Türkiye’de
Enflasyon
Fiyatların
yükselmesi anlamına gelen enflasyon ile Türkiye ilk
kez 1939 yılında karşı karşıya gelmiştir.
1970’lerde petrol
fiyatlarının artmasıyla Türkiye enflasyonun yıkıcı
etkisiyle yüz yüze kalmıştır.
1980 yılında fiyat
artışlarının nedenleri, baştaki hükümetin izlediği
yanlış ekonomi politikaları ile para arzının
arttırılması, kamu sektöründe görülen açıkların
fazlalaşması, iç ve dış borç faizlerinin sürekli
artmasıdır. İşte ekonomide yaşanan bu olumsuzluklar
ve bunalımdan kurtulmak amacıyla dönemin hükümeti,
IMF’nin temsil ettiği yabancı sermaye çevrelerinin
kredi desteğini arkasına alarak ekonomide köklü
değişiklikler yapmak amacıyla 24 Ocak 1980’de IMF
ile istikrar programı imzalamıştır. 24 Ocak 1980
istikrar programı öncelikle enflasyon ve ödemeler
dengesi güçlükleri ile mücadele için hazırlanmış bir
tedbirler paketi olarak sunulmuştur.
24 Ocak istikrar programı
uygulamalarının ilk döneminde kısa vadeli amaçlara
öncelik verilmiştir. Enflasyon baskısının kırılması
ve piyasaların düzene sokulması hedeflenmiştir. 1980
yılındaki yüzde 107.2’lik enflasyon oranının 1981’de
yüzde 36.8’e, 1982 yılında ise yüzde 27’ye düştüğü
görülmektedir. 1983’de yüzde 30.5 olan enflasyon
oranı, bir yıl aradan sonra yüzde 50’ye ulaşmıştır.
1988’e kadar ortalama
%40’lar civarında olan enflasyon oranları, 1988’de
yüzde 75’e çıktıktan sonra %60’lara yerleşmiştir. Bu
durum 1994 yılına kadar aynı oranda seyretmiştir.
Buna göre öncelikle
izlenen parasal politikalar neticesinde enflasyon
oranı düşmüştür. Enflasyonun yavaşlamasında en
önemli etken, halkın reel alım gücünün azalması ve
işsizlik oranının artmasıdır. Alım gücünün
azalmasıyla ortaya çıkan enflasyon oranlarındaki
azalış iç piyasayı daraltmış ve ihracatta büyük bir
artış yaşanmıştır. Bununla birlikte 1980’den sonra
Merkez Bankası’nın kredilerinde reel bir azalış
olurken ihracat kredileri ise reel bir artış
kaydetmiştir. Yine bu dönemde banka kredilerinde de
reel bir artış kaydedilmiştir.
1990’lı yıllarda Türkiye
ekonomisinde istikrar bozulmaya başlamış ve
enflasyon oranlarının arttığı gözlenmiştir. Ekonomi
tam bir belirsizlik içindedir. Bozuk istikrar ve
belirsizlik, halkın Türk Lirası’na olan güvenini
sarsmış ve devalüasyon beklentisi içinde dövize olan
talep artmıştır.
1994 yılına gelindiğinde
enflasyon en yüksek düzeyine ulaşmış, 24 Ocak
kararlarıyla uygulanmak istenen sıkı para
politikasına rağmen para arzı arttırılmış, kamu
açıklarının T.C. Merkez Bankası kaynaklarınca
finanse edilmesi hem para arzını arttırmış hem de
enflasyonun yükselmesine neden olmuştur. Bu dönemde
yine enflasyonu körükleyen nedenlerden biri de etkin
olmayan vergi politikalarıdır.
Mart 1994 seçimleri sona
erdiğinde, mali piyasalarda başlayan paniğin ciddi
bir krize dönüştüğü ve artık sektörleri içine aldığı
bir ortam doğmuştur. İşte ekonominin bu
olumsuzlukları ve darboğazları, döviz kurunun
sürekli artması ve Merkez Bankasının rezervlerinin
bunu karşılayamaması üzerine dönemin hükümeti, 5
Nisan 1994’te yeni bir istikrar programı hazırlamak
üzere tekrar IMF ile masaya oturmuştur. Bu programın
öncelikli hedefi, piyasalardaki istikrarı sağlamak
ve döviz kurlarındaki artış beklentisini önlemekti.
Programın diğer amaçları arasında fiyat istikrarının
sağlanması, kamu açıklarının giderilmesi, borç
oranlarının düşürülmesi, ihracat arttırılarak
ödemeler bilançosunun dengeyi getirilmesi,
özelleştirmeye ağırlık verilmesi ve ekonomide
yapısal değişiklikler yapılarak dengeli bir büyüme
ve gelişmenin gerçekleşmesiydi. 1994 yılında
enflasyon %149.6 seviyelerindedir.
Uygulanan istikrar
programının etkisi ile 1994 yılının ikinci yarısına
gelindiğinde ekonomide canlanma meydana gelmiş
enflasyon oranının da giderek düştüğü özlenmiştir.
1995 yılına girerken halkı iyimser düşünmeye iten
iki büyük beklenti vardır. Birincisi özelleştirme
yasasının çıkmasıyla özelleştirme hızlanacak,
KİT’lerin yükü azalacak ve dolayısıyla da kamunun
borçlanma gereği düşecektir.
1990’lı yılların sonlarına
gelindiğinde ekonomideki iyimser hava yerini tekrar
olumsuzluğa bırakmaktaydı. Enflasyon düşüyor derken
yeniden baş kaldırmaya başlamıştır. Yapılan fiyat
ayarlamalarında, 1998 yılında enflasyonun düşmesine
yardımcı olmuyor diye suçlanan özel sektör, 1999
yılında kamu sektöründen daha az zam yapmıştır. Yani
bu dönemde enflasyonu artıran yine kamu sektörü
olmuştur. Yine bu dönemde bütçe açıkları artmış,
devletin iç borcu 25 milyar dolar civarında
olmuştur. Enflasyon yine yükseliş sürecine
girmiştir.
Bu olumsuzlukların
giderilmesi için IMF ile stand-by anlaşması yoluna
gidilmiştir. Yapısal reformlar yerine bir takım
makro ekonomik hedefler üzerinde uzlaşma
sağlanmıştır. Bunun sonucunda 1998’in Haziran ayında
IMF ile yakın izleme anlaşması imzalanmıştır. Bu
anlaşmanın ana teması; bütçe büyüklüklerinde ve kamu
sektörü açığında belli hedeflere ulaşabilmektir.
Ancak kendisinden bekleneni verememiştir.
IMF ile başlatılan
görüşmeler 1999 seçimlerinden sonra kurulan
DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin kurulmasının
hemen ardından finansal piyasalarda ekonomik
istikrarın yakalanabileceği umudunu doğurmuştur.
1999’da IMF ile stand-by anlaşması yapılmamışken
IMF’ye niyet mektubuna benzer bir mektup verilmiş ve
IMF’nin Türkiye’den talep ettiği yapısal reformların
yapılacağı, ek olarak gerekli diğer ekonomik
önlemlerin alınacağı konularında taahhütler
verilmiştir. Ancak 17 Ağustos deprem felaketi bir
yandan ülkenin moralini bozarken, diğer yandan da
depremin neden olduğu zararlar kamu finansmanının
geleceğini içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Bütün
bunların sonucunda 1999 Aralık ayında IMF ile üç
yıllık stand-by anlaşması imzalanmıştır
1 Ocak 2000’de uygulamaya
konulan Enflasyonu Düşürme Programının temel
amaçları şunlardır:
- Tüketici enflasyonunu,
yapısal reformlarla desteklenen, birbirleriyle
tutarlı, güçlü, itibarlı ve süreklilik arz eden
maliye, gelir, para ve kur politikalarının eş
güdümlü uygulanması ile 2000 yılı sonunda %25, 2001
yılı sonunda 12 ve 2002 yılında ise %7’ye indirmek,
- Reel faiz oranlarını
makul seviyelere indirmek,
- Ekonominin büyüme
potansiyelini arttırmak,
- Ekonomideki kaynakların
daha etkin ve adil dağılımını sağlamak.
İmzalanan istikrar
programının tek hedefi kalıcı bir reel ekonomik
büyümeyi sağlamak amacıyla enflasyonu tek haneli
rakamlara indirmektir.
Tablo 1. Yıllara Göre
Enflasyon Oranı
Yıllar
Enflasyon Oranı
1980
101.40
1981
34
1982
28.4
1983
31.39
1984
48.40
1985
44.95
1986
34.62
1987
38.85
1988
73.70
1989
63.27
1990
60.30
1991
65.90
1992
70.10
1993
66.20
1994
106.26
1995
89.11
1996
80.35
1997
85.73
1998
84.64
1999
64.87
2000
54.92
2000 yılından sonra başlayan enflasyonla mücadelede
ciddi adımlar atılmıştır. Her istikrar programında
olduğu gibi IMF ile yapılan anlaşmanın da en önemli
unsurlarından biri, programın kamuoyu tarafından
inandırıcılığının sağlanmasıdır. Kamuoyu tarafından
inandırıcılığı olmayan bir programın başarı şansı
olmamaktadır.
Kalıcı ve tek haneli
enflasyonla tutarlı bir kamu dengesini sağlayabilmek
için çeşitli yapısal reformların uygulamaya konması
hedeflenmiştir. Bunlardan bankacılık ve sosyal
güvenlik reformları daha program başlamadan
yürürlüğe konulmuştur. Bundan sonra tarım ve bütçe
reformlarıyla özelleştirme reformları yapılacaktır.
Tarım reformu; tarımda fiyat desteklemesinden gelir
desteklemesine gidilmesini hedeflemektedir.
Bütçe reformu bütçenin
hazırlanma aşamasından uygulanmasına kadar olan
dönemde uyulacak kuralların konulmasını ve bütçe
uygulamasının şeffaflaşmasını hedeflemektedir.
Bir finansman kaynağı
olarak özelleştirme; 2000 yılında uygulanacak
istikrar programının en önemli parçasıdır. 2000 yılı
programında 7.6 milyar dolar tutarında özelleştirme
geliri hedeflemekteydi. Özelleştirme kapsamına
alınan kuruluşlar arasında Türk Telekom, Petkim,
Petrol Ofisi ve Türk Hava Yolları bulunmaktaydı.
Uygulanan ekonomik
programın öngördüğü hedeflerin bir kısmı 2000 yılı
sonunda gerçekleşmiş ya da tahminlere yakın
çıkmıştır. Ama genel anlamda geçen bir yıllık sürede
program kendisinden bekleneni tam olarak
verememiştir. Özellikle cari işlemler dengesinin
beklenilenin üzerinde çok açık vermesi 2000 yılının
son iki ayında piyasalardaki mali krizin boyutlarını
da büyütmüş ve kriz inanılmaz noktalara ulaşmıştır.
IMF ek destek gerçekleştirmiştir. Aynı programın
2001 yılında da uygulanmasına karar verilmiştir ve
IMF bu kez 10 milyar dolarlık bir kaynakla
Türkiye’ye destek vermiştir. Bu gelişmeler sonucunda
mali piyasalardaki dalgalanmalar biraz olsun
giderilmiştir. Ancak faiz oranlarının kriz öncesine
göre yüksek düzeyde kalmasıyla, aşırı gecelik
borçlanma ihtiyacı duyan kamu bankaları ile
portföyünde fazla miktarda iç borçlanma kağıdı
bulunduran TMSF kontrolüne alınmış bankaların durumu
bozulmuştur. Programın enflasyon hedefi
gerçekleşememiştir. Bankaların ve yabancı
yatırımcıların birden dövize yönelmeleri üzerine
artan talebi karşılamak için Merkez Bankası IMF’den
yardım istemiş ancak yardım zamanında gelmemiştir.
Krizin ilk gününde T.C. Merkez Bankasından çekilen
para 3 milyar dolara ulaşmıştır. Piyasalarda TL
sıkıntısı başlayınca Bankalararası Para Piyasasında
gecelik repo faizi %200’e yükselmiş, yüksek faizden
yararlanmak isteyenler hisse satışları yapmış ve
IMKB en düşük seviyesine ulaşmıştır.
Bankacılık sisteminin iyi
işlememesinden kaynaklanan kriz, daha boyutlarını
genişletmiştir. Piyasalardaki bu olumsuz gelişmeler
sonucu koalisyon hükümeti mali krizi çözmek ve
likidite sıkışıklığını giderebilmek için IMF’ye 3.
Ek Niyet Mektubunu göndermiştir. Bu niyet mektubu
neticesinde 10.4 milyar dolarlık kredi gelmiş ve
geçici bir sürelikte olsa likidite sıkışıklığı
önlenmiştir.
Fakat yeni yılın ilk aylarında (Şubat) MGK
toplantısında yaşanan siyasi kriz piyasaları tekrar
bir belirsizlik içine sokarak ekonomik krize
dönüşmüştür. MGK toplantı sonrasında yapılan basın
açıklamasıyla bir anda TL’den kaçış ve dövize geçiş
işlemleri büyük boyutlara ulaşmıştır. 19 Şubat 2001
tarihinde döviz talebi tek gün için 7.6 milyar ABD
doları olarak gerçekleşmiştir. TCMB önce döviz
talebine karşı likiditeyi kontrol etmeye
çalışmıştır. Ancak piyasalardaki dalgalanmaların önü
alınamadığı için 22 Şubat 2001 günü dalgalı kura
geçilmiştir. Bu büyük panik karşısında Bankalararası
Para piyasasında gecelik faiz önce %3000’e, sonra
%7500’e çıkarken, Hazine %144 faiz ile
borçlanabilmiştir. Bu yüksek faiz, döviz
piyasalarında kısa sürede göreli bir denge
sağlamıştır. Bu kriz neticesinde Türkiye ekonomisi
yeni bir döneme girdi. Enflasyonu Düşürme Programı
sona ermiştir. 15 Nisan 2001 tarihinde açıklanan ve
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı olarak adlandırılan
yeni bir program yürürlüğe girmiştir. 2001 yılı
başında yaşanan krize rağmen, önceki krizlerin
tersine enflasyon oranında yükselme olmamıştır.
İzleyen yıllarda da enflasyonun düşmeye başladığını
görüyoruz. Bütçe açıklarının yüksek değerleri
koruduğu dönemde bile enflasyonun düşürülmesinde
sağlanan bu başarının altında yatan en önemli
etmenin, 2000 yılı başından itibaren uygulanan
istikrar programlarının enflasyon beklentilerini
kırmaya öncelik vermesi olduğunu söyleyebiliriz
|