Türkiye'de Ekonomik İstikrar Üzerine
Prof. Dr. Cevat Gemi
Teorik Çerçeve
İktisat bir "sosyal bilim olduğu için "belirsizlik
alanı" geniştir. Teorik modellerde mutlaka bir "hata
payı" bırakılır. Fakat benzer şartlarda "sebep-sonuç
ilişkilerini belirlemede" önemli bir birikime
sahiptir. İstikrar ve enflasyon için de yapılan
çalışmalar, enflasyon olayının başlangıcı,
kronikleşmesi, hiperenflasyona dönüşmesi, çözüm
seçenekleri, bunların başarı şansları ve istikrarın
sağlanmasında değişik ülkelerin "önemli ölçüde aynı
özellikleri"gösterdiğini, farklılıkların ise
"önemsiz" kaldığını ortaya koymuştur.
Nedir bunlar?
l. Eğer bir ülke aylık yüzde 10 enflasyonla
seyrediyorsa, bir süre sonra çok muhtemel ki
hiperenflasyona girer.
2. Yüksek enflasyon "kötü yönetim" ve "dış
şoklar"dan kaynaklanır.
3. Yüksek enflasyon temelde "kamu açıklarının bir
sonucu "dur Bu ilişki beklentiler, Verimlilik
düzeyi, tekelleşme derecesi ve finansal piyasaların
yapısı gibi şartlara bağlıdır.
Ne var ki, çoğu gelişmekte olan ülkede bu şartlar
olumsuz yönde tahakkuk etmektedir. Diğer taraftan
katılımcı demokrasinin gelişmesi halkın özlem ve
yüksek hayat standartlan bekleyişini artırır;
bunlara cevap enflasyonist yöntemlerle verilince,
yani "popülist"uygulamalara gidilince, kamu
finansman dengesi bozulur.
4. Enflasyona karşı "kurumsal adaptasyon" ve "dolarizasyon"
davranışları gelişir. Enflasyona karşı korunma
güdüsüyle paradan faiz getirişi olan varlıklara veya
dolarlara doğru "kaçış" vardır. Mevzuatsız veya
denetimsiz finansal kurumlar türer. Bunlar daha iyi
koruma sundukça paradan kaçış hızlanır veya devir
hızı artar. Bu kurumsal adaptasyona göz yuman ve
dolarizasyonu kolaylaştıran hükümetler enflasyon
sürecini hızlandırırlar. Bu tutumun bir diğer
sakıncası "vergi tabanının daralması"dır.
5. "Yanlış kurpolitikası'hda ısrar edilir. Baskı
altına alınarak gerçek değerin altında tutulan
kurlar enflasyonun büyümesini yavaşlatabilir, fakat
bu da borçlanma ihtiyacı-yüksek faiz-iç borç-dış
açık sarmaline sokar ekonomiyi...
6. Enflasyon beklentileri, ücret ayarlamalarım "indeksleme"suretiyle
verimlilik ölçülerinin üzerine çıkarak reel
ücretleri artırır. Bir yandan dış rekabet gücü
zayıflar, diğer taraftan enflasyonist talep baskısı
doğar.
Bu saydığımız davranış şekillerinin karşılıklı
etkileşimi "karmaşık enflasyon dinami-ği"ni
oluşturur. Dolayısıyla "istikrar" da o ölçüde zor
ve karmaşık "politikalar demeti'hi gerektirir.
Bu hususta da başarılı-başansız ülke deneyimlerinin
sonuçlarını verelim:
1. Bütçede çok büyük ayarlamalar gerekir.
İstikrarın gerçekten sağlanacağına dair "güven
ortamı" yaratılmalıdır. Mali tedbirleri
gerçekleştirmek zor olduğundan, çoğu kez
sürdürülemezler. Başarısızlığa uğradığında,
enflasyon hemen çok yüksek oranlarda geri döner.
Çünkü açıklar bir şekilde para basarak finanse
edilir.
2. Gelirler politikası (döviz kuru, ücretler ve
fiyatların dondurulması) kaçınılmaz olan bütçe
kısıtlamalarının yardımcı politikalarıdır.
Kurumların enflasyona uyumunu telafi eder; o ölçüde
de yönetime istikrara başlamak için zemin oluşturur
Fakat gelirler politikasına fazla güvenmek ve malı
disiplini yeterince sağlayamamak peşpeşe başarısız
istikrar programlarını tecrübe ettirir.
3. Kayıt dışı ekonomiyi sistemin içine alan,
sübvansiyonları kaldıran itaat ettirici "çok etkin
bir vergi reformu" gereklidir.
4. Kamu sektörünü yeniden yapılandırma ihtiyacı
vardır. Küçük, vasıflı, dinamik, israf etmeyen
"verimli bir bürokrasi" oluşturulmalıdır.
Harcamalann çoğu alt yapıya, sağlığa, eğitime ve
yoksul kesimlerin sosyal hizmetlerine gitmelidir.
5. En uygun kur politikası şu olabilir: Önce geçmişi
telafi eden yüksek oranlı bir devalüasyon, birkaç
ay kuru sabit tutabilme ve bilahare "dış rekabeti
koruyacak ölçüde değer kayıbı'na müsaade etme.
Teknik ifadesiyle "sürünen parite" uygulaması.
6. Para politikası maliye ve kur politika-lanndan
bağımsız değildir. Bu çerçevede açık finansmana yol
açacak uygulamalardan kaçınılmalıdır.
7. İstikrar içinde büyüme, vergi ve bürokrasi ile
birlikte "özelleştirmeyi de içeren yapısal reforma
"dış desteği"gerekli kılmaktadır. Yapısal reform
"popüler ayaklanmalara" yol açabilir. Dış kaynak
akışı hem sosyal güvence mekanizmalarını kurmada
hem de ekonomiyi canlandırmada yardımcı olur.
Görülüyor ki istikrar ilacının hem terkibi zor, hem
uygulaması zor, hem de acı! Temel sorun "hangi
toplumsal kesimin ne ölçüde yoksullaşacağıdır."Bunu
taraflar "uzlaşarak" paylaşmalıdırlar. Tepeden
dayatmalann siyasi faturası yüksek olur!
Türkiye Özeli...
Türkiye'deki tablo istikrar konusundaki teorik
çerçeveye tıpatıp uymaktadır. Yapılması gerekenler
eksik uygulandığı ölçüde de, istikrarsızlık
sürmektedir...
Türkiye ekonomisi son 40 yılı aşkın sürede dönemsel
bunalımlar yaşamıştır. 1957, 1970, 1980, 1994 ve son
istikrar paketleri bu bunalımların sonucudur. Tabii
her dönenun ayrı özellikleri olduğu gibi, ekonomik
istikrarsızlıkların her dönemde besleyen uzun
dönemli yapısal bozukluklar da mevcuttur.
Bu süreçte 1980 sonrasında gerçekleştirilen
kurumsal değişmeler inkar edilemez. İhracat
bilincinin gelişmesi, finansal kurum ve tekniklerin
yerleşmesi, para ve sermaye piyasalan-nın gelişmesi,
konvertibilite ve özelleştirme çabalan gibi...
Zaten bunlar içe dönük bir ekonominin dışa
açılmasının zorunlu kurumlandır. Fakat keyfiyette şu
ya da bu ölçüde başarılı olan bu gelişmeler,
maalesef istikrar bozucu politikalar yüzünden genel
dengeleri olumlu yönde sürdürecek sonuçlan
doğuramamıştır.
-Rakamlara boğulmadan kısaca istikrar bozucu
politika yanlışlıklanın yansıtan bazı verileri
sunalım:
»Kamu açıklan GSMH oranı 1981-1986 döneminde yüzde
5,1'den 1987-1993'de yüzde 10,5'e ve 1994-1997'de
16,4'e çıkarken, enflasyon oranı da aynı dönemlerde
sırasıyla yüzde 36,2'den yüzde 60'a ve yüzde 84.1'e
yükselmiştir.
İç borçlar 1985-93 arası 49-2 kat artarken, 1985-97
arası 864.3 kat artmıştır.
Dış borçlar dolar bazında 1985-93 arası 2.5 kat
artarken, 1985-1997 arası 3.6 kat artmıştır. Aynı
dönemlerdeki TL. bazında artışlar ise 53.5 kattan
1263 kata sıçramıştır.
Reel para arzı (M2 bazında) 1981-1997
arasında yıllık ortalama yüzde 7.6 olmuştur.
Bona Tahvil'in para arzı (M2) içindeki
payı 1986'da yüzde 20'den 1997'de yüzde 95'e
çıkmıştır.
Sosyo-Politik Engellerimiz
Politikacılarımızı yanlış yapmaya zorlayan,
ekonomik istikrarsızlığı her dönemde besleyen "uzun
dönemli yapısal bozuklukların bir gaıbu
sosyo-politik içeriklidir.
Nedir Bunlar?
1. Temel sorun "popülizm "dir. Yani, mecazi anlamda,
oy mülahazası ile halka şirin gözükmek için
kaynakları rasyonel dağıtmamak... Ver oyu al
hizmeti (veya parayı) hesabı yapmak. Ekonomik
değerlendirmelerin yerini politik değerlendirmelere
bırakması, "Mavi boncuk" politikasının izlenmesi.
Köylüye yüksek taban fiyat, işçiye-memura seçim
önceleri yüksek ücret zamları, geciktirilen KİT
zamları vs... Ve sonuçta bütçe ve kamu finansman
ciddiyeti diye bir şeyin kalmaması!
2. "Modern anlamda piyasa ekonomisi "ne, çıkarları
uzlaşan çeşitli kesimlerin direnci nedeni ile
yeterince geçilememektedir. Çünkü politik ve
kişisel amaçlarla kaynakları rastgele kullanma,
KİT'leri ve devletin ekonomideki ağırlığını
sürdürme gayretleri vardır. Onun içindir ki,
özelleştirmede hâlâ başarılı bir noktada değiliz.
Bu bağlamda yozlaşmış demokrasimiz-deki "çıkar-baskı
grubu hakimiyeti" ile kaynaklar vurgun alanlanna
kaymaktadır. Bu mekanizma sözde
siyasetçi-bürokrat-işadamı artı mafya işbirliğinde,
özellikle teşvikler, devlet ihaleleri ve devlet
bankaları yoluyla işlemektedir.
3. Ekonomi iş ve aş sıkıntısıyla "takatinin
üzerinde büyütülmek" istenmektedir. Bir ekonominin
büyüme hızım temelde tasarruf oranı belirler.
Türkiye'nin uzun dönem itibariyle tasarruf oram ve
sermave-hasıla katsayısı dikkate alındığında ideal
büyüme oranının yüzde 5-5-5 civarında olduğu
görülür. İlginçtir ki, son 48 yılın (1951-1998)
ortalama büyüme hızı da yüzde 5.1'dir.
Eğer ekonomi harcama genişletici politikalarla
ideal büyüme oranının üzerinde zorlanırsa, sadece
kısa dönemde (birkaç yıl) hasıla artırılabilir.
Fakat müteakiben büyümenin düşmesi ve fiyatların
yükselmesinin eskisine nazaran daha yüksek oranlarda
gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Bu yol sağlıksızdır.
Çünkü uzun dönem büyüme trendini etkilemediği gibi,
gelir ve istihdam dalgalanmalarına yol açarak
ekonomik ve sosyal dengeleri bozar. Nitekim Türk
ekonomisinin uzun dönem verileri bu durumun çok açık
bir kanıtıdır.
|