Türkiye İçin Ekonomi Politikası Çerçevesi
Türkiye gibi enflasyon oranının büyük kamu kesimi
açıklarından kaynaklanarak denetim dışı boyutlara
ulaştığı ülkelerde, kamu giderlerini ve oradan
giderek toplam talebi kısıtlayıcı politikalar, fiyat
artışlarının gerilemesinin yanı sıra kaçınılmaz bir
şekilde kısa dönemde reel GSMH gerilemesine yol
açmak durumundadır.
Vergilerin artırıldığı, kamu giderlerinin kısıldığı
bir dönemde öncelikle kronik bütçe açıklarının
dengeye girmesi, daha sonra da bütçe fazlalarının
ortaya çıkması olasıdır. Bu ortamda, ortaya çıkacak
durgunluğun derecesine göre bu fazlaların
kullanılması, gerektiğinde derece derece bazı yeni
kamu yatırımlarının başlatılması uygun olabilir.
Bununla birlikte bu tür yatırımlar özellikle
başlangıçta, kısa sürede gelir getirici yatırımlar
olmalı ve enflasyonu yeniden beslememelidir.
Buraya kadar gerek vergi yükünün artırılması ve
gerekse kamu giderlerinin kısılması ve sonuçta bütçe
fazlasına yönelik bir politikayı ileri sürerek,
Keynesyen maliye politikası uygulamanın
gerekliliğini vurgulamış oluyoruz.
Gelirlerin artmaya ve giderlerin düşmeye başladığı
ortamda hazine borçlarının özelleştirme gelirleriyle
de takviye edilerek geri ödenmesine ya da en
azından yeni ve büyük yatırımlara girişerek bu
borçların artmasına engel olmaya çalışmak
gerekmektedir. Hazine borçlarının geri ödenmeye
başlanması, bir yandan piyasada, yukarıda sayılan
önlemlerin yaratacağı likidite ve dolayısıyla talep
daralmasını giderecek ve durgunluğa doğru gidişi
kaçınılmaz olan ekonomiye bir genişleme sağlayacak,
öte yandan da hazinenin özel kesim kuruluşlarını
piyasadan itmesi etkisini yavaş yavaş ortadan
kaldıracak ve özel kesim kuruluşlarının fon bularak
yatırım yapmalarına ve kamu kesiminin yarattığı
boşluğu doldurmalarına imkân verecektir.
Bununla birlikte konu aşırı talebin baskısını
gidermek olduğu için ilk aşamada elde edilecek
fonların T.C. Merkez Bankası'na olan borçların
ödenmesinde kullanılması, uygulanacak para
politikasının başarısı için şarttır. Piyasaya olan
borcun ödenmesi daha çok talebin kısılmasına değil
yer değiştirmesine yol açacağı halde Merkez
Bankası'na dönen para sterilize olur.
Para politikası araçlarının, yukarıda açıklanan
maliye politikası araçlarıyla bir bütünlük içinde
uygulanabilmesi için, hazinenin Merkez Bankası'na
yönelik kullanımları terk edilmelidir. O halde
burada monetaristler ve yeni klasik iktisatçıların
görüşü paralelinde sabit bir parasal büyüme
kuralını savunmuş oluyoruz. Bu politika maliye
politikasıyla eşanlı olarak uygulamaya konulması
gereken bir politikadır. Bir başka deyişle toplam
talebi denetim altına alacak maliye politikası
önlemleri uygulanırken, tersine bir genişlemeci
para politikası uygulanması alınacak sonuçları yok
eder.
Başlangıçta maliye politikasına yardımcı olarak
kullanılacak olan para politikası araçları, zaman
içinde, maliye politikası önlemlerinden alınacak
sonuçlara göre bu politikanın yerini alacak şekilde
kullanıma hazır tutulmalıdır. Bir başka deyişle
enflasyon, maliye ve para politikası ortak
uygulamasıyla düşürüldükten sonra, bu noktaya kadar
maliye politikası araçlarına verilen ağırlık para
politikası araçlarına devredilmelidir.
Bütün bu açıklamalar Türkiye'de siyasal iktidarın
ekonomik kararlara doğrudan müdahalesini önleyecek
düzenlemelere gidilmesinin zorunlu olduğunu ortaya
koymaktadır. Bu husus Türkiye açısından
özelleştirmeden daha önemlidir. Zira siyasal
iktidarın ekonomiye bu denli ayrıntılı olarak ve
rahatlıkla karışabilmesi özel kesim için de ciddi
bir tehlikedir.
Burada ortaya koyduğumuz yaklaşımla daha önce
değindiğimiz kurallar mı, seçimlik politikalar mı
tartışmasında değindiğimiz hususlar arasında bir
çelişki olmadığını belirtmemiz gerekir. Türkiye gibi
henüz kuralların oturmadığı ülkelerde siyasal
iktidarlar öncelikle ekonomiye kendilerinin
müdahale etmesini önleyecek kuralları koymak için
müdahale etmek zorundadırlar.
Türkiye gibi ülkelerde en önemli alt politika
araçlarından birisi kamu iktisadi teşebbüslerinin
özelleştirilmesidir. Bu politika bir yandan, zarar
eden bu kuruluşları özel kesim içinde ticari
kurallara göre çalışıp, hazineden para talep etmek
yerine devlete vergi öder duruma getirerek ek gelir
sağlayacak öte yandan da kamu kesiminin
küçültülmesi ve bu yolla piyasa müdahaleleri yoluyla
sistemin bozulmasına neden olan yanlış birtakım
siyasal eğilimleri yok edecektir. Aksi takdirde,
devletin gereksiz sübvansiyon yüklerinden, kamu
kesiminin ücret baskılarından kurtulması çok daha
zor bir iştir.
Özelleştirme yalnızca kamu iktisadi teşebbüsleriyle
sınırlandırılmamak, belediyelere bağlı işletmeler
öncelikle özelleştirilmelidir. Bu işletmelerin
özelleştirilmesi hem daha kolaydır hem de siyasetin
ekonomiye karışımını daha hızlı önleyecek
niteliktedir.
Öte yandan bu kuruluşların özelleştirilmesinden
sağlanacak gelirlerin hazine dış borçlarının geri
ödenmesinde kullanılması, böylece kamu kesiminin
borç yükünün hafifletilmesi de önemli bir konudur.
Devleti küçültme yolundaki bu girişimin klasik
ekonomi okulunun temel görüşlerinden biri olduğunu
bir kez daha belirtelim. Piyasaların müdahalesiz
çalışabilmesi için klasik okulun kamu kesimini
olabildiğince küçültme yolundaki görüşü önemlidir.
Genel olarak enflasyonist ortamda ülkenin en büyük
borçlusu konumundaki hazine ile merkez bankası
arasında, uygulanacak faiz politikası anlayışları
açısından çelişki oluşur. Merkez bankası,
enflasyonla mücadele konusunda yüksek faizi bir
politika aracı olarak kabul ederken, hazine, düşük
faizle borçlanmayı tercih eder. Hazinenin bu
tercihinin sonucunda faizlerin düşürülmesi yönünde
siyasal baskılar yapılır ve enflasyonla mücadelede
merkez bankasının en önemli araçlarından biri
zedelenmiş olur. Türkiye uygulaması bu örneklere
sıkça rastlanabilen zenginliktedir.
Borç verilebilir fonlar piyasasında faiz, borç
verilebilir fon arzı ile borç verilebilir fonlara
yönelik talep tarafından belirlenir. Fiyatın arz ve
talep tarafından belirlenmesi serbest piyasanın
temel koşuludur. Hazinenin zaman zaman faizleri
düşürme yönündeki müdahalesi iki anlam taşıyabilir:
(i) Türkiye'de borç verilebilir fonlar piyasası
serbest piyasa değildir, (ii) hazine, borçlanma
talebini düşürmek suretiyle faizlerin düşmesini
sağlamaya çalışmaktadır. Türkiye'de borç
verilebilir fonlar piyasasının serbest bir piyasanın
koşullarını taşıdığı açıktır. O halde hazine aslında
faizlere doğrudan müdahale etmemekte, borçlanma
talebini düşük tutarak faizleri etkilemeye
çalışmaktadır. Bu davranışın piyasanın
serbestliğini bozmaya yönelik bir yönü yoktur. Çünkü
bir malı arz ya da talep etmek zorunluluğu hiçbir
piyasada söz konusu değildir. Bununla birlikte
hazinenin, kamu açıklarının büyüdüğü ve bu açıklan
reel gelirlerle azaltma yönünde önlem alınmadığı
bir ortamda, borçlanma talebini düşürmesi sürekli
olamaz. Burada konu olan seçenek Merkez Bankası'ndan
daha fazla kaynak kullanmaktır. Bu seçeneğin
anlamlı olmadığı açıktır. Çünkü borcun para basarak
ödenmesinin (monetizasyon) sonuçta enflasyonist
etkiler yaratacağı ve enflasyonist etkilerin de kamu
kesimi açıklarını daha fazla artıracağı bilinen bir
gerçektir. O halde faizler üzerinde, ileride
faizlerin daha da yükselmesine yol açacak baskılar
kurmak yerine, hazinenin yüksek miktarlarda borç
talep etmesini önleyecek şekilde kamu kesimi
açıklarını azaltacak önlemlerin alınması
zorunludur. Bu önlemlerin bir başka yararı da özel
kesimin daha düşük faizlerle yatırım için finansman
bulabilmesine imkân sağlaması şeklinde ortaya
çıkmaktadır. Bu çerçeveden hareketle istikrar
programı uygulamasında, faizlere hiçbir şekilde
müdahale etmemek ve alınacak diğer önlemler
sonucunda faizlerin kendiliğinden düşmesini beklemek
en doğru yol olarak görünmektedir.
Faizlerin oluşumunu piyasaya bırakmayı savunurken
klasik, monetarist ve yeni klasik okulların
görüşlerine paralel bir öneri yapmış bulunuyoruz.
Enflasyonun temel nedenlerinden birisi
beklentilerdir. Bir toplumda beklentiler fiyatların
yükseleceği yönündeyse, enflasyonu kısa dönemde
düşürmek son derecede zordur. Ekonomik istikrar
politikası uygulanmaya başladığı zaman siyasal
iktidar, amaçlarını, kullanacağı araçları ve
izleyeceği yolu önceden açık açık ilan etmeli ve
ortaya çıkan sapmaları, hata ve eksiklerini de kabul
ederek açıklamalıdır. Yaptığı hataları kabul edip
bunu toplumla paylaşmayan bir siyasal iktidar,
izlediği yolun farkında olmadığı kanısını uyandırır
ki bunun sonucu beklentilerin daha da olumsuz bir
şekle dönüşmesidir. Siyasal iktidar önceden
programlanıp açıklanmış bir politikayı devamlı bir
şekilde uygulamalı, bu programda yapacağı
değişiklikleri önceden açıklamalıdır. Böylece
toplumun çeşitli kesimleri üzerinde kararlı ve
tutarlı bir politika izlendiği inancı oluşacak,
belirsizlikten kurtulan kişi ve kurumların
davranışları rasyonelleşecektir.
Bunların yanı sıra bir ekonomik istikrar programının
hedeflerinin varılamayacak kadar iddialı hedefler
olmasından kaçınmak da önemlidir. Özellikle miktar,
oran ve süre konusunda hedef açıklarken çok
dikkatli olmakta yarar vardır. Önemli olan ne zaman,
ne miktar veya oranda sonuç alınacağının açıklanması
değil, siyasal iktidarın bu hedeflere varmak için ne
kadar kararlı olduğunu açıklaması ve bu açıklamalar
doğrultusunda aynı kararlılıkla hareket ettiğini
kamuoyuna yansıtabilmesidir.
Bir istikrar politikası programını uygulamaya
başlamadan önce programın bütün sonuçlarını tahmin
etmek imkânsızdır. Yukarıda değinilen önlemler
kuşkusuz bir başlangıç modelinden ibarettir.
İstikrar politikası, uygulamaya konulup önlemler
alındıktan sonra ortaya çıkan sonuçlara göre yeni
önlemler alınması ya da bazı düzeltmeler yapılması
gerekeceği açıktır. Bu açıdan bakıldığında istikrar
politikası önlemlerinin sürekli olarak gözden
geçirilmesi, uygulama sonuçlarına göre kapsam ve
yönteminin re-vize edilmesi ve gelişmelerin
kamuoyuna açıklıkla anlatılması zorunludur.
Söz konusu programın uygulanması sırasında ortaya
çıkan başarısızlıkların kabul edilerek kamuoyuna
açıklanması ve bu başarısızlıkları gidermek için ne
gibi önlemler alınacağının belirtilmesi açık
sözlülük politikasının bir gereğidir. Böylece
kamuoyu, ortaya çıkan başarıların tesadüfi
olmadığına, başarısızlıkların siyasal iktidarın
bilgisi altında olduğuna ve bunları gidermek için
yeni önlemler alınacağına inanacak, bu açık
sözlülük, siyasal iktidara duyulan güveni
artırmanın yanı sıra beklentileri olumlu yönde
etkileyecektir.
|