Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Cumhuriyetin 75. Yıldönümü ve Denizcilik Sektörü

Prof. Dr. İ. Reşat Özkan 

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana tam 75 yıl oldu. O günlere nazaran ülkede çok şeylerin değiştiği ve bütün alanlarda,daha çok nicelik anlamında, çok büyük gelişmelerin meydana geldiğini biliyoruz. Dünyayı paylaş­makta olduğumuz diğer ülkeler de gelişiyorlar. Hiçbir şey olduğu yerde durmuyor. Değişim ve gelişme yaşamın en önemli gerçekleri arasın­dadır. Durağan olan hiçbir şey bulunduğu yeri bile koruyamıyor. Başkalan gelişmeye ve bü­yümeye devam ederken o, zaman içinde göre­celi olarak daha küçük ve daha az gelişmiş ola­rak yoluna devam ediyor. O halde ölçüt belli­dir: Çağdaş olandan ne kadar yararlanılmakta­dır? Başka şekilde de sorabiliriz, elbette: Değer­ler ve miktarlar alanlarındaki çağdaş normlara ne ölçüde uygunluk gösterebiliyor, onlara ne kadar uyum sağlayabiliyoruz? Ortalama değer­lerin neresindeyiz? Ülkemiz kalkınmış bir ülke mi? modern yaşamın olanaklarını halkımızın kullanımına sunabilmiş miyiz? Bireysel ve top­lumsal yaşamın nitelikleri açısından ne durum­dayız? Cumhuriyet bir çok başarılara imza attı ama başaramadıkları da var kuşkusuz. Daha doğrusu, Cumhuriyet döneminde ulus olarak başardıklarımız olduğu gibi, başaramadıkları­mızın da önemsenemeyecek ölçülerde olduğu gerçeğini kabul etmek zorundayız. Toplumsal yaşamı algılayış ve onu sürdürüş biçimimizde, nitelik açısından, önemli eksiklerimiz var. Da­ha henüz, klasik demokrasinin öngördüğü kurumsallaşmayı tamamlayabilmiş değiliz. Bu du­rumda modern demokrasinin ana unsuru olan siyasal katılım ve bireyin toplum ve devlet kar­şısında konumunu gerçekçi bir şekilde belirle­meyi ve haklarını korumayı amaçlayan bir sü­rece geçiş yapabildiğimizi savunabilmek ol­dukça zordur. Bunun en temel gereksinimi olan siyasal sürece katılım konusunda tıkanık­lıklar ve darboğazlar bulunmaktadır ve bunun da en önde gelen nedeni de gerçek bir sivil toplum bilinçlenmesini ve örgütlenmesin] he­nüz gerçekleştirememiş olmamızdır. Demokra­sinin mekanizması olan çoğunluk ölçüsü, bi­çimsel olarak, işlemeye devam etmektedir ama asıl amaç olan çoğulculuğun gereklerini hayata geçirebildiğimizi söyleyemeyiz. Hukukun üs­tünlüğü ilkesini tam ve koşulsuz olarak özüm­semeden, gerçek anlamda bir hukuk devletine sahip olunamayacağı bir gerçektir ama bu ko­nuda ikilemleri yaşamaya devam ediyoruz. Ülkemizde yargının bağımsızlığı ve yargısal yaptırımların etkililiği konularında ciddi tartışma­ların yapılmakta olduğu da bir vakıadır.  

Siyase­ti bir hizmet alanı olarak görmek yerine, daha çok bir ikbal aracı olarak değerlendirdiğimiz bilinmektedir. Siyaseti, ait olduğu hizmet alanı­na çekmeyi bir türlü başaramadık. Bu nedenle siyaset bir yanı ile, her zaman, "Siyasal Güç -Parasal Çıkar" ikilisinin içinde kalmaya mah­kum edilmektedir. Siyaseti, her gün meydana gelmekte olan gelişmelere dayanarak, içine hızla yuvarlanmakta olduğu sıklıkla iddia edi­len şaibeler bataklığının karanlıklanndan ve pisliklerinden kurtaramadıkça, devleti olması gerektiği gibi şeffaflaştıramadıkça ne temiz bir toplum özlemimizi ve ne de demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak gerçekleştirebilmemiz mümkün olabilir. Yukanda da değinmeye ça­lıştık; siyaset bir hizmet alanı olmaktan çıkarılır da bir rant dağıtım aracı olarak algılanmaya başlarsa, o zaman en büyük sıkıntıyı yine de halk çeker ve öyle de olmaktadır. Siyasetçi, si­yasetini halka dayanarak yapmak zorundadır, tanımlamaya çalıştığımız "Erk-Çıkar" ilişkisi zemininde değil. Tercih edilen ikincisi olduğunda bu kesimlerin talepleri, halkın gereksinimleri­nin ve önceliklerinin önüne geçebilmektedir. Bunun sonucu olarak, devlet ne "Sosyal" kimli­ğinin gereği olan eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve altyapı hizmetlerini tatmin edici bir şekilde yerine getirebilmekte ne de ülkedeki ekono­mik kaynaklann gerektiği ölçülerde değerlen­dirilmesine öncülük edebilmektedir. Türkiye genç bir nüfûsa sahip bir ülke. O nedenle çok yoğun ve temel ekonomik taleplerle de karşı karşıya bulunmaktadır. Bu durum ülkedeki tüm sosyal dengeler üzerinde baskılar oluştur­maktadır. Bu cümleden olmak üzere, her gün giderek biraz daha keskinleşmekte olan gelir dağılımı adaletsizliği ve, tabii ki işsizlik, ülkenin en önemli sorunlan arasındadır. O halde sahip olduğumuz ekonomik üretim ve hizmet alanla-n iyi kullanılmalı ve değerlendirilmelidir. De­nizcilik bunlann en önde gelenleri arasındadır.

Türkiye bulunduğu coğrafya itibariyle, denizlere ve denizciliğe mutlak önem vermek zorundadır. Bunun nedenlerini çok kereler yazdık ve söyledik/1' O nedenle bu kez sadece şunu söylemekle yetindim: Haritaya bakmak yeterlidir. Türkiye; denizciliğini geliştirip, geliş­tirmemek ve denizlerden daha fazla yararlanıp, yararlanmamak konulannda bir tercih kullana­bilmek lüksüne sahip değildir. Bu konu, ülke­miz ve ulusumuz için hem ekonomik ve hem de sosyal, siyasal ve ulusal güvenlik açılarından vazgeçilemez bir öneme sahiptir. Ülkemiz dış ticaretini çok büyük bir yüzde ile (%90 gibi) de­niz yoluyla yapmak zorundadır ve yapmaktadır da. Bunun için limanlara, gemilere ve bunlan inşa edecek tersanelere, burada çalışacak yetiş­miş insan gücüne gereksinimi vardır. Bu ülke denizlerle içiçedir, üç tarafından sekiz bin kilo­metrenin üzerinde kıyılarla çevrilmiştir. Bunun için denizleri koruyacak bir çevre bilinci ve onu işlevselleştirecek bir örgütlenmeye, deniz­lerdeki canlı ve cansız kaynakları değerlendirecek bir anlayış ve fiziksel altyapıya, kıyılanınız­da mevcut deniz turizmi potansiyelinden yarar­lanmaya gereksinim vardır. Limanlar ve kıyılar, bir ülkenin dünyaya açılan pencereleridir. De­nizlerimizin ve kıyılarımızın korunması kadar kıyılanınız yoluyla denizlerden gelebilecek her türlü tehlikelerden korunmak devletin birinci önceliği olmak dunımundadır. O halde, deniz­lerimizde, karasularımızda ve kıyılarımızda, can ve mal emniyetini sağlamak ve kamu düze­nini korumak yine vazgeçilmez bir kamusal fa­aliyet alanıdır. Türkiye bütün bu konularda, el­bette, bir şeyler yapmıştır, yapmaya devam et­mektedir ve yapacaktır da. Ama yapılanların hiçbiri yeterli değildir ve böyle giderse gelecek­te de yeterli olmayacaktır. Bir alanı boş bırak­maya görün. O alan başkaları tarafından çabu­cak doldurulur. Denizcilikte de böyle olmakta, Türkiye'nin ekonomik açıdan yeterince yarar­lanamadığı denizcilik olanaklanndan komşula­rımız yararlanmaktadır. Türkiye, açık ve çok belirgin bir gerçeğe ve yine çok duyumsanan temel gereksinimlerine rağmen denizci bir ül­ke, maalesef, olamamıştır, olmamıştır, Cumhu-riyet'in daha ilk kuruluş yıllarında açıkça vur­gulanan önemine rağmen. 

Atatürk, Kasım 1937 tarihinde TBMM'nin açılış törenine gönderdiği mesajında şöyle di­yordu: "Denizciliği, Türk'ün Büyük Milli Ülkü­sü Olarak Düşünmeli ve Onu Az Zamanda Başarmalıyız." Cumhuriyet'in denizciliğe iliş­kin ilk önemli vurgulamasının tarihi 1 Tem-muz'1926 dır. Osmanlı İmparatorluğu döne­minde ülkenin kaynaklarını ve halkı sömüren kapitülasyonlar belasının denizlerdeki uzantı­larına bu tarihte son verildi. "Kabotaj Yasası" olarak adlandınlan bu yasal düzenleme ile kıyı­larımızda, limanlanmtzda ve aralarında her tür­lü denizcilik faaliyeti, münhasıran, T.C. vatan­daşı kişilere bir hak olarak tanınmıştır. Şimdi­lerde bazıları çıkıp bu yasanın kaldırılması ge­rektiğini söylüyorlar. Öncelikle bilinmesi gere­kir ki bu bir devlet tekeli değil ulusal bir tekel­dir. Bir hakkın yeterince iyi değerlendirilmedi­ği ileri sürülebilir. Gerçekten de kabotaj hakkını, özellikle son yıllarda, iyi değerlendiremiyo­ruz. Ancak bu durum, hiç bir zaman, ulusal bir hakkımızdan başka devletlerin yararına vazgeçmemizi gerektirmez. Aksayan yönler vardır ve bunlar bilinmektedir. Kıyılarımız arasında denizyoluyla yıllık yük nakliyaü bir milyon ton civarındadır. Bu miktarı rahatlıkla yılda dört-beş milyon tona çıkarmak mümkündür. Bura­da bir "Bedava Asfalt" dururken, yanlış ulaştır­ma politikaları sonunda taşımacılık karaya kay­mıştır. Karayollarında yeterli yük denetimi ya­pılamadığından bu durum devam etmektedir. Oysa deniz taşımacılığı karaya nazaran dört, beş kat daha ucuzdur. Trafik kazaları ve yollar­da sürekli olarak yitirilmeye devam eden ya­şamlar ve maruz kalman maddi kayıplar gözö-nüne alındığında durumun ciddiyeti kendili­ğinden ortaya çıkmaktadır. Bir gerçeğin alunı çizerek vurgulamalıyız.çünkü bu, aynı zaman­da, kadirşinaslığın da bir gereğidir. Türk deniz­cilik sektörü, Kabotaj Yasası'nın sağladığı or­tamda bir büyüme ve gelişme eğilimi içine gir­miş ve bundan, gerçekten, yararlanmıştır.

Denizcilik dünya ticareti açısından vaz geçilemeyecek ve ikamesi mümkün olmayan bir sektördür. Dünyada yılda 5 0 milyar ton yük deniz yoluyla yer değiştirmektedir. Bu en basit bir hesaplamayla, limanlarda yılda, en az, on milyar ton yükün elleçlendiğini gösterir. Bu işlemi gerçekleştiren dünya filosunun toplam tonajı 700 milyon dwt (deadweight ton) dur. (Gemiler hepsi bir anda doldurulsalar, toplam 650 milyon ton yük alırlarmış gibi düşünülebi­lir, ölçü bu). Bunun için dünyada her yıl 35 mil­yon dwt gemi inşa ediliyor. Anlatımı daha da genişletmek mümkün. Ancak sununla yetinebi-liriz. Bu alanlarda mevcut pastanın dünyada yılda 300 milyar ABD dolan olduğu ifade edili­yor. Dünya devletleri de, denize kıyısı olsun ol­masın, bu pastadan pay almaya çalışıyorlar. Türkiye denizlerinden yeterince yararlanama­makta, kamusal alandaki görevlerini etkili bir şekilde yerine getirememekte ve denizcilikte mevcut olan olanaklarını yeterince değerlendirememektedir. Denizlere ve denizcilik sektörü­ne farklı bir bakış ile yaklaşmamıza yol açabile­cek bir  "Denizcilik  Bakanlığı"  farklı siyasal heaplar nedeniyle bugüne değin gerçekleş­tirilememiştir. 10 milyon dwt üzerindeki ticaret filomuz tip ve dağılım için Türkiye'nin gerek­sinimleri ile uyum içinde değildir. Dış ticaret yüklerinin yüzde altmışı yabancı bayraklı gemilerle taşınmakta olan ülkemiz, her yıl bu iş için yurt dışına 1,5- 2.0 milyar ADB dolan öde­mek zorunda kalmaktadır. Son iki - üç yıldır yaşanmakta olan dünya navlun krizi nedeniyle, filo bir erime süreci içine girmiştir. Gerekli ön­lemler alınmazsa, yukanda sözünü ettiğimiz rakamın 4.0-5.0 milyar ABD doları düzeylerine çıkması kaçınılmaz görünmektedir. Türkiye her yıl ithal etmekte olduğu 25 milyon ham petrolü taşıyacak bir tanker filosuna sahip değildir. Bu ülkenin güvenliği açısından stratejik içerikli önemli bir soruyu da, kuşkusuz, hatırlara getir­mektedir. Yılda, toplam bir milyon dolar gemi üretme altyapısına sahip gemi inşaatı sektörü, yıllık 60-70 bin dwt ile yetinmektedir. Ülkeye yılda en azından ilave 500 milyon ABD dolarının ötesinde bir döviz girdisi ve 200 tril­yon TL.lik ek bir kaynak sağlayabilecek kapa­siteye sahip gemi inşaatı sektörünün mevcut çok düşük üretim düzeyi üzerinde ciddi olarak durulması gerekmektedir. 

Türkiye'de denizcilik alanında faaliyet gösteren oda, dernek ve vakıf gibi çok sayıda demokratik sivil toplum örgütleri vardır. Yapıl­ması gerekenler, aşağı yukarı, bellidir. Buna ilişkin en güncel belge Eylül 1997 tarihinde dü­zenlenen Birinci Ulusal Denizcilik Şurasının tu­tanakları ve "Sonuç - Eylem Raporu" dur, ancak bu raporun hayata geçirilebilmesi için şu ana kadar hiç bir ciddi girişimde bulunulamamıştır.

Denizlerden ve denizcilikten elde ede­bileceğimiz nice fırsatlar ve olanaklar ortada ve orada dururken, bu sorunu çözemememizin kabul edilebilecek haklı bir gerekçesi de yoktur. Hiç vakit kaybetmeksizin bu konu üzerine karar­lılıkla gitmek sadece sektörel bir sorumluluk değil, aynı zamanda yurtseverliğin ve ulus-severliğin de bir gereğidir. Bizi yöneten siyaset­çiler ve millet olarak, bu tür gerçekleri son dönemlerde çok sıklıkla ihmal eder olduk İşte insan asıl buna üzülüyor.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005