Türk Ekonomisindeki
Gelişmeler ve Uygulanan Para ve Maliye Politikaları
I. Giriş
Türk ekonomisindeki son beş yıllık
gelişmeleri göz önüne aldığımızda iki
önemli olayın ekonomimizi etkilediğini
görüyoruz. Bunlardan birincisi Türkiye ile
Avrupa Birliği arasında 1995 yılında
imzalanan ve 1 Ocak 1996 tarihinde bütünü
ile yürürlüğe giren Gümrük Birliği
anlaşmasıdır. Gümrük Birliği anlaşması 1995,
1996 ve 1997 yıllarında Türk ekonomisinde
görülen gelişmeleri önemli ölçüde
etkilemiştir.
Türkiye'de 1980'den itibaren kademeli bir şekilde
uygulanan dışa açılma ve serbest piyasa ekonomisini
oluşturma politikaları Gümrük Birliği anlaşmasının
yürürlüğe girmesi ile önemli bir aşama kaydetmiş ve
Türk ekonomisi küresel ekonominin bir parçası
haline gelmiştir. Bu anlaşma ile Türkiye Avrupa
Birliği'ne üye 15 ülkeye sanayi malları ve işlenmiş
tarım ürünlerinde gümrük vergilerini ve fonları
sıfırlamıştır. Üçüncü ülkelere çok düşük gümrük
vergi oranlarını içeren Avrupa Birliği ortak gümrük
tarifesini uygulamaya başlamıştır. Avrupa Birliği
ortak dış ticaret politikasını uygulamayı kabul eden
Türkiye bu çerçevede İsrail, Bulgaristan, Romanya,
Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovenya, Estonya ve
Litvanya gibi ülkelerle serbest ticaret anlaşmaları
imzalamıştır. Böylece Türkiye'nin dış ticareti çok
büyük ölçüde serbestleşmiş bulunmaktadır. Bunun
yanında Türkiye'nin Gümrük Birliği anlaşması
çerçevesinde Avrupa Birliği ortak rekabet
politikasını uygulamaya koyması ve teşvik sistemini
buna göre düzenlemesi Türk ekonomisindeki
gelişmeler üzerine önemli etkileri olmuştur. Bu
gelişmeler sonucunda Türkiye'de rekabete dayalı
piyasa ekonomisinin oluşması ve Türkiye'nin global
dünya ekonomisinin bir parçası haline gelmesi geniş
ölçüde tamamlanmıştır.
Türk ekonomisini etkileyen ikinci önemli gelişme
1997 yılının ikinci yarısında Güneydoğu Asya
ülkelerinde başlayan global finansal kriz olmuştur.
Finansal piyasalarda başlayan global kriz kısa
sürede reel piyasalara yayılarak ekonomik krize
dönüşmüştür. Güneydoğu Asya ülkelerinde başlayan
kriz 1998 yılında başta Brezilya olmak üzere bazı
Latin Amerika ülkelerine ve daha sonra Rusya
Federasyonuna yayılmıştır. Türkiye'nin Rusya
Federasyonu ile geniş ekonomik ve ticari ilişkileri
olması sonucunda 1998 yılının ikinci yarısından
itibaren Türk ekonomisi global krizden ciddi bir
biçimde etkilenmeye başlamıştır. Global krizin Türk
ekonomisi üzerindeki daraltıcı
etkileri 1998
yılı başında uygulamaya konan üç yıllık
istikrar programı nedeni ile artmıştır. Özellikle bu
program çerçevesinde çıkartılan vergi yasası Türk
ekonomisindeki daralmayı hızlandırmıştır.
II. 1996-1998 Yıllarında Uygulanan
Para ve Maliye Politikaları
Türkiye'nin 1995 yılında Avrupa Birliği ile
imzalanan Gümrük Birliği anlaşması çercevesinde
Avrupa Birliği'ne yaptığımız ihracattaki kota ve
miktar kısıtlamalarının kaldırılması ve ithal edilen
hammadde, ara malı ve yatırım mallarında gümrük
vergileri ve fonların sıfırlanması ile yatırım ve
üretimde hızlı bir artış başlamıştır. Özellikle
tekstil, konfeksiyon ve deri sanayi başta olmak
üzere çeşitli sektörlerde büyük ölçüde yatırımlar
yapılmaya başlanmıştır. Hükümetin özellikle 1996 ve
1997 yıllarında genişletici maliye politikaları
uyguladığını görüyoruz. Bir yandan özellikle özel
sektörün gümrük birliğine uyum amacı ile
modernizasyon ve teknoloji geliştirme yatırımlarını
arttırırken, diğer yandan Hükümetin genişletici
maliye politikaları uygulaması ekonomide
enflasyonist baskıları önemli ölçüde arttırmıştır.
Tablo 1: Konsolide Bütçe Dengesi (Milyar TL)
|
|
GSMH |
|
GSMH |
Bütçe
Açığı |
GSM0H
Oran % |
Yıllar |
Gelirler |
Oranı % |
Giderler |
Oranı % |
|
|
1995 |
1,409.250 |
17,9 |
1,727,958 |
22,0 |
314. 944 |
4.1 |
1996 |
2,278,148 |
18,1 |
3,961,308 |
26,4 |
1,233,350 |
8,2 |
1997 |
5.815.099 |
19,8 |
8.050,252 |
27,4 |
2.235,153 |
7,6 |
Kaynak Maliye Bakanlığı.
Yukarıdaki tablodan görüleceği üzere Hükümetin
uyguladığı genişletici maliye politikaları
sonucunda devlet harcamalarının 158 GSMH
içindeki payı 1995 yılında %22 iken bu oranın 1997
yılında %27,4'e yükseldiğini görüyoruz. Bu gelişme
Hükümet programlarında ve kamu kesimi yetkililerin
çeşitli resmi açıklamalarında belirtilen
devletin küçültüleceği şeklindeki yaklaşım ile tam
bir tezat teşkil etmektedir. Türkiye'de ekonomik
politikalar konusunda ortaya çıkan en büyük sıkıntı,
uygulanacağı belirtilen politikalarla fiilen
uygulan politikalar arasında ortaya çıkan büyük
farklılıklardır. Bu iki nedenden kaynaklanabilir.
Bunun birincisi Hükümetin ve kamu yönetiminin
uygulayacağı ekonomik politikalarla ilgili
açıklamalarının samimiyet ve açıklık prensiplerine
dayanmamasıdır. Böyle bir davranış biçimini
demokratik prensiplerle bağdaştırmak mümkün
değildir, ikinci olarak Hükümetin ve kamu
yönetiminin ekonomi politikalarını uygulamadaki
yetersizliği ve etkinsizliği nedeni ile açıklanan ve
uygulanan ekonomi politikaları arasında önemli
farklar ortaya çıkmaktadır. Türkiye'de ekonomik
gelişmelere baktığımızda Hükümetlerin ve kamu
yönetiminin son yıllarda ekonomiyi yönetme yönünden
yeterli ve başarılı olamadığını görüyoruz.
Tablo l'in ortaya koyduğu diğer çok önemli husus
konsolide bütçe açıklarının Gayri Safı Milli
Hasılaya olan oranının 1995 yılında %4,1'den 1996
yılında %8,2'ye ve 1997 yılında %7,7'ya yükselmiş
olduğudur. Kamu açıkları Hükümet tarafından iki
şekilde finanse edilir. Bunun birincisi Hazinenin
çıkardığı Devlet tahvillerini ve hazine bonolarını
hane halkına, firmalara ve bankalara satarak iç
borçlanmaya başvurmasıdır. Nitekim, 1995 yılında
1.361 trilyon lira olan iç borç stoku 1996 yılında
%231.4 oranında artarak 3.149 trilyon liraya
ulaşmıştır. 1997 yılında iç borç stoku bir yıl
önceye göre %99.5 oranında artarak 6.284 trilyon
liraya yükselmiştir. Kamu kesiminin para ve sermaye
piyasalarından çok büyük miktarda finansman fonu
talep etmesi Türkiye'de reel faiz hadlerini büyük
ölçüde yükseltmektedir. Burada vurgulanması gereken
husus Türk ekonomisinde reel faizlerin ancak bütçe
açıklarının kapatılarak devletin para ve sermaye
piyasalarından yaptığı finansman kaynağı talebinin
azaltılması ile mümkün alacağıdır. Yapay olarak faiz
hadlerini aşağıya çekme şeklinde yapılacak
girişimler 1994'de olduğu gibi ekonomide önemli
sıkıntılar yaratacaktır.
Türkiye'de konsolide devlet bütçesindeki açıkların
bir kısmı doğrudan veya dolaylı bir biçimde TC.
Merkez Bankası kaynaklarından finanse edilmektedir.
Bunun sonucunda para arzında önemli artışlar ortaya
çıkmakta ve ekonomide enflasyonist baskılar
yaratılmaktadır. Bu son açıklamamız Türkiye'de
maliye politikası ile para politikası arasındaki
ilişkiyi açıklamakta ve bizi para politikası
konusuna getirmektedir.
Bilindiği gibi para politikası bir ekonomide para
ve kredi hacmini etkileyerek belli makro ekonomik
amaçları gerçekleştirmeyi hedefler. Bugün gerek
parasal makro ekonomik teoriye ve gerekse yeni
klasik makro ekonomik teoriye göre para
politikasının temel amacı fiyat istikrarını
sağlamaktır. Bunun yanında para politikası ile dış
ödemeler bilançosunun dengesinin yani döviz
dengesinin sağlanması amaçlanmaktadır. Genellikle
merkez bankalar para politikasının amaçlarını
gerçekleştirmek için para programlan
uygulamaktadır.
TC. Merkez Bankası 1996 ve 1997 yıllarında para
programlan uygulamaya koymuştur. Ancak, bu yıllarda
konsolide devlet bütçesinde yukarıda belirtildiği
üzere büyük miktarda açıklar olması nedeniyle para
programları fiyat istikrarının sağlanmasını yani
enflasyonun kontrol altına alınmasını para
politikasının amacı olarak alamamıştır. Diğer bir
ifade ile para politikası TC. Merkez Bankası
tarafından 1996 ve 1997 yıllarında enflasyonu
kontrol altına almak için kullanılamamıştır. Bu
nedenle TC. Merkez Bankası 1996 ve 1997 yıllarında
para politikasının temel amacı olarak finansal
piyasalarda istikrarın sağlanmasını almıştır. Bu
çerçevede TC. Merkez Bankası kısa vadeli faiz
hadlerini ve döviz kurunu istikrarlı tutmaya
çalışmıştır. Bu amaçların gerçekleştirilmesinde
belli bir başarı sağlanmıştır. Ancak, bütçe
açıklarının belli ölçüde TC. Merkez Bankası
kaynaklarından finanse edilmesi nedeniyle para arzı
hızla artmış ve bunun sonucunda enflasyon oranı
yükselmiştir. Nitekim, artan bütçe açıklan ve bunun
sonucu olarak artan para arzına bağlı olarak
enflasyon oranı 1995 yılında %87,1996 yılında %81 ve
1997 yılında %95 olarak gerçekleşmiştir. Para
politikasının enflasyonu kontrol altına almak için
kullanılabilmesi için TC. Merkez Bankası'nın
konsolide bütçe açıklarını dolaysız veya dolaylı
yoldan finanse etmemesi gerekir. Bunun içinde TC.
Merkez Bankası'nın özerkliğe sahip olması gerekir.
Anonim şirket olan TC. Merkez Bankasının
sermayesinin %54'ü Hazine'ye ait olması nedeniyle
Türkiye'de Merkez Bankası özerkliğe sahip değildir.
Özerk Merkez Bankalarına örnek olarak Alman Merkez
Bankası'nı verebiliriz. Bu Merkez Bankaları hiç bir
şekilde bütçe açıklarını finanse etmezler.
Türkiye'de 1998 yılında maliye ve para
politikalarında önemli değişiklik olmuştur. 1998
yılı başında Hükümet üç yıllık bir istikrar
programını uygulamaya koyarak, enflasyonu kontrol
altına almaya karar vermiştir. Buna göre
uygulanacak daraltıcı maliye ve para politikaları
ile enflasyonun 1998 yılı sonunda %50'ye, 1999 yılı
sonunda %30'a ve 2000 yılı sonunda %5'e çekilmesi
öngörülmüştür. Bu çerçevede daraltıcı maliye ve para
politikaları uygulanmaya başlanmıştır.
Daraltıcı maliye politikası uygulaması çerçevesinde
konsolide bütçenin faiz ödemeleri dışında fazla
vermesi öngörülmüş ve yıl sonu itibari ile
konsolide devlet bütçesi faiz ödemeleri dışında 2
katrilyon lira bir fazla vermiş-tir.
Diğer taraftan, Mazine TC. Merkez Bankası ile
imzaladığı bir protokol ile kısa vadeli avans
kredisi kullanmayacağını taahhüt ederek TC. Merkez
Bankası'nın daha bağımsız bir para politikası
uygulaması imkanı yaratılmıştır. Bu nedenle TC.
Merkez Bankası 1998 yılında yaptığı para programında
para politikasının amacı olarak enflasyonun yıl sonu
itibari ile %50'ye çekilmesini esas almıştır. Bu
çerçevede üç aylık dönemler itibari ile enflasyonu
%50'ye Çekecek rezerv para artış hızlan
belirlenmiştir. Açık piyasa işlemleri ile rezerv
para artış hızı belirlenen limitler içinde tutulmaya
çalışılmıştır. Para programı 1998 yılının ilk dokuz
ayında başarılı bir biçimde uygulanarak enflasyon
kontrol altına alınmaya başlanmıştır. Ancak,
1997
yılının Temmuz ayında Güneydoğu Asya ülkelerinde
başlayan ve giderek reel ekonomi ye yayılan global
mali krizin Ağustos 1998 tarihinde Rusya ekonomisine
sıçraması nedeniyle
1998
yılının son üç aylık döneminde para programına ve
genelde istikrar programının uygulamasında
zorluklarla karşılaşılmıştır. Ancak, 1997 yılında
%95'e yükselen enflasyon 1998 yılı sonunda %60'a
düşürülmüştür. Bu nedenle enflasyonu kontrol altına
alma yönün den 1998 yılında uygulanan para ve
maliye politikalarının başarılı olduğunu
söyleyebiliriz.
Bununla beraber, uygulanan daraltıcı para ve maliye
politikaları kaçınılmaz olarak ekonomide bir
yavaşlamaya neden olmuştur. Diğer taraftan, global
ekonomik krizin Türk ekonomisine yansıması ile
ekonomideki yavaşlama giderek durgunluğa dönüşmüş
ve 1999 yılının ilk yarısında üretimde önemli
gerileme olmuştur.
Türk ekonomisinde ortaya çıkan durgunluk temel
olarak global ekonomik krizden kaynaklanmaktadır.
Ancak, 1998 yılı sonunda çıkartılan vergi yasalar
ile para ve sermaye piyasalarının aşırı
vergilendirilmesi ve gerekli güven ortamı
yaratılmadan kısa sürede uygulamaya konan mali
milat Türk ekonomisinde ortaya çıkan durgunluğu
derinleştirmiştir.
Diğer taraftan seçim öncesi yaşanan siyasi
istikrarsızlık sonucu bütçe disiplini kaybolmuş ve
bütçe açığının 1999 yılında 9,5 katrilyon Ura gibi
çok yüksek düzeyde gerçekleşeceği anlaşılmıştır. Bu
nedenle 1999 yılında enflasyonu düşürecek bir para
programının uygulanma imkanı görülmemektedir. Buna
bağlı olarak enflasyonun tekrar hızlandığını
görüyoruz.
Burada vurgulanması gereken husus bugün Türk
ekonomisinde bir yandan durgunluğun yarattığı
sıkıntılar ve diğer yandan yüksek enflasyonun
yarattığı sıkıntılar yaşanmakta olduğudur.
Dolayısıyla Hükümetin ve kamu yönetiminin ekonomiyi
yönetmede başarılı olduğunu söylemek mümkün
değildir. Özellikle Hükümetler ekonominin ihtiyaç
duyduğu yapısal düzenlemeleri bir türlü hayata
geçireme- mislerdir.
Bugün Türk ekonomisinde üretim ve istihdamın
düşmesi ve dolayısıyla işsizliğin artması temel
sorun olarak ortadadır. Ekonomideki durgunluğun
temel nedeninin global kriz olduğunu yukarıda
belirtmiştik. Bu nedenle global krizin nedenlerini,
Türk ekonomisine etkilerini ve uygulanması gereken
makro ekonomi politikalarını kısaca incelememiz
faydalı olacaktır.
III. Global Krizin Nedenleri, Türk Ekonomisine
Etkileri ve Uygulanması Gerekli Ekonomik Politikalar
Güneydoğu Asya ülkelerinde başlayan, daha sonra
Rusya Federasyonu ve Brezilya başta olmak üzere bazı
gelişmekte olan ülkeleri etkisi altına alan global
krizin nedenleri üç temel başlık altında
toplanabilir.
1.
Güneydoğu Asya ülkelerindeki krizin temel nedeni bu
ülkelerin uzun vadeli imalat
sanayi ile konut ve tesis inşaatı gibi yatırımları
büyük ölçüde kısa vadeli yabancı sermaye ile
finanse etmeleridir. Hisse senedi, tahvil ve emlak
talebi, para ve sermaye piyasaları kanalı ile
gelen kısa vadeli yabancı sermaye nedeniyle büyük
ölçüde artmıştır. Bunun sonucunda sermaye piyasası
ve emlak fiyatlan hızla yükselmiş, köpük
ekonomileri denen durum ortaya
çıkmıştır.
Yukarıda sözü edilen yatırımlar kısa dönemde
verimli olmadığından, yeterli döviz girişi
sağlanamamış, kısa vadeli borçların ödenmesinde
sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Bu tür gelişmelere
karşı çok duyarlı olan kısa vadeli yabancı sermaye
bu ülkelerden hızlı bir şekilde kaçmıştır.
2.
Bu ülkelerin dolara bağlı sabit kambiyo kuru
politikası uygulamaları krizin bir başka nedenidir.
Enflasyonu kontrol altına almak ve yabancı sermaye
girişini teşvik etmek amacıyla bu ülkelerde sabit
kambiyo kuru politikası uygulanmıştır. Ancak, ABD
dolarının 1996 yılından itibaren bütün güçlü para
birimlerine karşı değer kazanması bu ülkelerin para
birimlerinin de değerlenmesine yol açmıştır. Bunun
sonucunda bu ülkelerin ihracatları pahalı hale
gelmiş, rekabet güçlerini kaybetmişler ve cari açık
vermeye başlamışlardır.
Bu ülkelerin finansal sistemlerinin
büyük boyutlu yabancı sermaye hareketlerine imkan
verecek kadar gelişmemiş oluşu, riskten korunma
mekanizmalarının bulunmayışı ve finansal sistemin
diğer zaafları krizin bir başka nedenini
oluşturmuştur.
Kaynak:
Prof. Dr.
Orhan Morgil
|