Ekonomik Reformlar Bağlamında Tarımsal Destekleme
Politikaları
Uzun süredir kamuoyunun gündeminde bulunmayan bir
konu IMF heyetinin ülkemize yaptığı son ziyaret
nedeniyle tekrar güncellik kazandı. IMF ile
sürdürülen müzakerelerde, başta Sosyal Güvenlik
Reformu olmak üzere bir dizi reformun uygulamaya
konulması gerekliliği dile getirildi. Bu görüşmeler
vesilesiyle Tarımsal Destekleme konusu da kara delik
nitelendirmesiyle tekrar gündeme taşındı. Ancak,
Sosyal Güvenlik ve Vergi alanında reform ihtiyacı
ısrarla vurgulanırken, tarımsal destekleme
uygulamalarının yalnızca neden olduğu finansman
açığı üzerinde durularak, reform önerisi yerine
tarımsal sübvansiyonlardan tümden vazgeçilmesi
zorunluluğu dile getirildi. Bu değerlendirmeler
yapılırken, başta Devlet Planlama Teşkilatı ve
Hazine Müsteşarlığı olmak üzere OECD ve Dünya
Bankası raporlarına da bir çok kez göndermelerde
bulunuldu.
Devlet Planlama Teşkilatının bu konuda yaptığı son
çalışmaya özellikle dikkat çekilerek, cari
fiyatlarla tarıma yapılan toplam desteğin 1996'da
656 Trilyon TL'dan, 1997'de 1 Katrilyon 839 Trilyon
Liraya ve 1998 yılında da 4 Katrilyon 94 Trilyon
Liraya çıktığı ileri sürüldü. Hatta bu rakamların
ayrıntılı bir dökümü de verilerek, 1998 yılı
desteğinin 2 Katrilyon 815 Trilyon liralık bölümünün
Pazar fiyatı desteğinden, 474 Trilyon liralık
bölümünün girdi desteğinden, 769 Trilyon TL'lık
bölümünün tarımsal KİT'lere sermaye ve görev zararı
olarak yapılan ödemelerden, 36 Trilyon TL'sinin de
genel hizmetler kapsamında tarıma yapılan
desteklerden oluştuğu ifade edildi.
Hemen belirtmek gerekir ki Türkiye'nin Gayri Safı
Milli Hasılasının %5'i civarında bulunan ve 10
Milyar Dolar gibi büyük bir tutarı ifade eden bu
destek iddiası, gerçekçi değildir. Yanlış hesaplama
yöntemleri kullanılarak yapılan ve ülkemizin
GSMH'sının %14'ünü oluşturan yaklaşık 30 Milyar
Dolar civarındaki tarımsal üretiminin üçte birinin
kamu kaynaklarıyla finanse edildiği sonucunu ortaya
koyan bu çalışma, yeterli ve tutarlı
değerlendirilemez.
1993-1994 yıllarında Hazine tarafından kamuoyuna
açıklanan ve buna benzer abartılı değerlendirmeleri
içeren bir çalışmanın yetersizliği, yine o
tarihlerde yapılan karşı inceleme ile ortaya konmuş
ve hatalı sonuçların, hesaplamalardaki
mükerrerlikten kaynaklandığı kanıtlanmıştı. Daha
sonraki benzeri çalışmalarda da sıkça yapılan
hatanın, pazar fiyatı desteği amacıyla Birliklere ve
tarımsal KİT'lere kullandırılan kredilerin bir de
görev zararı olarak mükerreren hesaplara dahil
edilmesi olduğu belirlenmiştir.
Oysa gerçek, Ülkemizde tarımsal desteklemeye ayrılan
kaynakların 4 Milyar Dolar gibi makul düzeylerde
bulunduğudur. Bu rakam, nüfusunun %3'ü tarım
kesiminde çalışan ABD için 40 Milyar Dolar'dır.
Avrupa Topluluğunun 88 Milyar Dolar civarındaki
bütçesinin de 44 Milyar Dolarlık bölümü tarımsal
desteklemede kullanılmaktadır. Dünyanın en korumacı
tarım rejimine sahip Avrupa Birliği Tarım Komisyonu
tarımsal desteklemeye ayrılan bu denli büyük
kaynakların azaltılabilmesi için bazı çalışmalara
başlamıştır. Çiftçilerin ateşli protesto
gösterilerine ve bazı ülkelerden gelen yoğun
tepkilere karşın et destekleme alımlarında %25, süt
alımlarında da %10 oranında indirim yapılması ve
bazı tarımsal yardımların aşamalı olarak azaltılması
karara bağlanmıştır. 18 aydan fazla bir süre devam
eden görüşmeler ve tartışmalar sonunda ulaşılan
nihai sonuç da budur. Bu önlemlerin Avrupa Birliği
Tarımsal Destekleme Programında sağlayacağı
tasarrufun, 44 Milyar ECU'lük tarımsal destek bütçe
içerisinde 1,5 Milyar Dolarlık bir rakamı
oluşturacağı ifade edilmektedir ki bu noktada,
dağın fare doğurduğu söylenebilir.
Tüm gelişmiş ülkelerde tarımsal destekleme
uygulamaları büyük bir yoğunlukla devam ederken
Türkiye'de bu konunun sıkça dile getirilmesi
gerçekten dikkat çekicidir. Tarımsal desteklemenin
her zaman ifade edilen geleneksel gerekçeleri bir
yana, bizce en önemli varlık nedeni toplumsaldır.
Tarımsal destekleme, yalnızca ülkenin stratejik gıda
ihtiyacının sürekli ve güvenli bir biçimde
karşılanması, köyden kente göçün önlenmesi için
değil toplumsal adaletin, sosyal dayanışmanın
sağlanması ve ulusal gelirin hakça paylaşımı için de
zorunludur.
Bugün Türkiye Halk Bankası düşük faizli kredilerle
esnaf ve sanatkarları hangi gerekçelere dayalı
olarak destekliyorsa, T.C. Ziraat Bankası da Türk
köylüsünü benzer yöntem ve gerekçelerle desteklemek
durumundadır. Her iki konu da temelde toplumsaldır
ve günümüzde
tarımsal destekleme politikaları, ulusal gelirin
hakça paylaşımını sağlamanın en yaygın ve etkin,
çağdaş araçlarıdır.
Günümüzde artık tartışılması gereken tarımsal
desteklemenin gerekip gerekmediği değil, bu konuda
hangi modelin daha etkin ve daha düşük maliyetli
olduğudur. Çağdaş uygulamalar, Pazar fiyatı desteği
modeli -bizdeki adıyla Destekleme Taban Fiyatı
yöntemi - yerine, prim sisteminin daha etkin ve
gerçekçi bir model olduğunu göstermektedir.
Günümüz destekleme politikalarında en yaygın olarak
kullanılan destekleme taban fiyatı modelinde taban
fiyatı, ürün alım kampanyası başlamadan hemen önce
veya başladıktan sonra ilan edilmektedir. Bu fiyat
esas alınarak tarımsal KİT'ler ve Tarım Satış
Kooperatifleri Birlikleri tarafından çeşitli
tarımsal ürünler satın alınmakta, ilk işleme
yapılarak piyasaya sunulmaktadır.
Bu yöntemde ilan edilen fiyatlar genellikle dünya
fiyatlarına göre yüksek olmakta ve bu nedenle
alımlara tüccar, istenen düzeylerde girememektedir.
Bunun sonucu olarak da Hazine, büyük miktarlarda
mali yüke katlanmak zorunda kalmaktadır. Buna
rağmen üretici üretim safhasında nakit para
sıkıntısı çekmekte, yüksek faizle para kullanmakta,
ürün bedelini zamanında alamamaktadır. Dolayısıyla
uygulamadan hiçbir zaman memnun değildir. Bu
uygulamadan mali kaynakları yeteri miktarda ve
zamanında temin edemeyen Birlikler de memnun
görünmemektedir. Halbuki Birliklerin kullandığı
düşük faizli Hazine kaynakları nedeniyle sistem,
kamu açısından da oldukça masraflıdır. Bu durumda
açıktır ki, uygulamadan memnun olan taraf yoktur.
Bu gayri memnun kitle bir yana, destekleme taban
fiyatı yöntemi, arz fazlası olan fındık ve
çekirdeksiz kuru üzüm dışında ülkemizde borsacılığın
ve dolayısıyla belgeye dayalı emtia piyasalarının
gelişmesini engelleyici etkileri nedeniyle,
ekonominin ihtiyaçlarını karşılamaktan oldukça
uzaktır.
Bütün bu nedenlerle, Destekleme Taban Fiyatı
yöntemi, arz fazlası olan fındık ve çekirdeksiz kuru
üzüm dışında süratle terk edilmeli ve ülkemizde
borsacılığın gelişmesini sağlayıcı, belgeli ekonomik
düzene geçişi kolaylaştırıcı yeni bir destekleme
modeli uygulamaya konulmalıdır.
Bu model ülkemizde, 1993-1994 üretim döneminde
pamukta başarıyla uygulanan Destekleme Prim
Sistemidir. Bir Tarımsal Destekleme modeli olarak
Prim Sistemi, Fındık ile genelde üretim fazlası
bulunan çekirdeksiz kuru üzüm dışında taban fiyatı
uygulaması kapsamında bulunan tüm ürünlerde bugün de
başarı ile uygulanabilir. Ülke düzeyinde üretim
fazlası bulunan ürünlerde ekim alanlarının
sınırlandırılması bağlamında uygulanacak projeler
sonuçlandırılıncaya kadar eskiden olduğu gibi taban
fiyatı uygulaması modeline devam gerekliliği
vardır. Bu zorunlu ve geçici uygulamanın dışında
destekleme taban fiyatı sistemi terk edilmeli ve
bütünüyle prim sistemine geçilmelidir. Doğru,
etkin, çağdaş ve kayıtlı ekonomiyi gerçekleştirici,
çok yönlü olumlu sonuçları olan destekleme modeli de
budur.
|