Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Türk Tekstil ve Hazır Giyim Sektörü Açısından Gümrük Birliği 

Giriş 

İhracata dayalı büyüme modelini 1980 yılından itibaren benimseyen ve ithal ikameci politikalardan vazgeçerek, ulus­lararası rekabete açılan Türkiye, ikibinli yıllara girerken dün­ya ekonomi ve politika sahnesinde kendine bir pay kapma yansına girmiş "durumdadır. Son derece zor olan bu yeni sü­reç, beraberinde ülke ekonomisi için birçok olumlu ve olum­suz sonuçlan da getirmiştir. İhracat yoluyla döviz darboğazı­nın aşılması, uluslararası rekabet yoluyla mal ve hizmetlerde meydana gelen kalite iyileşmesi, yeni teknolojilerin ülkeye girmesi ve ülkenin dünyadaki vizyonunun düzelmesi ve güçlenmesi gibi gelişmeler olumlular hanesine yazılırken, özellikle benliğimizi, örf ve adetlerimizi, dinsel değerlerimi­zi bir kenara bırakıp Batıya benzemeye çalışma arzusuyla toplumsal dejenerasyonun ortaya çıkması, piyasa ekonomisi gereğince serbest bırakılan fiyatların sürekli artarak enflasyo­nun gündemin ilk sırasından aşağıya inmemesi, buna bağlı olarak faizlerin yükselerek yatırımların azalması ve hatta durma noktasına gelmesi, sanayicinin, işadamının, tüccarın kısaca tüm toplumun risksiz ve uğraşsız para kazanma yol­larını tercih etmeleriyle üretimin azalması, buna bağlı olarak da başta istihdam olmak üzere tüm sosyal ekonomik denge­lerin ve ekonomik göstergelerin daha da kötüye gitmesi gibi sonuçlar da olumsuzluk hanesine yazılabilirler. 

Son yıllarda kendisini iyice hissettiren bu ekonomik den­gesizlikler Türkiye ihracatının da gelişmesine engel olmakta, buna karşılık ithalatın patlamasına ve dış ticaret dengesinin aleyhimize bozulmasına neden olmuştur. 

Bu olumsuzluklar içinde elbetteki Türkiye imalat sanayi­nin belkemiği olan ve ülke ihracatının % 37'sini tek başına sağlayan Tekstil ve Hazırgiyim Konfeksiyon" sektöründe bir durgunluk ve kötüye gidiş yaşanmaktadır. Sektördeki bu kö­tüye gidiş, ülke ekonomisinin bulunduğu içsel problemlere bağlanabileceği gibi özellikle Avrupa Topluluğu ülkelerinde hala yaşanmakta olan ekonomik durgunluk ve Uzakdoğu, Magrip ve dağılan demirperde ülkelerinden bazılarının reka­bet güçlerinin artması gibi dış nedenlere de bağlanabilir. 

Türkiye'nin ekonomik problemlerinin başında gelen enf­lasyon ve yüksek faizin önüne geçilmesi, işgücünün verimsiz kullanımının düzeltilmesi ve yemlenmesi konusunda bir ta­kım düzenlemeler ve teşvikler ile mücadele yolu denenirken, asıl yapılması gereken "adil vergilendirme ve imtiyazsız ver­gi toplama" gerekliliği göz ardı edilmektedir. Dış olumsuz et­kileri azaltmak için ise bir takım uluslararası anlaşmalara im­za koyularak uluslararası anlaşmalara imza koyularak ulus­lararası topluluklara katılmaya çalışılmakta ve böylece hem ekonomik hem de siyasi çıkar elde etmeye gayret gösteril­mektedir. Bu duruma en güzel örnek olarak da Türkiye'nin yıllardır girmek için uğraştığı Avrupa Topluluğu gösterilebi­lir. Bu paralelde Türkiye Avrupa Topluluğu'na tam_üyelik yolunda çok önemli bir basamak olan "Gümrük Birliği"ne geçişi" ve dolayısıyla Ortak Gümrük Tarifesini 1 Ocak 1995 tarihinden itibaren tamamıyla uygulanacağını yetkili ağızlar­dan ilâh etmiştir.

Bu kısa yazımızda öncelikli olarak sektörümüzün şu an içinde bulunduğu durumu ve devlet-işveren-çalışan kesimle­rine düşen görevleri Gümrük Birliği'ne gidildikten sonra karşılaşılacak olan sorunları incelemeye çalışacağız. 

Sektöre Genel Bakış 

Tekstil ve hazırgiyim konfeksiyon sektörü, daha önce de belirtildiği gibi ülke ihracat gelirinin % 37'sini gerçekleştir­mektedir. 1993 yılının ilk üç ayında, toplam ihracat" geliri 3.673.694.000 $ (US) iken, bunun 1.245.385.000 $ (US)Tık kıs­mını Tekstil ve Hazırgiyim sektöründen elde edilen gelir oluşturmaktadır. İhracatın büyük kısmını gerçekleştiren sek­törümüz, istihdam konusunda da toplam imalat sanayinin % 20'sini teşkil ederek, Türkiye'nin en ciddi sosyal problemle­rinden olan işsizliğe de kısmi bir çözüm getirmektedir. 

Yukarıda açıklanan ve sektörün bizi sevindiren olumlu yanlarının yanısıra, üzerinde düşünülmesi ve acil önlemlerin alınması gereken sorunları da mevcuttur. Bu sorunlar şöyle sıralanabilir: Sektör çalışanlarının % 85'i ilk ve ortaokul me­zunudur ki bu oranın büyük çoğunluğunu ilkokul mezunla­rı oluşturmaktadır. % 15'i de lise ve yüksekokul mezunudur. Ancak bu noktada çalışanların kaçta kaçının sektör ile ilgili okullardan mezun olduğu konusunda sağlıklı veriler elimiz­de bulunmamaktadır. Yine buna bağlı olarak sektörde faali­yet gösteren işletme sayısı (eldeki istatistiki verilere göre) yaklaşık 30.000 civarındadır. Ancak bu işletmeler çok dağınık bir yerleşim biçimi göstermektedirler. Bu durumda çalışanla­rın sayısı, nitelikleri, işyerlerinin gerçek kapasitesi gibi ista­tistiki veriler elde edilemediği gibi, işletmelere devlet bazın­da yardımların yapılması ve adil olarak vergilendirilmeleri de gerçekleştirilememektedir. Bunun yanısıra işletmelerin birbirlerinden yararlanma durumları da mümkün olama­maktadır. 

Tekstil sektöründe Türkiye'yi uluslararası rekabette avantajlı kılan faktörlerden biri olan ucuz işgücü konusuna da değinerek durumu irdelemeye devam edelim. 

Tekstil ve hazırgiyim sektöründe Türkiye'ye uluslar arası rekabette avantaj sağlayan iki önemli unsur, ucuz işgücü ve coğrafi konumdur. Ancak özellikle işgücünün ucuzluğu sek­töre Avrupa pazarlarında rakebet gücü kazandırmaktadır. Fakat verilere bakıldığında son yıllarda işgücü maliyetinin sürekli olarak arttığı görülmektedir. Örneğin 1980 yılında 6947 TL/saat olan işgücü maliyeti 1991 yılında bir anda 20666 TL/saate ulaşmıştır. 50 ülke içinde yapılan araştırma­lar sonucunda tekstil sektöründe Türkiye, işgücü maliyetleri­nin en hızlı artış gösterdiği ülke olmuştur. 1991 yılında Tür­kiye'de işgücü maliyeti Amerikan Doları bazında 3.40 iken Çin, Endonezya ve Pakistan gibi tekstil sektöründeki en bü­yük rakiplerimizde ücret artışları bu rakamın 1/10'u oranın­da kalmıştır. İşgücü maliyetimizi bir de verimlilik açısından değerlendirirsek, aslında pek de ucuz bir işgücümüz olmadı­ğı ortaya çıkacaktır. Örneğin gelişmiş ülkelerde işgücü ve­rimliliği Türk işgücü verimliliğinden yaklaşık olarak beş kat daha fazladır. Buna karşılık Türk işgücü maliyeti gelişmiş ül­kelerin beşte biri civarındadır. Bu durumda özellikle Tekstil sektöründe Türkiye'nin rakibi olan İtalya, Fransa, Almanya ve İngiltere'den daha ucuz işgücüne sahip olduğumuzu söy­lemek bir anlam ifade etmeyecektir. Bunun yanısıra yapılan araştırmalar, Türkiye'de elbise ve giyim eşyası mal grubunda efektif korumanın % 358.39 ve dokumada ise % 91 olduğu­nu ortaya çıkarmıştır. 

İşgücünün ucuz olmamasının yanısıra Türkiye'de ham­madde de oldukça pahalı durumdadır. Bunun en önemli se­bepleri yıllarca pamuk fiyatlarının dünya fiyatlarından daha yüksek fiyatla tekstil sektörüne ulaştırılması, piyasanın tekel­leşmiş olması ve kullanılmakta olan teknolojilerin çok geri kalmış olmalarıdır. Bunun için üçüncü ülkeler olarak da ad­landırabileceğimiz Pakistan ve Hindistan gibi ülkelerden ucuz hammadde ithal edilmektedir. Ancak Gümrük Birliği'ne geçilince ortak gümrük tarifesi uygulanacağından bu yol da kapanmış olacak ve maliyetler iyice artacaktır. Sektö­rün durumuna kısaca göz attıktan sonra sektörde devlet-iş-veren-çalışan kesimlerince yerine getirilmesi gereken görev­leri inceleyelim. 

A. Devlete Düşen Görevler 

Türkiye 24 Ocak 1980 kararları olarak da bilinen ekono­mik istikrar paketini uygulamaya sokarak ihracata dayalı bü­yüme modelini benimsedi. Amaç Türkiye'nin döviz ihtiyacı­nı karşılamak, üretimi artırmak, asıl kapasitenin Kullanımını sağlamak, istihdam ve kaliteyi artırmak yani kısaca ekono­mik istikran sağlamaktır. 1980'lerin son yıllarına kadar ihra­catta hızlı bir artış yaşandı. Ancak 1990 yılma gelindiğinde enflasyonun hızlı artışı, paranın enflasyonun altında devalüe edilmesi, kredi faizlerinin yükselmesi, en önemli avantajımız olan işgücü maliyetlerinin hızlı artışı, paranın enflasyonun altında devalüe edilmesi, kredi faizlerinin yükselmesi, en önemli avantajımız olan işgücü meliyetlerinin hızla artışı, hammadde fiyatlarının dünya fiyatlarının üstünde oluşu gi­bi nedenlerden dolayı ihracattaki hızlı büyüme yerini bulun­duğu noktayı koruyabilme sürecine girdi. 1993 yılı içinde Yu-goslavya'daki iç savaşın Türk mallarının Avrupa'daki paza­rımızı artırmış olmasına rağmen 1993 yılı için dış ticaret açığının neredeyse ihracat gelirine eşit olacağı tahmin edilmek­tedir. İhracatın, ithalatı karşılama oranı sürekli olarak düş­mektedir. Bu oran, son yıllarda % 64-65 gibi oldukça düşük bir orana tekabül etmektedir. İhracattaki tıkanıklıktan kurtul­mak isteyen Türkiye geçtiğimiz günlerde ihracatın lokomoti­fi olan tekstil sektörüne yönelik olarak ihracatı teşvik edici bir dizi kararlar almıştır. Ancak uygulanacak olan bu teşvik­ler yine ihracata doğrudan uygulanan (AT rekabet politikası­na aykırı olarak) teşvikler oldukları için sürekli olarak anti-damping soruşturmalarıyla karşı karşıya kalabilecek nitelik­tedir. Teşvik yapısı Gümrük Birliği sürecine uyumlaştırılma­sı ve teşvikler pazarlama faaliyetlerine, araştırma-geliştirme çalışmalarına, insan kaynaklarının daha verimli ve etkin ol­maları için yapılacak eğitim çalışmalarına yönelik olarak ye­niden düzenlenmelidir.

 

Türkiye'de de devletçe tekstil sektörüne yönelik olarak yerine getirilmesi gereken sorumluluklar şunlardır:

1- İhracatın lokomotifi olan sektörümüz öncelikli sektör olma konumunu korumalıdır. Şu anda ihracatın pek cazibesi kalmamıştır. Henüz ülkemiz bir ihracat kültürü ve geleneği­ne sahip değildir. Öncelikli olarak ihracat ile ülkemizin güç­lülüğü özleştirilerek birey, kurum ve ülke olarak varolmamızın temel dinamiğinin ihracat olduğu yaşam biçimi haline getirilmeli, ihracat yapanın onu devlet tarafından açılarak hükümet politikalarına tutsak edilmemeli, gerçekçi ve ciddi bir ihracat politikası oluşturulmalıdır. İvedi olarak ihracatçı­nın önündeki bürokratik engeller kaldırılmalı, işlemlerde ve­saik ibraz yerine sözlü beyana dayalı sisteme geçilmelidir.

2- Sanayimizin ve tabii ki sektörümüzün uluslararası re­kabet gücünü azaltan "pahalı enerji" sorunu halledilmeli enerji fiyatları dünya seviyesine getirilmelidir.

3-  Tekstil ve hazırgiyim sektöründe faaliyet gösteren iş­letmelerin bulundukları bölgelerin ve illerin istatistiki verile­ri işgücü hane halkı anketleriyle ciddi olarak belirlenmeli ve sektörün en büyük problemlerinden biri olan organize sana­yi bölgeleri için gerekli olan girişimlerin yapılması ve işlet­melerin bir araya getirilmesi sağlanmalıdır. Bu durum daha önce de değinildiği gibi ülke ekonomisine bir çok yarar geti­recektir. Bunların en başlıcaları; 

a.  Vergilendirmenin sağlanması,

b. İşyeri ve çalışanların gerçek sayılarının ve bunların ni­teliklerinin belirlenmesi,

c. İşletmelerin birbirlerinden gerek tasarım ve gerek üre­tim faktörleri bazında yararlanmaları,

d. Alman siparişlerin etkin olarak değerlendirilmesi,

e. Stok büyümelerinin engellenmesi,

f.  İşletmelerin öz kaynaklarını bir araya getirerek pahalı olan yüksek teknolojiden yararlanmalarının sağlanması,

g. Yine bu organize sanayi bölgeleri sayesinde demokra­tik kurallar içinde bir baskı unsuru oluşturarak sorunlarını ve isteklerini devlete daha iyi iletmelerinin sağlanması.

4- Tekstil ve hazırgiyim konfeksiyon sektöründe"*eğitimli eleman ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacın sağlanabilmesi için bu alanda öğrenci yetiştirecek okulların açılması, mevcut olanla­rın teknolojilerinin ve anlayışlarının yenilenmesi ve bu saye­de işletmelerin eleman ihtiyaçlarının sağlanması en önemli sorunudur. Örneğin sektörde işletmelerin en yoğun olduğu İstanbul-Merter ve Topkapı'da sektör ile ilgili eğitim verecek okul kurulması büyük ölçüde yararlı olacaktır. Çünkü işlet­me sahipleri ve yöneticiler de bizzat gelip bu okullarda ger­çekte hangi niteliklere sahip elemana ihtiyaçları olacaklarını, nasıl bir eğitim istediklerini anlatabilecekler, işveren-devlet-çalışan kombinasyonunun kurulmasını sağlayabileceklerdir. Bu da hem zamandan tasarrufu sağlayacak hem de işgücü kaynaklarının boş yere israfına engel olacaktır. Ayrıca bu okullardan" mezun olan öğrenciler sertifikalı olacakları için AT'a girmeye hazırlanan Türkiye'nin önünde mevcut alan mevzuat yetersizliklerinin çözümlenmesindeki önemli adım­lardan birini oluşturacaktır.

5- Girişimcilik ruhunun desteklenmesine devam edilme­lidir. Türkiye'de genellikle kredilerden ve teşviklerden bü­yük ölçekli işletmeler yararlanabilmektedir. Oysa küçük öl­çekli işletmeler üretim esnekliğini sağlayabilecek yapıdaki kuruluşlardır. Dolayısıyla hem işsizlik sorununun çözümü, hem de girişimcilik ruhunun geliştirilmesi yoluyla ülke eko­nomisine büyük katkı sağlanmış olacaktır.

6- Gizli teşvik yollarının araştırılıp geliştirilmesi için bir birim acilen kurulmalıdır. İtalyanlar bu konuda oldukça ihti­sas sahibi olup 1000 kadar gizli teşvik yolunu bilmektedirler. Bu durum bile diğer üye ülkeler tarafından ve özellikle Fran­sa tarafından itirazlarla karşılaşmaktadır. 

B. İşverene Düşen Görevler 

Sektörde faaliyet gösteren işletmelerde genelde yönetici pozisyonundaki şahıslar sektör ile ilgili eğitim almış kişiler yerine sektörde çekirdekten yetişmiş "alaylı" diye tabir etti­ğimiz kişilerdir. Genelde de tamamına yakını işletmelerin sa­hipleridirler. Dünya ekonomi sahnesinde son yıllara kadar moda olan "profesyonel" yöneticilerdi. Şu anda ise popülari­telerini kaybetmiş ya da kaybetmekte olan bu kişilerin yerle­rini yine işletmelerin, şirketlerin sahipleri almaya başlamış durumdadır. Yani "aile şirketlerine" geri dönüş yaşanmakta­dır. Bu durum ise Türkiye'de genelde "aile şirketi" şeklinde görünmüştür. Aile şirketi ya da işletmesi olmanın en büyük dezavantajı yöneticinin, işletmecinin, liderlik vasfı olmayan, iş ile ilgili bir bilgisi bulunmayan aile bireyinin işin başına ge­lebilecek olmasıdır. Ne yazık ki şu anda sektörümüzde faali­yet gösteren firmaların çoğunluğunun başında sadece "patronluk yapan şahıslar bulunmaktadır. Devir ise hızla geliş­mekte alışkanlıklar ve ihtiyaçlar farklılaşmakta ve artmakta­dır. İkibinh yıllara giderken dünyadaki gelişmelerin, deği­şimlerin yakından takip edilmesi, kısa vadeli değil orta ve özellikle uzun vadeli stratejik planların yapılması gerekmek­tedir. Eskiden strateji "belirlenen bir hedefe ulaşmak için el­deki kaynakları en etkin şekilde kullanma" olarak tanımla­nırken şimdi "yöneticilerin büyük bölümünün bile mümkün gördüklerinin ötesinde hedefleri ve bu hedeflere ulaştıracak yöntemleri içermek" olarak tanımlanmaktadır. Yani artık esas olan "ileriyi görebilmek" tir. Ancak bu durumda kendi­mize ait bir çizgi ve moda yaratabiliriz ve ancak bu şekilde uluslararası rekabete dayanıp ayakta kalabiliriz. Sonuç ola­rak yöneticilerin ya da "işverenlerin" çağın gereklerine uy­gun, yenilikleri takip edebilecek, stratejiler oluşturabilecek niteliklere sahip kişiler olması gerekmektedir. Bu noktada tekstil ve hazırgiyim konfeksiyon sektöründe "işveren" diye kısaca niteleyebileceğimiz kişilerin aşağıdaki konulara dikkat etmeleri, önlem almaları ve uygulamaları sektörün gele­ceği açısından çok önemlidir. 

1- Sektörde faaliyet gösteren işletmeler profesyonellikten uzak çalışmaktadırlar. Yani ne belirli bir bütçeleri, ne iş etüd-leri, ne iş analizleri, ne de performansa dayalı ücret sistemle­ri vardır. Genelde-uygulanan yöntem yıllık-cironun-belkien-mesi, bundan, personel ve sabit giderlerin, verginin çıkartıl­ması ve geri kalan kısmın ise kar olarak adlandırılıp "patro­nun", "özel giderleri" için harcanmasıdır. Bu da araştırma-geliştirme faaliyetlerinin, teknoloji yenileme işlemlerinin ikinci plana itilmesine neden olmaktadır. Oysa sektörün ihra­cat'ta gösterdiği artışın sürekli ve artan bir ivmede olabilme­si için Araştırma-geliştirme faaliyetlerine ağırlık verilmesi, ileri teknolojinin takip edilmesi, uzun vadede konfeksiyon ve deri makinaları ile kimyevi madde üretiminde ülkenin ken­dine yeterli hale getirilmesi, çalışanların verimliliğinin artırıl­ması için hizmet içi eğitime önem verilmesi, işe alımlarda dü­şük ücrete razı olan niteliksiz işçi yerine "kaliteli" elemanın tercih edilmesi, katma değeri yüksek moda yönlendirici mal üretiminin ve ihracatının geliştirmesi ve uluslararası fuarlara katılımın artırılması sağlanmalıdır.

2-  Daha önce de belirtildiği gibi işletmelerin stratejiler belirlemeleri gerekmektedir. Bunun için ise işletmelerin;

a- Ürün geliştirilmesi, b- Teknolojik yenilenme, c- Kaliteli ürün ve müşteri mutluluğu d- Pazarlama, e- Halkla ilişkiler, f- Araştırma-geliştirme,

işlemleri için "yeni yetenekler" ve bunlardan yararlana­rak da "yeni pazarlar" keşfetmeleri gerekmektedir.

3- Yöneticilerin bilinen "altı kişilik çizgisinden "doğal ço­cuk, yetişkin ve özellikle de eğitici yetişkin kişiliğine sahip olanları işletmelerin performanslarının artmasını sağlayacaktır. Buna paralel olarak yöneticilerin "çocuk, uysal çocuk ve eleştirici yetişkin" kişiliklerinden sıyrılmaları gerekmektedir.

4- Türkiye'de bilinen kayıtlı işsiz sayısı şu anda 1 milyon civarındadır. Ancak bu rakamın çok daha yukarılarda oldu­ğu konusunda bilim adamları hem fikirdirler. Bu işsizlik or­tamında emek arzının fazla olması, işverenleri eleman seçer­ken yanlış yönlere kanalize etmemelidir. Ucuz, niteliksiz işçi­ler yerine, kalifiye elemanların tercih edilmesi uygulanacak en akıllı insan politikası olacaktır.

5- Bilgi çağında olduğumuza göre işverenlerin artık bil­gisayar teknolojisini işletmelerine yerleştirmeleri gerekmek­tedir. Ancak bilgisayardan "daktilo" niyetiyle yararlanmak sadece işverenin maliyetini artırır. Önemli olan bilgisayarın, üretim, kalite kontrol, stok kontrol, istatistik muhasebe, pa­zarlama vs. gibi alanlarda da uygulanıp zaman ve emek ta­sarrufunun sağlanmasıdır. Bu sayede çalışanların, yönetimin ve işletmenin performansı artacaktır.

6-  Sektörde faaliyet gösteren firmalar çok dağınık ko­numdadırlar. Bu dağınık yerleşimin bir an evvel "bir araya" getirilmesi gerekmektedir. Bu yüzden işletmelerin kendi ge­lecekleri için aralarında bir komisyon oluşturarak gerekli araştırma ve fizibilite raporlarını hazırlamaları ve hükümete müracaat ederek kendilerine yer tahsisinin sağlanması talep edilmelidir. Bunun için hükümetten kredilendirme, belli bir süre vergiden muafiyet vs. gibi maliyetleri azaltıcı tedbirler istenebilir. "Organize olmuş sanayi bölgesi" durumu gerçek­leştirilebilirse işletmeler bu durumdan büyük fayda görebile­ceklerdir. Herşeyden önce ucuz enerji sağlanması mümkün olabilecek, stok büyümeleri engellenecek, işletmelerin birbir­lerinden faydalanmaları artacak ve gelebilecek siparişlerin etkin karşılanımı sağlanabilecektir.

7- İşletmelerin acil olarak yerine getirmesi gerekli konu­lardan bir diğeri de "teknoloji yenilenmesidir". Türkiye'de artık teknolojiler eskimiş durumdadırlar. Dünyadaki rakiplerimiz ise yüksek teknolojileri kullanarak işgücü verimliliğini ararmış, maliyetleri düşürmüş ve emek tasarrufunu sağlamış durumdadırlar. Örneğin kullanılan (CAD) bilgisayar destek­li dizayn sistemleri sayesinde 1 milyar ABD dolan değerinde­ki kumaştan 125 milyon ABD dolan tasarruf sağlandığı yapı­lan araştırmalarca tespit edilmiştir. Bu sadece kumaş üzerin­den elde edilen tasarruftur. Bunun yanı sıra emek tasarrufu, katma değer artışı, kalite yükselmesi, kısa terminli talepleri karşılayabilme, şımarık taleplere uymada esneklik, zaman ta­sarrufu gibi sayılamayacak kadar çok faydalar elde edilebilir. Ayrıca bu sistemler kullanılarak firmalara gelen benzer sipa­rişler belirlenebilir ve gerekli sınıflamaya gidilerek ayrı ayrı firmaların ürün maliyetleri düşürülebilir. Bu da işletmenin üzerinde bir yük olan kumaş artıklarının azalmasını sağlaya­caktır. Yüksek teknolojinin getirilmesini büyük bir gider ola­rak telakki eden firmalara bu konuda devlet teşviklerinin ol­duğu hatırlatılmalıdır.

8- Başarılı yönetici olmak burada da bitmiyor maalesef. Başardı yöneticilerin aynı zamanda "benchmarking" yapma­ları ya da bunun için bünyelerinde birim oluşturmaları ge­rekmektedir. Çağımızda teknoloji ve bilgi-proje casusluğu ar­tık bir "uzmanlık alanı" haline gelmiş durumdadır. Bu yüz­den General Motors ile Alman Wolkswagen firmaları mahke­melik bile olmuşlardır.

Benchmarking'in işletmeye sağlayacağı avantajları kısa­ca şu şekilde sıralayabiliriz.

a- Rakip firmaların iyi yönlerini görür.

b- Rakip firmaların durumlarını öğrenir.

c- Kendilerini sektörün en iyi firmalarıyla mukayese im­kanları bulur.

d- Bu sadece kendi sektöründeki firmalara bakılarak yapılmayabilir. Diğer sektörlerdeki lider firmaların bünyelerini inceleyerek kendilerini onlara uyarlayabilirler.

9- İşverenlerin, ürünün elde edilmesinde "katma değeri" olmayan herşeyin elimine edilmesini sağlayarak faaliyetler­deki verimliliğin artırılmasını, kalitenin yükseltilmesini ye müşteriye en iyisinin sunulmasını sağlamada yararlı olacak "JIT (Just in time)" uygulamalarını gerçekleştirmeleri gerek­mektedir. Bu sayede;

a- Zaman

b- Emek

c- Hammadde

d- Malzeme

e- Parça

f- Tesisat,

unsurlarının, gereksiz kullanımı engellenmiş olacaktır.

10-  İşletmelerin yine gelebilecek şımarık siparişleri çok kısa zamanda teslim edebilmesi, kendi koleksiyonlarını ya­ratma, AT ülkeleri ile çalışma ve çok yüklü siparişleri üret­mek zorunda olma, kısaca sökterde öncü rolünü oynayabil­meleri yönetim-bilişim-üretim kontrolünü çok iyi uygulaya­bilecek dinamiklik ve profesyonellikte olmalarını gerekli kıl­maktadır.

11- Ücretlendirmede ve terfide kıdem değil, performans ve liyakat esas alınmalıdır. Bugün çok az yönetici cesaret gös­tererek bu sistemi uygulayabilmektedir.

12- Son olarak da işletmeler yine sektör ile ilgili tüm ista­tistik! verileri günü gününe takip etmelerini sağlayacak bir sistemi oluşturmalıdırlar. 

C. Çalışanlar Bazında 

Üçgenin son kenarı olan çalışanların da üzerine düşen görevler elbetteki vardır. Bunları da kısaca şöyle sıralayabili­riz:

 

1- Çalışan herşeyden evvel kendisini iyi yetiştirmeli, ve­rilecek hizmet içi eğitimleri en etkin şekilde öğrenmeye ve kullanmaya çalışmalıdır.

2- Türkiye'de çalışanlar genelde "Bir işe gireyim de geri­si kolay" fikrinden sıyrılmalıdırlar. Bu durum daha sonra ge­rek işletme ve gerekse de kendi açısından olumsuzluklar ya­ratmaktadır. Özellikle işletme hakkında kendi aralarında sü­rekli olumsuz eleştirilerde bulunarak yöneticilerden, patron­lardan ve uygulamalardan şikayet etmek işletmenin huzuru­nu ve performansını bozacaktır.

3- Türkiye'de çalışanlar genelde bir iş yerinde sürekli ça­lışma eğiliminde değildirler. Farklı işlere her an geçebilmek­tedirler. Oysa sanayi mucizesinin yaratıldığı Japonya'da işçi­ler ise başladıkları şirketten emekli olmayı yeğlemektedirler.

4- Çalışanları temsil eden işçi sendikalarının artık kendi menfaatlerini düşünmeden hareket etmeleri gerekmektedir. Son zamanlarda basında çıkan haberler sendikaların asıl ni­yetlerinin ne olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Dünyada ise sendikacılık, tamamen farklılaşmış durumdadır. Herşey­den önce istihdam garantisi ve sosyal haklar (sağlık, eğitim, konut vs.) gündeme getirilmekte, ücret artışları ikinci plana itilmektedir. Oysa Türkiye'de enflasyon bahane edilerek işçi sendikaları vasıfsız bir işçi için bile standartların çok daha üzerinde ücret isteyebilmektedir. Bu nedenlerden dolayı işçi­lerin kendilerini temsil edecek olan şahısları itina ile seçme­leri ve yönetime katılmaya çalışmaları kendi menfaatleri için daha yararlı olacaktır.

5-  Çalışanların işletmenin çıkarlarının kendileri için çok önemli olduğunu anlamaları gerekir. Bu yüzden aksaklıkları, hatalı uygulamaları işverene anmda iletmeleri işveren işçi dayanışmasını geliştirecek ve her iki tarafa da yarar sağlaya­caktır.

Buraya kadar sektördeki eşkenar üçgende görev alan ta­rafların üzerine düşen görevler hakkında bilgi vermeye çalı­şıldı. Şimdi de kısaca Gümrük Birliğine değinerek sözlerime son vermek istiyorum. 

Siyasi otoritenin 1 Ocak 1995'te geçileceğini bildirdiği Gümrük Birliği ve Ortak Gümrük Tarifesi bize göre, Türkiye için AT ile yapılan görüşmelerde "AT'nun Türkiye'ye mali yardım yapma konusu gündeme getirildiyse de konuyla ilgi­li net gelişmeler elde edilememiştir. Buna rağmen Türkiye ıs­rarla Gümrük Birliğine geçeceğini belirtmektedir. Herşeyden önce tarafları Gümrük Birliğimden ne anladıkları konusunda farklılıklar vardır. Türkiye AT'na tam üye olmadan Gümrük Birliğime geçmesi halinde AT'nun açık pazarı haline gelece­ğini ve bunun için de AT'nun mali yardımlarda bulunması gerektiğim öne sürerken, AT ise Yunanistan ve İrlanda gibi sürekli fon aktarımı yapılan iki ülkenin yarımda diğer bir ül­kenin varlığına tahammül edemeyeceğini vurgulamaktadır. Bunun yamsara Türkiye Gümrük Birliğine geçiş ile tam üye­lik müzakerelerinde avantaj elde etmeyi ümit ederken, AT Gümrük Birliği kapsamına ticaret ve rekabet politikalarını, standardizasyonun sağlanmasını, tüketimin korunmasını, patent, fikri haklar, teşvikler gibi bir dizi korumanın da top­luluk mevzuatına uyumlu hale getirilmesini istemektedir. Bu noktada Gümrük Birliğinin Türkiye'ye getirişini tekstil, hazırgiyim ve konfeksiyon sektörü açısından inceleyebiliriz. Herşeyden önce AT Türkiye'ye Gümrük Birliğine gidilmesi halinde tekstilde uyguladıkları kotaları kaldıracağını garanti etmemiştir. Bunlar Türkiye'nin AT'dan beklentileridir. Üste­lik AT halen 4. protokolle sağlanması gereken mali yardımı Yunanistan'ın veto etmesi nedeniyle vermemiştir. Bunların yanı sıra Türkiye'ye Toplu Konut Fonunu kaldıracağını AT'na beyan etmiştir ki buradaki kaybımız 2.5 milyar US $'dır. Bütün bu yukarıda sayılan konulara ek olarak AT ülke­lerinde uzun süredir devam -etmekte olan bir "resesyon" mevcuttur. Ekonomik durgunluk sonucunda AT ülkeleri bünyesinde işsizlik oranları % 11 'leri bulmuş durumdadır. İş­sizliğe çare olarak düşünülen çözümlerin başında özellikle de tekstil sektöründe olmak üzere "küçük ölçekli işletmelerin" teşvik edilmesi, bunların sayılarının artırılması ve bu iş­letmelerin uluslararası rekabete karşı korunması gelmekte­dir. Bu konu ile ilgili olarak AT Türkiye'nin topluluk mevzu­atına tam uyumu gerçekleştirmeden, Toplu Konut-fonu'nu kaldırmadan topluluk rekabet politikasını kabul etmeden AT'nm tekstil sektöründe uyguladığı kotaları kardırrhasmı uygulayacak "Ortak Gümrük Tarifesi" sonucunda ucuza it­hal edilen ara mallara uygulanacak yeni gümrük oranları da gözönüne alınırsa ihracat yapan firmaların maliyetlerinin iyi­ce artacağını da söyleyebiliriz. Buna mukabil, gümrük birli­ğine gidilmesi durumunda tekstil sektörünün tartışmasız fa­vorisi olan İtalya'nın, spor giyimde güçlü olan Almanya, İn­giltere ve Fransa'nın mallarının da pazarda bile zor durum­da kalacağı unutulmamalıdır. Hele Toplu Konut Fonu da kal­dırılırsa İngiltere ile 1840'larda Balta Limanı'nda imzalanan ticaret anlaşmasının aynısının 1995'te tekrarlanacağı söylene­bilir. 1840 Balta Limanı anlaşmasıyla Türk sanayisi o zamanlar tamamen yok olmuş ve kalitesiz fakat ucuz İngiliz kumaşına teslim olmuştur. Üstelik bu sefer durum daha da ciddi boyut­lardadır. Ucuz fakat "kaliteli" gelişmiş ülkelerin mamulleri tüm sektörlerde en üst düzeyde bir rekabete yol açacaktır ki bu da Türk ekonomisinin iflası olabilir. Bu durumda tekstil sektö­rü ayakta kalsa bile aynı teknede olduğumuza göre diğer sek­törlerin sonu tekstil sektörünün de sonu olabilir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005