Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Gelişme için Ticaret: Fakirlerin En İyi Umudu, Bilgi Ticaret Hakkında 

Çok taraflı ticaret müzakerelerinin (CTM) Doha'daki yeni turu sadece iki yıl önce Seattle'de zafer kazanan globalleşme karşıtlarına bir (gerekli) darbe indirdi. Fakat bu tur bir başka sebep yüzünden de önemliydi. "Gelişme" kelimesi şimdi yeni tura isim vermektedir. Bu alışıldık bir durum değildir, fakat, fakir ülkelerin gelişmesinin müzakerelerin bu turunun merkezî konusu olacağı gerçeğini göster­mektedir. 

Bununla beraber, memnuniyet verici retorik bir yana, bunun ne anlama geldi­ğini sormalıyız. Bu, beyhude bir soru değildir. Çünkü eğer siyasa yapıcıları ve hükümet dışı örgütler (HDÖ) arasında yaygın olan kanaat bir rehber ise, siyasa yapıcıları ve HDÖ'lerin bu soruya vereceği cevap doğru değildir. Ve bu cevap alarma geçmeye yeterli bir sebeptir. 

Kuşkusuz, ticareti savunanlar daima ticaretin (izlenmesi gereken) siyasa ve gelişmenin hedefi olduğunu düşüne gelmişlerdir. Savaş sonrası yıllar onların haklı olduğunu göstermiştir. Serbest ticareti savunanların ticaretten sağlanabilecek ka­zançları abarttığını veya en iyi ticaret politikasının bir reform paketi içine yerleş­tirilmiş ticaret politikası olacağını unuttuğunu ileri süren bir avuç muhalif iktisat­çının itirazları birçok insanı büyük ölçüde yanıltmaktadır. 

Ticaret eğer gerçekten fakir ülkeler için iyiyse, fakir ülkelerin nazarında tica­retin kıymetini artırmak için ne yapılabilir? Pek çok şey. Ancak, birkaç yanlış anlayışla yüzleşip onları cevaplandırmadan değil. Bu yanlış anlayışlardan bazıları şunlardır: 

-     Dünya ticaret sistemi "gayri âdildir": Fakir ülkeler kendilerinin uy­guladığından daha keskin/ağır bir korumacılıkla karşılaşmaktadır.

-    Zengin ülkeler Bretton Woods kurumlarını fakir ülkelerin ticaret ba-riyerlerini aşağı çekmelerini sağlamak için kullanırken, haince, fakirlere karşı kendi ticaret bariyerlerini muhafaza etmektedir.

-    Zengin ülkeler kendi ticaret bariyerlerine sahipken fakir ülkelerin ticaret bariyerlerini aşağı çekmelerini istemek ikiyüzlülüktür. 

Gerçekte, ticaret bariyerlerinin asimetrisi öbür istikamette işlemektedir. En­düstriyel ithalat vergilerini ele alalım. Bugün itibariyle, zengin ülkelerin ithalat vergisi ortalama %3'tür. İthalat vergilerindeki - tekstil ve giyimde, balıkçılık ve ayakkabıcılıkta yoğunlaşan ve açıkça fakir ülkelere yöneltilen- en yüksek oranlar da manzarayı pek değiştirmemektedir: Birleşmiş Milletler Ticaret, Yardım ve Kal­kınma Konseyi (UNCTAD) bu vergilerin fakir ülkelerin ihracatlarının yalnızca üçte birine uygulandığını tahmin etmektedir. Dahası, fakir ülkelerin birbirlerine karşı koydukları ticaret bariyerleri kendi gelişmelerinin/kalkınmalarının önüne zengin ülkeler tarafından konulan bariyerlerden daha önemli sınırlamalar yerleş­tirmektedir. 

Hain Zenginler, Ticaret Yönetimi 

Bu gerçekler yaygın bir mit karşısında kaybolup gitmektedir. Bu mite göre, çoğu zaman Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından empoze edilen şarta bağlılık yoluyla hareket eden zengin ülkeler kendi ticaret bariyerlerini muhafaza ederken fakir ülkelerin ticaret manialarını tahrip etmişlerdir. Hakikaten (bu mitte) hem Bretton Woods kurumlarının kudreti hem de zengin ülkelerin kö­tülüğü fena halde abartılmıştır. 

Dünya Bankası'nın şart empoze ediciliği öylesine geniş ve yaygın ve borç ver­me ihtiyacı öylesine dayanılmazdır ki, gerçekte (Dünya Bankası) baypas edilebilir. Birçok müşteri devletler bazı şartları ihmâl ederken diğerlerine uyabilir. Bunun ya­nında ülkeler bir istikrar krizi olduğu zaman IMF'ye giderler. İstikrar, geliri aşan harcamaların azaltılmasını/geri çekilmesini (gelire uyarlanmasını) gerektirdiğinden IMF çoğu 2aman gümrük vergilerinde azaltma tavsiye etmekte isteksiz olmuştur. Çünkü bu gelirleri azaltabilir, gelirlerin azalması krizi ağırlaştırabilir.

O zaman, tekrar, ülkeler kriz bittikten ve borçlar ödendikten sonra kendi kötü yollarına dönmekte serbest olduklarından, gümrük vergileri reformu tersine çevi­rebilir. Ülkeler gümrük vergisi azaltmalarını, Dünya Ticaret Örgütü'nde yaptıkla­rı gibi, IMF programları çerçevesine "bağlamazlar". Aynı şekilde ithalat vergisi azaltmaları, bir istikrar (stabilizasyon) krizi tekrar ettiği zaman tersine çevrilebilir ve gümrük vergileri gelirleri artırmak için yeniden konur. Öğrencim Ravi Yatawa-ra -ki "ticaret politikası makası (değişiklikleri)" adını verdiği şey üzerinde çalıştı-IMF'den borç alan birkaç ülkenin bu tür gümrük vergisi geriye çevirişlerinin bir­kaç örneğini belgelemektedir. Meselâ, Uruguay 1971'de önceki yıl başlayan bir IMF programı esnasında ticarette korumacılığı artırdı ve bir yıl sonra başka bir kredi dilimi almayı becerdi. Kenya'nın 1977'deki liberalizasyonu 1979'da geriye çevrildi- ki aynı yıl (1979) IMF ile bir başka düzenlemeye müzakere etmekteydi. 

Dahası, emek-yoğun ürünlere karşı nispeten yüksek ticaret bariyerleri genel­likle (zengin ülkelerin) kötülüğünün değil fakat basit politik ekonominin ürünü­dür. Gerçekte tek taraflı ticaret bariyeri azaltmaları hiç karşılaşılmayan bir durum değildir ve yeni kitabım Going Alone: The Casefor Relaxed Reciprocity in Free-ing Trade'de (Yalnız Yolculuk: Ticareti Serbestleştirmede Gevşetilmiş Mütekabi­liyet Durumu) (MİT Press, Temmuz) bu tür tek taraflı azaltmaları savaş sonrası dönemde birçok ülke ve birkaç sektör açısından belgelemekteyim. Fakat geliş­mekte olan ülkelerin zamanın ekonomik ideolojisi tarafından (bu uygulamadan) muaf tutulduğu gerçeği ortadadır. Söz konusu ideoloji, bu ülkeleri, savaştan sonra ardarda yapılan çok taraflı ticaret müzakerelerinde -ki bu müzakereler ticaretin önündeki bariyerleri azaltmıştır- ticarî taviz vermek mecburiyetinden kurtaran "özel ve farklı" bir muameleyi kapsamaktaydı. Fakir ülkelerin mütekabil tavizlerine ula­şamayan (kendilerine bu tavizler tanınmayan) zengin ülkeler tekstil ve konfeksi­yondan ziyade makineler, kimyasallar ve mamul mallar gibi kendilerini daha çok ilgilendiren ürünlerde liberalizasyon üzerinde yoğunlaştılar. 

Fakir ülkeler görüşmelere tam olarak katılınca (üye olunca) durum değişti. Uruguay turunun tamamlandığı 1995 Marakesh (Fas) toplantısında, en nihayetin­de kötü şöhretli çoklu fiber (iplik) düzenlemelerini (MFA) kaldırmak için adım atıldı. Ki bu düzenleme -1961 'de Kısa Vadeli Pamuklu Tekstil Düzenlemesi ola­rak doğuşundan- 1974'e gelindiğinde bütün tekstil ürünlerinde dünya ticaretini sınırlayan birkaç ayrı anlaşmayı bir araya getiren Frankeştayımsı bir canavara dönüşmüştü. Marakesh'de bu anlaşma gündeme almdı/göze kestirildi ve on yıl içinde ortadan kalkması planlandı. 

Fakat, zengin ülkelerin korumacılığı asimetrik şekilde yüksek olsa bile, bun­dan dolayı fakir ülkelerin kendi ticaret bariyerlerini indirmelerini tavsiye etme­nin ikiyüzlülük olduğunu iddia etmek teh­likelidir. Az sayıdaki oligopolistik reka­bet durumundakiler hariç -Fuji ve East­man Kodak arasındaki (fakir ülkelere uy­gulanması zor) stratejik misliyle muka­belenin normal olduğu durum gibi- di­ğer insanların korumacılığını aynen kar­şılamanın (ona uymanın) net etkisi, ken­di kendine iki defa zarar vermektir. Fa­kat fakir ülkelerin birçok liderinin tah­min edilebilir şekilde şu hatalı/yanlış is­tidlali yaptığım gösteren bol miktarda delil vardır: Zengin ülkelerin korumacı­lığı kendilerinin (fakir ülkelerin) kendi  ticaret bariyerlerini azaltmada/gevşetmede isteksiz olmalarını mazur gösterir/ haklılaştırır. Aslında zengin ve fakir ülkelerin korumacılığı, birlikte, fakir ülkelerin ihracat yapmasını engellemek olarak görülmelidir. Bu yüzden, zengin ülkelerin pazarla­rının kapıları ithalâta tamamiyle açık olsa bile, fakir ülkelerden ihracat edilecek mallar önce bu ülkelerin kendi kapılarından çıkmak mecburiyetinde olacaktır. 

1970'lere kadar giden bir çok örnek/emsal çalışmasından biliyoruz ki (ki bun­lar sadece temel ekonomik mantığı doğrulamaktadır) korumacılık çoğu zaman sönük ihracatın ve bundan dolayı sönük ekonomik performansın sebebidir. Koru­macılık, iç pazarları himaye ederek "ihracata karşı bir önyargı" yaratır ve daha sonra bu iç pazarlar daha kârlı hale gelir. Kendinize sorun: Uzak Doğu ülkeleri ve Hindistan 1960'dan sonraki çeyrek asır boyunca hemen hemen aynı haricî ticaret bariyerleriyle karşılaşmalarına rağmen neden dışa yönelimli Güney Kore, Tay­van, Singapur ve Hong Kong muazzam ihracat yaparken içe-yönelimli Hindistan kötü bir ihracat performansı sergilemiştir. Hayırseverliğin evde başlaması gibi, ihracat da iyi bir iç politika ile başlar. Zengin ülkelerin korumacılığı üzerindeki büyük yoğunlaşma bu dramatik dersi gözlerden saklamıştır. 

Bir Değişim Stratejisi, Ticaret Tarihi 

Şüphesiz, zengin ülkelerin korumacılığı da bir problemdir. Ve onların koruma­cılığı da şiddetle eleştirilmelidir. Fakat, burada da saflık/aptallık görüyoruz. Gü­nün modası zengin ülkelerin korumacılığının, yenilenen uluslararası gayretlerin odak noktası haline gelen fakir ülkelere zarar verdiğini iddia ederek zengin ülke­leri kınamaktır. Ve faaliyete geçilen yerde tercih daha fakir ülkelere imtiyaz sağla­mak, onlar arasında daha da fakir olanlara (şimdilerde daha az gelişmiş ülkeler (LDCs) olarak adlandırılan ülkelere) daha kayırıcı tercihler sağlamaktır (bahşet­mektir). Fakat eski (önceki) çözüm hüzün verici şekilde yetersizdi, sonraki ise tamamen yanlıştır. 

Kınama/ayıplama yeterli olsaydı, şimdiye kadar zengin ülkelerin korumacılığı tamamen ortadan kalkmış olurdu. Ticaretle uğraşan iktisatçılar ve UNCTAD ve GATT gibi uluslararası kuruluşlar otuz yıldan fazladır zengin ülkeleri bu bakım­dan kınamaktadır. Oxfam gibi hayırseverlik kuruluşlarından gelecek ilâve destek prensip olarak yardımcı olabilir. Fakat bu hayırseverlik kuruluşlarının hem uz­manlığa hem bir strateji (geliştirme) kabiliyetine ihtiyacı vardır, sadece bir vicda­na ve bir sese değil. Bunlar yetersizdirler. Zenginlerin korumacılığına saldırmakta ters etkiler yaratıcı "iki yüzlülük" lisanına ve "gayri adil ticaret" retoriğine sıkı sıkıya sarılarak, kıtlıklar ve hastalıklarla mücadele etmekte muhteşem olan Oxfam gibi hayır kuruluşları, fayda sağlamaktan ziyade zarar vermektedir. 

Zengin ülkelere yöneltilen argüman gayet farklı bir tarzda yapılmaktadır: Ne kadar küçük olursa olsun korumacılığı sürdürürseniz ve gerçekte korumacılığını­zı ABD'nin geçenlerde çelik vergileri ve tarım ürünlerinde yaptığı gibi yükseltir­seniz, son zamanlarda daha serbest ticareti savunma noktasına gelmiş fakir ülke liderlerinin çabalarına zarar verirsiniz. Eğer daha zengin ve serbest ticaretin daha hararetli savunucuları serbest ticaretin kurallarını ihlâl ederlerse fakir ülkelerin korumacılığı azaltmaları zordur. 

Bunun da ötesinde, tesirli bir ithalat vergisi azaltma politikası tekstil gibi emek-yoğun eşyaları/malları tarımdan ayrı tutmamızı icabettirir. İkisi arasındaki farklı­lıklar benzerliklerden çok daha fazladır. Zengin ülkelerdeki emek-yoğun imalat­çılar tipik olarak kendi ülkelerinin fakir, vasıfsız iş gücünü istihdam ederler. Korumacılığı ortadan kaldırma çabamız - ki bu yabancı fakirlere yardımcı olurken kendi fakirlerimize zarar verecektir - aşikâr ahlâkî (ve dolayısıyla siyasî) zorluk­larla karşılaşır. Cevap, korumacılığın tedricen fakat kesin olarak kaldırılması ve buna eş zamanlı ve esaslı bir adaptasyon ve yeniden eğitim programı tarafından eşlik edilmesidir. Bu şekilde hem içteki hem dıştaki fakirlerin problemleriyle mü­cadele edebiliriz. 

Bu bir kere yapılınca, kilise grupları ve hayırseverlik kuruluşlarının dengeli ve âdil bir programı desteklemeleri talep edilebilir. Böyle bir strateji ahlâkî bakım­dan hem zengin ülkelerin emek-yoğun endüstrilerindeki işçileri -fakir ülkelerde­ki fakir işçilerin ihtiyaçlarını unuturken- korumak için serbest ticarete cephe al­maktan hem de zengin ülkelerdeki bu tür endüstrilerin işçilerine destek sağlamak-sızın ticaret engellerinin ilga edilmesini istemekten daha doğrudur. 

Tarımda korumacılığın kaldırılması aynı ahlâkî problemleri yaratmaz: ABD ve Avrupa'daki üretim ve ihracat sübvan­siyonları esas itibariyle büyük çiftçilere gitmektedir. Bu, fakirlere yardım etmek için tarımda sübvansiyonun kaldırılma­sını kolaylaştırmalıdır. Mamafih, aynı zamanda, tarımda korumacılık çevreyi ve yeşili muhafaza etme amacıyla da gay­retli bir şekilde savunulmaktadır. Orman­lar (yeşillik) işin içinde olduğunda koru­macılığı kaldırmak daha zor olmaktadır. Fakat, gelir desteği üretimi artırmaktan ayrıştırılabileceği gibi yeşili destekleme tedbirleri için de aynı şey yapılabilir. Bu tür yeni tedbirler ve tatlılaştırıcı olarak eklenen diğer çevreci korumalar, tarımda korumacılığa yönelik stratejik atağın (saldırının) parçası olmalıdır.

Jübile 2000'in hedef tarihi gayretleri borçların silinmesi gayesi üzerinde yo­ğunlaştırmaya büyük ölçüde yardımcı oldu. Bu örneği izleyerek, ben ve Mary-land Üniversitesi'nden Arvind Panagariya bir yıldan fazla bir zamandır - Birleş­miş Milletler Genel Sekreteri Kofı Annan'ın desteğiyle - 2010 yılı itibariyle emek-yoğun ürünlerde korumacılığı ortadan kaldırmak için bir Jübile 2010 hareketi tek­lif etmekteyiz. Kaldırılması daha zor olduğu için, tarımda korumacılığın yok edil­mesi için 2010'dan ziyade 2020'yi seçmek muhtemelen daha gerçekçi olacaktır. Fakir ve zengin ülkelerin liderleri her iki hedefi de Ağustos 2002'de Johannas-burg'da (Güney Afrika) yapılacak büyük toplantıda tasdik edebilir. 

İmtiyazların Tehlikeleri 

Zengin ülkelerin kapılarını açma konusunda son bir söze ihtiyaç vardır. Bu daha ziyade en çok kayırdan ülke (MFN) temelinde bariyerleri kaldırma yoluyla değil - ki bu, bariyerleri ayırımcı olmayan tarzda azaltır- daha ziyade fakir ülkelere imtiyaz ihsanları yoluyla yapılmaktadır. Bu yaklaşım 1971 'de bir feragatla (waiver) devreye sokulan ve sonra 1979'da GATT'daki bir muktedir kılma madde­siyle/cümlesiyle hukukî statü verilen Genelleştirilmiş Tercih Sistemi (Generali-sed System of Preferences-GSP) ne kadar geri gitmektedir. 

GSP'nin fakir ülkelere pek az yardımı olmuştur. Bu statüye giren ürünler çoğu zaman fakir ülkelerin ihracatlarını artırma umutlarını bağladığı ürünleri kapsa­maktaydı. Böylece, meselâ, ABD'nin GSP listesi tekstil, giyim ve ayakkabıları hariç tuttu. Daha başka unsurlar da eklendi. ABD her yıl, her ülkeye, her ithalât vergisi için 100 milyon dolarlık bir sınır koydu; bunun ötesinde imtiyazlılık sınırı sona erdi. Hatta ihsan edilen yararlar bile "kesin" (bound) değildi ve zengin ülke­lerin isteğine bağlı olarak değiştirilebilirdi. Böylece Hindistan 1991'de Özel 301 listesine girdi, ABD ticaret temsilcisi tek taraflı olarak Hindistan'ın entellektüel mülkiyeti muhafazasının/korumasının "yetersiz" (unreasonable) olduğuna karar verdi. Başkan George Bush, GSP çerçevesindeki Hindistan'ın ticaretteki 60 mil­yon dolarlık vergi muafiyeti imtiyazlarını askıya aldı.

Aynı zamanda, başarılı şekilde ihraç edildikleri vakit mallara tanınan imtiyaz­lar sık sık kaldırılmıştır: Bu gerçek Emory Üniversitesi'nden Çağlar Özden ve Eric Reinhardt'ın yakında yayınlanacak bir çalışmasında belgelenmektedir. Kay­nak kuralları (rules of origin) da ihracatı sınırlamaya hizmet etmiştir. İhraç edilen malların, GSP avantajlarından yararlanabilmek için, çok sıkı mahallî muhteva kri­terlerini karşılaması gerekmekteydi (meselâ, ayakkabıların yüzünün olması ve ta­banlar ile bağların mahallî olarak üretilmiş olması gerekmekteydi.) 

Zengin ülkeler bugün hâlâ aynı imtiyaz rotasını izlemektedir. Avrupa Birliği en az gelişmiş 49 ülke için kısaca EBE olarak bilinen "Silahlar hariç herşey" po­litikasını gündeme getirirken ABD, Afrika Büyüme ve Fırsat Kanununu (Africa Growth and Opportunity Act - AGOA) çıkarmıştır. Ancak GSP'nin hemen hemen her mahzuru bu planları / çabaları da etkilemektedir. Meselâ AGOA çerçevesinde Afrika'da üretilen elbiseler Amerikan kumaşlarına yönelik ters imtiyazlara sıkı sıkıya bağlıdır. 

İmtiyazlar, tipik olarak ticareti tercih edilmeyen ülkelerden uzaklaştırdıkların­dan, fakir ülkeleri birbirlerine karşı kışkırtmaya meyillidir. Onlar aynı zamanda israf yaratıcıdırlar, zira muhtemelen daha ileri çok taraflı liberalizasyonla gerile­yecek bir MFN (en çok kayrılan ülke) statüsüne bağlıdırlar. Ve, bağlayıcı olma­dıklarından ve siyasal sebeplerle kolayca geri çekilebileceklerinden, yatırımcılar muhtemelen ondan (pozitif istikamette) etkilenmeyecektir. 

Çeviren: Atilla Yayla 

Kaynak: Jagdish Bhagwati

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005