Bilgiden Korkan Bir Türkiye'nin Bilinç
Çağına İhtiyacı Vardır
Strateji Uzmanı, Erhan Yarar
21. yüzyılın Bilgi Çağı olacağı yolundaki iyimser
varsayımlara ilk tashihin gelecek yüzyılın Bilinç
Çağı olması şartı olduğu kanaatindeyim. Ele geçen
bir bilginin kaynağı, manası ve kullanım imkanları
hakkında bir ne-den-sonuç süzgeci işletemeyen, yani
bilinçten yoksun olan bir insan tipinin, geçmiş
yüzyıllardan farklı bir görüntü vermesi beklenemez.
Türkiye, mirasını, insanını, tarihini, dilini ve
dinini unutarak, anlamamakta ısrar ederek,
öğretmeyerek bir yere varamaz.
Sorunlarını erteleyen, sorunların çözümü için
gereken bilgiyi bulmaya, yaymaya ve kullanmaya
kendini, kilitleyen, sorunlarından kaçan ve hatta
korkan bir Türkiye'ye bilgiden ziyade bilinç
lazımdır. Bilinci bilgiyle yaşatmaktan ziyade,
varolan ve başka amaçların sonucu üretilmiş
bilgilere kendisini günlük yaşam uğruna teslim eden
bir Türkiye'den bırakın dünyaya, kendi insanına
hayır gelmez.
Bu insan tipinin bilgisayar, fax, tv, internet ve
benzeri iletişim araçları ile donatılmış olması ve
yaşamında da bu araçların varlığından kaynaklanan
bir rahatlık boyutunun ortaya çıkmış olması, bilinç
faktörü yerine gelmediği sürece, ancak ve ancak
kolay ve hızla manipüle edilebilir ve bir menfaat
çizgisinde kullanılabilir bir insan tipi ile karşı
karşıya olduğumuz sonucuna bizi götürmelidir.
Hedef Bilgi Toplumu
TBMM'deki "Koltuk Skandalı"nın mali analizi
sonucunda anlaşılıyor ki, "gasp edilen milyarlarca
Türk Milleti Lirası" ile aslında Türkiye sınırları
içindeki bütün okullar bilgisayar ağı ile
donatılabilirdi. Türk Milleti Lirası yani TML'nin
çalınma süreci hızlandıkça, doğa! olarak Türk
Lirası yani TL'nin değeri de yalnızca haysiyet
açısından değil, iktisadi olarak da aşınıyor. Bu
sürece dur diyecek mekanizma da, yine doğal bilgiye
dayalı bilinç aşılanmış bir toplumdan geçmektedir.
Bir bilgi, gerçek ya da doğru arasında bir köprü de
kurabilir. Bilginin kullanımı , işte burada devreye
giren bir süreçtir ki, buna bilinç denebilir. O
halde, iki dunım söz konusudur; birinci durumda
bilginin aşındırtlması ve yıpranmış halde kullanıma
sürülmesi ve bu şekilde ya yanıltılmış ya da
yokedilmiş bir kamu hafızasının oluşturulması veya
ikinci durumda kamu yararına bilgi oluşturma,
bilinçli kullanıma rehberlik etme sürecini var
etmek isteyenlerin sistematik erozyonu ve hatta
kaba bir tabirle "ortadan kaldırılması". Sanıyorum,
her iki durum içice gelişmektedir ve bu manada,
garabet de teşkil etse, Türkiye'de zengin bir
birikim vardır.
Amerika Birleşik Devletleri'nde ise, en azından
toplumu yönlendiren ve yöneten kesimde, belirgin
bir bilinç düzeyinin gelişim perspektifleri içinde
ele alındığını tespit edebiliriz. Belki bu nedenle,
ABD Savunma Bakanlığı, namı diğer Pentagon,
Information Warfare başlığı ile muharip kadrolara
bilgi savaşı konseptleri sunmaktadır. Bu manada
belirli deneyimleri de vardır.
ABD Hava Kuvvetleri'nde 1993 yılında "Hava
Kuvvetleri Bilgi Savaş Merkezi" Kelly AFB, San
Antonio'da kurulup faaliyete geçmiş-tir. Buna bir de
bilgi savaş filosu eklenmiştir.
Körfez Savaşı sırasında gönderilen bilgisayar vuruş
teknikleri sonucu, Irak Hava Savunma ve Komuta
Kontrol Sistemi'nde etkinliği %50'ye indiren darbe,
bu ekibin eseri olmuştur.
Amsterdam'daki bir apartman dairesinden gerçekleşen
ve New York Wall Street'i saatlerce telefonsuz
bırakan karşı saldırı da, Iraklılarca
gerçekleştirilmiştir. Irak bilgisayar sistemlerine
enjekte edilmek üzere hazırlanan bir virüsün,
yanlışlıkla Pentagon bilgisayarına girmesi sonucu
ise, ABD kendi silahı ile vunılmuş ve 5000'den fazla
bilgisayar kullanım dışı kalmıştır. (dpt bilgi
toplumu)
Bu durum Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere
ne denli geniş bir tehdide hangi müesselerimizin
uyanık olması hakkında sanırım bir fikir verebilir.
Üzerinde durulması gereken temel noktalardan birisi
de, hakimiyet kurmanın enstrümanı haline gelen bu
ve benzeri bilgilerin üretimidir. Bilgi ucuz
üretilmeli ve pahalı satılmalıdır. Mümkünse, bilgi
yenilendikçe, piyasada varolan bilginin sonuna
kadar satımı beklenmeli ve ondan sonra yeni bilgi
piyasaya sunulmalıdır.
Geçmiş çağlardan bu yana insan sezgisi ve yeteneğine
dayalı yürümüş olan ve istihbaratla desteklenmiş ve
hayat bulmuş olan, siyasi, ticari ve askeri
savaşlar, bugün yine klasik değerler baki kalmak
üzere, insan dışı araçlara bağlı bir hale gelmiştir,
insan sezgi ve yeteneğinin aktarımında, mesafelerin
önemini ortadan kaldıran, operasyon çapını
daraltarak savaş ve hakimiyet sahalarını
genişleten, işte bu elektronikleşme, biyonikleşme,
cansız bütünlerde canlılığı sürdürme tekniğidir.
Burada klasik elektronik savaştan farklılaşmaya
dikkat çekmek gerekmektedir. Burada söz konusu
olan, savaşa farklı bir sahada savaşla da karşılık
vermek, stratejik saldırıyı senaryo paketleri ile
sürdürmek, lojistik desteğin devamlılığım önlemek
için sahayı bilgi ile karıştırmak, harekat alanına
anında bilgi transferi, bilgi kullanımının imkansız
hale getirilme teknikleri, karşı tarafın hangi
bilgiyi hangi maksatla edindiği hakkında algılama ve
karşı taarruz yeteneği, ama herşeyden önce bu
manada gereken insan tipinin hakimiyet
stratejileri çizme anında hazır tutulmasıdır.
Bu düşünceleri, bugün yalnızca TSK'da bulup ya da
sezip, siyasi sahada izine raslayamamak üzüntü
vericidir. Siyasi mekanizmaların aynı terbiye
anlayışına sahip olmaması, askerin siyasi iradeyi
bekleme sabrını gereksiz kılabilir Dünyadaki mevcut
bilgilerin her 18 ayda iki katına çıktığı, 2000
yılında 16 kat daha fazla bilgi bulunacağı ve 2012
yılında iletişim teknolojilerinin de farklılaşması
ile birlikte 5896 kat daha fazla bilginin dolaşımda
olacağı dikkate alınırsa, siyasi karar verme süreci
zorlaşacaktır.
Bilinçli bir kitlenin ya da siyasi kadronun elinde
ise, bu artış manevranın zenginleşmesi anlamına
gelecektir. Aksi halde dezenformasyon, manipülasyon
ve irritasyon gibi kavramlara açık, bilgi
bombardımanından boğulmuş ve kendinden bezerek
kendisini sadece hayatta kalmaya adamış bir insan
tipi ile karşılaşağız. Bunun anlamı açıktır; hayata
egemen olamamak ve sadece hayatta kalmaya çalışmak.
Ancak bilinmelidir ki, dünya tarihi de bunu
gösteriyor, hayata egemen olanlar sadece işlerine
yaradığı sürece hayatta kalmaya çalışan kitleye bu
hakkı tanırlar ve fazlalık teşkii ettiklerini
düşündükleri an da, bu kitleyi imha ederler.
Belki bu nedenle bilgi savaşını C4ISR olarak yani,
Komuta, Kontrol, İletişim, Bilgisayar.Istihbarat,
Gözlem ve Keşif olarak tanımlıyorlar. Burada
Türkiye için bir ekleme yapmak gerekiyor; Niyet.
Bu da millete dayalı bir devlet anlayışı sonucu
ortaya çıkabilecek bir mefhumdur.
Türkiye'nin, gelecek yüzyılda karşılaştığı iç ve
dış baskının, geçmiş yüzyıldan çok daha fazla ve
belki de katlanılamayacak kadar etkin olacağı
anlaşılmış olmalıdır. Bu durumda, bu olaylardan
çıkması gereken gerçek ders ve kanımca Milli
Güvenlik Siyaset Belgesi'ne asıl yansıması gereken
şu üç ana konudur; Ulusal kimlik: Türkiye, ulusal
kimliğini tahlil, teşhis ve tespit ederek ortaya
koymak zoaındadır.
Ulusal menfaat: Türkiye, ulusal menfaatlerin
boyutlarındaki değişimleri ve gerek
zamanla-sistematik gerekse zamanla-zamana
sıkıştırma gelişimleri saptamak zorundadır.
Ulusal Strateji: Türkiye, ulusal kimlik ve ulusal
menfaat tanımlaması sonucu, iç ve dış politik
alanlarda eş zamanlı olarak kullanımı zorunluluk arz
eden bir ulusal stratejiyi devreye sokmak
zorundadır.
Kısacası Türkiye, ne zaman, hangi krizlerin, hangi
merkezlerden, kimlerin aracılığı ile ve ne kadar
süre için çıkarılacağını, kriz patlak vermeden
öngörmeli, hazırlık yapıp, bertaraf edecek donanımı
oluşturmaya yetecek zamana sahip olabilmeli ve en
önemlisi bu zamanın kontrolünü de elinde
tutabilmelidir. Bu amaçla acilen, "TÜRKİYE ULUSAL
STRATEfl VE KRİZ YÖNETİMİ MERKEZİ"
oluşturulmalıdır. (bilgi toplumu olmak)
Bu sıralama içinde gelişmeyecek bir süreçten,
Türkiye'nin herhangi bir bölgesel ya da küresel tez
üretmesi olanaklı gözükmemektedir.
Türkiye Hangi Bilinç ve Bilgi ile Nereye Gidiyor?
21.yüzyılda Türkiye'nin varlığını korumak, onu
geliştirmekden daha zor bir sorun olarak
karşımızdadır. Bugün değişen ancak farklılaşmamış
bir dünyada özellikle teorik çalışmalarla
meşrulaştırılan Yeni Dünya Düzeni oyunlarının
basıncı, 19yy'da ülkemizin göğüslemek zorunda
kaldığı basınçtan çok daha ağırdır. Üstelik, bugün
devlet, milletin gerisinde kalmıştır. Türkiye,
değişen dünya dengelerine karşın, jeostratejik
önemini muhafaza eden bir konumda bulunmaktadır.
Devletin Bekaası Nasıl Tehdit Altına Girer?
21.yy'nırn
sonuna kadar akacak süreçte, Türkiye topraklarında
yaşayan insanların devletin bekaasını belirli
ihtimallerde tehdit etmesi veya Türkiye'yi bir
devlet olarak belirli mantıklarda değiştirmesi
beklenebilir.
A. Yaşam standartlanndan kaynaklanan bir üst sınıf
arayışı bugün için zaten mevcuttur. Gerekli
ekonomik, sosyal ve siyasal reformları, bir çırpıda
gerçekleştirmek isteyecektir Devletin alışılmış
üslubu ile reformlar için fazla zaman harcamasını,
kendi yaşam standaalaun-dan bir taviz olaıak
göreceklerdir. Bu üst sınıf, varolan devletin
kuralları karşısında bir sükunet gösteremeyecektir.
Bu üst sınıf, yaşam üslubu ile artık toplumun bir
parçası değildir ve topluluk kavramında bu anlamda
bir dar halka oluşacaktır. Bu dar halkayı birarada
tutan öğeler, bu üst sınıf için belirleyici etnik
noktalar olarak anlaşılmalıdır. Bu anlamda, bu üst
sınıfın, kendi yaşam standartını korumak ve
geliştirmek için, kendi yaşam çevresinde siyasi
yönetim yetkisini elde etme girişiminde bulunması
beklenilebilir. Sonuçta, varolan devlet düzenine
ters düşerek bir çatışma oluşacaktır. Bu dunımda
klasik anlamda devletin güvenliği tehdit
altındadır.
B. Yukarıda öne sürülen durumda doğal olarak bir de
alt sınıf olacaktır. Bu alt sınıf, varolan yönetim
düzenini adil bulmayacaktır. Üst sınıfın baskıları
alt sınıfın varlığını tehdit etmektedir. Varolan
merkezi devlet, bu ihtilafda katalizatör olmaktan
uzaktır. Bu da ayrıca bir baskı olarak
değerlendirilebilir. Alt sınıf, bu baskılara karşı
koymak için girişimlerde bulunacak ve bu nedenle
öncelikle liderlik amacıyla kendi içinde
çatışmalara girecektir. Tarihsel olgular, liderlik
çatışmalarının alt sınıfda daha ciddi boyutlarda
gerçekleştiğini göstermektedir ve bu çatışmalar
kısa zaman sürmektedir. Alt sınıfı birarada tutan
öğeler ise, liderlik çatışmasından bağımsızdır. Alt
sınıf içinde yaşam sürmek, belirgin bir kimlik
gerektirmektedir. Bunları doğaldan doğaıya
kullanılan dil ve dış görünüm içinde bulmak
mümkündür. Bunları etniklikte yabancılaşma olarak
değerlendirmek gerekir ve değişime açık değildir.
Devletin kontrolünü ve üst sınıfın tamamını ortadan
kaldırmayı hedeflemekle, burada da güvenlik
açısından bir tehdit söz konusudur.
C. Yukarıda anılan iki duruım karşısında, devlet
kendi düzenini korumak için kimliğini pekiştirmek
isteyecektir. Açıkça, üst sınıf ve alt sınıf kendi
yaşam sahalarını fiili boyuttan hukuki boyuta
çıkarmaya çalışacaklardır. Bu yaşam sahaları
doğrudan kimlik demektir ve et-nisiteye eşittir. Bu
faaliyetler, üst ve alt sınıfların kendi savunma ve
güvenlik örgütlenmelerini beraberinde getirecektir.
Devlet ise, klasik savunma ve güvenlik tedbirlerini
artırmak, bu yeni örgütlenmeleri göğüslemek için de
kendi örgütünü etnisite uzmanları ile güçlendirmek
duaımunda kalacaktır. Muhtemel çatışmalara
girecekleri alana artık bilimsel bir boyut da
eklenmiştir.
Varolan sınırlarımıza dayanarak bazı sorunlarla
karşılaşmamız da Türkiye devletinin bekaasını tehdit
edebilir.
A. Halen merkezi yönetim anlayışı varolmakla
beraber, yerel yönetimin yaygınlaştırılması
istekleri mevcuttur. Bu alanlarda gerçekleşen
ticaretin yalnızca bölgeye yansıması, arzulanabilir.
Bölgede ihtiyaç duyulan savunmayı üstlenecek unsur
merkezi otoriteden bağımsız davranmak isteyecektir.
Ülke genelinde yatırım hesapları yapılırken,
yalnızca belirli bölgelerin yaşam standartlarının
göz önüne alınması talep edilebilir. Kalkınmış
bölgelerden toplanan vergilerden yalnızca kalkınmış
bölgenin ihtiyaçlarının karşılanması gibi bir so-run
ortaya çıkabilir. Bu durumda bölgecilik ve bölgeye
ait olma zihniyeti güçlenecek ve farklı bir
etnisite anlayışı ile karşılaşılacaktır. Merkezden
bağımsız karaktere sahip olan bir bölge, ülke
genelinde yönetimde ağırlık kazanmak isteyecektir.
Bu amaçlar için insan kaybı, kaynak aktarımı, çevre
kirlenmesi konularında, kalkınmış bölgenin
etkilenmemesi için çalışmalar yapılacaktır. Az
gelişmiş bir bölgede var olan şiddeti ortadan
kaldırmak için, kalkınmış bölge kendi kaynaklarını
kullanmak istemeyecektir. Devletin, merkezde
otorite kaybı başlayacak, bölge sınırlarında
tehditlere karşı koymak mümkün olamayacağı için de,
bir sınır güvenliği sorunu yaşanacaktır.
B. Merkezde ülke genelinde sistematik ve doğru bilgi
edinmede varolan sıkıntı sonucu karar alma
güçleşecek, istihbaratta bilgi sızması sonucu ise
kararların uygulanmasında otorite eksikliği
yaşanacaktır. Sınırlarımızda güvenlik sağlamada
yaşanacak olan sorunları gidermek için karar
mekanizmaları açık toplum koşullarında serbest
hareket edemeyecek duruma düşecektir. Baskı ve çıkar
grupları karşısında, devlete ait güçlerin,
sorgulanmazlık ve dokunulmazlık zırhlarını
artırmaları beklenebilir. Bu durumda aynca bir
otorite kaosu da beklenebilir. Bu son nokta
özellikle dış kaynaklı terör örgütleri için
bulunmaz fırsatlar yaratacaktır. (Avrupa birliği
bilgi toplumu)
Küreselleşen ancak farklılaşmamış bir dünyada
olduğumuza dair kanılar gün geçtikçe
güçlenmektedir. Türkiye, bir devlet olarak bu
küreselleşmiş ilişkilerde bazı sıkıntılar
yaşayabilir.
A. Devlet, küçülmeyi tercih edecektir. İdari
konularda, giderek devletin müdahalesi ve yetkisi
ortadan kalkacaktır. Toprak genişliğinin anlamı
sorgulanacaktır. Sınırlar, yeraltı kaynakları ve
yaşam standartları oranında daraltılabilecektir.
Yeni sınırlarda yaşamanın bedeli, bu sınırlar
dahilinde yeni bir kimlik ortaya çıkaracaktır.
Vatandaşlık, doğum veya yerleşim konularından
soyutlanarak, doğaldan yetenek, bilgi ve uygulama
düzeylerine endekslenecektir. Bu durum, etnisitenin
bugünkü anlamından tamamen farklıdır. Böyle bir
devlet zihniyetinin sonu oldukça karamsar
gözükmektedir. Otoriter rejimin oluşması
beklenebilirse de buradaki idarenin, bu yeni
etnisite kavramının devamlılığını sağlamak
konusunda, vatandaşları sürekli testlerden
geçirmesi beklenebilir. Standartlara uymayarak
toplum dışı bırakılma söz konusu olacağı için,
sosyal ilişkilerin yerini bireyin kendisiyle devamlı
yarışması alacaktır. Sosyalitenin anlamı soyut
mutluluk ve tedirginlik karşımı bir duygudur.
Toplumdışı bırakılanların saldırganlık göstermesi
beklenebilir. Diğer devletler karşısında bu yeni
devletin teknolojik üstünlüğü kaçınılmaz olmakla
beraber, devamlılığı sorusu açıktır.
B. Toprak, kaynak ve çevrenin kısıtlı kalması
karşısında devlet kendi merkezi otoritesi sabit
kalmak şartı ile, diğer küresel noktalarda bir
anlamda temsilci gibi çalışmak üzere, tıpkı merkezi
devlet gibi örgütlenmiş alt-devletlerin,
temsilciliklerin ya da uluslarüstü şirketlerin
oluşturulmasında tasanlar geliştirmek zonanda
kalabil:''. Bu bir anlamda ayrı: çıkarlar için
merkezi bir kararla ortak olarak çalışan ülkeler
birliğine benzetilebilir. Bugünkü dunundan farkı,
etnisite konusunda hiçbir kaygısının olmamasıdır.
C. Bölge ya da blok arayışlarında birincil rolü
kazanmak için o alanlarda barınan insanı başka
türlü ele geçiremeyeceği bir perspektif sunarak
kazanmak da devletin uygulamak isteyeceği bir
yoldur.
D. Küresel bir sistemin oluşturulması çabasında
devlet bilgi merkezi olma arayışında bulunacaktır.
Bu sistem dışında kalma tehlikesi karşısında yerel,
bölgesel, blok ve küresel ittifakların gelişmesini
önleyecek sigortaların geliştirecektir. Siyasi,
ekonomik, dini ve kültürel motiflere dayalı bu
sorunların yeni kavramlara ve etniklikte yeni
boyutlara yolaçacağı tahmin edilir.
İnsan ve kültür varlığı kendi yarattığı teknolojiye
yetişemeyince kültür boşlukları doğmaktadır.
Teknolojinin iletişime verdiği yeni süratten
yararlanarak, toplumun gündemini elinde tutanlar
birinci grubu, bu sürate ya bilgilenme ya da
ekonomik yetersizliklerden dolayı uyum
sağlayamayanlar ikinci grubu oluşturmaktadır.
Kültür Boşluğu Sınıfsal Paylaşıma Nasıl Yansır?
Kültür boşluğu birinci grubun faydasına bir durum
arzetmektedir ve bu grup bu durumu kontrol altında
tutmak isteğindedir. Maruz kalan ikinci grup ile bir
ihtilaf oluşmuştur. Bu nedenle yapılması gereken,
etkiye maruz kalanların, boşluk üstü bir kültür
seviyesine Ulaşmaları için olanağın sağlanmasıdır.
Bu olanağın
sağlanmaması başka, sağlanamaması başka
kavramlardır. Sağlanamamanın gerekçeleri, ekonomik
kriterlere dayanarak verilebilir ve belirli bir
dengenin sağlanması, en azından manız kalınan
etkiyi azaltmak için bir çabanın sergilenmesi
beklenebilir. Sağlanmamanın ise tek gerekçesi
olabilir, o da, ikinci grupta bulunan kitlelere
yapılacak yatırımın, birinci grup için
katlanılamayacak bir maliyet gerekmesidir İkinci
grubun getireceği verim, yatırımı karşılamamaktadır
endişesi birinci grupta mevcuttur.
Kısacası, süreçten azami karın sağlanması,
modernleştirilmiş kalıplarda ve katlanılabilir
koşullarda bir sömürünün devamıdır. İşte Türkiye'de
süreçte aslında şimdi yaşanmakta olan ve orta vadede
kapsamlı hale gelecek olan ihtilaf, klasik yollardan
partilere baskı yapmak yerine bizzat sürece sahip
çıkmak için partileşen gruplardan kaynaklanmaktadır.
Süreçten olumsuz etkilenenlerin savunmasını
sahiplenecek varlıklar yetersizdir. Bu toplumda bir
endişe, umutsuzluk ve güvensizlik yaratmakta,
bireysel ihtiyaçların giderilmesi ön plana çıkmakla
birlikte, çok-bireyli bir topluluk tipi
gelişmektedir. Siyasi platformda varolan partiler
ve diğer örgütlenmeler arasında pek fark kalmaması
bu endişeyi körüklemektedir. Üstelik sayıca da
çoğalmış olmaları seçimlerde yeni bir oy dağılımı
ortaya çıkarmaya başlamıştır. Bu dağılımların
karakteristiği, ülke yönetiminde, hiçbir grubun tek
başına temsil yetkisini ilan edememesidir. Tarihsel
olarak söylemleri artık atıl kalmaları, ortadan
kaldırmayı hedefledikleri değerlere öncelikle
kendilerinin uyum sağlamış olmaları ve bu
değerlerin yerine insanı madde ve nıh anlamıyla bir
arada tutacak yeni değerler yaratamamış olmaları
bir gerçektir.
Süreçten olumsuz etkilenenlerin, tepkilerini sosyal
şiddet, yaşam sahası paylaşımı için örgütlenme ve
nihayet sürece hakim olanlara tek bir ses olarak
karşı koymak için önce kendi içinde bir önderlik
kavgası biçiminde ifade etmeleri oldukça gariptir.
(bilgi toplumu kitap)
Bunlar esasen son yirmi yılda Türkiye'de alt
modellerde yaşanmış sıkıntılar olmuşsa da,
önümüzdeki yirmi yıl içinde bölgesel ve global
basınca dayanmak, bundan yirmi yıl öncesi
koşullardan çok daha fazla bir direnci
gerektirmektedir.
Bu direnç karşısında toplumun güvenliğini sağlamak
daha zor olacaktır ve kültür boşluklarına uğramış
olanlar ile bu kültür sürecinden doğnıdan
yararlananlar r.rasında farklı bir savaşım gündeme
gelecektir. Bu nedenle bugün Türkiye'de gündemde
olan ve esasen bu yüzyılın başından veya en azından
geçen yüzyıldan kalan değerler, tartışma konusu
olmaktan çıkacaktır. Bu değerlerin tamamı,
katlanılabilir yaşam koşullarında üzerinde
dunılabilecek kavramlardır. Hatta bu değerleri
kurumsal kılmak için kanlı savaşlar bile
verilmiştir. Oysa kültür boşluğu içinde kalanların
savunacaklan bu tarz değerler değil, doğaldan
insanın hayatta kalma savaşımını ifade eden unsurlar
olacaktır.
Kuşkusuz bu son nokta üzerinde tartışılmaya
değerdir, çünkü bu kavramların neler olması
gerektiği konusundaki çalışmalar daha bugünden
yapılmaktadır. Gene! olarak süreç sahipleri
tarafından yapılan çalışmaların amacı, ihtilafın
sıcak çatışmaya dönüşmesinde kopukluk sağlamak
üzere kitlelerin manipülasyonu olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti'ni yaratan ideolojinin siyasi
platformda güçlü bir temsilcisi kalmamış olup, bu
değerleri savunan toplumun katmanları boşlukta
bırakılmıştır ve her yere çekilmeye müsaittir.
Merkez partiler, dünyaya bakışları hemen hemen
benzer olmakla birlikte, siyasi ve ekonomik
çıkarlar, hukuksal dokunulmazlıklar uğruna kendi
aralarında cemiyetleşme içindedirler.
Devlet Hangi Sistemin Ürünü Haline Gelmelidir?
Vatandaş olmaktan ziyade devletin mensubu olmanın
ulusu oluşturduğu bir ortamda yaşamaktayız. Devlet
yalnızca siyasi bir
organizyon biçimi olarak anlaşılmalıdır. Ancak,
devletin sıcak ihtilaf bölgesindeki konumunun,
özerkliği kısıtlayabileceği ve merkeziyetçiliği
artırabileceği üzerinde de durulmalı-dır. Güneydoğu
Anadolu'da ve hemen yanı başındaki Kuzey Irak
bölgesinde yaşananlar bu anlayışı pekiştirmektedir.
Türkiye'nin içinde bulunduğu jeopolitik konumdaki
değişimler ve genel olarak tüm komşuları ile olan
ilişkileri de açık toplum için gerekli reformları
zorlaştırmaktadır. Oysa, tam da bu durumun
sivilleşmeyi gerektirmesi beklenir.
21.yy'm eşiğinde asıl sorun, gelişmiş ülkelerin
ihtilaflara karşın birlikte yaşamaları değil,
politik bilinçlerine kavuşmanın ilk aşamasını
yaşayan kitlelerdir. 1989 sonrası değişimlerle
özellikle eski Doğu Bloku coğrafyasında ortaya çıkan
yeni durumda, mikro milliyetçiliğin ve etnikliğin
baskın olması bu durumu özetlemektedir. Bunlar
politik olarak uyanmaktadırlar. Politik uyanışın
ilk aşamasının temel karakteristiği, kitlelerin
kendilerini " etnik ayrıcalıklara dayanan " dar bir
kapsam içinde tanımlamalarıdır. Toplumsal
duyguların dışavurumunun ne kadar ilkel olduğu bütün
olaylardan görülmektedir. Türkiye için de ne yazık
ki aynı durum geçerli gibi gözükmektedir. Politik
ve dinsel açıdan Manichean eğilimlerle kendi
fikirlerini haklı bularak felsefi tartışmalardan ye
sosyai olayların karmaşıklığı göz önünde
bulundurulmaksızın politik uzlaşmadan kaçış vardır.
Türkiye'de bu son durum özellikle dini motiflere
veya dogmatik misyona dayalı oluşumlarda kendini
belli etmektedir.
Sorun çağın yeni bunalımına bir ad koymaktır.
İnsanın zihni ye ahlaki bir çöküş dönemi yaşaması,
bir insanı ve dolayısıyla bir toplumu birarada
tutan yapıştırıcı unsurları sistematik olarak yok
etmek sonucu ortada bir şeyin kalmamaya başlaması,
en azından yeniden doğuş arayışına insanoğlunun
takadinin kalmayışı olarak ifade edebiliriz. Bu son
durumda yalnız kal-maktan korkan ve toplumdan
yalıtılmaya doğası gereği tahammülü olmayan
insanlar, etnik ve dini ve belirli dönemlerde
gördüğümüz gibi ideolojik unsurlarda tutunmaya
çalışmışlardır, Yalnız burada Türkiye'de özellikle
1980 sonrasında yaşanan tüketim çılgınlığı ve
üretimden uzak düşmek de değerlendirilmelidir.
Sosyal Şizofreni Nasıl Frenlenir?
Ahlaki olarak eksik unsurlara dayanan birarada
yaşama çabası, paylaşım isteksizliğim getirince,
Karşılaşılan tablo düzenli ve tartışılmaz
söylemlerle, insanların diğer kitleleri ya tahakküm
altına alma, ya eritme, ya da yoketme sürecine
girmeleri olmuştur. Bunun en kestirme yolu da,
etniklik olarak ifade edilen ve çoğu kez ne olması
konusunda görüş birliği bulunmayan bir kavrama
dayanarak ihtilafların şekillenmesi ve çoğu kez de
çatışmaya dönüşmesi olmuştur. Bu yüzyıldaki
savaşlarda bir tahmine göre 87 milyon insan ölmüştür
ve bir o kadarı da yaralanmış ve sakat kalmıştır.
Bu sayı, tarihin bütün dönemlerinden daha fazla bir
toplam oluşturmaktadır ve bu insanların çoğu etnik
ve dini sebeblerden ötürü yaşamını yitirmiştir. Bu
insanların kaybı ile, muazzam bir genetik mirasın da
insanlığın elinden gittiğini ayrıca düşünmek
gerekir. Türkiye tarihinde Kurtuluş Savaşı
sırasındaki şehitlerimiz ve trafik kurbanları
dikkate alınmaz ise, bu anlamda 1980 öncesi terör ve
1984 sonrası Güneydoğu olayları sürecinde
yitirdiğimiz insanlarımız Türkiye'nin genetik mirası
adına muazzam bir kayıpur. Bir ülkenin güvenliği
için en önemli unsunın insana yapılan yatırım olduğu
düşünülürse, bu bir rizikodur. (bilgi toplumu pdf)
Türkiye'nin güvenliğini, ulusu oluşturan devletten
ziyade devleti oluşturan ulusa eksenleyerek yapmak
durumundayız. Temeli itibarı ile eksiklikleri de
olsa, Türkiye'nin inşası tarihinde, bu satırların
yazarının naçiz kanısınca, modernite sonrası bir
espri hakimdir ve Türkiye Cumhuriyeti'ne kanat
gerenler bu nedenle çağlarının ilerisinde hamleler
sergilemişlerdir. Bu konu doğal olarak, siyaset
bilimciler ve sosyologların üzerine durmaları
gereken analitik çalışmalara dayanacaktır.
Karşılaştığımız! olaylarda söz konusu olan
motiflere bakarak: bir etnik grubun kendisini dil,
din, kabile, milliyet veya ırk gibi ortak
vasıflardan herhangi biri ya da bir kısmına
dayanarak tanımlayabileceği ve bu şekilde bu gruba
üyeliğin bir şekilde kimliği belirlenmiş olacağı
talimin edilir. Ancak bu tip bir tanımlama böylesi
bir kavramı açıklamaktan çok, onu, bugünkü şartlarda
daha birçok soruya açık hale getirmektedir. Bu tarz
bir tanımlamadan yola çıkarak etnik grubun bir
halk, ulus, yurttaş, azınlık, kabile veya cemaatlari
kapsayacağı düşünülür.
Esasen etnik ihtilaf olarak gündeme gelen olayların
aslında bir sınıf ya da çıkar savaşımındaki
grupların, etnik unsurları kullanarak birarada
kaldıkları ve taraftarlarını genişlettikleri
düşünülebilir. Bu ihülaflarda, sonınun ya da
"davanın" sosyal, ekonomik veya siyasi boyutlarını
etniklik unsurları kullanarak gizlemeleri de bir
olasılıktır. Bu durumda etnikliğin önemi, kitleleri
harekete geçirmek için kullanılan motifler
seviyesine indirgenmektedir. Kanaatimce, etniklik
bugün Türkiye'de gerek iç gerekse dış kaynaklarca
kullanılan bir araç haline getirilmek
istenmektedir. Bunun açık örnekleri, Türk-Kürt,
Alevi-Sünni ve hatta laik-antilaik kutuplaşmaları
sürecinde görülebilir.
Şahsen, Yeni Dünya Düzeni'nin mimarlarının, PKK'yı
" ikame edilebilir ve yeniden kurgulanabilir terör"
mantığının bir aleti olarak nitelendirdiklerini
sanıyorum. Bugün izini belli etmiş "boşlukta solcu
ve teorik beslemesi varoşlardan gelen 1 Mayıs
tahrikçileri", "İkinci Cumhuriyetçi ve Kuvayi
Milliye ruhu düşmanları", "Putperest ya da Gardrop
Atatürkçüler", "Kendi terör eylemlerini ilahi
kaynaklarla aklayan sözde-Şeriatçılar" ve "
Ümitsizlik Tacirleri" gibi şizofrenik kategoriler,
ülkemiz gündemine geleceğe yatırım amacıyla
sokulmaktalar.
Ulusal menfaatler sloganı ile demokratik sancılar
içindeki ülkelerde doğal zamanın tamamlanması
engellenerek demokratik görünümlü bürokratik
iktidarlar teşvik ediliyor. Bu iktidarlar altında
üretim zincirinin sekteye uğramaması için canalıct
sorunların tartışılması ya ekonomik sebeblerle ya da
hukuki yaptırımlarla engelleniyor ve düşünce ortamı
zedeleniyor.
21,yy'ın eşiğinde hala 19.yy'dan kalma sorunlar ve
kavramlarla uğraşmak zorunda kalan Türkiye'nin
derdi, temiz olduğundan emin olduğumuz toplum değil,
toplumu sosyal şizofreniye taammüden sürüklemekte
olanlardır. Sistemin sorunu ise, ihtilaf, menfaat,
istikrar ve iktidarın nasıl birarada
barınabileceğidir.
Türk insanını zihni ve ahlaki bir çöküş dönemine
itenler, toplumu birarada tutan yapıştırıcı
unsurları sistematik olarak yok etmekte ve sonuçta
yeniden doğuş arayışına insanımızın takadi kalmamış
gözükmektedir. Yalnız kalmaktan korkan ve toplumdan
yalıtılmaya doğası gereği tahammülü olmayan
insanlar, etnik ve dini ve belirli dönemlerde
gördüğümüz gibi ideolojik unsurlara tutunmaya
çalışmaktadır.
Ahlaki olarak eksik unsurlara dayanan birarada
yaşama çabası, paylaşım isteksizliğini getirince,
karşılaşılan tablo düzenli ve tartışılmaz
söylemlerle, insanların diğer kitleleri ya tahakküm
altına alma ya eritme ya da yoketme sürecine
girmeleri olmuştur.
Sonuç Yerine Kavramlara Yenilenmiş Bakış
Esasen tamamen anakronik olan bu sorunların, bugün
neden hala ve özellikle bizim gibi bir uygarlıklar
beşiğinde uygun zemin bulduğu sorusunun yanıtı,
yukarıda sorgulanmaya çalışılan tablo kadar
karmaşıktır.
Burada yalnızca iç değil dış etkenler de
sözkonusudur. Amaçlarını teorik çalışmalarla
meşrulaştırmaya çalışan Yeni Dünya Düzencileri,
içimizdeki "legal ya da illegal mentalite
teröristlerinin"de yardımıyla Türkiye'ye kesin
roller dayatmaktadır. Türkiye, kendine biçilmiş
rollere yani tarım, turizm, tekstil gibi ikinci
sınıf üretim alanlarında uzmanlaşmaya rıza
göstermezse halen yaşamakta olduğumuzdan daha çok
güçlükle karşılaşacaktır. Buna direnmenin aşısı
demokratikleşmedir.
Karasal silahlar ve tehdit, gıda ürünlerine talep
ve ulaştırılması, insanın tek başına bir harekat
unsuru olması gibi gerçekler varolduğu sürece,
Türkiye'nin bu jeopolitik konumu ile stratejik
öneminin kaybolması düşünülemez. Yeniden
yapılanacak bir Türkiye'nin geliştireceği yeni ve
uzun soluklu bir kimlik ile işe başlayacak iyi bir
yönetim, dirayetli liderler ve kadro, egemenliğini
kontrol edebilme düzeyine getirilebilecek bir
millet ile Türkiye'nin 21.yüzyılda başarısız olması
mümkün değildir. Türkiye'de bugünkü düzen sürdükçe,
21.yüzyılda bir devlet olarak varolma sorunu ile
karşılacağımız ise neredeyse kesindir. Bırakın
derin devlet tartışmasını, Türkiye ara devlet
olmaya sürüklenebilir. Bütün bunlar için bilinç
gerekmiyor mu?
|