Türkiye
Bankacılık Sektörünün Gelişimi (1847 - 2001 Dönemi)
Türkiye
Bankacılık Sektörü
Türkiye’de
bankacılık sektörünün tarihsel gelişimini yedi dönem
içinde incelemek mümkündür. Bu dönemler; Osmanlı
dönemi (1847-1923), ulusal bankalar dönemi
(1923-1932), kamu bankaları dönemi (1933-1944), özel
bankalar dönemi (1945-1960), planlı dönem
(1960-1980), serbestleşme ve dışa açılma dönemi
(1981-2001) ve yeniden yapılandırma dönemi
(2002-2007) olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemlere
ek olarak 2007 sonrası dönem Türkiye ekonomisi ve
bankacılık sektörü açısından küresel kriz
çerçevesinde ayrıca ele alınacaktır.
Osmanlı
Döneminde Bankacılığın Gelişmesi (1847-1923)
Osmanlı
İmparatorluğu döneminde kurulan ilk banka, iki
Galata bankerinin 1847 yılında kurdukları “İstanbul
Bankası”dır. Bu bankanın kurulmasındaki temel sebep,
1840 yılında basılan ilk kağıt para olan “kaymenin”
yabancı paralara karşı değer kaybı çerçevesinde
ithalat ile ilgili ortaya çıkan problemleri
çözmektir. 1852 yılına kadar süren bu kısa
bankacılık faaliyetini saymazsak; Türk bankacılık
tarihinde kurulan ilk banka “Osmanlı Bankası”
olmuştur. 1856 tarihinde kurulan banka, Osmanlı
hükümeti ve yabancı sermaye sahipleri arasında
aracılık etmek için İngiliz sermayesiyle
kurulmuştur. Osmanlı Bankası’nın daha sonra kurulan
diğer bankalardan en önemli farkı para basma
yetkisine sahip olmasıdır. Bu anlamda Osmanlı
bankası kredi ve likidite sağlama konusunda önemli
rol oynamıştır. Daha sonra bankanın yetkileri ve
görevleri arasına devletin parasını tutma, bütçesini
denetleme ve dış borçlarını ödeme kalemleri de
girmiştir. Osmanlı dönemi bankacılığı genel olarak
borçlanma dönemi bankacılığı olarak bilinmektedir.
Bu dönemde ortaya çıkan başka bir olguysa, ulusal
bankacılık akımının ortaya çıkmasıdır. Kurulan
ulusal bankalar ise yabancı sermayeli bankalarla
rekabet edemedikleri için kısa sürede
kapanmışlardır. 1888 yılı, ilk devlet
bankası
olan ve günümüzde de Türk bankacılık sektöründeki en
büyük banka olma özelliğini koruyan Ziraat
Bankasının kuruluş tarihi olması açısından
önemlidir. Ziraat Bankasının kurulmasıyla tarımsal
kredi devlet denetimine geçmiştir.
Ulusal Bankalar Dönemi (1923-1932)
Bu dönemin
en önemli gelişmeleri “İzmir İktisat Kongresi”nin
yapılması ve Merkez Bankasının kurulması olmuştur.
Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayileşme anlamındaki
görünüm Osmanlı döneminden kalma birkaç askeri
fabrika, imtiyazlı yabancı şirketlerin işlettiği
demiryolları ve madencilik yatırımları şeklinde
özetlenebilir. Bu anlamda Türk sanayi sektörü genel
olarak küçük köylü işletmelerinin ağırlıkta olduğu,
sanayileşmeden çok uzak bir görünüm sergilemektedir.
Bu çerçevede ekonomik gelişme için gerekli olan
tasarruf-mevduat-kredi-yatırım akışının sağlanması,
Cumhuriyet’in kurulmasından sonraki ilk ekonomik
hedef olmuştur. Böylece 1923 tarihinde toplanan
İzmir İktisat Kongresi’nde ulusal bankacılık
sektörünün kurulmasının gerekliliği ortaya
konmuştur. Ziraat Bankası’nın sermaye yapısının
güçlendirilmesine ve kamu sermayeli bankaların
kurulmasına karar verilmiştir.
Bankacılık sektörünün devlet eliyle yapılandırılması
anlamına gelen bu kararlar temel olarak özel
sektörün ekonomik kalkınmayı yaratacak sermayeye
sahip olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu gelişmeleri
takiben 1924 tarihinde özel sermayeli İş Bankası,
1925 tarihinde Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası,
1927 tarihinde konut kredileri için Emlak ve Eytam
Bankası kurulmuştur. Türkiye Sanayi ve Maadin
Bankası özel sanayi işletmelerine orta ve uzun
dönemli kredi sağlamak için kurulmuş fakat daha
sonra kaynaklarının büyük kısmını kuruluş halinde
devraldığı işletmelere aktardığından, özel sanayi
işletmelerine kredi verme konusunda çok faydalı
olamamıştır. Bu banka 1932 tarihinde Türk Sanayi ve
Kredi Bankası adını almış ve 1933 tarihinde
Sümerbank’a devredilmiştir. Bu dönemin diğer bir
olgusu da bölge tüccarlarının kredi ihtiyacını
karşılamak üzere kurulan yerli ve yabancı sermayeli
tek şubeli bankalardır. Ulusal Bankalar döneminin en
önemli gelişmelerinden biri de 1930 senesinde
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın kurulmasıdır.
Özel amaçlı devlet bankalarının kurulduğu dönem
(1933-1944)
1930’lu
senelerde Türk ekonomisi büyük ölçüde tarım
sektörüne dayanan ve sanayileşmeden uzak bir görüntü
sergilemektedir. 1929 yılında yaşanan ve tüm
ekonomileri doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen
Büyük Bunalımının, zaten güçlü olmayan Türk
ekonomisine olan etkileri oldukça olumsuz olmuştur.
Bu bağlamda sermaye yetersizliği içinde olan özel
sektörün kalkınma için üstlendiği rolü
oynayamayacağını tespit eden hükümet; ekonomik
girişimlerin ve sınai yatırımların devlet eliyle
yapılması stratejisini benimsemiştir. Bu nedenle
büyük miktarda sermaye ve ileri derecede teknik
bilgi gerektiren yatırımların hayata geçirilmesi
devlet tarafından üstlenilmiştir. Bu dönemde
özellikle Almanya ve Rusya’da etkin olan devletçilik
deneyimlerinden yararlanılmış; birinci ve ikinci
sanayi planları bu çerçevede uygulamaya konmuştur.
Bu planların uygulanmasında kullanılacak kaynağı
yaratmak amacıyla da 1933 tarihinde Sümerbank, 1935
tarihinde Etibank, 1937 tarihinde Denizbank, 1938
tarihinde de Halk bankası ve Halk Sandıkları
kurulmuştur.
Kamu bankası olan bu oluşumların hepsinin bahsedilen
sanayi planının uygulanmasında özel bir görevi
vardır. Sümerbank özellikle sanayi yatırımlarına
kaynak yaratmada rol oynamıştır. Birinci sanayi
planında kurulması hedeflenen 20 fabrikanın, 13
tanesinin kurulması aşamasında üstlendiği rol bu
anlamda çok önemlidir. İkinci sanayi planında ise
özellikle madencilik ve enerji sektörlerinde
faaliyet gösterecek 100 sanayi işletmesinin
kurulması hedeflenmiştir. Belediyeler bankası ise
şehir ve kasabalardaki altyapı finansmanını sağlamak
amacıyla kurulmuştur. Denizbank denizcilik yolları
işletmesinin kurulmasında; Halk Bankası da küçük
esnafın desteklenmesi çerçevesinde faaliyet
göstermişlerdir. Bahsedilen dönemde patlak veren II.
Dünya Savaşı, hükümetin bankalardan yoğun biçimde
kredi kullanmasına neden olmuş; bu dönemde bankalara
%15 oranında mevduat munzam karşılığı oranı tutma
zorunluluğu getirilmiştir. Bu da zaten kısıtlı olan
kredi arzını iyice daraltmıştır. Bu dönemde tek
şubeli bankaların çoğu kapanmak zorunda kalmıştır.
Diğer taraftan İş Bankası ve Ziraat Bankası
bankacılık faaliyetleri olarak önemli gelişmeler
kaydetmişlerdir. Ziraat Bankası’nda yapılan sermaye
arttırımıyla banka, devlet girişimi haline
dönüştürülmüştür. Özellikle bu dönemde banka, buğday
fiyatlarının desteklenmesinde ve küçük üreticilere
kredi verilmesinde önemli rol oynamıştır. Bunun
yanında 1940-1944 döneminde hükümetin artan likidite
ihtiyacının
büyük
ölçüde Ziraat Bankası tarafından karşılanması,
tarımsal kredilerde ciddi daralmalar yaşanmasına
neden olmuştur.
Özel bankaların geliştiği dönem (1945-1959)
Savaş
yıllarında ortaya çıkan yüksek enflasyon ve
spekülasyon ortamı beraberinde varlıklı yeni bir
kesimi de ortaya çıkarmıştır. 1950’li senelerden
sonra Demokrat Parti’nin de iktidara gelmesiyle
liberal politikaların benimsendiği; devletçilikten
uzaklaşıldığı; devlet eliyle sanayileşme
düşüncesinin özel sektörün sanayileşmesi
düşüncesiyle yer değiştirdiği bir döneme girilmiş;
her yeni liberalleşen ülkede olduğu gibi bu dönemin
ilk yılları özel sermaye birikiminin arttığı bir
dönem olmuştur. Hızla ekim alanlarının genişlemesi
ve üst üste iyi mamul alınan hasat dönemleri
ekonomik büyümeyi beraberinde getirmiştir. Bununla
bağlantılı olarak ortaya çıkan kredi ihtiyacı, özel
sektöre ait bankaların kurulmasına zemin
hazırlamıştır. Böylece bu dönemde özel kesim
sermayesi ile Yapı Kredi Bankası (1944), Garanti
Bankası (1946), Akbank (1948) ve Pamukbank (1955)
kurulmuştur.
1925 yılında kurulan ve amacına hizmet edemeyen
Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası sayılmazsa, 1950
tarihinde kurulan Türkiye Sınai ve Kalkınma Bankası
Cumhuriyet tarihinde kurulan ilk sanayi ve kalkınma
bankası olmuştur. Bu dönemde de devlet, özel sektör
açısından çok karlı olmayan yüksek maliyetli sanayi
yatırımlarını finanse etmeye devam etmiştir. Kamu
yatırımlarının yoğunlaştığı başlıca sektörler
enerji, ulaştırma, demir-çelik, çimento, dokuma ve
şeker sanayileri olmuştur. Bankacılık açısından
gelişmelerin olduğu bu dönemde mevduat toplamada
rekabetin olduğu, şube bankacılığına dayalı bir
piyasa ortamı oluşmuştur.
1953 tarihinden sonra ekonomik görünüm giderek
bozulmaya başlamış; devletin kredi ihtiyacı büyük
ölçüde Merkez Bankası’ndan sağlanmıştır. Mevduat
munzam karşılıkları % 20 seviyesine çıkarılmış; bu
dönemde ortaya çıkan yüksek enflasyon, dış ticaret
açıkları ve artan dış borçlar en sonunda Türk
Lirası’nın devalüe edilmesiyle sonuçlanmıştır. 1958
yılında 1 dolar 2,9 TL’den 9 TL’ye devalüe
edilmiştir. Kamu harcamalarındaki artışın önüne
geçilememesi enflasyonun giderek artmasına neden
olmuştur. Bu arada olumlu
sayılabilecek
bir gelişme; 1958 yılında bankacılık sektörünü
geliştirme ve sektörde dayanışmanın sağlanması için
Türkiye Bankalar Birliği’nin kurulmasıdır.
Planlı
dönem (1960-1980)
1958 yılında
yürürlüğe konan istikrar programının sonucunda
ekonomik dengeler gene kurulamayınca; özel sektörün
kalkınmada baş rolü oynadığı liberal politikalar
terk edilerek, karma ekonominin hakim olduğu
1960-1980 dönemi başlamıştır. Bu dönemde; ilki 1963
senesinde uygulanmaya başlayan 5 senelik kalkınma
planlarının ekonomiyi yönlendirdiği; kamu ekonomik
teşekküllerinin ve özel sektörün “ithal ikameci”
politikalarla üretim yaptıkları bir ekonomik ortam
söz konusu olmuştur. Ekonomi dışa kapalı bir görünüm
sergilemiştir. Bu dönemde döviz kuru ve faiz
oranları dış ekonomilerden bağımsız olarak
belirlenmektedir. Sanayi, bayındırlık, enerji,
ulaştırma ve dışsatım öncelik verilen başlıca
sektörlerdir. Bu sektörlerin finansmanı negatif reel
kredi faizi ile yapılmıştır. Diğer taraftan bu
sektörlerde ithal ara mallarla üretim yapıldığı için
üretim ve finansman maliyetlerini kısmak açısından
aşırı değerlenmiş TL politikaları yürütülmüştür. Bu
bağlamda planlı dönem; finansal piyasalar açısından
kur ve faiz riskinin; mal ve hizmet piyasaları
açısından da ürün ve fiyat rekabetinin olmadığı bir
dönem olmuştur. Bu çerçevede Türk bankacılık
sektörünün işlevi temel olarak kalkınma planlarında
yer alan yatırımların finansmanını sağlamakla
sınırlı kalmıştır.
Mevcut bankalar negatif reel faizle fon toplamaya
çalışmışlardır. Devlet bu bankaları yeni şubeler
açmaları; küçük bankalarıysa maliyetlerini düşürmek
açısından diğer bankalarla birleşmeleri için teşvik
etmiştir. Bu dönemde T.C.Turizm Bankası (1962),
Sına-i Yatırım ve Kredi Bankası (1963), Devlet
Yatırım Bankası (1964), Türkiye Maden Bankası
(1968), Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım Bankası (1964)
kalkınma bankaları olarak; Amerikan-Türk Dış Ticaret
Bankası (1964), Arap-Türk Bankası (1977) ticaret
bankaları olarak faaliyete geçmişlerdir.
Amerikan-Türk ve Arap-Türk Kalkınma Bankaları
Cumhuriyet tarihinin ilk yabancı sermayeli bankaları
olmuşlardır. Sına-i Yatırım ve Kredi Bankası ise
altı ticaret bankası tarafından kurulan ilk özel
kalkınma bankası olmuştur. Bu dönemde
bankacılık
sektörü ile ilgili önemli bir değişim de, devletin
özel bankaları holding bankaları haline gelmeleri
için teşvik etmesidir. Bu teşvikin arkasındaki
düşünce; yatırımların bu yolla artacağı
düşüncesidir.
Planlı dönemde de hedeflenen yatırımları fonlamak
için iç kaynaklar yetersiz kalmıştır. Bu nedenle
devlet daha önceki dönemlerde olduğu gibi Merkez
Bankası aracılığıyla kaynak yaratma yoluna
başvurmuştur. Merkez Bankası da bu kaynağı büyük
oranda emisyonla sağladığı için enflasyonist bir
ortam kaçınılmaz olmuştur. Ayrıca yaratılan bu
kaynak mal ve hizmet arzını arttırıcı yatırımlardan
ziyade sübvansiyon olarak kullandırılmıştır.
Kalkınma planları çerçevesinde göreceli olarak hızlı
bir kalkınma hedefine ulaşılmış; fakat “ithal
ikameci” üretime yoğunlaşma nedeniyle ihracat
yapılamamıştır. Döviz darboğazlarının ve yukarıda
bahsettiğimiz nedenlerle oluşan enflasyonun
yaşandığı 1970’li senelerde, dövize çevrilebilir
mevduat uygulamasıyla döviz sıkıntısına çözüm
bulunmaya çalışılmış; bu nedenle dış borçlar
artmıştır. Sonuç olarak ödemeler dengesinin
sağlanamaması ve döviz kıtlığı; “ithal ikameci”
ekonomi politikalarının yerini “dışa açık” ve
“ihracata yönelik” üretimi destekleyen ekonomi
politikalarına bırakmasına neden olmuştur.
1980 ve sonrası
1980 tarihinde Türkiye
ekonomisinin dışarı açılmasından 2001 tarihinde
yaşanan krize kadar geçen süreç; hem Türkiye
ekonomisi hem de finansal sektör açısından
dalgalanmaların yaşandığı bir dönemdir. 1970’li
senelerin sonunda yaşanan ödemeler dengesinde
bozulma ve büyük boyutlarda döviz sıkıntısı;
1960-1980 dönemindeki karma ekonomik sürecin yerini
dışa açık, “ihracat odaklı” üretimin desteklendiği
bir sürece bırakmasıyla sonuçlanmıştır. Bu dönemde
esnek döviz kuru uygulamasına geçilmiş; uygulanan
pozitif reel faizler nedeniyle tasarruflar artmaya
başlamıştır. Bankalar bu dönemde döviz tutma ve
döviz hesabı açma iznine sahip olmuşlardır. Ayrıca
mevduat sigorta fonu ve Interbank piyasası faaliyete
geçmiştir.
Bankacılık
sektöründe ise 1980’li yılların başlarında yaşanan
başlıca gelişmeler; uluslararası denetim ve
gözetim sisteminin kurulması, uluslararası
bankacılık
standartlarının
ve tek düzen hesap uygulamasının başlaması,
bilançoların dış denetime tabi olması olarak
sıralanabilir. Diğer taraftan 1982 yılında sermaye
piyasaları kanunu yürürlüğe girmiş; sermaye piyasası
araçlarının kullanımı başlamıştır.
1986’da İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB)
faaliyete geçmiştir. 1987 yılında Merkez Bankası
açık piyasa işlemleri yapmaya başlamıştır. 1988’de
döviz piyasası kurulmuş, 1989 döviz işlemleri ve
sermaye hareketleri serbest bırakılmıştır. Bu
şekilde yurtdışından içine ve yurtiçinden dışına
sermayenin hareket edebilmesi sağlanmıştır.
1990 senesinde yurtdışındaki yerleşiklere Türkiye’de
menkul kıymet yatırımı yapma; TL ve döviz mevduat
hesabı açma izni verilmiştir. 1992’de elektronik fon
transferi sistemi kurulmuştur. Bu gelişmeler
bankacılık sektörüne yeni yerli ve yabancı
bankaların girişini sağlamıştır. Mevduat ve kredi
faizlerinin serbest bırakılmasıyla bankacılık
sektöründe rekabet artmış diğer taraftan bankalar
açısından kaynak ve plasman zenginliği olan bir
ortam oluşmuştur. Bankalar kaynak olarak mevduatla
beraber yurtdışı kaynakları da değerlendirmeye
başlamışlardır. Bilgisayar sistemlerinin yoğun
biçimde kullanılmasıyla sektördeki verimlilik
artmıştır.
1980’li
yılların sonlarında bankacılık sektöründe büyük
ölçekli bankaların payları; yeni kurulan az şubeli
küçük ve orta ölçekli toptancı bankalar nedeniyle
azalma göstermiştir. Bu dönemde Türk bankaları
yurtdışında şube açmaya başlamışlardır. 1989
senesine gelindiğinde kamu finansman açığı giderek
artmaya başlamış; faizler ve enflasyon oranları
hızlı şekilde artmıştır. Kamu sektörü açıkları iç
borçlanma ve Merkez Bankası fonları yardımıyla
kapatılmaya çalışılmış; Merkez Bankası da bu fonları
yaratmak için emisyona başvurdukça enflasyon kronik
bir hal almıştır. Bu dönemin değişmez gerçeği olan
yüksek faiz ve enflasyon beraberinde para ikamesi
olgusunu da getirmiştir. Hanehalkları ellerinde TL
tutmak yerine daha güvenilir para birimlerine doğru
yönelmeye başlamışlardır. Bu sebeple bankalar
hanehalklarının ellerindeki parayı mevduatlara
yönlendirebilmek için faizleri daha da yukarı
çekmişlerdir. Bu dönemde bankalar için artan kur ve
faiz riski; 1994 senesine gelindiğinde bankaların
bilançolarına zarar olarak yansımıştır. Hükümetin
yüksek kamu açığına rağmen genişletici para ve
maliye politikaları yürütmesi; bir de buna ek olarak
faizleri düşürme çabası ekonomideki tansiyonu iyice
yükseltmiş ve sonuç olarak ülke ekonomisi krize
girmiştir. Piyasaya geç müdahale ve geç müdahale
nedeniyle oluşan
yoğun döviz talebinin Merkez Bankası’nın elindeki
döviz rezerviyle karşılanamaması sonucu TL yabancı
paralar karşısında büyük değer kayıplarına uğramış;
faizler çok yükselmiş ve bankacılık sektörünün
toplam aktifleri ve özkaynakları % 25 oranında
küçülmüştür. Bu gelişmeler sonucunda mevduatlara
devlet güvencesi getirilmiştir. Bu süreçte
Türkiye’nin uluslararası kredi notu düşmüş;
borçlanma kabiliyeti azalmıştır. Yüksek risk
algılaması yüzünden banka mevduatlarındaki TL; çok
kısa vadeli ve yüksek faizli repolara kaymıştır.
Finansal araçları kullanmanın maliyetlerinin
yükselmesiyle beraber mevduatların bir kısmı da kıyı
bankacılığında değerlendirilmiştir.
1997 senesinde bütçe
disiplininin kurulmasıyla, enflasyon ve faizler
düşmeye başlamıştır. Risk algılarının değişmesiyle
TL’ye ve TL bazlı finansal araçlara olan ilgi
tekrardan artmış; beklentilerde oluşan iyileşmeyle
birlikte Asya ve Körfez krizlerine rağmen döviz
rezervlerinde artış yaşanmıştır. Bu dönemde
bankaların açık pozisyonları artmış; kısa dönemli
faizlerin düşmesiyle repodaki varlıklar tekrardan
mevduat hesaplarına dönmüştür. 1998 senesinin ikinci
yarısında IMF ile yapılan anlaşmayla, bankaların
açık pozisyonlarına ve vadeli işlemlerine
sınırlamalar getirilmiştir. Bu sırada ortaya çıkan
Rusya krizi nedeniyle yurtiçi yatırımcıların risk
algılamaları tekrardan olumsuza dönmüş; fiyatlar ve
faiz oranları tekrardan yükselmeye başlamıştır.
1999 senesinin sonuna gelindiğinde
IMF ile stand-by anlaşması yapılmış ve dezenflasyon
programı kabul edilmiştir. 2000 senesinin başından
itibaren sıkı biçimde uygulanmaya başlayan
dezenflasyon programı sayesinde ilk etapta faizler
ve enflasyon düşme eğilimi göstermiş fakat diğer
taraftan yurtdışından sermaye girişinin azalmasıyla
beraber ödemeler dengesi bozulmaya başlamıştır.
Düşen faiz ve enflasyonla birlikte bir taraftan
bankaların likidite riskleri, diğer taraftan da
dezenflasyon programı nedeniyle kur riski artmıştır.
Bu dönemde bankacılık sektöründe yaşanan iki önemli
gelişmeden ilki Egebank, Esbank, Yaşarbank,
Interbank ve Yurtbank’ın TMSF’ye devredilmesi ve
Birleşik Yatırım Bankası’nın faaliyetine son
verilmesi; diğeri de bankacılık sektöründe yapılan
düzenlemeler olmuştur. Bu düzenlemeler çerçevesinde
Bankacılık Kanunu’nda yapılan değişiklerle
bankacılık
sektörünün bağımsız bir gözetim ve denetime tabi
olması, kredi tanımının iştirakleri kapsayacak
şekilde genişletilmesi, özkaynak dolaylı kredi
ilişkisinin daraltılması, konsolide bazda denetimin
getirilmesi, risk yönetiminin düzenlenmesi ve
sorunlu bankaların yapılarının güçlendirilmesi
hedeflenmiştir. Buna ek olarak karşılık kararnamesi
değiştirilmiş, sermaye yeterliliği ve döviz
pozisyonunun hesaplanması konsolide bazda yapılmaya
başlanmıştır. Bu bağlamda bankacılık mevzuatı büyük
ölçüde Basel Komite tavsiyelerine uygun hale
getirilmiştir.
2000 yılında
Demirbank, Etibank ve Bank Kapital’in fona devriyle,
fondaki banka sayısı 11’e yükselmiştir. Kıbrıs Kredi
Bankası ve Park Yatırım Bankalarının bankacılık
faaliyetleri de durdurulmuştur. Bankacılık
sektöründe 2000 Kasım ayında başlayan huzursuzluk,
2001 yılında hızla reel sektöre yayılan bir ekonomik
kriz halini almıştır. Bu dönemde Türkiye ekonomisi %
9,4 küçülmüş; enflasyon oranı % 39’dan % 69’a
çıkmıştır. Döviz kurlarında ve faizlerdeki yükseliş
de bu tabloya eşlik etmiştir.
Bankacılık sektörünün bu dönemdeki zararı
özkaynaklarının % 77’sine ulaşmıştır. Bu
yaşananların sonucunda Nisan 2001’de ekonomideki
yapısal sorunlara çözüm bulma ve finansal sistemi
güçlendirme amaçlı “güçlü ekonomiye geçiş programı”
uygulanmaya başlanmıştır.
|