|
Türkiye'de 1960-1990 Döneminde İzlenen Bazı Ekonomik
Politikalar
Prof. Dr. Necati Mumcu
I. 1960-1979 Dönemi
Türkiye'de 1960'ların ve 1970'lerin iktisadî
politikaları ithal ikamesine dayandırılmıştı, iç
piyasanın gümrük vergileri ve diğer araçlarla
korunması, daha önce ithal edilen ürünlerin ülke
içinde üretilmesi amaçlanıyordu.
Dünya'da bu politikayı benimsemiş olan ülkelerin
bir kısmı 'içe-dönük', bir kısmı 'dışa dönük', ve
bir kısımda dış 'karma' stratejiler izlemişlerdir.
İzledikleri stratejiye bağlı olarak da dış,
özellikle dış şoklar karşısında farklı konumda
olmuşlardır. Türkiye 1963-1977 arasında ithal
ikamesinin geniş ölçüde, 'içe dönük' türünü
uygulamış ve işe bu strate-ji'nin 'kolay' aşamasıyla
başlamıştır. Diğer bir söyleyişle, teknolojisi kolay
alanlara yönelmiş- tir. 1950'li yıllardaki
koordinasyon eksikliğini giderme! için de Devlet
Planlama Teşkilatı ku- rulmuştur. Ülke, en azından
1974 yılına kadar, büyük bir güçlükle
karşılaşmamış, tarımsal ih- racattan sağlanan
dövizler ve Avrupa'daki Türk İşçilerinin
gönderdikleri paralar önemli
bir finansman kaynağı olmuştur. Ayrıca, 1970
devalüasyonu işçi dövizi girişleri üzerinde olumlu
bir etki yapmıştır. 1960-1972 arasındaki dönem
hızlı büyüme yıllan olmuştur (ortalama % 6 civannda).
1970-1979 döneminde iç ve dış krizlerle
karşılaşılmıştır. Hızlı büyüme, özellikle birinci
petrol şokundan sonra tehlikeye girmiştir. Bununla
beraber, hızlı büyüme yıllannda reel ücretlerde de
önemli artışlar olmuştur. Bu dönemde reel üretimler
ikiye katlanmıştır. Daha sonra dışarıdaki resesyon
ve dış ticaret hadlerindeki bozulma, ithalatın
artışını sürdürmesine karşın ihracatta olumsuz
gelişmeler oldu. Türk parasının aşın değerli
tutulması da hem işçi dövizlerini ve hem de
ihracatı olumsuz etkiledi.
Bu olumsuz gelişmelerin olduğu bir ortamda gerekli
önlemler alınmadığı gibi yüksek büyüme politikaları
sürdürüldü. Yatırım hamlesine, gerek kamu kesiminde
ve gerekse özel kesimde devam edildi. Yatırımların
Gayrisafi millî hasıla içindeki payı 1973'teki %
18.1'lik düzeyinden 1977'de % 25'e yükseldi. (Bkz.
Pamuk 1998). Yüksek büyüme oranlan (1975 ve 1976'da
% 8.9) geniş ölçüde dış borç ve parasal
derneşiklerdeki önemli artışlarla sağlandı. 1975'te
döviz rezervleri tüketilmişti. Türk firmaları
Avrupa bankalanndan Türk hükümetinin kambiyo
garantisiyle kısa vadeli borçlanmaya gidiyorlardı.
Bu sübvansiyonlu borçlanma paranın aşın değerli
durumunu arttırıyor-du. İstikran oldukça olumsuz
etkileyen bir politika izleniyordu (Bkz. Arıcanh ve
Rodrik, 1990). S. Demirel hükümetinin başlattığı bu
Konvertibl Türk Lirası Mevduat projesinin de
katkılarıyla, dış borçlann GSMH içindeki payı %
9'dan % 24'e yükseldi (Pamuk 1998).
Yabancı borç verenler isteksiz davranmaya ve hatta
kredi taleplerini reddetmeye başlayınca da ciddi bir
likidite krizi ortaya çıkmıştır. Tüm göstergeler
krizin varlığını ortaya koyuyordu. Örneğin, büyüme
1978-1979 da % 1.3 düzeyine gerilemiş, imalât
sanayiinde büyüme - 0.9 düzeyine düşmüş, tarım
kesimi de daha az olmakla birlikte büyümesinde düşme
göstermiş, enflasyon görülmemiş boyutlara
ulaşmıştı ( % 100), (Bkz. Civcir 1996).
Sanayiin aşın derecede teşvik edilmesi sonucunda
tanmsal ihracat dahil, ihracat aleyhinde bu
gelişme, gelir bölüşümündeki eşitsizliğin artması,
daha fazla işsizlik, kaynaklann göreli olarak etkin
kullanılmaması, kullanılmayan üretim kapasitesi ve
sermaye kullanımının olumsuz etkilenmesi, ithal malı
girdilerin döviz teminindeki güçlükler nedeniyle
aşırı stoklarının bulundurulması zorunluluğu,
sanayinin idarî merkezler etrafında yoğunlaşması,
faal nüfusun yarısından fazlasının tarım kesiminde
istihdam edilmesi, sanayiin aşırı teşvikinin tarım
kesimi aleyhine bir gelişme göstermesi; projelerin
iyi seçilememesi, aşırı koruma nedeniyle döviz
kaybına yol açan endüstrilerin ortaya çıkması,
idarî denetleme ve kamu müdahalelerinin yüksek
maliyetlere ulaşması ve belirsizlik yaratması, özel
girişimin baltalanması, lisansların elde
edilmesindeki gecikmeler nedeniyle, fiili yatmmlann
kapasite hedeflerinin altında kalması, sanayi
kesiminin yatırılabilir fonlannın bir kısmının iç
ticaret hadlerinin tarım aleyhine gelişmesiyle
sağlanması, ödemeler bilançosu üzerindeki
baskıların artması, ihracat karamsarlığı,
karşılaştırmalı üstünlüğün ihmal edilmesi, sanayiin
sanayi ürünlerine olan talepten daha hızlı
gelişmesi, ihracat piyasalarıyla
karşılaştırıldığında iç piyasaya arzın daha kârlı
olması, konvansiyonel devalüasyonlara karşı politik
bir direnişin olması gibi genelde, özellikle içe
dönük olan, ithal ikamesi stratejisi aleyhine ileri
sürülen sonuçların önemli bir bölümü ortaya
çıkabilmiştir (Bkz. Mumcu 1984). Ayrıca politik
istikrarsızlık da durumu ağırlaştırmıştır.
Özetlersek, kamu yatırımlarına aşırı ağırlık
verilmesi, özel yatırımların kısıtlanması, yabancı
sermaye yatırımlarına olumsuz davranış içine
girilmesi; aşırı değerlendirilmiş para,
sübvansiyonlu faiz oranları; yüksek ücretler ve
yüksek destekleme fiatları (tarımda); hızlı bir
kronik enflasyon; döviz kıtlıkları; dış
ilişkilerdeki bozulmalar; özel kesim üzerindeki
kamu müdahalesinin artması, Kamu İktisadi
Teşebbüsleri'nin (KİT'ler) ürettikleri ürünlerin
Batlarının maliyetin altında tutulması; GSMH'daki
düşmeler; dış yardım ve kredilerin sağlanamaması
gibi bir durumla karşılaşılmıştır.
Daha önceki krizlerde olduğu gibi, (1958 ve 1970)
IMF devreye girdi. 1978 ve 1979'da uygulanan
istikrar politikaları başansız oldu. Bunun nedeni o
zamanki hükümetin deflasyonist bir politika izlemek
istememesiydi (Öniş, 1986).
II. 1980-1990 Dönemi
Nihayet, Demirel hükümeti Ocak 1980' de radikal bir
istikrar ve liberalizasyon paketini ilân etti. Şart
koşulanların yapılması sorunları çözecek ve
istenilen hedeflere ulaştıracak mı? sorusu
soruluyordu. Yoksa bir süre sonra yeniden aynı
noktaya gelinip aynı önlemleri tekrarlayacak mıydık?
Hele 1978 ve 1979'daki başansızlıktan-sonra,
ekonomide yapısal bir değişime ve dışa dönük bir
sanayileşmeye gidilmediği takdirde, özellikle
devalüasyonun etkileri konusunda kuşkular vardı.
(Bkz: Mumcu, 1980). Bu kuşkuları doğuran nedenleri
kısaca özetleyelim: 1) Türkiye'nin ithalatında ham
maddeler, yan mamuller ve sermaye mallan önemli bir
yer tutmaktadır, ithalat fiat değişmeleri
karşısında pek duyarlı değildir. İthalat gelire
değil, geniş ölçüde üretime bağlıdır, ithalat
daraltılırsa üretim azalır. 2) ithal mallarının
ulusal parayla ifade edilen Katlarının artması,
miktar ve dövizle ifade edilen değer azalsa bile,
ithalata yapılan harcamaları arttınr. 3) Ülke
içinde üretilen ürünlerin ithal mallan ile ikame
olanakları son derecede sınırlıdır. 4) Kısa dönemde
ihraç ürünlerinin arzı fiat değişmeleri karşısında
duyarlı değildi ve çoğu da tanmsal ürün olduğundan
arzda gecikme söz konusudur. 5) Uluslararası
piyasalarda, ihraç ürünleri bakımından Türkiye'nin
payı küçüktür ve fiatı etkileyemez. Yani, fiatı
kabullenen durumundadır. 6) Türkiye'de tüketim
mallan ithalatı önemsiz düzeyde, olduğundan, bu
mallarda ihracatın artıp ithalatın daralması
gerçekleşmez. 7) ihraç malları ve ithal mallarına
rakip ürünlerin üretimleri anmaz. Ancak eksik
kapasite varsa doldurulur, yoksa yeni yatırım
gerekir. 8) Üretimle dış harcama arasındaki farkın
azaltılması bir kapasite fazlası ve işsizlik yoksa
deflasyonist para ve maliye politikalarıyla
mümkündür. Kapasite fazlası ve işsizlik var
olduğuna göre, harcamaları azaltmaya gerek yoktur.
Koşulsuz verilen dış krediler de-valüasyonsuz da bu
işi görebilirler.
Bu koşullar altında şu sonuçların ortaya
çıkabileceği beklentisi vardı. 1) Gelirden yapılan
harcamalar dış ticaiet mallarından olan iç piyasa
mallarına kaydınlamaz. 2) Dolayısıyla ikame yoluyla
ihraç edilebilir bir mal fazlası yaratılamaz, ihraç
mallan arzı artmaz. 3) îhraç mallanılın ulusal
parayla ifade edilen fiatlannm artması ithal
mallarının ulusal parayla hatlarının artmasından
daha az olabilir ve dış ticaret hadleri olumsuz
etkilenebilir. 4) Spekülatif sonuçlar ortaya
çıkabilir. 5) Devalüasyondan sonra fi-at artışlan
bekleniyorsa ve bir süre sonra yeni bir devalüasyon
beklentisi varsa, harcamalar artacaktır. 6)
İthalattaki miktar kısıtlamaları kal-dmlmazsa ithal
malı girdilerin Batları daha da artar (aslında,
ithalat zonınlu olduğundan miktar kısıtlamaları
devalüasyonun bir alternatifi olarak ortaya
çıkmıştı) Bu durumda işçi dövizlerinin sürekli
olmaması, KİT'lerin zararlannın sürmesi, dış
kredilerin yeterli miktarda gelmemesi ya da aniden
kesilmesi halinde sorunlann daha da artabileceği
düşünülüyordu.
Bununla beraber, yukarıdaki sonuçların bir kısmı
ortaya çıkmadı; zira paket düşünülenden daha
kapsamlıydı ve belirtilen hususlar daha çok sabit
döviz kurlan altında geçerlidir. Ayrıca oluşacak iç
ve dış koşullar sonuçlan etkileyebilirdi. Nitekim
öyle de olmuştur. Örneğin 1980 Eylül'ünde askeri
yönetim iş başına gelmeseydi, İran devrimi olmasaydı
sonuçlar farklı olabilirdi.
Yukarıda değindiğimiz gibi, yeni politikaların kısa
dönemdeki amacı ödemeler bilarv-çosunda istenilen
iyileştirmelerin yapılması, enflasyon oranının
düşürülmesi yanında piyasaya dayalı ihracata dönük
bir ekonomi yaratmaktı. Bu paketin uygulanması büyük
oranlı bir devalüasyon yanında, ulusal paranın
değerinin enflasyon oranına göre sürekli
düşürülmesi, ticaret ve ödeme rejimlerinde daha
fazla liberalizasyon, fiat denetimlerinin
kaldırılması, KİT'lerin ürünlerinde büyük fiat
artışlan, bazı devlet sübvansiyonlannın
kaldırılması, faiz oranlarının serbest bırakılması,
ihracatta sübvansiyonlar ve diğer destekleyici
önlemler ve yabancı sermayeyi teşviki ile
başlamıştır. (Pamuk 1998). Ayrıca reel ücretlerin
düşürülmesi ve tarımsal üreticilerin gelirlerinin
düşürülmesi amaçlanıyordu.
Türkiye'nin 1980"den başlayarak istikrar ve
liberalizasyon konusunda önemli bir başarıyı
yakaladığı, ilginç bir dönüşüm (transformasyon)
sağladığı, benzeri diğer ülkelere örnek olduğu
söylendi. Bununla beraber, gelişmelerin reel
ekonomi üzerindeki ve uzun dönem büyümesi
üzerindeki etkilerinin pek parlak olmadığı
söylenmektedir (Bkz. Ancanlı ve Rodrik 1990).
Ancanlı ve Rodrik'i (1990) izleyerek yeni
politikaların izlendiği alanları şöyle
sıralayabiliriz; döviz kuru politikası, kemer sıkma
ve ihracata yönelme, KİT refomu ve özelleştirme,
fınansal liberalizasyon, ithalatta liberalizasyon,
dolaysız yabancı sermayenin teşviki.
Döviz Kuru Politikası: Daha önce de belirttiğimiz
gibi, döviz kurlanndaki değişmeler sabit kur
rejimlerinde dalgalanan kurlara göre farklı etkiler
gösterirler. Bazı iktisatçılar (Bahmani-Oskooe,
Mohsen, 1988) Yunanistan, Hindistan, Kore ve Tayvan
için 1973-1980 döneminde bu önermenin doğruluğu
hususunda kanıtlar ortaya koymuşlardır. Özellikle
birinci petrol şokundan sonra birçok ülke sabit kur
rejimini terketmiştir.^Türkiye ise sabit kur
rejiminde kalmayı sürdürmüştür. Ocak 1980
devalüasyonunun ardından karaborsa primi de önemli
ölçüde azalmıştır. Diğer ülkelerle olan enflasyon
farkını telafi için kur ayarlamaları kısa
aralıklarla, daha sonra Mayıs 1981'den itibaren
günlük olarak yapılmaya başlanmıştır. Sabit kurlar
bir bakıma ekonominin kapalı olmasının bir
göstergesiydi. Aşırı değerli ulusal para, ihracatı
kösteklediği gibi ülke içinde talep yaratıcı bir
etkide de bulunuyordu. Aynca ticarette
liberalizasyonun etkili olabilmesi için de aktif bir
döviz kuru politikası gerekliydi. (Baysan ve Blitzer,
1990, Ancanlı ve Rodrik 1990) Bununla beraber, sık
tekrarlanan döviz kuru ayarlamalannın da
enflasyonist etkisi olabileceği de unutulmamalıdır
(Mumcu, 1979).
İthalatta Liberalizasyon: 24 Ocak Kararlarını
izleyerek ticarette damga resmi % 25'ten % l'e
indirildi. 29 Aralık Kararlarını izleyerek de ithal
teminatlan sanayiciler için % 10'dan % 7.5'e
ithalatçılar için % 20'den % 15'e indirildi. (Kazgan,
sa: 395) 1984'te ithalat rejiminde daha köklü
değişiklikler yapılmıştır (1984 öncesi durum için
Bkz: World Bank 1982). 1984'te hangi malların ithal
edilemiyeceği, hangilerinin lisansa tabi olacağı
açıklanmıştır. Daha önceki sistemde spesifik olarak
belirtilmeden efektif olarak yasaklanmıştı (Ancanlı
ve Rodrik, 1990).
Böylece ulusal paranın aşın değerlenmesine,
dolayısıyla talep artışlarına yol açan miktar
kısıtlamaları da azaltılmış olmaktadır.
Dolaysız Yabancı Yatırımların Teşviki: Dolaysız
yabancı yatırımcıların özellikle çok uluslu
şirketlerin ihraç mallarının pazarlanma-sında
mühendislik endüstrilerinde parça üreticisi ve
ihracatçısı olarak yararlı olabilecekleri ileri
sürülmüştür (Bkz: World Bank 1982). Bürokratik
engeller azaltılmış, bazı sınırlamalar
kaldırılmıştır.
KİT Reformu ve Özelleştirme: 1970'lerin ikinci
yarısından sonra KİT'lerin zararlannı, sabit
sermaye yatınmlarıru, ve işletme sermayesi
artışlarını karşılamak için finansal gereksinimleri
çok hızlı bir artış göstermiştir. KİT'lerin toplam
finansman gereksinmeleri 1975'te 47.7 milyar
düzeyinden 1979'da 308.1 milyar düzeyine çıkmış
bulunuyordu (World Bank 1982). KİT'lerin çoğunun
ürettikleri ürünlerin hatlarının arttırılmasıyla,
bunların zararları reel olarak 1980'de yarıya
indirildi. Bununla beraber, bunların yatırım
harcamalarının reel değeri artışım
sürdürmektedir. Reel ücretlerin düşürülmesi kamu
kesimi harcamalarının GSMH içindeki payının
daraltılmasında yardımcı olmuştur (Bkz. Ancanlı ve
Rodrik, 1990).
Özelleştirmenin amaçlan önceliklerine göre
sıralanmış bir biçimde ortaya konulmuş değildir.
Kapsamlı bir özelleştirme modeli yoktur. Küçük
ölçekli kumluşlardan başlanarak büyük ölçeklilere
neden geçilmiyor? Satışlar nasıl yapılacak, rekabet
eksikliği nasıl giderilecek? Yöntem ne olacak? Tüm
bunlar belirsiz kalmıştır. Teletaş dışında önemli
bir ilerleme de kaydedilmemiştir.
Finansal Liberalizasyon: Ocak 1980 paketi daha
sonra genişletilerek bazı finansal liberalizasyon
önlemlerine de yer verilmiştir. Finansal
liberalizasyon teorik olarak (Bkz. McKinnon 1973 ve
Shew 1973), reel faiz oranlarını yükseltip tasarruf
akımını arttırarak, 'finansal derinleşme'yoluyla
sabit sermaye yatırımlarım arttıracağı ve yatırım
projelerinin libe-ralize edilmiş piyasalar
tarafından finanse edileceği, bu projelerin daha
önceki "bastırılmış" rejime göre daha produktif
olacakları, dolayısıyla ekonominin büyüme
performansının gelişeceği gibi gerekçelerle
savunulmaktadır. (Yülek, 1996). Türkiye'de bu
sonuçlar elde edilememiştir. Ayrıca uygulama bazı
krizlere de yol açmıştır. Kanımızca finansal
liberalizas-yona erken geçilmiş olması yerinde
değildi.
İhracat Hamlesi: Yeni politikaların başarılı olduğu
alanlardan biri ihracattaki artış olmuştur. İhracat
1979'da 2.3 milyon dolar olduğu halde, 1985 ve
1990'da sırasıyla 8 milyar dolara ve 13 milyon
dolara, yükselmiştir. Kuşkusuz, 1980'deki reel
devalüasyon yanında, askerî yönetimin işçi
çıkarmalanna getirdiği yasaklar, cömert sermaye
girişleri, vergi iadesi, ihracat kredileri, döviz
tutma izni verilmesi gibi önlemlerin de rolü olmuş
ve sanayi ürünleri , için bir arz fazlası
yaratılabilmiştir. Önemli bir nokta, ihracat
artışının daha önceki ithal ika mesi endüstrilerini
mevcut kapasitelerinin kul lanılmasıyla
gerçekleştirilmiş olmasıdır. Ayrıca, ihracatta
sanayi ürünlerinin payı da önemli ölçüde artmıştır.
İhracattaki artışın bir kısmının hayalî olduğu
iddialarında da gerçek payı vardır. Başlangıçtaki
artışta İran ve Irak arasındaki savaş da rol
oynamıştır. Daha sonra durum değişmiştir. OECD
piyasası uyguladıkları kota-lara rağmen gelişme
göstermiştir.
Yeni politikaların sonuçlarına gelince, burada,
ihracattaki gelişme bir tarafa bırakılırsa, reel
ekonomi açısından farklı bir durumla
karşılaşılmıştır. Olumsuz gelişmeler özellikle gelir
bölüşümü, dolaysız: yabancı yatırımlar, iç
yatırımlar ve fiskal alanla kendini göstermiştir.
Kamu açığı sorunu halâ çözülememiştir. İhracat
performansı dış borç servisini sürdürmede yeterli
olmamıştır. Yüksek faiz oranlan iç borç servisi'nin
maliyetlerini artırmaktadır. Reel döviz kuru
politikası devletin reel hasılat bazını
aşındırmaktadır. Küçük tasarruflar erozyona
uğramış, servet temerküzü artmış, tasarruflarda
önemli bir artış sağlanamamış, özel sektörün imalat
sanayii yatınmlan beklenenin altındadır. Dolaysız
yabancı yatırımların katkı-sı çok az olmuştur. Reel
ücretlerde ve tarım ke-simindekilerin gelirlerinde
önemli reel kayıplar oluşmuştur (Bkz. Rodrik ve
Arıcanlı 1990).
Yeni bir orta vadeli istikrar programı anlayışları
başlamıştır.
|