Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Türkiye'nin IMF ve Dünya Bankası İle İlişkileri Üzerine Bir Değerlendirme 

     Bu ilişkilerin değerlendirilmesinde öncelikle bazı nitelik sorunları üzerinde durmakta yarar vardır.

Üzerinde durulması gereken ilk sorun bu kuruluşlarda Türkiye'yi hangi kurumun temsil etmesi gerektiği sorunudur. Zira, Türkiye' de zaman zaman bu kuruluşlarda ülkeyi Hazine yerine başka bazı kurumların temsil etmesi sorunu gündeme gelmektedir. Konuya ilk olarak yasal açıdan yaklaşmak geneklidir. Her şeyden önce bu kuruluşların anasözleşmelerinde üye ülkeleri öncelikle Hazine'lerinin temsil edeceğine ilişkin hükümler bulunmaktadır. Türkiye, bu anasözleşmeleri TBMM' den geçirmek suretiyle birer yasal uluslararası anlaşma haline getirmiştir. O halde yasalolarak Hazine'ye verilmiş olan bu görevin bir başka kuruma verilmesi şeklindeki tartışmaların altında başka nedenler aramak gerektir. Bu çerçevede soruna yaklaşıldığında, Hazine'nin bu kuruluşlarla ülke ilişkilerini başarıyla kurup kuramadığını değerlendirmek zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan da konuya yaklaşıldığında, Hazi­ne'nin yıllardır yürüttüğü temsilin ve Türkiye'ye bu kuruluşlar kanalıyla sağladığı imkanların oldukça yüksek düzeyde ve başarılı olduğu ortaya çıkmak­tadır. Daha önce de üzerinde durduğumuz bir sorunu burada bu açıdan yeniden vurgulamak yararlı olacaktır. Türk toplumu, en önemli kurumlarından biri olan Hazine'si üzerindeki tartışmaları bir kenara bırakmak zorundadır. 

1980 sonrası söz konusu ilişkileri değerlendirmek açısından uygun bir dönemdir. 1980'1i yıllarda Türkiye, bir yandan mevcut dış borçlarını, ağır dış borç servisini rahatlatabilmek için ertelerken, bir yandan da IMF ile stand-by düzenlemeleri çerçevesinde ekonomik istikrar önlemleri uygulamaya yönelmiştir. Bu yöneliş hem IMF'nin çeşitli mali imkanları hem de Dünya Bankası'nın kredileri ile geniş ölçüde desteklenmiştir. Türkiye uyguladığı makroekonomik politikalarla, 1985, 1986 ve hatta 1987 yıllarında bu iki kuruluş tarafından örnek ülke olarak ilan edilmiştir. Uygulanan politikalardan elde edilen sonuçlar çerçevesinde, Türkiye 1985 yılından başlayarak IMF ile yaklaşık 1O yıl stand-by düzenlemesine girmemiş ve kendi programını uygulamaya başlamıştır. 1988 yılına kadar zayıflayarak süren, fakat hala belli bir disipline sahip olan, makroekonomik politikalar bu yıldan başlayarak terke­dilmeye ve ekonomik - önlemlerin yerini siyasal yaklaşımlar almaya başla­mıştır. Bu gelişmeye karşı Dünya Bankası'nın tepkisi ise geniş ölçüde eko­nomik istikrara ya da uygun makroekonomik politikaların sürdürülmesine dayanan uyum kredilerini önce azaltmak daha sonra da tamamen kesmek şeklinde olmuştur. Böylece Türkiye kullanımı nisbeten kolayolan Dünya Bankası uyum kredilerinden uzaklaşmaya ve bunların yerine daha kısa va­deli ve daha pahalı piyasa borçlanmalarını ikame etmeye yönelmiştir. Bu gelişmede Hazine'nin başarısızlığı değil daha çok siyasal kadroların tercihleri etkin olmuştur. Nitekim bu gelişmeyi gören Hazine, dış borç servisini aksatmadan sürdürebilmek ve dolayısıyla ülkenin kredibilitesini sarsmamak için yeni piyasalar ve yeni teknikleri deneyerek, diğer borçlanmaları, uyum kredilerinin yerine ikame etmiştir. Buna karşın giderek zayıflayan iç denge, 1994 yılında dış dengenin bozulması ve sonuçta döviz darboğazı ile tekrar karşılaşma sorununu gündeme getirince, Türkiye, IMF ile yaklaşık 10 yıllık aradan sonra yine stand by düzenlemesi içine girmiştir. Şunu söylemek mümkündür; Türkiye'de ekonomik istikrarın gerekliliğne inanan ve bu yolda makroekonomik politikalar uygulanmasını isteyen bir siyasal iradenin varlı­ğı halinde, Türk Hazine'si bu iki kuruluşla ilişkileri en üst düzeyde tutmakta hiç bir zorlanmayla karşı karşıya değıdir. Böyle bir siyasal iradenin bulunma­ması halinde ise Hazine'nin yerine hangi kurum konursa konulsun durum değşmeyecek ve hatta o yeni kurumda, Hazine'de mevcut bilgi birikimi ve deneyim de olmayacağı için, bu iki kuruluşla ilişkiler muhtemelen daha da kötüye gidecektir. 

Bu noktada kamu oyunda, özellikle IMF konusunda mevcut bazı yanlış değerlendirmeler üzerinde durmakta yarar bulunmaktadır. Kamu oyunda IMF'nin Hazine'den çok daha fazla gizemli bir kuruluş olarak algılandığı açıktır. Bu nedenle yıllık konsültasyon için Türkiye'ye gelen IMF uzmanlarının siyasal iktidara baskı yapacağı, ülkenin aleyhine olan bazı politikaları zorla uygulamaya koyduracağı şeklinde yorumlar yapılmaktadır. Bu tür yak­laşımlarda siyasal iktidarların ülkeyi bir daha stand-by düzenlemeleri ile IMF'nin programlarına terketmeyecekleri şeklindeki açıklamaları da etkili olmaktadır. Önsözde değindiğmiz gibi Hazine'nin gizemliliği biraz da bu kuruluşla Türkiye adına ilişkilerden sorumlu olmasından kaynaklanmaktadır. Oysa IMF, 181 ülkenin üye olduğu uluslararası bir kuruluştur. IMF'nin temel amacı, üye ülkelerin düşecekleri ödemeler dengesi kaynaklı ekonomik dengesizliklerden çıkabilmeleri için hazırlayacakları ekonomik istikrar programlarına hem dünya uygulamalarının boyutunu katarak, bir başka deyişle danışmanlık yaparak, hem de mali imkan sağlayarak destek olmaktan ibarettir. Hiç kuşkusuz asılolan doğru ekonomik politikaları bir ülkenin kendiliğinden görüp uygulayabilmesidir. Ancak gerek lMF'nin teorik ve uygulamalı deneyimi gerekse de mali imkan sağlayan bir kuruluş olması bu kuruluşla birlikte bazı uygulamalara girmenin daha uygun olabileceğni ortaya koymaktadır. Bu uygulamaları birlikte yürütmenin bir ülkenin siyasal ya da teknik kadrolarının becerikliliği ya da beceriksizliği ile hiç bir ilişkisi yoktur. Nitekim zaman zaman dünyanın en gelişmiş ülkeleri bile, mali desteğine gereksinme duymadıkları halde IMF ile danışma yoluna gitmektedirler.Türkiye'nin sağlıklı bir ekonomik istikrar programı yapabilmesi için bir koşul da IMF fobisinden kurtulmasıdır.

Değerlendirmenin nicelik yönünden yapılması halinde sorun Türkiye'nin IMF imkanları ve Dünya Bankası kredilerinden yeterince yararlanıp yararlan­madığı konusunda ortaya çıkmaktadır. 1994 yılında yapılan stand by düzenlemesi ile birlikte Türkiye'nin bugüne kadar IMF ile 16 adet stand by düzen­lemesi gerçekleştirdiğ görülmektedir. Türkiye, lMF'ye üye olduğu tarihten bu yana ortalama her üç yılda bir stand by düzenlemesi içine girmiştir. Kuşkusuz bu sonuç bir yandan Türkiye'nin, ekonomik istikrar programını tek başına uygulamakta başarılı olamadığının bir kanıtı olmakla birlikte öte yandan her bunalıma girdiğ dönemde IMF'yi yanında bulmuş olmasının da bir gös­tergesidir.

Türkiye, Dünya Bankası'nın kuruluşundan 1994 yılına kadar Dünya Bankası'ndan en yüksek tutarda kredi alan 6'ncı sıradaki ülkedir. Türkiye'nin önünde Meksika, Endonezya, Hindistan, Brezilya ve Çin yer almakta, 140 kadar ülke ise Türkiye'nin arkasında bulunmaktadır. Türkiye, son yıllardaki gerilernelere karşın Banka'dan yeteri kadar kredi almayı başarmıştır. Türkiye ile ilgili veriler biraz daha yakından incelendiğinde, gerçek,Türkiye'nin, katkısı gerekmeyen uyum kredilerini ekonomik istikrara önem veren siyasal iktidarlar döneminde rahatlıkla kullandığı, bunun dışındaki dönemlerde ağırlığı, kendi katkısı da gereken yatırım kredilerine kaydırdığı yönündedir. Yatırım kredilerine ağırlık verildiği zaman iç kaynak sıkıntıları gündeme gelmekte ve projenin gerektirdiği iç kaynak bulunmadığı için Banka kredisi de tam olarak kullanılamamakta ve, kullanılmayan kredi artık miktarları büyümek­tedir. O halde ya siyasal iktidarların ekonomik istikrara ağırlık vererek uyum ve yatırım kredilerini bir arada kullanmaları ya da projelere öncelik verilecek­se, yürütülemeyecek projeler için kredi alınmamasının kararlaştırılması gerekmektedir. 

Bu noktada şunu vurgulamak gerekir; Türk Hazine'si IMF ve Dünya Bankası ile ilişkilerde, arkasında ekonomik yaklaşımları ön plana alan bir siyasal destek olduğu dönemlerde başarılı olmuş, bu tür bir siyasal destek olmadığı zamanlarda başarısını sürdürememiştir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005