Türkiye'nin Dış Politika Öncelikleri
Hikmet Çetin
Türkiye'nin dış politikasını irdelerken, öncelikle
ülkemizin kendine özgü benzersiz ve tarihsel
birikimini gözönünde tutmak durumundayız.
Balkanlar, Karadeniz, Kafkaslar, Orta Doğu ve
Akdeniz'i kucaklayan bu çok duyarlı coğrafyanın
ortasında yer almak, Türkiye'ye bir çok
sorumluluklar getirmekte, aynı zamanda geniş bir
alanda işbirliği olanaklan sağlamaktadır.
Tutarlı, ilkelerine bağlı ve sözüne güvenilir bir
dış politika izleyen Türkiye, bölgesinde ve
uluslararası boyutta son yıllarda üstlendiği roller
ve gerçekleştirdiği somut katkılarla sesini daha
çok duyuran, sözünü daya iyi dinleten bir ülkedir.
Türkiye'nin Somali'den Bosna-Hersek'e, Balkanlar'dan
Kafkasya'ya uzanan geniş bir coğrafyada,
uyuşmazlıkların çözümü için gösterdiği çabalar ve
yaptığı katkılar, kuşkusuz zihinlerde gereken
izleri bırakmıştır.
Türkiye, çoğulcu demokrasi, hukukun üstünlüğü,
sosyal adalet gibi çağdaş ilkelere sarılmış bir
ülkedir. Halkımızın seçtiği idealler ve beklentiler,
yerkürede giderek daha çok paylaşılan değerlerdir.
Türkiye, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı
hedeflemiştir. Gerek bu hedefin gerçekleştirilmesi,
gerek halkımıza özlediği ekonomik refahı ve sosyal
adaleti sağlayabilmemiz, bölgemizde ve dünyada
barış, istikrar ve güven ortamı yaratabilmemize
bağlıdır. Türkiye bu amaçla uzun erimli, akılcı,
gerçekçi politikalar yürütmelidir. Türkiye
bölgesinde, çevresinde bir barış kuşağı yaratmak,
siyasi ve ekonomik işbirliği ortamlarını
geliştirmek, bu yönde insiyatif almak durumunda
olan bir ülkedir. Bizim için kendi refah ve
mutluluğumuz kadar, bölgemizin esenliği de
önemlidir. Çevremizdeki ülkelerle, uluslararası
hukukun temel ilkelerine ve karşılıklı çıkarlara
saygı esasına dayanan dostluk ve komşuluk ilişkileri
kurmak Cumhuriyet hükümetlerinin temel
politikalarından olmuştur,
Türkiye gerek jeopolitik konumu, gerek bağlı olduğu
evrensel değerler ışığında, uluslararası gelişmeleri
yakından izlemek, bunları etkilemek durumundadır. Bu
bakımdan, dünyamızda son yıllarda yaşanan
gelişmeleri iyi değerlendirmekte yarar vardır.
Uluslararası ilişkilerde 1989'dan bu yana çok
önemli ve beklenmeyen değişiklikler yaşandı. Soğuk
savaş sona erdi. İki kutuplu, iki bloklu dünya
geride kaldı. Eski Sovyetler Birliği dağıldı.
Yugoslavya parçalandı. Varşova Paktı feshedildi.
NATO, eski hasımlarına işbirliği ve dostluk elini
uzatmaya başladı.
Yeni Avrupa mimarisinde NATO, Avrupa Birliği (AB),
Batı Avrupa Birliği (BAB) ve Avrupa Güvenlik ve
İşbirliği Teşkilatı (AGİT) birbirini tamamlayan
örgütler olarak yeni roller almaya başladılar.
Avrupa'da Doğu-Batı kavramı, yerini, tek ve bütün
bir Avrupa idealine terk etti.
Bölgeselleşme olgusu giderek yaygınlaşmaya başladı.
Avrupa'dan sonra Amerika' da, Asya'da ve Pasifik'te
serbest ticaret bölgeleri, bölgesel işbirliği
projeleri gibi olgular önem kazandı.
Önümüzdeki dönemde iki bloklu dünya yerine,
varlıklı kuzey ile yoksul güney arasında artacak
olan farklılığın ve çelişkinin dünyada yeni
bölünmelere yol açması tehlikesi vardır. Dünya buna
çözüm bulmak zorundadır.
İnsan haklarına dayalı, çoğulcu ve katılımcı
demokrasi, hukukun üstünlüğü, sosyal adalet gibi
temel değerler daha geniş kitleler-ce paylaşılmaya
başlandı. Bunların büyük ekonomik farklılıklara yol
açmaması için gerekli çaba çok yönlü olarak
gösterilmelidir.
Tüm bu değişim ve dönüşümler, Türkiye'yi gerek
jeopolitik ve stratejik konumu, gerek tarihsel
birikimleri ile ön plana çıkardı. Türkiye,
uluslararası gelişmelerin ağırlıklı bir bölümünün
yaşandığı Avrasya'nın kalbinde bir ülke konumunu
aldı.
Uluslararası ilişkilerde umut verici tüm
değişikliklere karşılık, saldırganlık, hegemon-yacılık,
yabancı düşmanlığı, hoşgörüsüzlük ve terörizm gibi
tehditlerin de kol gezmeye başladığını gördük. Soğuk
Savaş bitmiş, ancak bu kez de dünyayı bir sıcak
barış dönemi sarmıştı. Bölgesel savaşlarda
yüzbinlerce insanın yaşamını yitirdiği, milyonlarca
insanın yerinden yurdundan olduğu bir süreci
yaşamaktayız. Bu çatışmaların biran önce
durdurulması ve sorunlara barışçı çözümler
bulunması en önemli konu haline geldi. Uluslararası
örgütlerin bu sorunlara çözüm bulmaması durumunda,
haklı olanın değil güçlü olanın ödüllendirildiği
karmaşık bir döneme girilmiş olacaktır.
Böyle bir uluslararası ortamda, Türkiye'nin
bölgesel istikrarın kurulmasına yönelik
politikalarının ve bu alandaki öneminin giderek
daha iyi algılanmaya başlamasını umut verici bir
gelişme olarak görüyoruz.
- Türkiye, uluslararası toplum tarafından
paylaşılan normların çifte standardlı yaklaşımları
dışlayan, eşit ağırlıklı ve ilkeli bir şekilde
uygulanmaları gerektiğini savunmaktadır. Bu
uygulamaların dikkatli bir izleyicisidir. Sınırların
silah zoru ile değiştirilemeyeceği ve kuvvete
başvurularak yaratılmaya çalışılan oldu binilere
yasallık kazandırılmayacağı ilkelerini, Bosna-Hersek'te
nasıl dikkat ve özenle
gözettiyse, Kafkasya'da da aynı inanç ve
kararlılıkla savunmaktadır.
Gerek küresel, gerek bölgesel ilişkiler bazında
önemi artan Türkiye, Avrupa Birliği' ne (AB) tam
üyeliği hedeflemiştir. Ulusumuz, kendi inançlarını,
kendi kimliğini koruyarak, Avaıpalı değerleri
paylaşmalıdır. Türkiye'nin Avrupa Birliği içinde yer
alması Avrupa kültürüne zenginlik katacaktır.
Atatürk'ün çizdiği bu hedef, 1963 Ankara Anlaşması
ile yeni bir aşamaya girmiştir. Kuşkusuz, bu süreç
Türkiye için olduğu kadar Avrupa'nın da
yararınadır. Türkiye, kendi hak ve çıkarlarını en
iyi şekilde kollayarak, Avrupa Birliği içinde yer
almalıdır. Türkiye'siz bir Avrupa olamayacağını
savunan ve nihai hedef olarak AB içinde tam üyeliği
benimsenmiş olan Türkiye, 6 Mart'ta Gümrük Birliği
kararı alınmasıyla bu yönde önemli bir adım
atmıştır. Ancak bütün bunları gerçek boyutları ile
değerlendirmeliyiz.
- Demokrasi ve insan hakları ayrılmaz bir bütündür.
Günümüzde artık insan hakları bir ülkenin iç işi
olarak görülmemektedir. Bir ülkenin demokrasisinin
işlerliği, uluslararası ilişkilerini etkileyen bir
unsur haline gelmiştir. Türkiye olarak, kendi
halkımız, ulusumuz ve ülkemiz için demokrasi ve
insan hakları önündeki engelleri kaldırmalıyız. Bunu
yaparken üyesi olduğumuz uluslararası örgütlerin
standartlarını da yerine getirmiş oluruz.
Türkiye, insan haklan konusundaki Avrupa ve
Birleşmiş Milletler Sözleşmelerinin bir çoğunu
imzalamıştır. İnsan hakları alanında genel standartı
yakalamak, Türkiye'nin dış politikasına da kuşkusuz
güç katacaktır.
- Türkiye, Avrupa-Atlantik ailesi ile Avrasya
uluslarını bağlayan işbirliği zinciri içerisinde
yer alan önemli halkalardan birini oluşturan
Balkanlarla ilişkilerine önem atfetmektedir.
Bosna-Hersek soranıma, Bosna-Hersek'in
bağımsızlığının, birliğinin ve toprak bütünlüğünün
korunması ilkelerine dayanılarak çözüm
bulunmalıdır. Saldırganlığa, uzlaşmazığa son
verdirilmelidir. Uluslararası camianın daha kararlı
ve daha etkin hareket etmesi çözümü
kolaylaştıracaktır. Türkiye'nin oluşumuna katkıda
bulunduğu, Boşnak-Hırvat Fe-derasyonu'na işlerlik
kazandırılması için çabalara devam edilmelidir.
- Türkiye, Orta Asya'daki kardeş Cumhuriyetler ve
Azerbaycan ile eşit, bağımsız ve egemen devlet
ilişkileri çerçevesinde giderek gelişen, sağlam,
kalıcı işbirliği bağları kurmaktadır. Türkiye
kardeşlik bağları ile bağlı ol-duğu Azerbaycan'a
desteğini sürdürmek zorundadır ve daima
sürdürecektir. Azerbaycan-Ermeriistari
uyuşmazlığının barışçı yoldan çözümü için
oluşturulan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı /
Minsk Grubu çalışmalarına faal bir şekilde katılan
Türkiye, bu konuda her türlü katkıyı yapmayı aktif
olarak sürdürmelidir.
- Kafkasya'da istikrar bir türlü sağlanamamışken
Çeçenistan'da meydana gelen gelişmeler bölgedeki
siyasi uyuşmazlıklara bir yenisini daha eklemiştir.
Türkiye bundan büyük endişe duymakta, uyuşmazlığın
barışçı yöntemlerle çözülmesini dilemektedir.
Türkiye, bu konuda da gerekli duyarlılığı
sürdürmelidir.
Türkiye kendi bölgesinde birçok işbirliği
platformları yaratmaya çalışmaktadır. Türkiye'nin
bölgedeki çok taraflı girişimleri arasında yer alan
Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) ve Ekonomik
İşbirliği Örgütü (ECO) bu çabaların ürünüdür.
Türkiye, 1976'dan bu yana İslâm Konferansı Örgütü
üyesidir. 52 ülkeden oluşan ve uluslararası toplumun
yaklaşık 1/3'ünü kapsayan İsâam Konferansı
Örgütü'nün çalışmalarına etkin bir şekilde
katılmaktadır.
- Türkiye'nin dış politikasında Orta Do-ğu'nun önemi
büyüktür. Biz bu bölgenin, üç önemli ülkesi İran,
Irak ve Suriye ile komşuyuz. Bölge ile, tarihsel,
kültürel, dinsel bağlara sahibiz.
Körfez Savaşından bu yana beş yıla yakın bir süre
geçmiş olmasına rağmen bölge istikrara
kavuşamamıştır. BM Güvenlik Konseyi kararları
çerçevesinde uygulanan yaptırımların sürmesi, Irak
halkını büyük yokluklarla, sıkıntılarla karşı
karşıya bırakmıştır. Irak'a uygulanan ambargo
nedeniyle Türkiye büyük ekonomik zararlara
uğramıştır. Ambargonun ekonomimiz üzerinde yarattığı
ağır yükün, toplumsal yansımaları olmuştur. Bölgede
durumun normalleşmesi dileğimiz ötesinde ya-ranmızadır.
Ancak bu husus tabiatıyla Irak'ın BM Güvenlik
Konseyi kararlarını tam anlamıyla uygulamasına da
bağlıdır. Türkiye komşu Irak'ın toprak bütünlüğünün
ve birliğinin korunmasını bölgede barış ve istikrar
için de zorunlu görmektedir.
Orta Doğu barış süreci tüm bölge için yeni bir
şanstır. Türkiye barış sürecini başından beri
desteklemiştir. Biz Filistin halkının davasını
desteklemekteyiz ve Filistinli kardeşlerimize her
türlü yardımı yapma çabasın-dayız. Zira, ekonomik
kalkınma olmadığı sürece bansın önündeki engeller
süregidecektir. İsrail ile ilişkilerimiz de barış
sürecinin yarattığı olumlu ortamın da katkısıyla
son yıllarda giderek gelişmektedir,
- 2000'li yıllara, yeni bir çağa doğru hızla
ilerlediğimiz bir dönemde dünyamızda birçok
çatışmalar geleceğe yönelik belirsizliklerin ve
tehditlerin devam etmesi acıdır. Uyuşmazlıkların
banşçı yollarla çözümlenemediği bir dünyanın
geleceğe uyum içinde ilerlemesi çok güçtür. Bu
sorunları aşabilmek, gelecek nesillere daha
gönençli, daha mutlu bir dünya bırakabilmek için
uluslararası örgütlere ve onları oluşturan
devletlere önemli görevler düşmektedir.
Türkiye 72 yıldır yurtta ve dünyada barışa katkıda
bulunarak bu alanda kendi üstüne düşen görevi
yerine getirmektedir.
|