|
Türkiye Neden Kalkınamıyor?
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan
bugüne, halkın ve yöneticilerin birbirlerine en çok
sordukları soru şu; " Türkiye Cumhuriyeti kurulalı
70 yılı aştı. Ülke olarak, İkinci Dünya Sa-vaşı'na
da katılmadı. İkinci Dünya Savaşı'na katılıp ve
mağlup olan Almanya ve Japonya, 50 yılda dünyanın en
kalkınmış ülkeleri arasına girdiler. Türkiye, ise
hâlâ kalkınmakta olan ülkeler arasında yerini
alıyor. Acaba, Türkiye neden kalkınamıyor?"
Gerçekten öyle. İkinci Dünya Savaşı'nda, Almanya ve
Japonya yerle bir olmuş, tüm askeri gücünü
kaybetmişti. Adeta bu iki ülke, birer harabeye
dönmüştü. Ancak savaşın bitiminden sonra hızlı bir
kalkınma temposuna girdiler ve bugün dünyanın en
kalkınmış ülkeleri arasında yerlerini aldılar.
Özellikle sanayi alanında, bu iki ülke büyük bir
devrim yaptılar. Makina Sanayi alanında Almanya,
Elektronik ve Bilgisayar Sanayi alanında Japonya en
büyük gücü oluşturdular. Ya Türkiye?
Türkiye'nin kalkınamamış olmasının başlıca sebebleri
arasında, tarihi, coğrafî, sosyal ve psikolojik
nedenler yer almaktadır. Türkiye'nin Yakın
Tarihi'nde yaşanan olaylar, kalkınma hızını büyük
ölçüde etkilemiştir. Özellikle Osmanlı
İmparatorluğu'nun son dönemindeki savaşlarda
peşpeşe büyük yenilgilerin yaşanması ve bu
yenilgilerin Birinci Dünya Savaşı ile
noktalanmasıdır. Peşpeşe yenilgiler sonucunda,
Osmanlı'nın Ordu düzeni iyice zayıflamış ve
Çanakkale Savaşı öncesinde, Osmanlı ordusundaki
asker sayısı iyice azalmıştı. Bu nedenle, Çanakkale
Savaşı'na büyük oranda bilim adamı katılmak zorunda
kalmıştır. Savaş esnasında, öğrencisiyle, hocasıyla
tümü Çanakkale cephesine gittiğinden, İstanbul ve
diğer Osmanlı şehirlerindeki medreseler, okullar ve
üniversiteler kapanma noktasına gelmiştir. Sonuç
olarak, ülke savunması için, yüzbinlerce bilim adamı
ve bilim adamı adayı olan genç nesil şehit
olmuştur. Nitekim Milli Şairimiz Mehmed Akif Ersoy'
un ; "Bir hilâl uğruna Ya Râb ne güneşler batıyor?"
diye vurguladığı güneşler, bilim adamı ve bilim
adamı adayı olan genç nesildir.
Oysa, Almanya ve Japonya, Osmanlı İmparatorluğu'nun
düşmüş olduğu bu elim duruma düşmemiştir. Birinci ve
İkinci Dünya Savaşları esnasında, tüm Alman ve Japon
bilim adamları ülke dışına çıkarılmış ve savaş
sonrası tekrar yurtlarına dönerek, çalışmalarına
kaldıkları yerden başlayarak devam etmişlerdir.
Dolayısıyla kalkınmasına kısa süre ara veren Almanya
ve Japonya, kaldığı yerden devam etmişlerdir.
Türkiye için durum böyle değildir. Genç Türkiye
Cumhuriyeti kurulduğunda, ülke savaş enkazı altında
ezilmekte ve bilimsel çalışmalar durma
noktasındadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan
harf devrimi ve bu devrimi Anadolu halkının ilk anda
benimsememiş olması, duraksama dönemini biraz daha
uzatmıştır.
Türkiye'nin kalkınamamasında etkili olan diğer bir
neden coğrafîdir. Gerçekten ülkemizin coğrafî
yapısı, diğer kalkınmış ülkelere hiç benzemez.
Özellikle Almanya ve Japonya'da coğrafî yapı
yeknesaklık gösterirken, ülkemizde çeşitlilik arze-der.
Coğrafî yapısında pek fazla çeşitlilik olmayan
Almanya ve Japonya için, hazırlanan tek bir kalkınma
modeli yeterli olmuştur. Ancak ülkemizin coğrafî
yapısı, tek bir kalkınma modelinin uygulanmasına
imkân tanımaz. Çünkü Türkiye; 7 büyük coğrafî Bölge,
21 coğrafî Bölüm ve çok sayıda coğrafî yörelerden
oluşmaktadır. Birbirine çok yakın olan yöreler
içinde bile oldukça belirgin farklılıklar görülmekte
ve bu toprak parçacıkları alt yörelere veya
yöreciklere ayrılmaktadır. Örneğin İğdır yöresi Ağrı
ve Kars yöresine, Erzurum yöresi Erzincan yöresine
hiç benzemez. Hele Çoruh ve Kelkit nehirleri
boyunca, kısa mesafelerde, birbirlerinden oldukça
farklı yöreler yeralmaktadır. Bu farklılık,
Anadolu'nun her tarafında görülmektedir. Anadolu,
küçük bir toprak parçası değil, adeta dev bir
kıtanın sıkıştırılmış halidir. İşte bu nedenledir
ki; yerli ve yabancı literatürlerde, Anadolu'nun
adı; "Küçük Asya (Minör Asia)" olarak geçer.
Coğrafî özellikler bakımından koskoca bir kıta
özelliği gösteren Türkiye'de, tek bir kalkınma
modeli uygulamak imkansız ve yersizdir.
Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne, ülkeye getirilmek
istenen ithal kalkınma modelleri, malesef ülkenin bu
özelliğinden dolayı uymamıştır. Bu sebeble, kalkınma
süreci içinde tamiri imkansız hatalara düşülmüştür.
Bugün Türkiye genelinde, temeli atılıpta çürümeye
terkedilen, hizmete giripte atıl durumda olan sanayi
tesislerinin sayısı oldukça fazladır.
Sosyal ve pisikolojik olarak, Türkiye; hızlı
kalkınma sürecinin içine bir türlü girememiştir.
Türk İnsanı, sürekli olarak horlanmış ve
küçümsenmiştir. Bir zamanlar tüm dünyaya hükmeden
bir millet için; "Türk İnsanı, bir toplu iğne bile
yapamaz." denilerek, sanayileşme ufku
kapatılmıştır. Öte yandan, kalkınmanın temel taşını
oluşturan bilim adamlarına gereken önem verilmemiş
ve bilimsel araştırmalara yeterince yatırım
yapılmamıştır. Bilimsel araştırma yapamayan bilim
adamları, toplum içinde saygınlığını yitirmiştir.
İstanbul'un fethedilmesinden sonra şehre girişte,
çiçek sunanlara; "Bunları hocam Akşemseddin'e
veriniz." diyen Fatih Sultan Mehmed, Hocasının
atının ayağından sıçrayan çamurlu kaftanını, "Bu
kaftanı ölürken kefenimin yanına koyunuz." diyen
Yavuz Sultan Selim gibi yöneticileri, henüz genç
Türkiye Cumhuriyeti yetiştirememiştir. Genç Türkiye
Cumhuriyeti'nde analar, henüz Fatih'ler, Yavuz'lar,
Kanuni'ler doğuramamıştır. Yine analar, Fatih gibi
bir padişahı eğiten Akşemseddin'ler
yetiştirememiştir.
Türkiye Cumhuriyeti, bugün içinde bulunduğu
kalkınma-mışlık sendromunu aşmak istiyorsa,
herşeyden önce tarihinden ders almalıdır. Türkiye
için uygulanacak olan kalkınma modelleri, ülkenin
coğrafî yapısından kaynaklanan çeşitliliğe uyum
sağlamalıdır. Türk İnsanı, kalkınma yolunda düşmüş
olduğu ezikliği ve aşağılık duygusunu aşmalıdır.
Genç Türkiye'nin genç nesli, kendine güvenmelidir.
Bilime ve bilim adamına gereken önem verilmelidir.
Aksi takdirde, Türkiye; kalkınma yolunda daha uzun
yıllar emeklemeye devam edecektir. Bu gerçek böyle
biline...
Doç. Dr. Ramazan OZEY
|