Değişim Sürecindeki Sosyal Demokrasi Bağlamında
Esnaf ve Sanatkarlarımız
İşçi sınıfı hareketinin bir ürünü olan sosyal
demokrasi, ideolojik içeriği bakımından da işçi
sınıfı ideolojisinden (Marksizm'den) etkilenmiştir.
Bunun içindir ki sosyal demokrat partiler işçi
sınıfıyla ve bunların örgütleri olan sendikalarla
organik ya da dolaylı ilişkiler içerisine girmeyi
her zaman doğal bir gereklilik olarak kabul
etmişlerdir. Başta İngiltere olmak üzere bazı
ülkelerde bu organik ilişkiler, sendikalara parti
içerisinde doğal temsil olanakları sağlamak
biçiminde sürdürülürken, Almanya örneği bir kısım
ülkelerde de sendika-parti ilişkileri çeşitli temsil
ayrıcalıkları oluşturularak güçlendirilmeye
çalışılmıştır. Fransa ve İtalya'da ise farklı bir
gelişme olmuş ve sendikaların sol partileri
etkileyip yönlendirmeleri yerine, bu işçi
örgütleri, sıkı ilişkileri nedeniyle bazı sol
partilerin egemenlikleri altına girmişlerdir.
İşçi sınıfı ile sosyal demokrat partiler arasındaki
organik ya da diğer ilişki modelleri bu ülkeler
örnekleriyle de sınırlı değildir. Ülkelerin
koşullarına göre çok farklı ilişki modelleri ve
yöntemleri vardır. Sosyal demokrat partiler (Türkiye
örneği hariç) ülkelere göre birbirlerinden farklı
biçimlerde de olsa genelde, işçi sınıfıyla işbirliği
oluşturmaya ve geliştirmeye özel bir önem
atfetmişlerdir. Ancak, bazı sosyal demokrat
partilerin işçi sınıfı ideolojisini temel alan
siyasi pozisyonlardan ayrılarak sermaye kesimi
yanında yer aldıklarına ilişkin örnekler de vardır.
Yeni Dünya Düzeni ve İşçi Sınıfı
8-10.Kasim.1999
tarihlerinde Paris'te yapılan son Sosyalist
Enternasyonal Kongresi Sonuç Bildirgesiyle (Paris
Bildirgesi) de kabul edilen küreselleşme gerçeği ve
küreselleşmeyle birlikte farklı bir boyut kazanan
yeni dünya düzeni; ulusal devlet kavramından
bölgesel entegrasyonlara, klasik üretim
fonksiyonundan yeni üretim fonksiyonuna, kitlesel
üretimden esnek üretime kadar pek çok kavramsal
tartışmayı gündeme getirmiştir. Bu yeni dönemde
biçimlenen yeni ilişkiler sistemi ve süreçleri
sanayi toplumunun pek çok klasik kavramını tartışma
ve yeniden sorgulama sürecine sokmuştur. İşçi
sınıfının mavi yakalılardan giderek beyaz yakalılara
dönüşümü, esnek üretim, esnek işgücü ve yeni üretim
fonksiyonu kavramları, sendikal örgütlenmelere de
yeni boyutlar getirmiştir.
AB üyesi ülkelerde işgücünün bileşimi, imalat
sanayiinden özel hizmet sektörüne kayma sonucu
değişmiş; bu da sendikaların geleneksel olarak güçlü
olduğu alanlardan güçsüz bulunduğu konumlara
düşmesine yol açmıştır. Sendikalaşmanın en yoğun
olduğu kamu sektörünün özelleştirme gereği
küçültülmesi de, sendikaların gücünü kırmıştır.
Ayrıca, sendikal yoğunluk genel olarak büyük
işletmelerde ve tam zamanlı işlerde yaygın olduğu
için küçük ve orta ölçekli işletmelerde gözlenen
istihdam artışı, sendikalara üye olma eğilimini de
azaltmıştır.
Bu arada yapısal reformlar sonucu, küçülen
sektörlerde örgütlenmiş pek çok sendika daha büyük
sendikalara katılmış, bu da güç ilişkilerinde
değişime ve kaos'a neden olmuş, yerel sendikalar
güçlenirken merkezi sendikalar zayıflamış, rakip
konfederasyonların ortaya çıkması sonucu (beyaz ve
mavi yakalı) işbirliği ve güçbirliği zorlaşmıştır.
Uluslar arası rekabetin, dolayısıyla işgücünün yeni
teknolojiler ve iş örgütlenmesi çerçevesinde yeniden
yapılanması, eskiden iş kolu düzeyi temelinde
yapılan merkezi toplu iş sözleşmelerini işyeri
düzeyine indirmiş, bu da toplu iş sözleşmelerinin
kapsam ve gücünü azaltmıştır.
Öte yandan, yukarıda belirtilen yeni iş örgütlenmesi
sonucu işletmelerde işçiyi birey olarak muhatap
almak üzere geliştirilen "işçinin fınansal katılımı"
ve "sorun çözümlerine katılımı" modelleri de
sendikaların sistemden dışlanmaları sonucunu
doğurmuştur.Çok uluslu şirketlerin güçlenmesi de,
ulusal sendikaların gücünü kırmıştır.
Az gelişmiş ülkelerde sendikacılık; yukarıda
belirtilen sorunlar ile benzeri sorunların yanı
sıra, uygulanan yeni ekonomik politikalar sonucu,
daha önce korunan büyük ölçekli işletmelerin bir
çoğunun yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
bırakılması nedeniyle ciddi bir tehdit altına girmiş
bulunmaktadır.
Özetle; sendikaların gücü ile işçi sayısı giderek
azalırken yeni üretim biçimi, bireysel çalışma
modelini öne çıkarmıştır. Bu yeni çalışma düzeninin
üretim ilişkilerine de yeni bir yön vereceği
kuşkusuzdur. Görünen odur ki klasik anlamda ücretli
işçi kavramı, konumu ve anlayışı önemli ölçüde
değişime uğrayacaktır. Bunun doğal sonucu, sendikal
örgütlenmelerin de eski önemini kaybetmesidir. Belki
yeni örgütlenme modelleri ortaya çıkacak belki de
yeni üretim sürecinin farklı anlayıştaki yeni
bireyleri, yeni ve farklı örgütlenmelere
yöneleceklerdir. Açık olan, bugünkü işçi-işveren
ilişkileriyle sendikal modelin olumsuz bir değişime
uğrayacağıdır. Bu değişimin yaratacağı yeni
toplumsal doku nasıl oluşacaktır? Bu kuşkusuz toplum
mühendisliğinin ilgi alanıdır. Gerçek, yarının bugün
gibi olmayacağıdır.
Sosyal Demokrat Partilerin Yeni Hedef Kitlesi "Esnaf
ve Sanatkarlar"
Sanayi toplumunun yerini sanayi sonrası topluma
bırakması ve üretim ilişkilerinin yeniden
biçimlenmesi sonucunda değişen ekonomik yapının yanı
sıra, siyasal bağımlıklar da değişmeye başlamıştır.
Değişen ve gelişen yeni toplumsal yapı içerisinde
sosyal demokrat partilerin de kendilerini bu yeni
koşullara hazırlamaları gerekmektedir. Sosyal
demokrat partiler artık yalnızca işçi sınıfına
dayanarak iktidar olma hedeflerini bir kenara koyma
sorunuyla karşı karşıyadır. Başka sosyal kesimler
aleyhine giderek küçülen bir işçi sınıfı, özellikle
özgün koşulları nedeniyle Türkiye'de tek başına bir
sosyal demokrat partiyi iktidar yapamaz. Nitekim,
başta İngiliz İşçi Partisi ile Alman Sosyal Demokrat
Partisi olmak üzere bu gerçeği gören bazı sol
partiler, bir süredir yeni arayışlar içerisindedir.
İktidara uzanabilmek için işçi sınıfının yanı sıra,
şimdiye kadar kendilerine oy vermeyen orta yolcu
kitlelere de açılmanın yollarını arıyorlar. Hatta bu
arayış sürecinde İngiliz İşçi Partisi lideri Tony
Blair, Marksist öğretiyle köprüleri atacak kadar
ileri gitmiştir. Kuşkusuz yapılması gereken, sosyal
demokrasinin ideolojik temellerini inkar etmek
değildir. Bu temel ilkelerden, Fransız ve İtalyan
sosyal demokrat partileri örneği taviz vermeden yeni
toplumsal kesimlere yönelmektir. Bu yeni toplumsal
aktörler kimler olabilir veya kimler olmalıdır?
sorusuna ilk akla gelecek cevap,"geçimini
sermayesinden
ziyade emeği ile sağlayan esnaf ve sanatkarlarımız"
olmaktadır. Özellikle küçük sanatkarlarımız, emek
ağırlıklı iş süreçleriyle işçi sınıfının en doğal
müttefikidirler. Küçük sermayeli esnaf kesimi için
de aynı yoğunlukta olmamakla beraber benzer şeyleri
söylemek mümkündür.
Esnaf ve Sanatkarlar, yasal tanımıyla; geliri ancak
geçimini temin edecek kadar az olan toplumsal
kesimdir. Bugün yurdumuzun pek çok köşesinde gelir
düzeyi itibariyle işçi sınıfından çok daha güç
koşullarda çalışan esnaf ve sanatkarlarımız, sosyal
demokrat partilerin en doğal müttefiki ve hedef
kitlesidir.
Sosyal demokratların bugüne kadar, esnaf ve
sanatkarlara yaklaşımı, genelde bilimsel herhangi
bir çalışmaya dayanmaksızın sırf olumsuz ideolojik
değerlendirmeler düzeyinde kalmıştır. Ülkemiz
koşullarında bu kesimi oluşturan 3,5 milyon meslek
erbabının yaklaşık 1,5 milyonluk bölümünü, esnaf ve
sanatkarlar yanında çalışan çırak, usta ve kalfa
statüsünde olup İş Kanunu kapsamı dışında çalışan
ücretli kesim oluşturmaktadır. Bu husus, bugüne
kadar hiç göz önünde bulundurulmamıştır. Bu rakama
taksi sahipleri yanında ücretli veya ondalıkçı
olarak çalışan şoförler de eklendiğinde 2 milyona
ulaşan bu çalışan kitlenin, gerçekte emekçi
konumunda bulunduğu tartışmasızdır. Kalan 1,5
milyonluk kesim ise sınırlı sermayelerine emeklerini
katarak elde ettikleri düşük gelirlerle yaşam
mücadelesi veren yarı-emekçi insanlardır. Bunların
toptancı bir yaklaşımla işveren-sermayedar
kategorisinde değerlendirilmesi fiili ve ideolojik
gerçeklere uygun düşmemektedir.
Yaklaşık 2 milyon civarındaki emekçi ve 1,5 milyon
dolaylarındaki yarı-emekçi konumundaki toplam 3,5
milyonluk bu kitle, sosyal demokratlar için
küçümsenemez bir hedef kitledir. Bu büyüklük,
Türkiye'de 800 bin civarında olduğu söylenen
sendikalı işçinin, imalat sanayiinde çalıştığı
tahmin edilen toplam 2 milyon 700 bin işçinin de
oldukça üzerinde bir rakamdır. Kaldı ki, 1980'li
yıllarda başlayan ekonomik yoğunlaşma ile 1998
yılının ikinci yarısından itibaren Türk ekonomisinde
görülen daralma, esnaf ve sanatkarları çok güç
durumlara sokmuştur. TESK kayıtlarına göre yalnızca
1999 yılında toplam 60 bin esnaf işyerlerini
kapayarak ekonomik yaşamdan çekilmiş, 2000 yılının
ilk altı ayında da giderek artan ekonomik kriz
nedeniyle 50 bin esnaf ve sanatkar daha kepenklerini
indirmek zorunda kalmıştır. Son on yılık süreç
içerisinde esnaf ve sanatkarlarımız ya işyerlerini
kapatarak işçi ordusuna katılmakta ya da zorlukla
ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Esnaf ve
sanatkarlarımızın bugün karşı karşıya bulundukları
objektif koşull'ar, sosyal demokratların ilgisiyle
subjektif koşullar da oluşturulabildiği takdirde, bu
toplumsal kesimin, sosyal demokratların yeni ve en
dinamik hedef kitlesi konumuna gelebileceğini
göstermektedir.
Sosyal demokratların yıllardan beri yaptığı yanlış;
sınırlı sermayelerini büyüterek tacir ve sanayici
olma arzusu içinde bulundukları gerekçesiyle bu
kesimin, sermaye kesimiyle aynı kefeye konulmuş
olmasıdır. Bu, kuşkusuz teorik değil yaşamsal
gerçeklerle ilgili bir yanılgıdır. Saatlerce ateşin
karşısında çalışan bir demirci sanatkarını, bir
bakırcı ustasını, bir fırıncı esnafını, büyük
sermayeli ve yanında onlarca işçi çalıştıran bir
sanayici ile aynı kategoride değerlendirmemek
gerekir.
Kaldı ki, gelişen ekonomik koşullarda ticari ve
sınai işletmelerde gözlenen yoğunlaşma, esnaf ve
sanatkarlarımızı sermaye kesiminden bütünüyle
koparmak üzeredir. Güncel bir örnek vermek
gerekirse, hiper ve grosmarketler bugün ülkemizde
faaliyet gösteren 227 esnaf ve sanatkar kolundan
80'ini yani %35'ini olumsuz olarak etkilemektedir.
Büyük alışveriş merkezleri faaliyete geçerken
civarda bulunan ve 80 faaliyet kolunda ekmek
mücadelesi veren yüzlerce esnaf ve sanatkar
işletmesinin de kapanmasına neden olmaktadır. Bunun
da başta istihdam sorunu olmak üzere pek çok yeni
toplumsal soruna neden olduğu bilinmektedir.
İşlerini kaybetmiş insanlar, hiç iş sahibi
olamayanlara kıyasla emek-sermaye kümeleşmesinde
daha bir bilinçle saf tutabilirler.
Azalan rekabet şansları nedeniyle gelir düzeyleri
düşen ve yaşam mücadelesi veren bir kısım esnaf ve
sanatkar da, içerisinde bulundukları olumsuz
koşullar gereği giderek diğer çalışan kesimlere
yaklaşmaktadır. Bu nedenle, kabuk değiştiren yeni
toplumsal yapı karşısında sosyal demokratlar, başta
esnaf ve sanatkarlar olmak üzere pek çok toplumsal
kesim karşısındaki pozisyonlarını yeniden gözden
geçirmek zorundadırlar.
Sonuç
Sosyal demokratların doğal seçmen tabanı kuşkusuz
emekçilerdir. Ancak Türkiye'de emekçiler nitelik ve
nicelik olarak bir sol partiyi iktidara götürecek
büyüklükte olmadığından toplumdaki yarı emekçi
niteliğindeki esnaf ve sanatkarlara, küçük
sanayicilere ve benzerlerine de ulaşmak gerekir.
Tarımda çalışanlar da bu bağlamda
değerlendirilmelidir. Bu kitlelerin, çoğunlukla
muhafazakar eğilimli olması sosyal demokratların
hızını kesmemelidir.
Ülkemizde iktidar sarkacı; özellikle son yıllardaki
olumsuz ekonomik ve sosyal koşullar nedeniyle
bezginliğe düşen halkın,iktidardakileri terk
etmesiyle,muhalefete doğru daha bir hızla
salınmaktadır. Ancak, iktidar sarkacını diğer
muhalefet partilerine kaptırmayacak usta bir siyasi
beceri gerek.Gerçek Sosyal demokratlar buna
hazırlıklı ve donanımlı olmalıdırlar.
|