktisadi ve siyasi gücü ellerinde bulundurma ayrıcalığına sa­hip olanlar bölüşümde hasılanın büyük bir bölümünü alırla). Kuvvet merkezli sosyal yapılanmanın amacı tekelci konumunda olan­ların menfaatlerini korumak ve nimetteki pay­larını arttırmaktır. Bu tür sosyal yapının hakim olduğu toplumlar sınıflı toplumlardır. 

Haklının korunmadığı, haksızlıkların yaygın olduğu toplumlarda gönüllü işbirliği ve dolayısıyla sosyal barış tesis edilemez. Böy­le toplumlarda işbirliği ve sükunet ancak baskıyla (compulsory) veya hile ile sağlanır. Üretimde doğrudan veya dolaylı olarak aktif rol almayanların bölüşümdeki paylarının art­masına ortam hazırlayan bir sosyal yapıya sü­reklilik baskı ve hileden başka neyle sağlana­bilir?

Bu toplumlarda çatışma süreklidir. Siya­si tekelin hakim olduğu toplumlarda insanlar "korku" ile, iktisadi tekelin hakim olduğu top­lumlarda ise "açlık" ile tehdit edilerek kontrol edilirler. Sosyalizm'de sosyal yapılanma siyasi tekelin etkisinde biçimlenmiştir. Kurum ve ku­ralları koyan ve uygulayan siyasi tekel konu­munda olan partidir. Kapitalizmde ise sosyal yapı iktisadi tekel konumunda olanların istek ve arzusu doğrultusunda biçimlenir. Her iki sistem "Kuvvet Merkezli" dünya görüşüne da­yanmaktadır. Bu dünya görüşüne göre "haki" belirleyen kuvvettir. Hak verme ve alma tekel konumunda olanlann elindedir. Bundan do­layı "hak verilmez alınır". Kuvvetlinin elinde hakkı ancak kuvvetliler alabilir. Toplumun or­tak gücünü temsil eden devlet sürekli tekel konumunda bulunanların denetimindedir. Bölüşümde hasılanın büyük bir bölümünü si­yasal iktidarı etkileyenler alır.

"Kuvvet Merkezli" sosyal yapılanma insanlar yerleşik hayata geçtikten sonra ilk defa Eski Mısır'da oluştu. Bu sosyal yapıyı Eski Yunan siteleri devam ettirdi. Zaman zaman idealize edilen Eski Yunan demokrasisi köle bir demokrasiydi. Seçme ve seçilme Elen ırkına mensup aristokratların hakkıydı. Köle ve ya­bancılar bu hak'tan mahrumdu. Roma İm­paratorluğunda sosyal yapı "Kuvvet Merkezli" dünya görüşüne göre biçimlenmişti. Roma İm­paratorluğu hep aristokrat sınıfa hizmet et­mişti. Batı uygarlığında oluşan sosyal yapı Eski Mısır, Eski Yunan ve Roma İmparatorlu-ğu'nun devamıdır. Her dönemde devlet ya ki­lise, ya toprak veya sermaye aristokrasisinin denetiminde olmuştur. Çağımızda Batıda dev­let finans capital aristokrasinin denetiminde-dir. Sosyalizmde devlet hep parti aristokrasisi­nin denetiminde kalmıştı. 

Batı'da 17. yüzyıldan itibaren başlıyan demokratikleşme süreci tekel konumunda olanların sosyal yapılanma üzerindeki belirle­yici etkilerini belli ölçüde azaltmıştır. Fakat sosyal yapılanmayı belirleyen dünya görüşü "Kuvvet Merkezli" olduğundan tekelci konum­da olanların tayin edici etkileri devam etmek­tedir. 

"Kuvvet Merkezli" dünya görüşünün ha­kim olduğu toplumlarda sosyal yapının bu an­layışa göre biçimlenmesi doğal olduğu gibi; "Hak Merkezli" dünya görüşünün hakim ol­duğu toplumlarda sosyal yapılanma halkın dünya görüşü ve değer ölçülerine göre şekil­lenmesi gerekir. Sosyal yapılanmanın toplu­mun dünya görüşü ve değer ölçülerine ters düşmesi çelişki ve çatışmaları arttırır. Sosyal gelişmeyi yavaşlatır. Hak Merkezli dünya gö­rüşünün hakim olduğu bir toplumda dünya görüşü ve değer ölçüleri değişmeden "Kuvvet Merkezli" dünya görüşüne göre oluşan kurum ve kuralların uygulanması toplumsal çelişki ve yozlaşmaları kaçınılmaz kılar. Türkiye ve İs­lâm dünyası bu tür çelişki içinde bulunmak­tadır. Bu ilişki giderilmeden mevcut sosyal yapının sorunları çözme yeteneğini arttırmak mümkün değildir. 

Tükiye'nin Sosyo-Ekonomik Sorunları ve Yeniden Yapılanma Gereği 

Türkiye'de mevcut 'sistem tıkanmıştır. Mevcut sistemin biçimlendirdiği sosyal yapı, iktisadi ve kültürel sorunlara cevap vermede yetersiz kalmıştır. Bütün dünyada başlatılan yeniden yapılanma süreci, Türkiye'de de baş­latılmalıdır. 

Türkiye'nin siyasi, iktisadi ve kültürel sorunlarının mevcut yapı içinde çözülmesi ol­dukça güçtür. Hangi parti iktidara gelirse gel­sin bu sosyal yapı değişmedikçe ve ülkemizde milletimizin değer ölçüleri ve dünya görüşüne göre "yeniden bir sosyal yapılanma süreci" başlatılmadıkça karşılaşılan sorunların çözü­mü mümkün değildir. Yeniden yapılanmada milletimizi dünya görüşü, değer ölçüleri ve ta­rihi birikimi göz önünde bulundurulmalıdır. Milletin inancı, değer ölçüleri ve dünya görü­şüyle uyumlu olmayan kurum ve kurallardan milli dinamikleri harekete geçirmesinin bekle-nemiyeceğini son 150 yıllık deneyimimiz orta­ya koymuştur. 

"Kuvvet Merkezli" dünya görüşünün hakim olduğu toplumlarda yeniden yapılan­ma bu dünya görüşüne göre geliştirilen teori­lere dayalı olarak gerçekleşmiştir. Batıda bu dünya görüşüne göre geliştirilen teorilere gö­re yeniden yapılanma sürekli olmaktadır. Son üçyüzyıl içinde batıda sisterh olarak kapitaliz­min ticari kapitalizmden sanayi kapitalizme ve günümüzde ise finans kapitalizme dönüşmesi yeniden yapılanmanın sürekliliğini yansıtmak­tadır 

"Hak Merkezli" dünyâ görüşüne göre yeniden yapılanmanın tarihte öncülüğünü peygamberler yapmıştır. Her peygamber getir­diği mesajıyla bulunduğu toplumlarda yeni­den yapılanmayı başlatmıştır. Bozulan kurum ve kuruluşları yeniden yapılandırarak (ıslah hareketiyle) sorunları çözme, nimet-külfet dengesini sağlama özelliğini arttırmaya çalış­mıştır. 

Peygamberlik müessesesi Hz. Muham-med (a.s.) ile son bulmuştur. Hak merkezli dünya görüşüne göre sosyal yapılanma artık peygamberlerin önderliğinde gerçekleşmiye-cektir. Onların dünya görüşünü benimseyen varisleri olan alimler "Tevhidi" dünya görüşü­ne göre teoriler geliştirecekler, bunları kitlele­re anlatacaklar ve kitleler teşkilatlanarak sos­yal hayatta "Hak'kı hakim kılacaklar", ve "ni-met-külfetin" adil bir şekilde bölüşülmesine ortam hazırlayacaklardır. 

Müslümanların ferden ve topluluklar olarak sosyal hayatta "Hak'ı hakim kılma" ve "adaleti tesis etme" gayretleri, sahip olduklan inançları gereğidir. Bu gayret içinde olmıyan müslümanlann zilletten kurtularak izzete ulaş­maları mümkün değildir. Bugün İslâm alemi "Kuvvet Merkezli" dünya görüşünün etkisi al­tındadır. Müslümanların anlayışına ters düşen bu görüşe göre biçimlenen sosyal yapı ihti­yaçları karşılamada yetersiz kalmıştır. Tilkiye ve İslâm aleminin sorunlarına bu yapı içinde çözüm bulmanın imkansızlığı son bir buçuk asır içinde açıkça ortaya çıkmıştır. Bunun için İslâm aleminin muhtelif ülkelerinde müslü­manlann kendi anlayışlanna göre yeniden sos­yal yapılarını oluşturmaya yönelik bir çok gay­ret sergilenmektedir. Bu gayretlerin bir kısmı teorik düzeyde devam etmektedir. Bir kısmı ise hayata aktarılmak üzere siyasi partiler ve cemaatlar tarafından benimsenmiş ve kitlelere anlatılmaktadır. 

Sonuç 

Ülkemizde ve İslâm aleminde karşı kar­şıya kaldığımız sorunlara ilmi çözümlerin üre­tilmesi gerekir. Yeniden yapılanma milletimi­zin dünya görüşü ve değer ölçülerine göre geliştirilen teorilerle biçimlenecektir. Üniversi­teler, araştırma birimleri ve siyasi partiler, va­kit kaybetmeden ilmi araştırmalan teşvik et­melidirler. RP'nin siyasi literatürümüze kazan­dırdığı "Adil Düzen'in"dayandığı "Silm Sosyal Yapılanma Modeli" ilim adamlarımızca ince­lenmeli. Ülkemizde yeniden yapılanma süreci gecikmeden başlatılmalıdır. Mevcut yapı so­run çözmüyor, sorun üretiyor. Ülkemizde bili­min ışığında yeniden yapılanma sürecinin başlatılmasında gecikme telafisi mümkün ol­mayan sorunlara yol açacaktır. 

"Silm Sosyal Yapılanma Modeli" yak­laşık 20 yıllık bir ekip çalışması sonucu ortaya konan bir yeniden yapılanma modelidir. Bu yapılanma modeli ülkemizin siyasi literatü­rüne "Adil Düzen" olarak geçmiştir. Ülkemiz­de ve İslâm aleminde, hatta dünyanın diğer ülkelerinde bilim adamlarının ortak gayretle­riyle bu model daha da geliştirilebilir. Dünya­da meydana gelen hızlı gelişmeye ve değiş­melerin ortaya çıkardığı sorunlara Sosyalizm cevap vermede yetersiz kalmıştır. Kapitaliz­min de bu sorunlara yeni çözümler üretmede yetersiz kalışı Silm Sosyal Yapılanma Mode­lini bir alternatif olarak gündeme getirmiştir. 

Ülkemizde bilim adamları ve siyasi par­tiler işlemeyen sosyal yapının yeniden biçim­lenmesi için çözüm üretmelidirler. Batılıların kendi dünya görüşleri ve değer ölçülerine gö­re geliştirdikleri teorilere dayalı olarak şekille­nen kurum ve kuruluşlar sorunlarımızı çöz­mede yetersiz kalmışlardır. Milletimiz artık öl­çülerimize uymıyan eski elbiseleri giymek is­temiyor. Bayat aşlar karnımızı ağrıtıyor. Kendi aşımızı kendimiz pişirmeliyiz.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005