|
Türkiye’de 1980 Sonrası
Bankacılık Sektörü
Dünya ekonomisi her geçen gün değişim
göstermektedir. Ekonomideki değişimin asıl kaynağı
küreselleşmedir. Küreselleşmenin yarattığı etkilerle
milli ve içe kapalı ekonomiler önemini
yitirmektedir. 24 Ocak 1980 İktisadi Kararları ile
Türkiye, ihracatın özendirilmesine yönelik
kalkınmaya yönlendirilmişti. Bu dönemde hazırlanan
Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda ithalat
ikamesine dayalı dış ticaret politikasından, dışa
açık ekonomik modele geçiş yapılmıştır. Dışa açık
ekonomik model öncelikli olarak mal ve hizmet
piyasalarının daha sonra da sermaye piyasalarının
serbestleştirilmesiyle gerçekleştirildi. Bu süreçte
bankacılık sisteminin yeri de kritik önem
taşımaktaydı.
1980 yılında “Temmuz Bankacılığı”
olarak bilenen, finansal liberalleşme adına atılan
ilk adım olarak gösterilen, pozitif reel faiz
uygulamasına geçilmesi ve bankalara mevduat
sertifikası çıkarma yetkisinin verilmesiyle hem
mevduat faizlerinde hem de kredi faizlerinde
yükselmeler başlamıştır. Bu dönemde kredi faiz
oranları üzerine gelen kısıtlamalar, bankaları
piyasa faizi üzerinden çalışan “banker” adı verilen
kurumlarla işbirliğine yönlenmelerine sebep
olmuştur. Yine bu dönemde banker kuruluşlarının da
artmasıyla, bankalar hem kendi aralarında, hem de
bankerle mevduat toplama yarışına girmişlerdir. Bu
yarış, hem rekabetin artmasına, hem ürün
çeşitliliğine hem de hizmet kalitesinin de bu yarışa
dâhil edilmesini sağlamıştır. Ancak bankerlerin
kendi aralarında faiz yükseltmeleri, topladıkları
mevduatların faizlerini ödeyemez duruma gelmelerine
neden olmuş ve borçları borçla kapatmaya
çalışmaları, yani daha yüksek faizle borç alarak,
aldıkları paraların faizlerini ödemeleri kısa
zamanda sistemin çökmesine neden olmuştur. 1982
yılında da “Bankerler Krizi” patlak vermiştir. Bu
kriz bankalarında mali açıdan sorunlar yaşamasına
neden olmuştur.
Yaşanan Bankerler Krizinin ardından
kamu sektörü iç borçlanmaya önem vermeye başlamış,
DİBS’ler bankalar için uygun bir yatırım aracı
haline gelmiştir. 1986 yılında DİBS’lerin ihale
yoluyla satışı başlatılmıştı. Kredi faizlerindeki
artış bankaları daha karlı olan DİBS alınımına
yönelmelerine sebep olmuş, bu sayede kamu finans
edilirken özel kesimde sistemin dışına itilmiştir.
Bu dönemdeki yapısal tüm değişikler, bankacılık
sektörünün büyüme ve gelişmesi için önemli bir
yararlar sağlamıştır.
Türk parası kıymetini koruma hakkında
1989 yılında çıkan kararla Türk lirasına
konvertibilite yolu açılmıştır. Konvertibilite,
yasalara göre serbest bir döviz piyasasının
varlığıdır. Bu piyasalarda bankalar ve aracı
kurumlar, isteyen herkese, istedikleri miktarda
döviz satabilmekte ya da arz edilen dövizleri satın
alabilmektedirler. Bununla, ulusal paranın yabancı
paralara dönüştürülmesini sağlanmak amaçlanmıştır.
Dövizlerin de yasalara göre ithal ve ihracı serbest
olmaktadır. Bu uluslararası piyasalardan kaynak
sağlayabilmek anlamına gelmektedir. Bunun sonucu
olarak da para ve döviz piyasaları kurulmuş,
yatırımcılar da Türk lirasından dövize yönelmeye
başlamışlardır. Hazine ve Merkez Bankası bu oluşumu
tamamlayacak düzenlemelerde yetersiz kalmış,
bankalarda aktif-pasif ve likidite yönetimi göz ardı
edilerek yabancı para cinsinden kaynaklara
yönelmişlerdir.
1990’lı yıllarda yaşanan krizler
bankacılık sisteminin bozulmasına neden olmuştur.
İlk olarak 1990 yılında Körfez Krizi patlak
vermiştir. Körfez Krizi dış kaynaklı olmasına rağmen
Türk ekonomisini olumsuz etkilemiştir. Türkiye’deki
ilk büyük finansal kriz 1994 yılının nisan ayında
yaşanmıştır. Kriz, iyi idare edilemediği için mali
yönden zayıf olan bankaların ve kurumların iflasını
hazırlamış, Türk bankacılık sektörünün de toplam
varlıklarını büyük ölçüde azaltmıştır. TCMB’ nin
gerektiği kadar rezervi olmaması ve zamanında
müdahale edememesi, krizin, Türk bankacılık
sektörünü ve ekonomiyi tehdit eder hale gelmesine
neden olmuştur. Türk Bankacılık sektörünün bu
krizden bu kadar çok etkilenmesinin sebebi ise, kar
oranlarının, düşük kur ve yüksek faiz politikasından
dolayı düşmesidir. Yaşanan kriz sonucunda Türk
bankacılık sektöründeki öz kaynaklar erimiş,
bankalara olan güven sarsılmıştır. Sarsılan güvenin
yeniden sağlanması için çeşitli atılımlar yapılmış,
devlet tasarruf mevduatını yüzde yüz kendi
güvencesine almıştır. Bu geçici önlemle mali kriz
geçici bir süreliğine aşılmıştır.
1994 yılındaki
finansal krizi ve ardından yaşanan küçük finansal
krizler, Türkiye’deki ekonomik ve finansal
istikrarın sağlanıp sürdürülebilmesi için öncelikli
olarak Türk Bankacılık Sektörüne yönelik iyileştirme
çalışmalarının yapılması gerektiğini göstermektedir.
Nitekim ekonomideki yüksek risk ve kendini bir türlü
toparlayamayan bankacılık sektörünün imdadına
Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) ve Avrupa
Birliği (AB) kıstaslarına uygun 4389 sayılı Bankalar
Kanunu 18 Haziran 1999 yılında yürürlüğe girerek
yetişmiştir. Bu kanunla beraber tasarruf
sahiplerinin haklarının güvence altına alınması,
ekonomik kalkınma çerçevesinde kredi sisteminin
kontrolü ve bankaların her yönden denetlenerek
düzeltilmesi esas alınmıştır. Bu kanunların
uygulamasını sağlamak, uygulamayı denetlemek ve
sonuçlandırmak amacıyla da 2000 yılının Ağustos
ayında idari ve mali özelliğe sahip Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) kurulmuştur.
|