|
Türkiye'de Yerel Yönetimler ve Büyük Şehirler
Doç. Dr. Yusuf Ziya İrbeç
I- Giriş
Son yıllarda, belirli bölgelerde bulunan
metropollerin bölge veya ülke kalkınmasına katkısı
yanında ekonomik kaynakların dağılımına da etkisi
giderek büyümektedir. Ayrıca, bu tip metropoller
ülke ekonomisinin cazibe merkezleri haline
gelmiştir. Bu gelişmelere paralel olarak,
belediyelerle il özel idarelerinin 1994 yılında
bütçeden aldığı toplam tutar 68.1 trilyon lira
olmasına rağmen, bu çok yetersiz görülen kaynağın
bile üçte biri cazibe merkezleri olarak
değerlendirilebilecek büyükşehirle-re giderken, iki
binin üzerindeki belediye ve 76 il özel idaresine de
sadece 47.8 trilyonluk kaynak transfer
edilebilmiştir.
Bu gelişmelere paralel olarak, büyük şehirlerin
Türkiye ekonomisine önemli ölçüde yön verdiğini
görmekteyiz. İstanbul başta ol-,mak üzere büyük
şehir merkezli illerin Türkiye ekonomisine
katkısını rakamlarla vermek gerekirse, İstanbul'da
genel bütçe giderlerinin gelirlerine oranı % 25
civarındadır. Bu oranın Türkiye genelinde % 137-%
140'lara ulaştığı düşünülürse, büyük şehir merkezli
illerin ülke ekonomisindeki yeri daha da iyi
anlaşılabilir.
Nitekim İstanbul'u genel bütçe gelirlerinin % 47'lik
bir bölümünü gider olarak gerçekleştiren Bursa
takip etmektedir. Ankara'da bu oran % 50'ler
civarındadır.
Türkiye'de Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana ve
Antalya gibi şehirlerin cazibe merkezi haline
dönüştürülerek, bütün altyapı hizmetlerinin sağlıklı
bir şekle kavuşturulması, Türkiye'nin dünya
ekonomileri ile daha iyi iletişim kurabilmesi için
öncelikle ele alınması gereken bir konudur. Ayrıca,
Türkiye genelinde yerel yönetimlerin özel sektör
mantığı ile yönlendirilmesi için çalışmaların
hızlandırılması gerekmektedir.
Ekonomilerin uluslararası boyut kazanması, dünya
şehirleri arasında da bir hiyerarşinin oluşmasını
beraberinde getirmiştir. Günümüzde, böyle bir
hiyerarşinin en üst noktasında Londra, New-York ve
Tokyo gibi şehirler bulunmaktadır. Bu şehirlerin en
önemli özelliği, sermaye birikimi ve bu sermayenin
hızlı bir şekilde dolaşımına katkıda
bulunmalarıdır. Ayrıca günümüzde, bütün gelişmekte
olan veya mevcut gelişmişlik düzeyini hızlandırmak
isteyen ülkelerde uluslararası ticaret ve sermaye
hareketinin ülke ekonomisine katkısını arttırmak
için, ya serbest bölgeler oluşturulmakta, ya da
bankacılık hizmetlerinin daha kolay yürütülebilmesi
için uluslararası sermayeye ve özellikle de bazı
cazibe merkezlerinde teşvikler getirilmektedir. Bu
bakımdan, ülkemizde Avrupa ile Asya'yı birbirine
bağlayan İstanbul yanında İzmir, Antalya ve Mersin
gibi kıyı şehirlerine de yeterli özel bir önem
verilmelidir. Uluslararası sermayenin İstanbul başta
olmak üzere kıyı şehirlerine ve Ankara gibi merkez
bölgelere akımının hızlandırılması yönünde
tedbirlere de ağırlık verilmelidir.
Unutulmamalıdır ki, bu gibi şehirlerin uluslararası
alanda saygınlığa kavuşturulması ve önemli finans
merkezlerinden biri haline getirilmesi, ulaşım ve
haberleşme altyapısının modernize edilmesiyle doğru
orantılıdır. Ayn-ca, çevre kirliliğini önleyici
tedbirlerle, çevre düzenlemesinin etkin hale
getirilmesi yanında, şehir planlaması ve yönetimi
alanında kurumsal tedbirlere de ihtiyaç vardır.
Ülke ekonomisine uluslararası düzeyde katkıda
bulunmaya aday olan şehirler veya merkezlerde şehir
planlaması ve yerinden yönetim konulan ilk
çözülmesi gereken güçlükler arasında yer
almaktadır. Bütün dünyadaki gelişmeleri göz önüne
alırsak, ülke ekonomilerinin bel kemiği durumundaki
büyük şehirlerde de aynı durumla karşılaşmaktayız.
Hızlı kalkman Asya ülkelerinden birkaç örnek vermek
gerekirse, Manila metrosunda yaşayan halkın üçte
birinden, Bang-Kok ve Jakarta'da yaşayan halkın
dörtte birinden fazlası bizim gecekondu hayatı
diyebileceğimiz şartlarda yaşamaktadır. Yapılan
araştırmalara göre, kaybolan zaman ve trafikteki
tıkanmalar sonucu ortaya çıkan benzin sarfiyatı
sebebiyle, Bang-Kok gibi bir şehirde trafik problemi
senelik en azından bir milyar dolarlık kayba sebep
olmaktadır. Bunun yanında, insanların % 10'undan
fazlası kronik nefes darlığı problemi ile karşı
karşıya kalmaktadırlar. Manila'da ise, enerji
sarfiyatı enerji arzını geçmiş durumdadır.
Özellikle büyük yerleşim birimlerinde mevcut olan bu
gibi problemlerin çözülebilmesi için dünyada
çeşitli stratejiler geliştirilmektedir.
II. Büyük Yerleşim Birimlerinde Çözüm Stratejileri ve Türkiye
Günümüz dünyasında oluşan büyük metropollerin
problemlerinin çözümü için özellikle iki ana
strateji üzerinde durulmaktadır. Bunlar;
Birinci strateji: Ülkedeki metropol yönetiminin
hukuki yapısını düzenlemek ve bu bölgelerin daha
sağlıklı gelişmesine katkıda bulunabilmek amacıyla
bölgelerüstü metropol planlama ve denetim
organlannın oluşturulması. Böyle bir organın
genellikle yaptırım gücü sınırlı olduğu için,
etkisi de sınırlı olmaktadır.
İkinci strateji: Genişleyen şehir bölgesinin ana
planının hazırlanması ve bu planın geleceğe yönelik
alternatif gelişmeleri ve çözümler için ana hatları
belirlemesi. Böyle planların da yeterli kanuni
düzenlemeler karşısında yetersiz kalması sonucu,
etkinliği tartışılmaktadır. Buna karşılık, yerel
yönetimlerin özerk olmasını, öncelikle sağlık,
eğitim ve bölge hizmetlerinin devamlılığının daha
etkin sağlanması konularında desteklemek kaçınılmaz
hale gelmektedir.
Türkiye'deki yerel yönetimlerin giderek şehirlere
doğru artan içgöçü ve buna paralel olarak gelen
talepleri karşılaması mevcut düzenlemelerle daha da
güçleşmektedir. Bu bakımdan, 3030 sayılı yasayla
kurulmuş olan Bü-yükşehir belediyelerinin buralarda
yaşayan halka sağlıklı hizmet götürebilmesi giderek
imkansız hale gelmektedir. Çünkü buralardaki kamu
kurumlarının yeni gelişmelere hızlı ayak
uyduramadığını rahatlıkla görmek mümkündür. Örnek
olarak, mahalli idarelerin kadroları üzerinde
yapılacak düzenlemeler için bakanlar kurulundan
çıkacak kararlara uyulması konusu vardır. Bu ise,
eh azından bir senelik gecikmelere sebep
olabilmektedir. Bu bakımdan, bürokratik engellerin
aşılması yönünde tedbirlere acilen ihtiyaç
duyulmaktadır.
Bilindiği gibi, serbest piyasa ekonomilerinde
fiyatlann denetlenmesi prensibi yok-'tür. Fakat,.
tüketicilerin korunması yönünde belediyelerin etkin
hizmet sunması gereğini de burada vurgulamak
gerekmektedir. Lokantalar ve gıda maddesi satan tüm
işyerleri başta olmak üzere halkın sağlığını ve
tüketicinin korunmasını gerektiren bütün alanlarda
etkili bir kontrol mekanizmasının geliştirilmesi ve
bunun periodik hale getirilmesi öncelikli hedefler
arasında yer almalıdır. Denetim mekanizmasında,
özellikle kalite denetimine öncelik verilmesi
gerekmektedir. Bu maksatla çıkarılacak gıda
yasalarının uygulanmasında yerel yönetimler de
görev almalıdırlar. Ayrıca, yerel yönetimler gıda
üretiminin birçoğunun yapıldığı İstanbul, Ankara ve
İzmir gibi şehirlerde kanunların vereceği yetkilere
dayanarak gıda yönetmelikleri
hazırlayabilmelidirler.
III. Yerel Yönetimler ve Eğitim Hizmetleri
Yerel yönetimler 21 yüzyıla girerken, eğitim ve
kültüre de yakın ilgi göstermek zorundadırlar. Özel
teşebbüsü eğitime dahil etme çabalarının yanında,
yerel yönetimlere de sorumluluk ve yetki
verilebilmelidir. Böyle bir teşebbüs, yerel düzeyde
demokrasilerin gelişmelerine de katkıda
bulunabilir. Hem merkezi yönetimin, hem de yerel
yönetimlerin kendi okullarını, kendi eğitim
kurumlarını oluştur-masıyla üretecekleri eğitim
hizmetleri, rekabet ortamının hazırlanması ve daha
da verimli sonuçların alınması yönünde faydalı
olabilir. Böyle bir konunun önemi, Türkiye'nin
eğitim seviyesinin başka ülkelerle karşılaştırılması
sonucunda çok belirgin olarak ortaya çıkmaktadır.
Örnek olarak, okul öncesi eğitimde gelişmiş ülkeler
% 80-% 90 seviyesinde okullaşma oranına
ulaşmışlardır. Buna karşılık, aynı oran Türkiye'de %
3'ler seviyesindedir. Batı Avrupa'da Fransa hariç,
hemen her ülkede örgün eğitim yerel
yönetimlerce yürütülmektedir. Merkezi hükümet
genel politikaları belirlemekte ve denetim
sahasında etkin olmaktadır. Bu ise, okullaşma
oranını önemli ölçüde yükseltmiştir. Sadece okul
öncesi eğitimi ele alsak bile, bu ülkelerde 5-6 yaş
grubunun % 90'lık bir bölümü böylelikle
okullaşabilmiştir.
Yerel yönetimlerin eğitim faaliyetleri dışında
tutulmasının başka bir sakıncası da şudur; Merkezi
yönetim kontrolündeki eğitim programları ilgili
bakanlıklar tarafından hazırlanmakta ve ülke
genelinde uygulamaya konulmaktadır. Öğretmen ve
veliler, kitap veya eğitim araçlarının
hazırlanmasındaki sürece katılmadıkları için,
bunların benimsenmesinde güçlükler daha fazla
olabilmektedir. Ayrıca, eğitim programlarının
yapımında çevrenin, öğretmenin, öğrencinin ve
velinin istekleri dikkate alınamamaktadır.
Merkezi idarenin ağır bastığı sistemlerde, eğitim
bütçelerinin hazırlanması ve kullanımı da merkezi
hükümetlerin elindedir. Bu bakımdan, en ufak
işlerin yapılması bile, birçok formalite
gerektirebil-mekte ve zaman kaybına sebep
olabilmektedir. Bütün bu güçlükler, yerel
yönetimlerin eğitim hizmetlerine sağlayacakları
katkılarla en düşük seviyeye indirilebilir.
Böylelikle, demokratik parlamenter rejimlerin en
önemli Özelliği olan adem-i merkeziyetçilik
ilkesinin uygulanması sonucu, yerel yönetimler
hizmetlerin birçoğunu daha rahat ve etkin
yapabilirler. Böyle bir ortamda, Türkiye'de yerel
yönetimlere bütçe imkanlarının % 5'ini mi veya
biraz daha tazlasını mı verelim düşüncesini
bırakıp daha geniş düşünülmeli ve tartışmalar o
yönde yapılmalıdır.
IV. Yerel Yönetimler ve Mali Kaynakların Kullanımı
Belediye kanununun 15. maddesi, belediyelerin
zorunlu görevlerini yerine getirdikten sonra,
mahalli halkın diğer ihtiyaçlarını da gidermek üzere
girişimde bulunmasına imkan vermektedir. Bu
bakımdan, belediye yönetimlerinin daha etkin
olabilmeleri için, özellikle mali kaynaklarının çok
iyi yönlendirilmesi ve kullanılması gerekmektedir.
Bilindiği gibi, temel mevzuatı 1913 yılına kadar
uzanan 11 Özel İdarelerine ekonomik alanda
kaydadeğer görev ve yetkiler verilmişti. Bu
yetkilerden bir tanesi de, ll'e ait yerli tasarruf
ve kredi sandıkları (banka) kurulmasına izin
verilmesi idi. Aradan geçen zaman içersinde yerel
yönetimlere daha fazla yetki ve sorumluluk vermek
yerine, merkeziyetçi yönetim anlayışının etkisinde
daha fazla kalınmış olduğunu görmekteyiz. Artık
modern bir anlayışla, tekrar yerel yönetimler,
meseleleri yerinde çözüme kavuşturmak amacıyla daha
etkin çalışabilmelidirler. Bugün belediyelerin
en fazla sıkıntı çektiği alanlardan bir tanesi de,
mali kaynakların etkin yönlendirilememesi ve
kullanılamamasıdır. Ayrıca, il yerel yönetimlerinin
ekonomi ile ilişkili çeşitli sektörlerde istihdam
arttırıcı, çevre ekonomisini geliştirici yönde
sarfedebilecekleri kaynak ve imkanlar oldukça
sınırlıdır.
Türkiye'de yerel yönetimlerin ellerinde konut
ihtiyacının çözümüne yönelik yeterli kaynaklar
oluşturulamadığı için, konut yapımı toplu konut
idaresine bırakılarak olayın koordinasyonu daha da
karmaşık hale getirilmiştir. Çünkü özellikle büyük
kentlerde çok sayıdaki toplu konut üretimi ihtiyacı,
yeni arazilerin iskana açılmasını gerektirmektedir.
Fakat, bir arazi bulunması ve bunun üzerine konut
inşa edilmesi meselenin tam çözümü anlamına
gelmemektedir. Yol, su, elektrik ve kanalizasyonun
yapımı ile başlayan altyapı hizmetleri, spor
alanları, otoparklar ve yeşil alanlar ile sosyal
eğitim tesislerinin kurulmasına kadar uzanmaktadır.
Buna karşılık, Toplu Konut Fonundan ve
kooperatiflerden zamanında yeteri kadar sağlanamayan
finansman ihtiyacı; özel-' likle enflasyon ortamında
hizmet akışmı paha-lılaştırmaktadır. Bu gibi
durumlarda 'kent bankası aracılığı ile daha hızlı
hizmet vermek ve elde edilen karın önemli bir
bölümünü de, kentte yaşayan tasarrufçulara
aktarabilmek imkanı üzerinde tekrar durulmalıdır.
Özellikle mahalli idareler bünyesinde yaşayan ve
gelir düzeyi yetersiz, fakat girişimci vatandaşlara
yönelik projelerin geliştirilmesinde de,
belediyeler mali alanlara ilişkin hizmetleri,
kuracağı kent bankaları yoluyla daha kolay
sunabilme-lidirler.
Yine İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerde, deniz
taşımacılığından küçük müteşebbisleri harekete
geçirebilecek işlere kadar olan hizmetler için kent
bankasında toplanan mev-duadar
değerlendirilebilmelidir. Ayrıca, belediyenin kendi
bankacılık hizmetleri de bu yolla daha ucuz ve
etkin gerçekleştirilebilir. İlk olarak belirli bir
merkezde faaliyete geçebilecek böyle bir kent
bankası, zaman içersinde faaliyetlerine orantılı
olarak şubeler vasıtasıyla bütün şehir halkına
hizmeti yerinde götürecek şekilde
yapılandırılabilir.
Böyle bir teklifte bulunurken, kalkınma stratejisi
olarak merkezden her şeyin kontrolü yerine, seçimle
gelen yerel yönetimlere daha fazla yer verilmesi
inancı ağır basmaktadır. Çünkü, bugünün dünyasında
merkezi yönetim, bir bölgeden aldığı vergilerle
istediği gibi oynayamamaktadır. Kentlerde oluşan
katma- v değerin belli bir bölümü mutlaka oralarda
bırakılarak, imar ve daha iyi bir kalkınma için
kullanılmalıdır. Bugün belediyeler dışsal ekonomi
dediğimiz birtakım faydaları o kentteki sanayici ve
işadamlarına sağlıyabilmektedirler. Belediyelerin
büyük katkılarıyla oluşturulan ticaret merkezleri
veya sanayi merkezleri orada iş yapanlara belirli
bir rant getirmektedir. Burada sözü edilen rant
sadece konuttan elde edilen rantlar değildir. Bu
rantlar en hızlı ve adil bir şekilde mahalli
idarelere aktarılmalıdır. Kurulacak bir kent
bankası, bu rant gelü lerini tekrar tüm şehir halkı
için hizmete dönüştürebilmelidir.
V. Sonuç ve Genel Değerlendirme
Türkiye'de yerel yönetimlere daha serbest hareket
imkanı sağlanması için, öncelikle denetim yetkisinin
yeni gelişmelere göre düzenlenmesi ve mali
özerkliğin mümkün mertebe sağlanması gerekmektedir.
Burada özellikle vurgulanması gereken nokta; eğer
yerel yönetimlere daha geniş yetki ve sorumluluklar
verilmek isteniyorsa, yerel yönetimlere banka gibi
özerk kurumlan kurabilmeleri imkanının
sağlanabilmesidir. Çünkü, kaynak oluşturma becerisi
açısından, mali piyasalara ulaşmada ve uygun
borçlanma ile proje finansmanı konularında finans
kuruluşlanna ihtiyaç doğmaktadır. Türkiye'de yerel
yönetimlere yönelik olarak şu anda faaliyet
gösteren İller Bankası modem anlamda mali
ihtiyaçlara cevap verememektedir. Bugünkü uygulamaya
göre, İller Bankasının sadece nüfusa göre kredi
vermekte ve bu kredilerin ne olduğu veya nereye
gittiği üzerinde gerektiği ölçüde durmamaktadır.
Halbuki yerel yönetimler, hem kent ekonomisinin
kaynaklannı en iyi şekilde planlayabilmeli, hem de
küçük ve orta ölçekli sanayinin yönlendirilmesinde
etkili olabilmelidir.
Belediyelerin borçlanma politikalarına gelince,
bugün başta İstanbul olmak üzere, Ankara ve İzmir
gibi büyükşehir belediyelerinin birçoğu aşırı borç
yükü altındadır. Bu bakımdan yerel yönetimlerde
etkin bir borç yönetiminin gündeme getirilmesi
gerekmektedir. Örnek olarak, büyük projelerin
finansmanı konusunda bunun yükünü çekecek halkın da
görüşü alınmalıdır. Gelişmiş ülkelerde bu yönteme
sık sık başvurulduğu da ayrı bir gerçektir.
Bütün bunların yanında, yerel yönetimlerin çevre ve
hava kirliliğine karşı duyarlı olmaları ve bu
politikalarını özellikle büyük şehirlerde etkin
mücadele yöntemleri ile desteklemeleri kaçınılmaz
hale gelmiştir. Bilindiği gibi, günlük hayatımızın
yan ürünleri hava kirliliğine sebep olmaktadır.
Fabrikalar, motorlu taşıtlar, elektrik ve ısı
enerjisi üretimi hava kirliliğinin önemli kaynaklan
arasında yer almaktadır. Ayrıca, havayı kirleten
etkenler, insan vücuduna ağız, burun, nefes borusu
ve akciğerler yoluyla girerek, bu bölgelerde ve
akciğerden kana karışarak vücudun diğer yerlerinde
çeşitli rahatsızlıklara ve hastalıklara sebep
olabilmektedirler. Bütün bunlar, sağlık alanında da
merkezi yönetimlerin yerel yönetimlerle sıkı bir
işbirliğine girmeleri ve yerel yönetim konusunun
tamamiyle bağımsız ele alınmaması gerektiğini
göstermektedir.
|