Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Türkiye’de Eğitim ve İşgücü Piyasası 

İstihdamın sektörel dağılımında kaymalar (hizmetler sektöründe yoğunlaşma) söz konusu olmuş, işgücünün nitel yapısında (vasıflı işgücü ihtiyacı) değişim görülmüştür. Ayrıca üretim ve yönetim tekniklerindeki gelişmeler de bu oluşuma eşlik etmiş, yüksek teknolojiye dayanan yeni üretim koşullarının gerçekleşebilmesi, temel istihdam edilebilirlik bilgi ve becerileriyle donatılmış nitelikli işgücünü gerekli kılmıştır. (Kılıç, 2006: 1) 

Günümüzde endüstri iyi eğitilmiş insan talebi yaratmıştır. İş piyasasındaki rekabete dayalı olarak eğitim sistemi daha çok sayıda insana daha fazla beceri sağlayacak biçimde genişlemiştir. Türkiye’de eğitim gelişmiş ülkelerden farklıdır ve Türkiye’nin temel meselelerinden biridir. (İçli, 2001: 65) 

İstihdam olanaklarının iyileşmesi ve yeni mesleklerle istihdam yaratılması, eğitim kurumlarını da kendilerine çeki düzen vermeye ve yeni bölümler açmaya zorlamaktadır. Kolaylıkla istihdam olanağı bulunan bir eğitim kurumundan mezun olma isteği, bütün mesleki okullara olan eğitim talebini artırıcı etki yapmıştır. Türkiye’de üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesi, öteden beri kalkınma planlarında yer almıştır. Ancak bu ilişkilerin gelişmesi de hızlı bir seyir takip edememiştir. (Bircan, 1998: 563) 

Eğitim, değişim sürecindeki toplumlarda bu değişimi kolaylaştıran önemli bir etkendir. Büyüme sürecinde, hızlı rekabetin yeni boyutlarında, topluma uygun istihdam politikaların oluşturulmasında, bireysel gelişme ve yurttaşlık değerlerinin kazandırılmasında, öteden beri aktif roller üstlenen eğitim süreci, büyümede, hızlı rekabetin yeni boyutlarında, topluma uygun istihdam politikalarının oluşturulmasında itiraz edilemeyecek yeni görevler üstlenebilecektir. (Bircan, 1998: 564)

Eğitim aynı zamanda, işgücü piyasası için aktif bir politik araçtır. Eğitimin temel işlevleri arasında, işgücü piyasasının ihtiyaçlarına göre mesleki becerilerin iyileştirilmesi ve geliştirilmesinde, esnek bir işgücü piyasası ortamına gerekli uyumu sağlayıcı rolü yadsınamaz. (Bircan, 1998: 564) 

İşsizlikle mücadele konusunda, gençlere meslek kazandırarak uzun süreli işsizlere   de   başka   sektörlerde   iş   bulma   olanakları   sağlayıcı   beceriler kazandırılmasında, eğitim yine önemli bir araçtır. Bu bağlamda eğitim yaşam boyu süren bir konuma da ulaşmıştır. Zira, eğitim genel kültür kazandırıcı özelliği yanında, özellikle de bilgi üreten, üretilen bilgi ve teknolojiyi kullanabilen bilinçli bireyler olarak yetiştirmeye doğru yönelmektedir. (Bircan, 1998: 564)

Eğitim, istihdam açısından, işgücüne katılma oranını da olumlu etkilemektedir. İşgücünün önemli bir göstergesi de işgücüne katılma oranıdır. Nitelikli işgücü talebi eğitim talebini olumlu yönde etkilemektedir. Türkiye’de işgücünün nitelik ve niceliğinin geliştirilmesi, istikrarlı bir ekonomik ve sosyal denge arayışında en önemli unsur olarak değerlendirilmektedir. İnsan kaynağının göreli bolluğuna paralel olarak üretimde de emek yoğunluğu egemendir. (Bircan, 1998: 566) 

Hızlı nüfus artışı, tarımdan sanayileşmeye geçiş sürecinin sürmesi, eğitim sisteminden kaynaklanan nedenler, yatırım ve sermaye yetersizlikleri, işgücü piyasasının kendine özgü yapısı ve ekonomik darboğazlar, dış ticaret hadleri, enflasyon ve rant ekonomisi, uluslar arası konjonktür, iç göçler, genç nüfus yapısı gibi çok sayıda değişkenden etkilenen işsizlik, makro ekonomik istikrarın sağlanması ile orta ve uzun dönemli akılcı istihdam ve eğitim politikaları ile çözülebilecek bir sorundur. (Bircan, 1998: 566)

Bilim, bilgi üretimi ve teknoloji ve eğitim yolu ile elde edilen iyi yetişmiş insan kaynağı, artık temel üretim girdileridir. Türkiye’nin en önemli potansiyeli insan kaynaklarıdır. (Bircan, 1998: 569) Türkiye’deki herkesin talebi daha iyi eğitim ve daha çok iş imkânıdır. Ancak ülkemizde beşeri sermaye stokunda eksiklikler vardır. Türk İnsanı’nın ortalama eğitim seviyesi 7 yıldır, öğrencilerin sadece yüzde 11’i yüksekokullarda öğrenim görmektedir. Oysa AB ülkelerinde orta eğitimli nüfus yüzde 85’dir. (DB ve DPT, 2006) 

Ülkemizde eğitim sisteminin durumunun tespitinde elde edilen verileri şöyle sıralayabiliriz: (DB ve DPT, 2006) 

1-Okullaşma genel olarak arttırılmalı, özellikle kızların okullaşma oranında artış sağlanmalı, yaşam boyu eğitim desteklenmelidir. Ülkemizde yaşam boyu eğitim imkânı bulan yetişkinlerin çalışan nüfusa oranı % 2, AB ülkelerinde ise % 12’dir.

2-Okul öncesi eğitime katılım Türkiye’de % 15, Yunanistan’da % 75’dir.

3-Okul kalitesi yükseltilmelidir. Öğrenci/öğretmen oranında 25’e erişilmelidir.

4-Türkiye’de eğitim harcamaları, GSMH’nın % 7’sine tekabül etmektedir. Bu oran dünya ortalamasının üzerindedir. Ancak bu harcamaların büyük kısmı, kişilerin özel eğitim harcamaları, hayatta hiçbir işe yaramayacak birtakım bilgilerin edinilip sadece ÖSS sınavında başarılı olabilmek için verimsiz bir alana, dershanelere kaymıştır.

5-ÖSS, lise çağındaki gençlerin hedefini değiştirmektedir. Bu da ortaöğretimin kalitesini düşürmektedir.

6-Okullar başarılarından dolayı ödüllendirilirken başarısızlıklarından dolayı da sorumluluk almalıdır.

7-Sistem öğrenmeye odaklı olmalıdır, müfredat ve öğretmen eğitimi revize edilmelidir.

8-Ülkemizde okullarda edinilen becerilerle çalışma hayatında talep edilen beceriler birbirini tutmamaktadır. Meslek liseleri iş piyasasının hedeflerine odaklanmalı, sanayi ile daha yakın işbirliği yapmalıdır. 

R. Horn’a göre, Türkiye’de ortaöğretim programlarına kaydolan öğrenciler toplamın yüzde 60’ı seviyesindedir. Mesleki eğitim alanı lise çağı öğrencilerinin oranı ise % 40’tır. Almanya ve Türkiye’nin aksine, ABD’de orta öğrenimde mesleki eğitim yoktur. Almanya’da ise yaklaşık öğrencilerin yüzde 60’ı orta öğrenimin başlangıcında mesleki eğitime yöneltilmektedir. Yani ortaöğrenim seviyesinde mesleki eğitime yöneliş konusunda dünyada genel kabul görmüş, doğru kabul edilen bir sistem yoktur. Her ülke, kendine uyan sistemi seçmelidir. (Aktaran: DB ve DPT, 2006) 

Z. Selçuk’a göre, mesleki eğitime 1960’lardan kalma yöntemlerle devam edilmemelidir. İşverenlerle bir araya gelinmeli, iş dünyasının ihtiyaçları saptanmalı, bunlara göre öğrenci yetiştirilmelidir. (Aktaran, DB ve DPT: 2006). Staj programları düzenlenmeli, öğrencilerin pratik yaparak iş hayatına geçişi temin edilebilmelidir. İŞ-KUR tarafından uygulanan staj programı bu konuda yapılan çalışmalardan bir tanesidir ancak geliştirilmeye ihtiyacı vardır. 

Endüstri meslek lisesi mezunları yeterince yetişmemektedir. Birçok meslek lisesi mezunu verilen işleri yağlı kara işi tabir ederek ret etmekte ve masa başı işleri aramaktadır. Mesela Afrika Kıta’sında bir maden bölgesi olan Katanga’ da hep hukuk tahsili yapıldığı tespit edilmiştir. Bir memleket ne kadar geri ise ellerinin iş sahasında kirlenmemesine o kadar ehemmiyet veriyor demektir. Bunu önleyici psikolojik telkinleri memleketimizdeki okullara sokmamız sanayi kalkınmamız için son derece önemlidir. (MESS, 1979: 50-56)

Türkiye’de eğitimle ilişkilendirilen işsizlikle mücadele politikaları arasında işsizlere kısa süreli dar bir alanda meslek eğitimi verme çok kullanılan bir uygulamadır. İŞ-KUR tarafından uygulanan meslek edindirme kursları bu alanda yapılan çalışmalardan bir tanesidir. Öte yandan belli bir alanda yüksek maliyetle ve uzun sürelerle mesleki eğitim almış olanların işsizler içindeki yerinin yüksekliği bu tür politikaların uygulanmasının işsizlerin önemli bir kesimi için güç olacağını göstermektedir. (Aksoy, 2008: 136) 

Türkiye’nin istihdam programları olmadan yapacağı eğitim harcamalarının kaynak kaybına yol açma ihtimali yüksek bulunmaktadır. (Çilek, 2009: 2) 

İnsan kalitesi yükselen toplumun ekonomisi, iç düzeni, dış politikası, kültür ve sanatı da kendiliğinden yükselir. Dolayısıyla hiç zaman kaybetmeden mümkün olan tüm kaynakları insan sermayesinin kalitesinin artırılmasına dönük yatırımlara sevk etmelidir. Önümüzdeki dönemde iyi bir eğitim planı yapılıp uygulamaya konulursa, Türkiye insan sermayesi bakımından son derece zengin bir ülke konumuna gelebilir. (Öğütçü, 2004: 5) 

Türkiye’nin içinde bulunduğu hızlı değişim süreci, işgücünün yeniden yapılandırılması açısından okula devamı daha da önemli hale getirmektedir. Bu nedenle zorunlu eğitim yıllarının uzatılmasının yanı sıra mesleki ve teknik eğitim programlarının da geliştirilmesi zorunludur. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı özel ihtisas komisyonu raporuna göre; sanayileşme politikaları açısından önem taşıyan mesleki ve teknik eğitimde, kalkınma planlarında öngörülen hedeflerin gerisinde kalınmıştır. Bu ise sanayileşme süreci önündeki dar boğazların çözümünü güçleştirmektedir. Altyapı eksikliği ile atölye ve meslek dersleri öğretmenlerinin yetersizliği mesleki ve teknik eğitimin plan hedeflerine ulaşmasını engelleyen faktörler arasındadır. Mesleki ve teknik eğitimin okul sistemi içindeki gelişimi Türk sanayinin işgücü gereksiniminin karşılanması açısından önemlidir. (İçli, 2001: 69) 

Ülkemizde mesleki teknik eğitimin büyük bir kısmı kamu kesimi tarafından yerine getirilmektedir. Verilen eğitimin nitelik ve etkinliği konusunda ciddi tartışmalar yapılmaktadır. Sınırlı ülke kaynaklarını kullanarak yapılan ve ayrıca genel eğitime nazaran oldukça daha pahalı olan mesleki teknik eğitimde yaşanan nitelik ve etkinlik sorununun temelinde, iş yaşamı ile eğitim kesimi arasındaki kopukluk ve koordinasyonsuzluk birinci derecede rol oynamaktadır. Türkiye’nin 1996-2000 dönemine ilişkin hedeflerini belirleyen Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında da, öğretim programlarının bilimsel esaslara göre ve iş yaşamının ihtiyaçlarıyla uyumlu şekilde geliştirilemediği belirtilerek güçlü ve dinamik bir ekonomi için bunun gerçekleştirilmesinin elzem olduğu vurgulanmaktadır. (Sulkalar, 2003) 

Türkiye’de işgücünün gerekli niteliklere yeterince sahip olmadığı öteden beri bilinmektedir. Bunun belli başlı nedenleri; yükseköğrenimde okullaşma oranının düşük olması, kırdan kente hızlı göç ve hizmet içi eğitim yetersizliğidir. Bir ülkede her kademe eğitimde okullaşma oranı arttığı halde işsizlik oranı düşmüyorsa, eğitim sistemi sorunlu demektir. Modası geçmiş ve uygulanabilir olmayan teorilerin tekrarından ibaret eğitim sistemi işsizliği azaltmayabilir. Eğitimin işsizliği azaltabilmesi için yenilikçi, bilgi üreten ve bilgiyi işe dönüştüren bir yapıda olması gerekir. (Demir ve Bakırcı, 2005: 3) 

1997’de çıkartılmış bir eğitim yasasıyla Türkiye’deki ilk ve ortaokullar birleştirilerek sekiz yıllık bir ilköğretim, 2005-2006 yılında çıkarılan bir yasayla da lise ve dengi okullar dört yıla uzatılmıştır. Kişinin eğitim sürecinde edindiği nitelikleri, eğitim ekonomisi ve iş ve meslekle ilgili araştırmalarda genel eğitim ve mesleki eğitim programlarının tamamlanmasıyla birlikte edinilen bilgiler, beceriler ve mesleki tecrübeler olarak tanımlanmaktadır. O bakımdan uygunluk ve nitelik kavramları kısmen birbirleriyle örtüşmektedir. Bir kişinin nitelikleri arasında, işyerindeki işlerin yapılabilmesini sağlayan tüm yetenek, beceri ve bilgileri sayılabilmektedir. (Latsch, 2000: 52) 

Türkiye’de işgücü istihdamında gözlemlenen ikilemin, bir başka deyişle iş dünyasının bir yandan nitelikli işgücü sıkıntısı çekerken; öte yandan yeterli bilgi ve beceriye sahip olmayanların oluşturduğu işsizler kitlesinin varlığı ile ortaya çıkan paradoksun giderilmesi eğitimi zorunlu kılmaktadır. Bundan başka, istihdam edilmeye uygun nitelikte, bilgili ve becerili insan yetiştirmeye, verimliliğe yönelik mesleki öğretim ve eğitim kanalıyla hem işçilerin, hem yöneticilerin kalitesini artırmaya yönelik eğitim programları; halkın duyarlılığının ve verimlilik bilincinin artırılması, özellikle gençlerde verimlilik bilincini yaratmaya ve gençliği verimli çalışmaya hazırlamaya dönük istihdam öncesi eğitim her kademedeki okullar ile iş alemi arasında sıkı bir işbirliğini öngörür. Böyle bir işbirliği, eğitim kurumları ile özel sektör kuruluşlarının fiziksel kapasitelerinden, insan kaynaklarından daha rasyonel yararlanılmasını, teori ve pratiğin birlikte yürütülmesini, iş alemi ile eğitim kurumları arasında karşılıklı bilgi ve deneyim akışını sağlar. İşbirliği, öğrencilere mali destek ve eğitimden sonra iş bulma ve uygulama yapma olanağı verir. (Doğan, 1987: 233)

Eğitim harcamalarının ekonomik tasnife göre dağılımı incelendiğinde, harcamalar içinde en yüksek payı personel harcamalarının aldığı görülmektedir. Ülkemizde 1923 yılında 12.200 öğretmen görev almakta iken 2004 yılında kamu kesimindeki öğretmen sayısı 631.392 olmuştur. 2004 yılında eğitim hizmetlerine ayrılan 16.574 katrilyon TL’nin 11.439 TL’si personel harcamalarında, 3.633 katrilyon TL’si cari harcamalarda, 1.502 katrilyonu da yatırım harcamalarında kullanılmıştır. (Karaarslan, 2005: 48)(Tablo) 

Tablo: 1997-2004 Yılları Arasındaki Eğitim Harcamalarının Konsolide Bütçe ve GSMH İçindeki Payları

 

Yıllar

1997

1998

1999

2000

2001

2002

2003

2004

Konsolide Bütçe İçinde Eğitim Harcamalarının payı

11,94

12,38

11,79

10,10

8,71

9,64

10,30

11,82

GSMH İçinde Eğitim Harcamalarının Payı

3,27

3,61

4,23

3,76

3,98

4,05

4,06

4,00

Konsolide Bütçe/GSMH

27,39

29,18

35,88

37,19

45,66

42,06

39,38

33,83

Kaynak: Maliye Dergisi Sayı 149 Mayıs-Aralık 2005

Aktaran: Karaarslan, 2005: 45 

Ülkemizde okul öncesi eğitimden yüksek eğitime kadar geniş bir yelpazede 19,4 milyon öğrenci bulunmaktadır. Bu öğrenciler 53.874 okulda 710.900 öğretmen tarafından eğitilmektedir. Bu rakamların da gösterdiği üzere ülkemizde genç bir nüfus vardır. Öğrenci sayısının yarısından fazlası henüz eğitim çağının başında ilköğretim çağında yer almaktadır. Ayrıca kamu görevlileri içerisinde en ağırlıklı yeri eğitim görevlileri tutmaktadır. Toplam kamudaki görevlilerin % 35’i eğitim alanında çalışmaktadır. (Karaarslan, 2005: 43).

 Bu rakamlardan; ülkemizde kamu harcamaları içerisinde eğitim harcamalarının çok önem taşıdığı ve önümüzdeki yıllarda da bu alanda gerek yatırım ihtiyacı gerekse personel ve cari harcamaların artırılarak sürdürülmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Nüfusu yaşlanan Kıta Avrupa’sı Ülkeleri’nin en önemli sorunlarından biri sosyal güvenlik harcamaları ve bunların finansmanıdır. Ülkemizde ise genç nüfusun iyi bir şekilde eğitilmesi ve planlı olarak belirli alanlara yönlendirilmesi ile eğitimin finansmanı önümüzdeki en önemli sorunlardan bir tanesidir. (Karaarslan, 2005: 43). Gelir seviyesinin düşük ve gelir dağılımının son derece bozuk olduğu ülkemizde, kamu kesiminden eğitime ayrılacak kaynaklar büyük önem arz etmektedir. (Karaarslan, 2005: 70) 

İ.G. Yumuşak’a göre, nüfusun niteliğinin artırılmasına yönelik harcamaları içeren eğitim yatırımlarının fiziki yatırımlara göre daha az verimli olduğu düşüncesi artık terk edilmektedir. Beşeri sermaye yatırımları olarak tanımlanan ve bireylerin bilgi ve becerilerini geliştirme aynı zamanda da sağlık açısından iyi olma haline yönelik olarak yapılan harcamaların büyük bir bölümü yatırım harcaması olarak kabul edilmektedir. Çünkü bu harcamaların çoğu kişisel olarak gelir akımını olumlu yönde etkilediği gibi özellikle eğitim harcamaları makro ekonomik büyüklükleri olumlu yönde etkilemektedir. Nitekim eğitim yatırımları gelir dağılımındaki adaletsizliği düzeltmekte, işsizliği azaltmakta, verimliliği artırmakta, tarım ve sanayi sektörlerinin yeni teknolojilere adaptasyonunu hızlandırmakta ve bölgesel kalkınma projelerine önemli destekler sağlamaktadır. (Aktaran: Karaarslan, 2005: 5) 

Bugün Türkiye’de eğitimin içinde bulunduğu sorunların boyutu sağlıklı bir eğitim hizmetinin gerçekleştirilmesine olanak sağlamaktan çok uzaktır. Eğitimin sorunlarının çözümü eğitim hakkının toplumsal bir hak olduğu, bu hakkın eşitlikçi bir kamusal alan ve buna bağlı kamusal kaynak kullanımıyla sağlanabileceği ön kabulünün olduğu bir noktadan başlayabilir. Kamusal kaynakların toplumsal gereksinimler yerine diğer alanlara kaydırılması ve giderek daha fazla kaynak aktarımının eğitim başta olmak üzere tüm sosyal nitelikli alanlardan sağlanması sorunların kalıcı ve çözüm üretilemez noktalara ulaşmasına neden olmaktadır. (Karaarslan, 2005: 71)

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005