|
Toprak Reformu Şart
Toprak, insanoğlunun yaratılışındaki en büyük sır.
Bu nedenle, insanoğlu toprağa tarşı büyük bir sevgi
beslemiş. Toprağı bir yar bilmiş, sevmiş. Toprağı
bir ana bilmiş, saymış. Toprağı bir vatan bilmiş,
uğruna çekinmeden canını feda etmiş.
"Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak,
eğer uğruna ölen varsa vatandır."
Mısraları ile toprağın gerçek önemini ve değerini
ortaya koymuş, Türk insanı.
Toprak, Osmanlı döneminde çok kutsal sayılmış. Bu
sebeble, uğruna nice canlar gitmiş, nice kanlar
akmış. Canla, kanla kazanılan topraklar,
Osmanlı'nın namusu ve şerefi olmuş.
Osmanlı'nın toprak üzerindeki hassasiyetinden
dolayı, toprağın mülkiyeti ve işlenmesinde
padişahlar, baş yönlendirici olmuşlar. Osmanlı'da
toprak padişahın mülkü sayılmış. Onun adına Osmanlı
insanı toprağı işlemiş. İşlemeyi ihmâl edince,
toprak elinden alınmış ve işleyene verilmiş.
Böylece, toprak hiç bir zaman parçalanmamış ve aynı
zamanda nadasa bırakılmamış.
Öte yandan Osmanlı döneminde, toprak devletin mülkü
sayıldığından, devletin izni olmadan satılamıyordu.
Nitekim Tarih kitapları, Yahudilerin Osmanlı
padişahına gelerek Filistin'de toprak satın almak
istedikleri ve büyük bir tepkiyle karşılaştıklarını
yazar. Ne var ki, Osmanlı'nın zayıflaması ile
birlikte, Filistin ülkesinde toprak satışları
başlar.
Filistin topraklarında, yahudi varlığı 1895'li
yıllara kadar iner. Ancak o yıllarda yahudi varlığı
çok azdı ve yahudilerin sahip oldukları topraklar,
Filistini'in ancak % 0,5'ini oluşturuyordu. Bu
yıllardan itibaren arazi dağılımı ve nüfus
varlığında, sürekli olarak yahudilerin lehinde
gelişmeler görülmüştür. Filistin ülkesinde yahudi
nüfusun sahip olduğu toprak oranı, 1919'da % 2,5,
1939'da % 5,6'ya, 1946'da % 6,6'ya yükselmiştir.
Sonuç malum, 1948'de İsrail Devleti'nin kuruluşu.
Yani bir bakıma İsrail devleti kurulmadan önce,
Filistin ülkesi ü erinde, yahudi toplumu, arap
halkından önemli miktarda toprak satın alıyor. Şayet
Filistin topraklan üzerinde, Osmanlı hakimiyeti
devam etseydi, Yahudi toplumu toprak edinemiyecek ve
bugün İsrail devleti kurulmamış olacaktı.
Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine geçişte,
toprak mülkiyet sisteminde önemli değişiklikler
olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nde, toprak Türk
insanının özel mülkiyeti kabul edilmiş, alımı,
satımı, kiraya verilmesi, işlenmesi ve el
değiştirmesi gibi haklar tümüyle sahip olduğu
insana bırakılmıştır. Ayrıca kişinin ölümünden
sonra sahip olduğu topraklar, çocukları arasında
eşit dağılım ilkesi içinde miras yolu ile el
değiştirmeye başlanmıştır.
Gerçi Cumhuriyet döneminde, Türkiye'de tarım
arazilerinin oranı yıl geçtikçe artmıştır. Örneğin
Türkiye toplam yüzölçümünün, 1950'de % 19,5'u (15,9
milyon hektar) tarım arazisi iken, bu oran 1990'da
%34'e (27,8 milyon hektar) yükselmiştir. Ancak,
1950'li yıllardan itibaren kırsal kesimden şehirlere
olan hızlı göç hareketi sonucunda, tarım
arazilerinde nadasa bırakma oranı bir hayli
artmıştır İlk yıllarda belirli aralıklarla nadasa
bırakılan tarım arazileri, sahiplerinin daimî
olarak şehirlere yer-eşmeleri ve köylerine geri
dönmemeleri sonucunda geçici nadasa bırakılan
araziler, artık bir daha işlenmemek üzere dâimi
nadasa bırakılmışlardır. Buna rağmen bu araziler,
hala önceki sahiplerinin özel mülkiyeti
sayılmaktadırlar.
Yaklaşık 70 yıllık cumhuriyet dönemi içinde, tarım
alan-arındaki parsellerde önemli ölçüde parçalanma
ve küçülme özlenmiştir. Çünkü arazi mülkiyeti miras
yolu ile el değiştirmektedir. Bir kişinin ölümü
halinde sahip olduğu araziler, çolan arasında eşit
şekilde paylaşılmaktadır. Ülkemizin toprak
malıdır. Turistin amacı, merak, araştırma, dinlenme,
eğlenme, spor yapma, tedavi olma gibi çalışmanın
dışındaki eylemlere yöneliktir.
Turist eğer kendi yaşamış olduğu ülke içinde,
yukardaki amaca yönelik bir gezi yaparsa iç turist,
yabancı bir ülkeye yaparsa dış turist yada yabancı
turist adı verilir. Diğer bir ifadeyle, ülke
içindeki gezi amaçlı seyahatlere iç turizm, ülkeler
yada kıtalar arası seyahatlere dış turizm
denmektedir.
Turizmin Türkiye'de iktisadi yapılanmada, sanki bir
can simidi gibi sunulması, Türk halkınının bütün
dikkatlerini bu yöne çevrilmesine sebeb olmuştur.
Öyle ki, en küçük yerleşme birimlerimizde bile; yaz
mevsimlerinde " Turist döviz getirir." "Turiste iyi
davranalım." gibi pankartlar asılmaya başlanmıştır.
Ancak Türk halkı, turizm ve turist kavramları
üzerinde yeterince bilgilendirilmemiştir. Öte
yandan Türk yetkilileri, turisti bir döviz bankası
ya da ekonominin baş kurtarıcısı olarak gördüğünden,
Türk halkı da; turisti yolunacak bir kaz gibi
görmeye başlamış ve her turist gördüğünde gözü
turistin cebinde olmuştur. Turizm bilgisinden yoksun
ve kısa yoldan köşeyi dönmek isteyen çoğu uyanıklar,
turizm beldelerine üşüşmüşler ve plansız, programsız
bir hizmet sektörü gelişivermiştir.
Türk devletinin önceden hazırlanmış bir turizm
politikası olmadığından, herhangi bir yaptırım gücü
olmamıştır. Kanunsuz ve nizamsız gelişmeye çalışan
turizm, adeta kendi kaderine bırakılmıştır. Yanlış
uygulanan turizm politikası. Türk halkının; turizm
ve turisten beklentilerini tam anlamı ile
netleştirememiştir. Gerek turizm politikasının
yanlış uygulanışı ve gerekse ülkeye gelen
turistlerin kanun ve sınır tanımaz davranışları,
Türk halkını çileden çıkarmaktadır. Türk halkı,
tarihten gelen misafirperverliğini bir tarafa
bırakıp, turizme ve turiste boykot etme noktasına
gelmiştir. Bu ülke kalkınması için son derece
sıkıntılı ve üzücü bir gelişmedir. Bu sorunun acilen
çözümlenmesi gerekmektedir. Bunun için de,
öncelikle Türk halkının turizm ve turist
değerlendirmesini iyice araştırmalı ve halkın
önerileri dikkate alınmalıdır.
Türk halkı, turizmden ne bekliyor? Ne umdu? Ne
buldu? Umduğunun ne kadarını bulabildi? Tüm bu
soruların cevabları pek olumlu olmasa gerek. Türk
halkı, turizmden para kazanmayı düşledi. Ancak
gelen turistlerin bir bölümü, aksine ülkeden bol
miktarda döviz götürdü. Türk halkı, gelen turistlere
kültürünü aktarmayı düşledi. Aksine gelen
turistler, Anadolu insanına yabancı kültürü aşıladı.
Ve böylece bugün Türk insanı kültür yozlaşmasına
doğru gidiverdi. Kültür yozlaşmasının son noktasına
gelen insanlar, turisti sadece para olarak görmeye
başladı. Turist para getirsin de, ne bırakırsa
bıraksın düşüncesi sahip oldular. Sonuçta kaybeden
yine Anadolu insanı oldu.
Türk insanında görülen ve hızla devam eden yozlaşma
hareketi, ülkeyi batağa doğru sürüklemektedir. Türk
insanını ve ülkesini, bu bataktan kurtarmak gerek.
Bunun için de, ciddi bir devlet politikası
uygulanması şart. Bunun için de, önce Türk halkını
turizm konusunda eğitmek gerekiyor. Öte yandan
devlet olarak; kültür ve kültür kuruluşlarını
pazarlama yollarını araştırmak ve uygulamak
mecburiyetindeyiz. Bunun için de, Kültür ve Turizm
bakanlıklarını harekete geçirmeliyiz. Toplum olarak,
turisti sadece parası için değil, insani değer
olarak ele alan toplumsal bir şuura erişmeliyiz.
Kısacası toplum ve devlet olarak; turiste karşı, öz
kültürümüzü yozlaştırmadan, insanca ve dostça
davranmalıyız. Turistlerden de, kültürümüze saygılı
olmasını istemeliyiz.
|