Türkiye’deki
İstihdam Politikaları
Mal ve hizmetlerin
üretimini mümkün kılan ya da üretimde kullanmak
zorunda olduğu her şeye üretim faktörleri
denilmektedir. Üretim faktörleri içerisinde insanın
beyin ve kas gücünü kullanmasına emek denilmektedir.
Emek piyasasında
arz edilen emeğin miktarını belirleyen birçok faktör
vardır. Toplam nüfus, nüfusun yaş ve cinsiyet oranı,
çalışma hayatını düzenleyen mevzuat, iş arayanların
iş ve meslekten beklentileri (sosyal sigorta,
kariyer planlaması, çalışma koşulları vb) ve ücret.
Bireysel planda düşündüğümüz zaman birey ücret
arttıkça arz ettiği emek miktarını arttırır. Zira
amaç daha fazla gelir elde etmek daha iyi bir yaşam
standardına kavuşmaktır. Ancak insan çalışmakla elde
ettiği ücret karşılığında bazı şeylerden fedakârlık
yapmaktadır. Çünkü çalışarak geçirdiği zamanı başka
şekillerde de değerlendirebilir. Öyleyse bir
kimsenin emeğini arz ederken arz miktarını ücretin
yanında çalışmanın alternatif maliyeti de
belirleyici olmaktadır.
Bir ekonomi düzeninin
yeterli bir biçimde işleyip işlemediği, her şeyden
önce, cari ücret karşılığı çalışmak isteyen herkese
iş sağlayabilip sağlayamamasıyla ölçülür. Herkese iş
sağlayamamak, bir ekonomi düzeni için son derece
büyük bir kusurdur. Bu kusur, sadece, işsiz kalan
kimselerin maddi ve manevi yoksulluk ve acı
çekmelerine neden olmaktan ibaret değildir. Böyle
bir durum, aynı zamanda, ekonomi düzeninin, var olan
kaynakları tam olarak kullanabilmek ve böylece
ulusal refahı olanak içindeki en yüksek düzeye
çıkarabilmek konusunda acze düştüğünü de ifade eder.
Bu nedenle, işsizlik sigortaları kurulması ve bu
yolla işsizlerin kişisel acılarının ve sorunlarının
hafifletilmesi, çok yerinde ve zorunlu bir önlem
olmakla beraber, böyle bir önlemin, ekonomi
düzeninin işsizlik biçiminde dışa vuran
başarısızlığını düzeltmek ya da ortadan kaldırmak
demek olmadığını göz ardı etmemek gerekir. (Aren,
1992:1)
Türkiye
ekonomi tarihine bakıldığında ekonominin daima
büyüme eğiliminde olduğu ancak sürdürülebilir
büyümenin temin edilemediği buna binaen işsizlik
sorununun da önlenemediği görülmektedir. Türkiye
ekonomisinde sürdürülebilir bir büyümenin
sağlanamamasının ve işsizlik probleminin
çözülememesinin ekonomik ve sosyal nedeni vardır.
Bu kısmen
kendi sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve politik
özelliklerine ve büyük ölçüde üniversal iktisat
prensiplerine bağlı bir konudur. İnsanların
mesleklere ve talebe uyan biçimde iyi bir eğitim
alması verimliliği artırmakta bu da yatırımlarla
sağlanacak büyüme hızını artıracaktır. Bu, istihdam
lehinedir. (Kılıçbay, 1992: 270)
Ekonomik büyüme
politikaları, insani sermaye yatırımlarını dikkate
alarak oluşturulup reel anlamda ekonominin
büyümesine yönelik olmalıdır. Ancak bu tür ekonomi
politikalarının uygulanması ile devamlı bir ekonomik
büyüme sağlanabilecek ve işsizlik oranı düşük
seviyelere inebilecektir.
1961 Anayasasında
istihdam sorununa çözüm getirmek devletin
görevlerinden sayılmış ve ‘iş arayan herkese iş
imkânının sağlanmasının devlet tarafından yerine
getirileceği’ öngörülmüştür. Yine 1963’den bu yana
beş yıllık kalkınma planlarının hepsinde işsizliğin
önlenmesine yönelik tedbirler yer almıştır. Ancak
çeşitli nedenlerle söz konusu tedbirler yeterince
gerçekleştirilememiş ve işsizlerin sayısı artmaya
devam etmiştir. Giderek kronikleşen ve daha etkili
hale gelen işsizlik sorunu bugün ülke sorunlarının
başında gelmektedir. (Yılmaz, 2005: 44)
2000’li
yıllara gelindiğinde, işsizlik oranlarının tüm dünya
ülkelerinde iki haneli rakamlara ulaşması, ekonomik,
sosyal ve politik anlamda ciddi tehlike sinyalleri
vermektedir. 1980-1990 yılları arasında izlenen
devletin ekonomiden uzaklaştırılması politikaları
sözü edilen 10 yılda ülke ekonomilerindeki özel
sektörü teşvik ederek, büyüme oranları arttırmasına
rağmen, 2000’li yıllarda yaşanan küresel finansal
krizler, ülkeler arası yaşanan sıcak savaşlar ve
politik istikrarsızlıklar sonucu, kamu sektöründeki
yatırımların azalışı ile birlikte, özel sektördeki
yatırım artışlarının işgücündeki artışı
karşılayamaması sonucu ortaya çıkmaktadır. Nitekim
özellikle Türkiye Ekonomisi’nde 1999 yılından sonra,
işgücündeki artışa rağmen, istihdamdaki azalma
işsizlik oranlarının daha fazla yükseleceği yönünde
sinyaller vermiştir. (Onur, 2006: 14-15)
İşsizlik ve işsizlerin istihdamı sorunu 1950’li
yıllarda Türkiye’nin gündeminde yer almaya
başlamıştır. 2001 yılında yaşanan ekonomik krizler
işsizlik sorununu daha da ağırlaştırmıştır. Genç
nüfus yapısına sahip Türkiye’de işsizlerin % 62’si
15-29 yaşları arasındadır. Bunlar içinde, eğitim ve
askerlik sonrası olması nedeniyle 20-24 en kalabalık
yaş gurubudur. Türkiye’de işsizlerin eğitim düzeyi
genelde düşüktür. Yine büyük bir kısmı vasıfsızdır.
İşsiz nüfusun dağılışında en dikkat çekici özellik
işsizlerin
büyük çoğunluğunun (% 74,8) şehirsel alanlarda yer
almasıdır. Şehirlerdeki mevcut işsizlerin yanı sıra,
kırdan şehire göçlerle kırdaki açık ve gizli
işsizler şehirlere taşınmış ve şehirlerdeki işsiz
sayısını giderek arttırmıştır. Kırda ise, açık
işsizlerin yanı sıra gizli işsiz olarak
tanımlanabilecek eksik istihdam sorunu devam
etmektedir. Türkiye’de uzun süredir devam eden
kırdan şehre göçlere rağmen, kırda çok sayıda açık
ve gizli işsiz bulunması, iş bulmak ve çalışmak gibi
ekonomik nedenlerle şehirlere göçlerin devam
edeceğini göstermektedir. (Yılmaz, 2005: 43)
Türkiye,
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından
2000 yılında yayınlanan ‘Nüfus ve Demografi’
raporuna göre, 2000 yılı itibariyle 14-65 yaş arası
çalışma çağındaki nüfusun tarihteki en yüksek orana
ulaştığı bir döneme girmiştir. ‘Fırsat penceresi’
adı verilen bu dönem, ülkeler için özellikle iş gücü
piyasası açısından ciddi fırsatlar yaratırken, bu
fırsatın değerlendirilmesi için en temel koşul, söz
konusu nüfusun iyi eğitilmesi ve sürecin ekonomik
yatırımlarla desteklenmesidir. (Ekonomistler
Plarformu, 2009: 1)
Zaten kronik bir hal almış
olan işsizlik rakamları bu çerçevede Nisan 2009
itibariyle Türkiye genelinde % 16,1 seviyesine
ulaşırken, işgücü piyasasına katılım oranının da
düşüklüğü ile resmi rakamların çok daha üzerinde bir
işsizlik seviyesi ile karşı karşıya kalındığı ortaya
çıkmıştır. Bu süreçten en fazla etkilenen kesim ise
özellikle gençler olmuştur. 15-24 yaş arası genç
nüfusta işsizlik oranı % 30’lara yaklaşmıştır.
(Ekonomistler Platformu, 2009: 1)
S.
Özdemir vd. göre, istikrara kavuşmayan kentleşme,
siyasi ve ekonomik istikrarsızlık, kamu ve özel
sektörde yatırım yetersizliği, işgücü niteliğinin
sanayinin ihtiyaçlarına cevap verememesi, işgücünün
vasıf seviyesi, faiz ve dış ticaret hadleri, hızlı
teknolojik gelişmeler ve artan rekabet ortamında
nitelikli işgücü gerekliliği, kapasite kullanım
oranındaki yetersizlik, girişimcilere sağlanması
gereken eğitim, kredi ve örgütlenme yetersizlikleri
gibi çok sayıda faktör ülkemizde işsizliğin boyutunu
artırmakta ve işsizlik sorununu
karmaşıklaştırmaktadır. (Aktaran: Yılmaz Eser ve
Terzi, 2008: 230)
Türkiye’de
beşeri sermaye yatırımlarının yetersiz olması ve bu
yatırımları arttırıcı politikaların
geliştirilememesi iktisadi büyüme ve dolaylı olarak
da işsizlik üzerinde olumsuz etkilerde
bulunmaktadır. Türkiye’de reel yatırımların hızlı
nüfus artışı ile birlikte son yıllarda artış
göstermesine rağmen, reel yatırımların bu nüfus
artışını
karşılayabilecek miktara yükselememesi, işgücüne
katılma oranını arttıramamıştır.
M. M.
Özaydın’a göre, Türkiye’de bilinçli ve yaygın bir
işsizlikle mücadele programı uzun yıllar boyunca
uygulanamamıştır. İstihdam politikaları ilk olarak
kalkınma programları içerisinde yer almaya başlamış
ancak plan metinlerde yer almaktan öteye
gidememiştir. (Aktaran: Eser ve Terzi, 2008: 242)
S.
Özdemir vd. göre, Türkiye’de istihdam
politikalarının gelişimi incelendiğinde, işsizlikle
mücadeleye yönelik önlemlerin ilk Beş Yıllık
Kalkınma Planından itibaren tüm kalkınma planlarında
yer aldığı görülmektedir. Genel olarak, kalkınma
planları değerlendirildiğinde, planlarda işsizliğin
temelde ekonomik büyümeye bağlı olarak
azaltılabilecek bir problem gibi görüldüğü
anlaşılmaktadır. Ayrıca, planlarda izlenmesi
öngörülen birçok politika muğlak ifadelerle yer
almakta, bir planda ısrarla üzerinde durulan önlem
ve önerilere bir sonraki planda rastlanmamaktadır.
Asıl önemlisi hükümet değişiklikleri nedeniyle
hazırlanan plan ve projelere genelde süreklilik
kazandırılamamıştır. Sonuç olarak ülkemizde planlı
dönemden bugüne kadar kapsamlı bir ulusal istihdam
politikasının belirlenemediği ve hayata
geçirilemediği söylenebilir. (Aktaran: Eser ve
Terzi, 2008: 242)
Hane halkının
işgücü piyasasında üstlendiği rol, hane halkının
genel refah ve yaşam standardını belirleyen temel
bir unsur olmaktadır. 2002-2005 döneminde istihdamın
sektörel dağılımında değişim gözlemlenmiştir. Tarım
sektörünün istihdam içindeki payı önemli ölçüde
azalmıştır. (Çelebi, 2008: 1-2)
Ülkemizde uzun yıllar işsizliği çözecek
sürdürülebilir bir ekonomik büyüme sağlanamamıştır.
Büyüme ve ekonominin istihdam yaratma kapasitesi
yüksek enflasyon, artan kamu açıkları ve yüksek
faizler, oynak döviz kurları, siyasi ve ekonomik
istikrarsızlıklar ve krizler nedeniyle çok zayıf bir
performans göstermiştir. Aynı zamanda, tarım
sektöründeki çözülme, işgücünün eğitim düzeyinin
düşüklüğü ve işgücü piyasasının yapısal özellikleri
( istihdam üzerindeki vergiler, yatırım maliyetleri,
kayıt dışı istihdam) sorunu iyice çözümü zor hale
getirmiştir. (Başesgioğlu, 2006: 1)
ILO’nun
Dünya İstihdam Raporu 2004-2005 ve Küresel İstihdam
Eğilimleri Raporlarında işsizlikle mücadele
politikaları olarak önerilen, işgücü piyasasına
katılımın arttırılması, işçi ve işletmelerin
taleplere uyum yeteneklerinin geliştirilmesi,
beşeri
sermayeye etkin yatırım, verimlilik artışı
sağlanması, iyi yönetişim, etkin sosyal diyalog gibi
tüm ülkelerde etkili olabilecek genel doğruların
yanı sıra ülke özelinde etkili olabilecek önlemleri
düşündüğümüzde, kamu istihdam hizmetlerinin etkin ve
yaygın hale getirilmesi ve de yerel ihtiyaçlar
doğrultusunda çeşitlendirilmesi, işgücünün iş
piyasası ihtiyaçları doğrultusunda eğitilmesi ve
sürdürülebilirlik sağlanabilmesi için sektör-eğitim
kurumları ve sosyal ortaklar işbirliğine önem
verilmesi, yaşam boyu eğitimin hayata geçirilmesi,
istihdam artışı sağlanabilmesi için teşviklerin
iller yerine sektörlere verilmesi ve sektör içinde
de küçük işletmelere ayrıcalık tanınması, kayıt dışı
sektörün kayıt içine alınması için kayıtlı
olabilmenin önündeki bürokratik ve yasal işlemlerin
kaldırılması, işlem zorunluluğunun en aza
indirilmesi ve üretim ve istihdamdaki vergi yükünün
hafifletilmesi gibi önlemleri de içeren bir ulusal
istihdam politikasının sosyal ortaklarla birlikte
tasarlanması ve uygulamaya konulması, işgücüne her
yıl en az yarım milyon kişinin katıldığı ülkemizde
herhalde zorunludur. (Aktaran: Şahin, 2009: 4)
Avrupa Birliği’ne
girmeye çalıştığımız süreçte birliğe aday ülkelerde
de gözlemlendiği gibi tarım sektörünün küçülmesi ile
kentlere hızlı bir işgücü göçünün yaşanacağı (kaldı
ki uygulanan yanlış tarım politikaları ile bugünden
yaşanan) dikkate alındığında yoksullukla mücadele ve
gelir dağılımındaki adaletin sağlanması ve sosyal
barışın temini açısından yatırım ve istihdam
yaratacak politikaların ve nitelikli insan gücüne
ulaşmada uygulanacak eğitim politikalarının siyasi
polemiğe dönüştürülmeden, bilimsel temele göre
hazırlanarak hayata geçirilmesi önem arz etmektedir.
(Şahin, 2009: 4)(Tablo:1)
Tablo-1: Dünyada
İşsizlik: 1994, 1999, 2002-2004 (milyon)
Yıllar |
1994 |
1999 |
2001 |
2002 |
2003 |
2004 |
Toplam |
140.3 |
170.3 |
174.3 |
180.9 |
185.2 |
184.7 |
Erkek |
82.8 |
99.5 |
102.8 |
107.0 |
110.0 |
109.7 |
Kadın |
57.5 |
70.9 |
71.5 |
73.8 |
75.2 |
75.1 |
Kaynak: Küresel
İstihdam Eğilimleri Modeli 2005
Aktaran:
Şahin, 2009: 5
|