Türk Tekstil ve Hazır Giyim Sektörü
Açısından Gümrük Birliği
Giriş
İhracata dayalı büyüme modelini 1980 yılından
itibaren benimseyen ve ithal ikameci politikalardan
vazgeçerek, uluslararası rekabete açılan Türkiye,
ikibinli yıllara girerken dünya ekonomi ve politika
sahnesinde kendine bir pay kapma yansına girmiş
"durumdadır. Son derece zor olan bu yeni süreç,
beraberinde ülke ekonomisi için birçok olumlu ve
olumsuz sonuçlan da getirmiştir. İhracat yoluyla
döviz darboğazının aşılması, uluslararası rekabet
yoluyla mal ve hizmetlerde meydana gelen kalite
iyileşmesi, yeni teknolojilerin ülkeye girmesi ve
ülkenin dünyadaki vizyonunun düzelmesi ve güçlenmesi
gibi gelişmeler olumlular hanesine yazılırken,
özellikle benliğimizi, örf ve adetlerimizi, dinsel
değerlerimizi bir kenara bırakıp Batıya benzemeye
çalışma arzusuyla toplumsal dejenerasyonun ortaya
çıkması, piyasa ekonomisi gereğince serbest
bırakılan fiyatların sürekli artarak enflasyonun
gündemin ilk sırasından aşağıya inmemesi, buna bağlı
olarak faizlerin yükselerek yatırımların azalması ve
hatta durma noktasına gelmesi, sanayicinin,
işadamının, tüccarın kısaca tüm toplumun risksiz ve
uğraşsız para kazanma yollarını tercih etmeleriyle
üretimin azalması, buna bağlı olarak da başta
istihdam olmak üzere tüm sosyal ekonomik dengelerin
ve ekonomik göstergelerin daha da kötüye gitmesi
gibi sonuçlar da olumsuzluk hanesine yazılabilirler.
Son yıllarda kendisini iyice hissettiren bu ekonomik
dengesizlikler Türkiye ihracatının da gelişmesine
engel olmakta, buna karşılık ithalatın patlamasına
ve dış ticaret dengesinin aleyhimize bozulmasına
neden olmuştur.
Bu olumsuzluklar içinde elbetteki Türkiye imalat
sanayinin belkemiği olan ve ülke ihracatının %
37'sini tek başına sağlayan Tekstil ve Hazırgiyim
Konfeksiyon" sektöründe bir durgunluk ve kötüye
gidiş yaşanmaktadır. Sektördeki bu kötüye gidiş,
ülke ekonomisinin bulunduğu içsel problemlere
bağlanabileceği gibi özellikle Avrupa Topluluğu
ülkelerinde hala yaşanmakta olan ekonomik durgunluk
ve Uzakdoğu, Magrip ve dağılan demirperde
ülkelerinden bazılarının rekabet güçlerinin artması
gibi dış nedenlere de bağlanabilir.
Türkiye'nin ekonomik problemlerinin başında gelen
enflasyon ve yüksek faizin önüne geçilmesi,
işgücünün verimsiz kullanımının düzeltilmesi ve
yemlenmesi konusunda bir takım düzenlemeler ve
teşvikler ile mücadele yolu denenirken, asıl
yapılması gereken "adil vergilendirme ve imtiyazsız
vergi toplama" gerekliliği göz ardı edilmektedir.
Dış olumsuz etkileri azaltmak için ise bir takım
uluslararası anlaşmalara imza koyularak
uluslararası anlaşmalara imza koyularak
uluslararası topluluklara katılmaya çalışılmakta ve
böylece hem ekonomik hem de siyasi çıkar elde etmeye
gayret gösterilmektedir. Bu duruma en güzel örnek
olarak da Türkiye'nin yıllardır girmek için
uğraştığı Avrupa Topluluğu gösterilebilir. Bu
paralelde Türkiye Avrupa Topluluğu'na tam_üyelik
yolunda çok önemli bir basamak olan "Gümrük
Birliği"ne geçişi" ve dolayısıyla Ortak Gümrük
Tarifesini 1 Ocak 1995 tarihinden itibaren tamamıyla
uygulanacağını yetkili ağızlardan ilâh etmiştir.
Bu kısa yazımızda öncelikli olarak sektörümüzün şu
an içinde bulunduğu durumu ve devlet-işveren-çalışan
kesimlerine düşen görevleri Gümrük Birliği'ne
gidildikten sonra karşılaşılacak olan sorunları
incelemeye çalışacağız.
Sektöre Genel Bakış
Tekstil ve hazırgiyim konfeksiyon sektörü, daha önce
de belirtildiği gibi ülke ihracat gelirinin %
37'sini gerçekleştirmektedir. 1993 yılının ilk üç
ayında, toplam ihracat" geliri 3.673.694.000 $ (US)
iken, bunun 1.245.385.000 $ (US)Tık kısmını Tekstil
ve Hazırgiyim sektöründen elde edilen gelir
oluşturmaktadır. İhracatın büyük kısmını
gerçekleştiren sektörümüz, istihdam konusunda da
toplam imalat sanayinin % 20'sini teşkil ederek,
Türkiye'nin en ciddi sosyal problemlerinden olan
işsizliğe de kısmi bir çözüm getirmektedir.
Yukarıda açıklanan ve sektörün bizi sevindiren
olumlu yanlarının yanısıra, üzerinde düşünülmesi ve
acil önlemlerin alınması gereken sorunları da
mevcuttur. Bu sorunlar şöyle sıralanabilir: Sektör
çalışanlarının % 85'i ilk ve ortaokul mezunudur ki
bu oranın büyük çoğunluğunu ilkokul mezunları
oluşturmaktadır. % 15'i de lise ve yüksekokul
mezunudur. Ancak bu noktada çalışanların kaçta
kaçının sektör ile ilgili okullardan mezun olduğu
konusunda sağlıklı veriler elimizde
bulunmamaktadır. Yine buna bağlı olarak sektörde
faaliyet gösteren işletme sayısı (eldeki
istatistiki verilere göre) yaklaşık 30.000
civarındadır. Ancak bu işletmeler çok dağınık bir
yerleşim biçimi göstermektedirler. Bu durumda
çalışanların sayısı, nitelikleri, işyerlerinin
gerçek kapasitesi gibi istatistiki veriler elde
edilemediği gibi, işletmelere devlet bazında
yardımların yapılması ve adil olarak
vergilendirilmeleri de gerçekleştirilememektedir.
Bunun yanısıra işletmelerin birbirlerinden
yararlanma durumları da mümkün olamamaktadır.
Tekstil sektöründe Türkiye'yi uluslararası rekabette
avantajlı kılan faktörlerden biri olan ucuz işgücü
konusuna da değinerek durumu irdelemeye devam
edelim.
Tekstil ve hazırgiyim sektöründe Türkiye'ye uluslar
arası
rekabette avantaj sağlayan iki önemli unsur, ucuz
işgücü ve coğrafi konumdur. Ancak özellikle
işgücünün ucuzluğu sektöre Avrupa pazarlarında
rakebet gücü kazandırmaktadır. Fakat verilere
bakıldığında son yıllarda işgücü maliyetinin sürekli
olarak arttığı görülmektedir. Örneğin 1980 yılında
6947 TL/saat olan işgücü maliyeti 1991 yılında bir
anda 20666 TL/saate ulaşmıştır. 50 ülke içinde
yapılan araştırmalar sonucunda tekstil sektöründe
Türkiye, işgücü maliyetlerinin en hızlı artış
gösterdiği ülke olmuştur. 1991 yılında Türkiye'de
işgücü maliyeti Amerikan Doları bazında 3.40 iken
Çin, Endonezya ve Pakistan gibi tekstil sektöründeki
en büyük rakiplerimizde ücret artışları bu rakamın
1/10'u oranında kalmıştır. İşgücü maliyetimizi bir
de verimlilik açısından değerlendirirsek, aslında
pek de ucuz bir işgücümüz olmadığı ortaya
çıkacaktır. Örneğin gelişmiş ülkelerde işgücü
verimliliği Türk işgücü verimliliğinden yaklaşık
olarak beş kat daha fazladır. Buna karşılık Türk
işgücü maliyeti gelişmiş ülkelerin beşte biri
civarındadır. Bu durumda özellikle Tekstil
sektöründe Türkiye'nin rakibi olan İtalya, Fransa,
Almanya ve İngiltere'den daha ucuz işgücüne sahip
olduğumuzu söylemek bir anlam ifade etmeyecektir.
Bunun yanısıra yapılan araştırmalar, Türkiye'de
elbise ve giyim eşyası mal grubunda efektif
korumanın % 358.39 ve dokumada ise % 91 olduğunu
ortaya çıkarmıştır.
İşgücünün ucuz olmamasının yanısıra Türkiye'de
hammadde de oldukça pahalı durumdadır. Bunun en
önemli sebepleri yıllarca pamuk fiyatlarının dünya
fiyatlarından daha yüksek fiyatla tekstil sektörüne
ulaştırılması, piyasanın tekelleşmiş olması ve
kullanılmakta olan teknolojilerin çok geri kalmış
olmalarıdır. Bunun için üçüncü ülkeler olarak da
adlandırabileceğimiz Pakistan ve Hindistan gibi
ülkelerden ucuz hammadde ithal edilmektedir. Ancak
Gümrük Birliği'ne geçilince ortak gümrük tarifesi
uygulanacağından bu yol da kapanmış olacak ve
maliyetler iyice artacaktır. Sektörün durumuna
kısaca göz attıktan sonra sektörde
devlet-iş-veren-çalışan kesimlerince yerine
getirilmesi gereken görevleri inceleyelim.
A. Devlete Düşen Görevler
Türkiye 24 Ocak 1980 kararları olarak da bilinen
ekonomik istikrar paketini uygulamaya sokarak
ihracata dayalı büyüme modelini benimsedi. Amaç
Türkiye'nin döviz ihtiyacını karşılamak, üretimi
artırmak, asıl kapasitenin Kullanımını sağlamak,
istihdam ve kaliteyi artırmak yani kısaca ekonomik
istikran sağlamaktır. 1980'lerin son yıllarına kadar
ihracatta hızlı bir artış yaşandı. Ancak 1990 yılma
gelindiğinde enflasyonun hızlı artışı, paranın
enflasyonun altında devalüe edilmesi, kredi
faizlerinin yükselmesi, en önemli avantajımız olan
işgücü maliyetlerinin hızlı artışı, paranın
enflasyonun altında devalüe edilmesi, kredi
faizlerinin yükselmesi, en önemli avantajımız olan
işgücü meliyetlerinin hızla artışı, hammadde
fiyatlarının dünya fiyatlarının üstünde oluşu gibi
nedenlerden dolayı ihracattaki hızlı büyüme yerini
bulunduğu noktayı koruyabilme sürecine girdi. 1993
yılı içinde Yu-goslavya'daki iç savaşın Türk
mallarının Avrupa'daki pazarımızı artırmış olmasına
rağmen 1993 yılı için dış ticaret açığının neredeyse
ihracat gelirine eşit olacağı tahmin edilmektedir.
İhracatın, ithalatı karşılama oranı sürekli olarak
düşmektedir. Bu oran, son yıllarda % 64-65 gibi
oldukça düşük bir orana tekabül etmektedir.
İhracattaki tıkanıklıktan kurtulmak isteyen Türkiye
geçtiğimiz günlerde ihracatın lokomotifi olan
tekstil sektörüne yönelik olarak ihracatı teşvik
edici bir dizi kararlar almıştır. Ancak uygulanacak
olan bu teşvikler yine ihracata doğrudan uygulanan
(AT rekabet politikasına aykırı olarak) teşvikler
oldukları için sürekli olarak anti-damping
soruşturmalarıyla karşı karşıya kalabilecek
niteliktedir. Teşvik yapısı Gümrük Birliği sürecine
uyumlaştırılması ve teşvikler pazarlama
faaliyetlerine, araştırma-geliştirme çalışmalarına,
insan kaynaklarının daha verimli ve etkin olmaları
için yapılacak eğitim çalışmalarına yönelik olarak
yeniden düzenlenmelidir.
Türkiye'de de devletçe tekstil sektörüne yönelik
olarak yerine getirilmesi gereken sorumluluklar
şunlardır:
1- İhracatın lokomotifi olan sektörümüz öncelikli
sektör olma konumunu korumalıdır. Şu anda ihracatın
pek cazibesi kalmamıştır. Henüz ülkemiz bir ihracat
kültürü ve geleneğine sahip değildir. Öncelikli
olarak ihracat ile ülkemizin güçlülüğü
özleştirilerek birey, kurum ve ülke olarak
varolmamızın temel dinamiğinin ihracat olduğu yaşam
biçimi haline getirilmeli, ihracat yapanın onu
devlet tarafından açılarak hükümet politikalarına
tutsak edilmemeli, gerçekçi ve ciddi bir ihracat
politikası oluşturulmalıdır. İvedi olarak
ihracatçının önündeki bürokratik engeller
kaldırılmalı, işlemlerde vesaik ibraz yerine sözlü
beyana dayalı sisteme geçilmelidir.
2- Sanayimizin ve tabii ki sektörümüzün uluslararası
rekabet gücünü azaltan "pahalı enerji" sorunu
halledilmeli enerji fiyatları dünya seviyesine
getirilmelidir.
3- Tekstil ve hazırgiyim sektöründe faaliyet
gösteren işletmelerin bulundukları bölgelerin ve
illerin istatistiki verileri işgücü hane halkı
anketleriyle ciddi olarak belirlenmeli ve sektörün
en büyük problemlerinden biri olan organize sanayi
bölgeleri için gerekli olan girişimlerin yapılması
ve işletmelerin bir araya getirilmesi
sağlanmalıdır. Bu durum daha önce de değinildiği
gibi ülke ekonomisine bir çok yarar getirecektir.
Bunların en başlıcaları;
a. Vergilendirmenin sağlanması,
b. İşyeri ve çalışanların gerçek sayılarının ve
bunların niteliklerinin belirlenmesi,
c. İşletmelerin birbirlerinden gerek tasarım ve
gerek üretim faktörleri bazında yararlanmaları,
d. Alman siparişlerin etkin olarak
değerlendirilmesi,
e. Stok büyümelerinin engellenmesi,
f. İşletmelerin öz kaynaklarını bir araya getirerek
pahalı olan yüksek teknolojiden yararlanmalarının
sağlanması,
g. Yine bu organize sanayi bölgeleri sayesinde
demokratik kurallar içinde bir baskı unsuru
oluşturarak sorunlarını ve isteklerini devlete daha
iyi iletmelerinin sağlanması.
4- Tekstil ve hazırgiyim konfeksiyon
sektöründe"*eğitimli eleman ihtiyacı vardır. Bu
ihtiyacın sağlanabilmesi için bu alanda öğrenci
yetiştirecek okulların açılması, mevcut olanların
teknolojilerinin ve anlayışlarının yenilenmesi ve bu
sayede işletmelerin eleman ihtiyaçlarının
sağlanması en önemli sorunudur. Örneğin sektörde
işletmelerin en yoğun olduğu İstanbul-Merter ve
Topkapı'da sektör ile ilgili eğitim verecek okul
kurulması büyük ölçüde yararlı olacaktır. Çünkü
işletme sahipleri ve yöneticiler de bizzat gelip bu
okullarda gerçekte hangi niteliklere sahip elemana
ihtiyaçları olacaklarını, nasıl bir eğitim
istediklerini anlatabilecekler,
işveren-devlet-çalışan kombinasyonunun kurulmasını
sağlayabileceklerdir. Bu da hem zamandan tasarrufu
sağlayacak hem de işgücü kaynaklarının boş yere
israfına engel olacaktır. Ayrıca bu okullardan"
mezun olan öğrenciler sertifikalı olacakları için
AT'a girmeye hazırlanan Türkiye'nin önünde mevcut
alan mevzuat yetersizliklerinin çözümlenmesindeki
önemli adımlardan birini oluşturacaktır.
5- Girişimcilik ruhunun desteklenmesine devam
edilmelidir. Türkiye'de genellikle kredilerden ve
teşviklerden büyük ölçekli işletmeler
yararlanabilmektedir. Oysa küçük ölçekli işletmeler
üretim esnekliğini sağlayabilecek yapıdaki
kuruluşlardır. Dolayısıyla hem işsizlik sorununun
çözümü, hem de girişimcilik ruhunun geliştirilmesi
yoluyla ülke ekonomisine büyük katkı sağlanmış
olacaktır.
6- Gizli teşvik yollarının araştırılıp
geliştirilmesi için bir birim acilen kurulmalıdır.
İtalyanlar bu konuda oldukça ihtisas sahibi olup
1000 kadar gizli teşvik yolunu bilmektedirler. Bu
durum bile diğer üye ülkeler tarafından ve özellikle
Fransa tarafından itirazlarla karşılaşmaktadır.
B. İşverene Düşen Görevler
Sektörde faaliyet gösteren işletmelerde genelde
yönetici pozisyonundaki şahıslar sektör ile ilgili
eğitim almış kişiler yerine sektörde çekirdekten
yetişmiş "alaylı" diye tabir ettiğimiz kişilerdir.
Genelde de tamamına yakını işletmelerin
sahipleridirler. Dünya ekonomi sahnesinde son
yıllara kadar moda olan "profesyonel" yöneticilerdi.
Şu anda ise popülaritelerini kaybetmiş ya da
kaybetmekte olan bu kişilerin yerlerini yine
işletmelerin, şirketlerin sahipleri almaya başlamış
durumdadır. Yani "aile şirketlerine" geri dönüş
yaşanmaktadır. Bu durum ise Türkiye'de genelde
"aile şirketi" şeklinde görünmüştür. Aile şirketi ya
da işletmesi olmanın en büyük dezavantajı
yöneticinin, işletmecinin, liderlik vasfı olmayan,
iş ile ilgili bir bilgisi bulunmayan aile bireyinin
işin başına gelebilecek olmasıdır. Ne yazık ki şu
anda sektörümüzde faaliyet gösteren firmaların
çoğunluğunun başında sadece "patronluk yapan
şahıslar bulunmaktadır. Devir ise hızla gelişmekte
alışkanlıklar ve ihtiyaçlar farklılaşmakta ve
artmaktadır. İkibinh yıllara giderken dünyadaki
gelişmelerin, değişimlerin yakından takip edilmesi,
kısa vadeli değil orta ve özellikle uzun vadeli
stratejik planların yapılması gerekmektedir.
Eskiden strateji "belirlenen bir hedefe ulaşmak için
eldeki kaynakları en etkin şekilde kullanma" olarak
tanımlanırken şimdi "yöneticilerin büyük bölümünün
bile mümkün gördüklerinin ötesinde hedefleri ve bu
hedeflere ulaştıracak yöntemleri içermek" olarak
tanımlanmaktadır. Yani artık esas olan "ileriyi
görebilmek" tir. Ancak bu durumda kendimize ait bir
çizgi ve moda yaratabiliriz ve ancak bu şekilde
uluslararası rekabete dayanıp ayakta kalabiliriz.
Sonuç olarak yöneticilerin ya da "işverenlerin"
çağın gereklerine uygun, yenilikleri takip
edebilecek, stratejiler oluşturabilecek niteliklere
sahip kişiler olması gerekmektedir. Bu noktada
tekstil ve hazırgiyim konfeksiyon sektöründe
"işveren" diye kısaca niteleyebileceğimiz kişilerin
aşağıdaki konulara dikkat etmeleri, önlem almaları
ve uygulamaları sektörün geleceği açısından çok
önemlidir.
1- Sektörde faaliyet gösteren işletmeler
profesyonellikten uzak çalışmaktadırlar. Yani ne
belirli bir bütçeleri, ne iş etüd-leri, ne iş
analizleri, ne de performansa dayalı ücret
sistemleri vardır. Genelde-uygulanan yöntem
yıllık-cironun-belkien-mesi, bundan, personel ve
sabit giderlerin, verginin çıkartılması ve geri
kalan kısmın ise kar olarak adlandırılıp
"patronun", "özel giderleri" için harcanmasıdır. Bu
da araştırma-geliştirme faaliyetlerinin, teknoloji
yenileme işlemlerinin ikinci plana itilmesine neden
olmaktadır. Oysa sektörün ihracat'ta gösterdiği
artışın sürekli ve artan bir ivmede olabilmesi için
Araştırma-geliştirme faaliyetlerine ağırlık
verilmesi, ileri teknolojinin takip edilmesi, uzun
vadede konfeksiyon ve deri makinaları ile kimyevi
madde üretiminde ülkenin kendine yeterli hale
getirilmesi, çalışanların verimliliğinin
artırılması için hizmet içi eğitime önem verilmesi,
işe alımlarda düşük ücrete razı olan niteliksiz
işçi yerine "kaliteli" elemanın tercih edilmesi,
katma değeri yüksek moda yönlendirici mal üretiminin
ve ihracatının geliştirmesi ve uluslararası fuarlara
katılımın artırılması sağlanmalıdır.
2- Daha önce de belirtildiği gibi işletmelerin
stratejiler belirlemeleri gerekmektedir. Bunun için
ise işletmelerin;
a- Ürün geliştirilmesi, b- Teknolojik yenilenme, c-
Kaliteli ürün ve müşteri mutluluğu d- Pazarlama, e-
Halkla ilişkiler, f- Araştırma-geliştirme,
işlemleri için "yeni yetenekler" ve bunlardan
yararlanarak da "yeni pazarlar" keşfetmeleri
gerekmektedir.
3- Yöneticilerin bilinen "altı kişilik çizgisinden
"doğal çocuk, yetişkin ve özellikle de eğitici
yetişkin kişiliğine sahip olanları işletmelerin
performanslarının artmasını sağlayacaktır. Buna
paralel olarak yöneticilerin "çocuk, uysal çocuk ve
eleştirici yetişkin" kişiliklerinden sıyrılmaları
gerekmektedir.
4- Türkiye'de bilinen kayıtlı işsiz sayısı şu anda 1
milyon civarındadır. Ancak bu rakamın çok daha
yukarılarda olduğu konusunda bilim adamları hem
fikirdirler. Bu işsizlik ortamında emek arzının
fazla olması, işverenleri eleman seçerken yanlış
yönlere kanalize etmemelidir. Ucuz, niteliksiz
işçiler yerine, kalifiye elemanların tercih
edilmesi uygulanacak en akıllı insan politikası
olacaktır.
5- Bilgi çağında olduğumuza göre işverenlerin artık
bilgisayar teknolojisini işletmelerine
yerleştirmeleri gerekmektedir. Ancak bilgisayardan
"daktilo" niyetiyle yararlanmak sadece işverenin
maliyetini artırır. Önemli olan bilgisayarın,
üretim, kalite kontrol, stok kontrol, istatistik
muhasebe, pazarlama vs. gibi alanlarda da uygulanıp
zaman ve emek tasarrufunun sağlanmasıdır. Bu sayede
çalışanların, yönetimin ve işletmenin performansı
artacaktır.
6- Sektörde faaliyet gösteren firmalar çok dağınık
konumdadırlar. Bu dağınık yerleşimin bir an evvel
"bir araya" getirilmesi gerekmektedir. Bu yüzden
işletmelerin kendi gelecekleri için aralarında bir
komisyon oluşturarak gerekli araştırma ve fizibilite
raporlarını hazırlamaları ve hükümete müracaat
ederek kendilerine yer tahsisinin sağlanması talep
edilmelidir. Bunun için hükümetten kredilendirme,
belli bir süre vergiden muafiyet vs. gibi
maliyetleri azaltıcı tedbirler istenebilir.
"Organize olmuş sanayi bölgesi" durumu
gerçekleştirilebilirse işletmeler bu durumdan büyük
fayda görebileceklerdir. Herşeyden önce ucuz enerji
sağlanması mümkün olabilecek, stok büyümeleri
engellenecek, işletmelerin birbirlerinden
faydalanmaları artacak ve gelebilecek siparişlerin
etkin karşılanımı sağlanabilecektir.
7- İşletmelerin acil olarak yerine getirmesi gerekli
konulardan bir diğeri de "teknoloji
yenilenmesidir". Türkiye'de artık teknolojiler
eskimiş durumdadırlar. Dünyadaki rakiplerimiz ise
yüksek teknolojileri kullanarak işgücü verimliliğini
ararmış, maliyetleri düşürmüş ve emek tasarrufunu
sağlamış durumdadırlar. Örneğin kullanılan (CAD)
bilgisayar destekli dizayn sistemleri sayesinde 1
milyar ABD dolan değerindeki kumaştan 125 milyon
ABD dolan tasarruf sağlandığı yapılan
araştırmalarca tespit edilmiştir. Bu sadece kumaş
üzerinden elde edilen tasarruftur. Bunun yanı sıra
emek tasarrufu, katma değer artışı, kalite
yükselmesi, kısa terminli talepleri karşılayabilme,
şımarık taleplere uymada esneklik, zaman tasarrufu
gibi sayılamayacak kadar çok faydalar elde
edilebilir. Ayrıca bu sistemler kullanılarak
firmalara gelen benzer siparişler belirlenebilir ve
gerekli sınıflamaya gidilerek ayrı ayrı firmaların
ürün maliyetleri düşürülebilir. Bu da işletmenin
üzerinde bir yük olan kumaş artıklarının azalmasını
sağlayacaktır. Yüksek teknolojinin getirilmesini
büyük bir gider olarak telakki eden firmalara bu
konuda devlet teşviklerinin olduğu
hatırlatılmalıdır.
8- Başarılı yönetici olmak burada da bitmiyor
maalesef. Başardı yöneticilerin aynı zamanda
"benchmarking" yapmaları ya da bunun için
bünyelerinde birim oluşturmaları gerekmektedir.
Çağımızda teknoloji ve bilgi-proje casusluğu artık
bir "uzmanlık alanı" haline gelmiş durumdadır. Bu
yüzden General Motors ile Alman Wolkswagen
firmaları mahkemelik bile olmuşlardır.
Benchmarking'in işletmeye sağlayacağı avantajları
kısaca şu şekilde sıralayabiliriz.
a- Rakip firmaların iyi yönlerini görür.
b- Rakip firmaların durumlarını öğrenir.
c- Kendilerini sektörün en iyi firmalarıyla mukayese
imkanları bulur.
d- Bu sadece kendi sektöründeki firmalara bakılarak
yapılmayabilir. Diğer sektörlerdeki lider firmaların
bünyelerini inceleyerek kendilerini onlara
uyarlayabilirler.
9- İşverenlerin, ürünün elde edilmesinde "katma
değeri" olmayan herşeyin elimine edilmesini
sağlayarak faaliyetlerdeki verimliliğin
artırılmasını, kalitenin yükseltilmesini ye
müşteriye en iyisinin sunulmasını sağlamada yararlı
olacak "JIT (Just in time)" uygulamalarını
gerçekleştirmeleri gerekmektedir. Bu sayede;
a- Zaman
b- Emek
c- Hammadde
d- Malzeme
e- Parça
f- Tesisat,
unsurlarının, gereksiz kullanımı engellenmiş
olacaktır.
10- İşletmelerin yine gelebilecek şımarık
siparişleri çok kısa zamanda teslim edebilmesi,
kendi koleksiyonlarını yaratma, AT ülkeleri ile
çalışma ve çok yüklü siparişleri üretmek zorunda
olma, kısaca sökterde öncü rolünü oynayabilmeleri
yönetim-bilişim-üretim kontrolünü çok iyi
uygulayabilecek dinamiklik ve profesyonellikte
olmalarını gerekli kılmaktadır.
11- Ücretlendirmede ve terfide kıdem değil,
performans ve liyakat esas alınmalıdır. Bugün çok az
yönetici cesaret göstererek bu sistemi
uygulayabilmektedir.
12- Son olarak da işletmeler yine sektör ile ilgili
tüm istatistik! verileri günü gününe takip
etmelerini sağlayacak bir sistemi oluşturmalıdırlar.
C. Çalışanlar Bazında
Üçgenin son kenarı olan çalışanların da üzerine
düşen görevler elbetteki vardır. Bunları da kısaca
şöyle sıralayabiliriz:
1- Çalışan herşeyden evvel kendisini iyi
yetiştirmeli, verilecek hizmet içi eğitimleri en
etkin şekilde öğrenmeye ve kullanmaya çalışmalıdır.
2- Türkiye'de çalışanlar genelde "Bir işe gireyim de
gerisi kolay" fikrinden sıyrılmalıdırlar. Bu durum
daha sonra gerek işletme ve gerekse de kendi
açısından olumsuzluklar yaratmaktadır. Özellikle
işletme hakkında kendi aralarında sürekli olumsuz
eleştirilerde bulunarak yöneticilerden,
patronlardan ve uygulamalardan şikayet etmek
işletmenin huzurunu ve performansını bozacaktır.
3- Türkiye'de çalışanlar genelde bir iş yerinde
sürekli çalışma eğiliminde değildirler. Farklı
işlere her an geçebilmektedirler. Oysa sanayi
mucizesinin yaratıldığı Japonya'da işçiler ise
başladıkları şirketten emekli olmayı
yeğlemektedirler.
4- Çalışanları temsil eden işçi sendikalarının artık
kendi menfaatlerini düşünmeden hareket etmeleri
gerekmektedir. Son zamanlarda basında çıkan haberler
sendikaların asıl niyetlerinin ne olduğunu açıkça
ortaya koymaktadır. Dünyada ise sendikacılık,
tamamen farklılaşmış durumdadır. Herşeyden önce
istihdam garantisi ve sosyal haklar (sağlık, eğitim,
konut vs.) gündeme getirilmekte, ücret artışları
ikinci plana itilmektedir. Oysa Türkiye'de enflasyon
bahane edilerek işçi sendikaları vasıfsız bir işçi
için bile standartların çok daha üzerinde ücret
isteyebilmektedir. Bu nedenlerden dolayı işçilerin
kendilerini temsil edecek olan şahısları itina ile
seçmeleri ve yönetime katılmaya çalışmaları kendi
menfaatleri için daha yararlı olacaktır.
5- Çalışanların işletmenin çıkarlarının kendileri
için çok önemli olduğunu anlamaları gerekir. Bu
yüzden aksaklıkları, hatalı uygulamaları işverene
anmda iletmeleri işveren işçi dayanışmasını
geliştirecek ve her iki tarafa da yarar
sağlayacaktır.
Buraya kadar sektördeki eşkenar üçgende görev alan
tarafların üzerine düşen görevler hakkında bilgi
vermeye çalışıldı. Şimdi de kısaca Gümrük Birliğine
değinerek sözlerime son vermek istiyorum.
Siyasi otoritenin 1 Ocak 1995'te geçileceğini
bildirdiği Gümrük Birliği ve Ortak Gümrük Tarifesi
bize göre, Türkiye için AT ile yapılan görüşmelerde
"AT'nun Türkiye'ye mali yardım yapma konusu gündeme
getirildiyse de konuyla ilgili net gelişmeler elde
edilememiştir. Buna rağmen Türkiye ısrarla Gümrük
Birliğine geçeceğini belirtmektedir. Herşeyden önce
tarafları Gümrük Birliğimden ne anladıkları
konusunda farklılıklar vardır. Türkiye AT'na tam üye
olmadan Gümrük Birliğime geçmesi halinde AT'nun açık
pazarı haline geleceğini ve bunun için de AT'nun
mali yardımlarda bulunması gerektiğim öne sürerken,
AT ise Yunanistan ve İrlanda gibi sürekli fon
aktarımı yapılan iki ülkenin yarımda diğer bir
ülkenin varlığına tahammül edemeyeceğini
vurgulamaktadır. Bunun yamsara Türkiye Gümrük
Birliğine geçiş ile tam üyelik müzakerelerinde
avantaj elde etmeyi ümit ederken, AT Gümrük Birliği
kapsamına ticaret ve rekabet politikalarını,
standardizasyonun sağlanmasını, tüketimin
korunmasını, patent, fikri haklar, teşvikler gibi
bir dizi korumanın da topluluk mevzuatına uyumlu
hale getirilmesini istemektedir. Bu noktada Gümrük
Birliğinin Türkiye'ye getirişini tekstil, hazırgiyim
ve konfeksiyon sektörü açısından inceleyebiliriz.
Herşeyden önce AT Türkiye'ye Gümrük Birliğine
gidilmesi halinde tekstilde uyguladıkları kotaları
kaldıracağını garanti etmemiştir. Bunlar Türkiye'nin
AT'dan beklentileridir. Üstelik AT halen 4.
protokolle sağlanması gereken mali yardımı
Yunanistan'ın veto etmesi nedeniyle vermemiştir.
Bunların yanı sıra Türkiye'ye Toplu Konut Fonunu
kaldıracağını AT'na beyan etmiştir ki buradaki
kaybımız 2.5 milyar US $'dır. Bütün bu yukarıda
sayılan konulara ek olarak AT ülkelerinde uzun
süredir devam -etmekte olan bir "resesyon"
mevcuttur. Ekonomik durgunluk sonucunda AT ülkeleri
bünyesinde işsizlik oranları % 11 'leri bulmuş
durumdadır. İşsizliğe çare olarak düşünülen
çözümlerin başında özellikle de tekstil sektöründe
olmak üzere "küçük ölçekli işletmelerin" teşvik
edilmesi, bunların sayılarının artırılması ve bu
işletmelerin uluslararası rekabete karşı korunması
gelmektedir. Bu konu ile ilgili olarak AT
Türkiye'nin topluluk mevzuatına tam uyumu
gerçekleştirmeden, Toplu Konut-fonu'nu kaldırmadan
topluluk rekabet politikasını kabul etmeden AT'nm
tekstil sektöründe uyguladığı kotaları kardırrhasmı
uygulayacak "Ortak Gümrük Tarifesi" sonucunda ucuza
ithal edilen ara mallara uygulanacak yeni gümrük
oranları da gözönüne alınırsa ihracat yapan
firmaların maliyetlerinin iyice artacağını da
söyleyebiliriz. Buna mukabil, gümrük birliğine
gidilmesi durumunda tekstil sektörünün tartışmasız
favorisi olan İtalya'nın, spor giyimde güçlü olan
Almanya, İngiltere ve Fransa'nın mallarının da
pazarda bile zor durumda kalacağı unutulmamalıdır.
Hele Toplu Konut Fonu da kaldırılırsa İngiltere ile
1840'larda Balta Limanı'nda imzalanan ticaret
anlaşmasının aynısının 1995'te tekrarlanacağı
söylenebilir. 1840 Balta Limanı anlaşmasıyla Türk
sanayisi o zamanlar tamamen yok olmuş ve kalitesiz
fakat ucuz İngiliz kumaşına teslim olmuştur. Üstelik
bu sefer durum daha da ciddi boyutlardadır. Ucuz
fakat "kaliteli" gelişmiş ülkelerin mamulleri tüm
sektörlerde en üst düzeyde bir rekabete yol
açacaktır ki bu da Türk ekonomisinin iflası
olabilir. Bu durumda tekstil sektörü ayakta kalsa
bile aynı teknede olduğumuza göre diğer sektörlerin
sonu tekstil sektörünün de sonu olabilir.
|