Karadeniz ve Hazar Havzası, Petrol ve Enerji Savaşlarının
Neresinde?
Azerbaycan Üzerinde Türkiye ve ABD Kapışması
Amerika Birleşik Devletleri, Ortadoğu üzerindeki
hesaplarını yaparken, bir diğer hazırlığı Avrasya
Coğrafyası üzerinde yapıyordu. Eski Deniz Binbaşı ve
Araştırmacı-Yazar Erol Bilbilik, ABD'nin bu
planlarını "ABD'nin asıl projesi BOP değil Büyük
Orta Asya Proje-si'dir" diyerek ortaya koyuyor.
ABD'nin Orta Asya ve Avrasya kapısının girişinde
ise Karadeniz Bölgesi önemli bir yer tutuyor. Adeta
bu bölgelere bir giriş kapısı olan Karadeniz'de,
ABD-Rusya-Türkiye eksenli çok ciddi bir kapışmanın
yaşandığı ise artık su götürmez bir gerçek.
ABD, Karadeniz'de Türkiye ve Rusya öncesinde,
Bulgaristan ve Romanya konusuna ağırlık verdi. Zaten
Ukrayna ve Gürcistan'da gerçekleştirilen "Soros
Devrimleri" ile yönetimlerine ABD ağırlığı gelmişti.
2005 yılının Aralık ayında Romanya ile üs anlaşması
yapan Amerika Birleşik Devletleri, 2006 yılı Nisan
ayında da, NATO Toplantısı sırasında da Bulgaristan
ile 3 askeri üs ve bir limanın kullanımı için
anlaştı. Buna göre, ABD ordusu Türk sınırı
yakınlarındaki Bezmer Hava Üssü ve Novo Selo atış
eğitim alanı ile ülkenin ortasında yer alan Graf
Ignatievo Hava Ussü'nü kullanacaktı. Ayrıca, Burgaz
Limanı yakınlarında bulunan depolama olanaklarından
da yararlanacak.
Ancak ABD'nin Karadeniz'e kıyısı bulunan ülkelere
denizden de geçebilmesi için önünde önemli bir engel
vardı. 1936 Montrö Boğazlar Antlaşması bulunuyordu.
Antlaşmaya göre, Boğazlardan belli tonajda gemiler
geçebilecek, askeri gemilerin geçişi ise
yapılamayacaktı. ABD son yıllarda ısrarla bu
antlaşmayı delecek girişimlerde bulunmaya başladı.
ABD Ankara Büyükelçisi VVilson'un "Montrö
Sözleşmesi oldukça açık. Karadeniz uluslararası bir
su. Montrö'den kaynaklanan haklarımız var.
Karadeniz'deki haklarımızdan yararlanmak istiyoruz"
şeklindeki sözleri, ABD'nin niyetini çok açık bir
şekilde gösteriyordu.
Avrupa Birliği de, ABD'nin çıkarları için hayati
önemde olan Karadeniz'e çıkışı, ABD adına
savunuyordu. Yeniçağ Gazetesi'nin 21 Mayıs 2005
tarihinde manşetten duyurduğu haberde, Fransa Adalet
ve Kültür eski Bakanı Jacques Toubon, Boğazlarda
mevcut uluslararası anlaşmaların ötesine gidilmesi
önerisini (!) yaptı. Haberde de hatırlatıldığı
üzere Sevr Antlaşması'na geri dönüş anlamı taşıyan
bu öneri büyük tepki çekti.
Montrö'de Türkiye'nin tavrı net. Deniz Kuvvetleri
Komutanı Ora-miral Yener Karahanoğlu Savunma ve
Havacılık Dergisi'nin 115'inci sayısına verdiği
mülakatta Montrö'nün önemine dikkat çekerek şunları
vurgulamıştı:
"Karadeniz'in yarı kapalı bir deniz olması, Montrö
Boğazlar Sözleşmesi'nin sahildar ülkeler
haricindeki diğer deniz güçlerinin bu denizde
sürekli varlık göstermelerini kısıtlıyor olması, son
70 yılda Karadeniz'de deniz ortamında barış ve
istikrarı sürekli kılabilmiştir.
"Bu açıdan bakıldığında Karadeniz'de deniz güvenliği
bağlamında 70 yıldır güvenlik ve istikrar üreten
Montrö Boğazlar Sözleşme-si'nin statüsünün korunması
büyük önem taşımaktadır."
Oramiral Karahanoğlu'nun da vurguladığı üzere
Türkiye, Montrö'nün statüsünün korunması konusunda
kararlıydı. Eski Deniz Binbaşı ve Araştırmacı-Yazar
Erol Bilbilik, bu konuda Türkiye ile Rusya'nın
ortak görüş içinde olduğunu dile getiriyor. Bilbilik,
ABD'nin Karadeniz'e çıkarak, Rusya'yı güneyden,
Türkiye'yi de kuzeyden kuşatma amacı taşıdığını
dile getiriyor. ABD'nin Karadeniz'deki planları için
Trabzon'un son derece hayati önemde bir il olduğunu
dile getiren Bilbilik sözlerini şöyle sürdürdü:
"ABD'nin Bulgaristan'da, Romanya'da üsleri var.
Gürcistan ve Ukrayna'yada hakim. Ayrıca
Azerbaycan'dada üsleri var ve Ermenistan'da üs
kurmaya çalışıyor. ABD'nin esas amacı, Karadeniz'i
ABD Gölü haline getirmek. Montrö'yü delerlerse,
donanmasıyla birlikte Karadeniz'de varlık
gösterecek. Ayrıca bir NATO gücü sokmak istiyor."
Bilbilik, 1 Mart 2003 tarihi öncesine de değinerek
"ABD'nin İskenderun'a asker yığmaya başladığı
günlerde, Meclis'te reddedilen tezkerede, Trabzon
Limanı'da yer alıyordu. Sonrasında tezkere
reddedildi ama Bakanlar Kurulu kararı ile yine
Türkiye'nin limanlan ve havaalanlarını kullanma
hakkı verildi" hatırlatması yapıyor.
Bilbilik'in de belirttiği gibi olayın bir başka
boyutu da Trabzon. Trabzon'da Katolik Papaz
Santaro'nun öldürülmesi ile başlayan TAYAD'lılara
linçle devam eden olaylar zinciri, son olarak AGOS
Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in
katilinin Trabzonlu çıkması ile son buldu. Bilinen
medya kuruluşları, "Trabzon'da neler oluyor"
sorusunu yeniden gündeme getirdi. Özellikle
Trabzon'da aşırı milliyetçiliğin yükseldiği, bu
yükselişin beraberinde riskleri, çatışmaları,
ırkçılığı beraberinde getireceği iddiaları ve
suçlamaları havada uçuştu.
Yıllardır milliyetçi kimliğiyle bilinen kent, neden
şimdi Türkiye için tehlikeli (!) olmuştu? Çünkü
ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi olarak dile
getirilen, ancak Karadeniz, Kafkasya ve Orta Asya
üzerinden Asya'ya yönelen saldırganlığının önünde
Trabzon önemli bir üstü ve ABD buraya yerleşmek
istiyordu. Trabzon'un milliyetçi yapısı, ABD'nin bu
hedefinin önünde engeldi. ABD ısrarla Karadeniz'i
istiyordu. Karadeniz, küreselleşmenin yeni çatışma
alanı olarak bile algılanmaya başlamıştı. ABD'nin
Ankara Büyükelçisi Ross Wilson da, zaman zaman
Karadeniz konusunu gündeme getiriyor ve ABD'nin
Karadeniz'e çıkma hakkı olduğunu iddia ediyordu.
ABD'nin Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin iptalini
istediği de sık sık Yeniçağ gazetesinde manşetten
gündeme geldi. Bu isteği Avrupa Birliği yetkilileri
de istiyordu. Ayrıca ABD'nin Karadeniz'deki yeni
konumlamasına baktığımızda, Boğazları sık sık
kullanma isteği daha iyi anlaşılıyordu. Geçtiğimiz
yıl, ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice, Karadeniz
turuna çıkmıştı. Bulgaristan ve Romanya ile yaptığı
anlaşmalara göre, ABD bu iki ülkenin limanlarını üs
olarak kullanılabilecekti. Ayrıca Ukrayna ve
Gürcistan'da Soros aracılığıyla gerçekleştirdiği
sözde devrimlerle, Karadeniz'e kıyısı olan 4 tane
ülkeyi bağlamış oluyordu. Geriye kalıyordu, Rusya
ve Türkiye. ABD'nin Karadeniz'e açılma planlarına bu
iki ülke şiddetle karşı çıkıyor.
Devlerin Trabzon'daki kapışmasının ahlaki etkisi
ABD'nin Rusya ile Karadeniz'deki hakimiyet
savaşlarından biri de Gürcistan üzerinden yaşanıyor.
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi eski
Başkanı Bülent Orakoğlu, bu konuya dikkat çekerek
"Trabzon, ABD-Rusya savaşında bir üs" diyor. Ayrıca
uzmanlar, Sarp Sınır Kapısı'nın açılmasının ardından
Trabzon, bölge açısından kozmopolit bir yapıya
kavuştu. Bavul ticaretinin yanı sıra Trabzon'a "Nataşa"
olarak adlandırılan hayat kadınlarının akını da
başladı. Bu kentte yüzyıllardır çelikleşmiş gibi
duran ahlaki yapıya çok ciddi bir saldırıydı. Gerek
sosyologlar, gerekse Trabzon'daki üst düzey insanlar
bu ahlaki yozlaşma sürecini kabul ediyor. Aile
yapısını sıkıntıya sokan bir süreç yaşandı
Trabzon'da. Bülent Orakoğlu, bu sürecin açık bir
psikolojik harekat olduğunun altını çiziyor.
Toplumları ahlaki, kültürel, siyasi, ekonomik
çökertme operasyonlarının beraber yürütüldüğünün
altını çizen Orakoğlu, Trabzon'unda böyle büyük bir
operasyona maruz bırakıldığının altını çizdi.
Orakoğlu ayrıca, Trabzon'daki işsizlik oranının
yükselmesi, gençlerin kahvehanelere, internet
kafelere yöneltilmesinin de bunda çok etkili
olduğunu vurguladı.
Trabzon'a
yönelik Pontus faaliyetleri
Trabzon'da, ABD'nin faaliyetleriyle örtüşen bir
faaliyet de Pontus hayalini gerçekleştirme.
1996 yılında Kutsal Sümela Yortusu'na denk gelecek
şekilde Karadeniz Helen Toplulukları 1. Kongresi
yapılmıştır. 20 Eylül 1997'de "Karadeniz'i
kurtaralım sloganı" ile Pontus gündeme
getirilmiştir. Yunanistan'daki bir vakıf, Sümela
Manastırı'na, Foça Müzesi'ne yardım etmektedir.
Tonya Lisesi birincisine burs vermektedir.
"Venizelos Gemisi" ile yapılan Karadeniz-Trabzon
turu
20-28 Eylül 1997 tarihleri arasında da "Din, Bilim
ve Çevre Sempozyumu" düzenlenmiştir. Ancak
sempozyumdaki faaliyetler incelendiğinde bunun
Pontus hayalinin bîr parçası olduğu, bu rüyaya
hizmeti amaçladı görülebilir. Karadeniz'i kurtarma
ve çevre kirliliğiyle ilgili görünen sempozyum
aslında Pontus hayalini gündeme getiriyordu. Erol
Bilbilik, Bizans İmparatorluğu hayali ile yanıp
tutuşan Fener Rum Patriği Bartholomeos ile birlikte
Rahmi Koç, uluslararası silah satıcısı Ağa Han,
'Dünya Yahudi cemaati temsilcileri, bir yığın
Yunanlı çevre bilimci ve işadamlarından müteşekil
400 kişilik heyetin "Eleftherios Venizelos" adlı
gemi ile yolculuklarının da önemli bir mesaj
olduğunun altını çiziyor. Bilbilik, geminin sahibi
olan ve yolculuktada yer alan Kosta Karras'ın,
servetinin yarısından fazlasını Megalo İdea için
harcayan bir Bilderberg üyesi olduğunun altını
çiziyor.
Adı geçen sempozyum, 20 Eylül 1997 tarihinde
Trabzon'da başladı. Sırasıyla Batum, Novorossisk,
Yatla, Odessa, Köstence, Varna ile İstanbul
limanları ziyaret edildi ve 28 Eylül'de Selanik'te
sona erdi. "Sempozyumun" öyküsü ise şöyle:
1995 yılında Londra'da, Fener Patrikhanesi'nin
ikinci önemli ismi olan Metropolit John Pergamon
başkanlığında yapılan bir toplantıda "Din-Bilim ve
Çevre" konulu sempozyumun yapılması kararlaştırıldı.
Bu toplantıya Türkiye'den dönemin Cumhurbaşkanı
Süleyman De-mirel'in Başdanışmanı Mehmet Dülger,
Yunanistan'dan Prof. Dr. Georges Papandreu da
katıldı. Sempozyum, dönemin AB Yürütme Organı olan
Avrupa Komisyonu Başkanı Jack Santer'in himayesinde
yapıldı. Ayrıca yine dönemin ABD Başkan Yardımcısı
Al Göre ve Çevre Bakanı Tim Wirth'in sempozyuma
siyasi destek verdiği vurgulandı.
Toplantının mali giderini ise Dünya Bankası,
Birleşmiş Milletler Çevre Programı ve Yunan Ticaret
Bankası karşıladılar. Mali desteğin 1,5 milyon dolar
olduğu belirtildi.
Geminin
ilk durağı Trabzon Limanı
Geminin ilk durağı Trabzon limanıdır. Batum,
Novorossisk, Yalı Odessa, Varna, İstanbul ve
Selanik'te de birer oturum gerçekleşmiştir.
Sempozyum Avrupa Birliği'nin yürütme organı olan
Avrupa Komisyon Başkanı Jacques Senter ve Fener Rum
Patriği Bartholomeos'un himayesini sağlamıştır.
Yunanistan 35 yıl aradan sonra ilk kez Sela-nik'e
gelen Fener Rum Patriği'ni devlet töreniyle
karşılayarak patrikliğin Ortodoks dünyasına yönelik
projesine destek vermiştir. Sempozyuma katılanlar
28 Eylül 1997 günü öğleden sonra saat 14:00'da
Selanik'te Doğu Roma İmparatorluğu döneminde inşa
edilmiş olan Ayios Dimitrios Kilisesi'nde yapılan
dinsel törenine de katılmışlardır. Patrik
Bartholomeos'un yönettiği törende Selanik
Kilisesi'nin Başpapazı Hz.İsa'nın tutsak İstanbul'u
Türk işgalcilerin ellerinden kurtarması için dua
ederek Doğu Roma İmparatorluğu'nun merkezi olan
İstanbul'daki Patriklikte gerçekleştirilemeyen bu
törenin, Doğu Roma imparatorluğun ikinci başkenti
Selanik'te yapılmasının büyük anlam taşıdığını
belirtilmiştir. Bartholomeos dini törene, üzerinde
çift başlı Doğu Roma Kartalı bulunan altın kaplama
bir tahttan yönetim ayağının altındaki halılarda
çift başlı Doğu Roma Kartalı ile bezenmiştir.
Patriğin yanındaki diğer tahtlarda ise Bulgaristan,
Sırbistan ve Öteki Balkan ülkelerinin başpapazları
oturmuştur. Kilisede yaratılan görüntü, Ortodoks
Doğu Roma İmparatorluğu ve ona bağlı Balkan
ülkelerindeki eyaletlerinin başında bulunan kilise
temsilcilerinin bir araya gelişleri biçimindeydi.
Karadeniz ve kirlenmeyi konu edinen sempozyum
aslında bir Megalo İdea turuydu. Odessa'da
Bartholomeos ile Rus Ortodoks patriği 2. Alexy
"Ortodoks Birliği" İçin görüşmüşlerdir. Amaç
Karadeniz'i temizlemek değil Ortodoks dünyasına
mesaj vermektir. Türk Ortodoks patrikhanesinin
başkanı Selçuk Erenerol, "Bartholomeos'un niyeti
Ortodoks dünyasının lideri olmaktır. Bu sempozyum
çevre kılıfı altında düzenlenmiş ekümeniklik
zirvesidir" demiştir. Devletin resmi haber ajansının
bir haberine göre ; sempozyuma katılanlara
Karadeniz'i "Pontus Gölü" olarak gösteren haritalar
dağıtılmıştır. Haritada kentler Rumca isimlerle
gösterilmiştir. Sempozyum programında Fener Rum
Patriği "ekümenik olarak" gösterilmektedir.
ABD'nin Rusya ile Karadeniz'deki hakimiyet
savaşlarından biri de Gürcistan üzerinden yaşanıyor.
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi eski
Başkanı Bülent Orakoğlu, bu konuya dikkat çekerek
"Trabzon, ABD-Rusya savaşında bir üs" diyor. Ayrıca
uzmanlar, Sarp Sınır Kapısı'nın açılmasının ardından
Trabzon, bölge açısından kozmopolit bir yapıya
kavuştu. Bavul ticaretinin yanı sıra Trabzon'a "Nataşa"
olarak adlandırılan hayat kadınlarının akını da
başladı. Bu kentte yüzyıllardır çelikleşmiş gibi
duran ahlaki yapıya çok ciddi bir saldırıydı. Gerek
sosyologlar, gerekse Trabzon'daki üst düzey insanlar
bu ahlaki yozlaşma sürecini kabul ediyor. Aile
yapısını sıkıntıya sokan bir süreç yaşandı
Trabzon'da. Bülent Orakoğlu, bu sürecin açık bir
psikolojik harekat olduğunun altını çiziyor.
Toplumları ahlaki, kültürel, siyasi, ekonomik
çökertme operasyonlarının beraber yürütüldüğünün
altını çizen Orakoğlu, Trabzon'un da böyle büyük bir
operasyona maruz bırakıldığının altını çizdi.
Orakoğlu ayrıca, Trabzon'daki işsizlik oranının
yükselmesi, gençlerin kahvehanelere, internet
kafelere yöneltilmesinin de bunda çok etkili
olduğunu vurguladı.
Pontus faaliyetlerinin diğer ayakları
Trabzon'a yönelik Pontus faaliyetleri sadece
Venizelos Gemisi'nin gezisi ile sınırlı değildi. 1
Haziran 2005 tarihli Yeniçağ'm da "Sümela'da Rum
Ayini" haberde Rumların faaliyetleri açıkça ortaya
çıkıyor.
Haberde "Trabzon İl Müdürü"nün talebi, İçişleri ve
Turizm Bakanlıklarının onayı ile Trabzon'daki
Sümela Manastın'nda artık isteyen Hıristiyan'ın
ayin yapabileceği aktarılıyordu.
Yeniçağ gazetesi yazarı Arslan Bulut'da, 18 Temmuz
2005 tarihinde başlayan "Karadeniz'i Rumlaştırma
harekatının iç yüzü" yazı dizisinde; "Yunanlı
papazlar ve turistlerin Karadeniz'deki arşiv
çalışmaları, Lozan'ın ve bağlı olarak nüfus
mübadelesi anlaşmasının geçersiz sayılarak,
Hıristiyanların Türkiye'ye geri döneceği güne
hazırlık için yapılıyor" vurgusunu yapmıştı.
Aynı yazıda, Karadeniz'de eski Rum gayrı
menkullerini tespit etmek faaliyetinde bulunan
Yunanlı turistlere de vurgu yapılıyordu. Tabiî ki,
Karadeniz'de bu faaliyetlerin yoğunlaştığı ilimiz
Trabzon'du.
Üst düzey
eski bir istihbaratçıdan önemli açıklamalar:
"İshak Alaton, Trabzon Limanı'nı almak istemişti"
Trabzon'da, İsrail'in faaliyetleri de en az ABD
ilgisi ve Pontus faaliyetleri kadar dikkat çekiyor.
Bu konu ile ilgili görüştüğümüz eski bir
istihbaratçı, Trabzon'la ilgili önemli bilgiler de
verdi. Trabzon kaynaklarının da doğruladığı bilgiye
göre, yaklaşık 7-8 yıl önce İshak Alaton, Trabzon
Limanı'nı almak için kente gelerek girişimlerde
bulunmuş. Hatta kentin ileri gelenlerinin de
katıldığı kalabalık bir toplantıda bu talebini
iletince, tepkiler olmuş ve salondakiler oradan
ayrılmış.
Aynı istihbaratçının verdiği bilgilere göre, İsrail,
Kafkasya'daki enerji bölgeleri nedeniyle Trabzon'a
özel ilgi gösteriyor. İsrail'in burayı özel üs
olarak kullanmak istediğini dile getiren
istihbaratçının verdiği bilgiye göre, Trabzon
dağlarında araçlarıyla gezen İsrailliler dikkat
çekiyormuş.
Konuyu, Trabzon Ticaret Borsası Başkanı Sabahattin
Arslantürk de doğruluyor. Arslantürk, bir süredir
İsrail'den Trabzon'a Charter seferleri
düzenlendiğini açıkladı. Geçen yıla kadar düzenlenen
bu seferlerin bu sene yapılmadığını dile getiren
Arslantürk şunları söyledi:
"İsrailli turistler gelip, kamp çantalarıyla dağlara
çıkarlardı. Bizim dağlardaki turistik tesislerimizde
kalmayan bu turistler, gözden uzak yerlerde kamp
kurarlardı. Ne yaparlardı kimse bilmiyor."
Trabzon üzerinde uluslararası bir oyun oynandığını
da söyleyen Arslantürk, "Bu ülkede yaşayan
insanların vatanseverlik konusundaki
hassasiyetleriyle oynanıyor. Trabzon'u bir kapı
olarak kullanmak iste--- yen ülkeler var" dedi.
Charter seferi
nedir?
Charter seferleri, tarifeli değildir. Yani yolcuya
bir garanti sunmaz. Havayolu şirketi duruma göre geç
uçabilir, hiç uçmayabilir veya dolmuş hesabı birkaç
şehire uğrayarak uçabilir. Ayrıca bu seferlerde
yolcu taşınması da zorunlu değildir. Bir eşya, kargo
taşınabilir.
Bakü-Tiflis-Ceyhan
Karadeniz, ABD'nin planlarındaki enerji hatlarının
en önemli duraklarının başında geliyor.
Bakü-Tiflis-Ceyhan projesi ile hayata geçen
projeler zincirinde ciddi bir operasyon yapılıyor. "BTC
petrol boru hattı ile; 2006 yılında 5.5 milyar
varillik rezerve sahip Baku'nun Çıralı sahasında
üretilen günde 140 bin varil (yılda 10 milyon ton)
ve Azerbaycan'ın diğer sahalarında üretileceklerle
birlikte 2008 yılında günde 1 milyon varil (yılda 50
milyon ton) petrolün Ceyhan terminaline buradan da
dünya pazarlarına taşınması öngörülmüştür. Nitekim,
petrolü dünya pazarlarına taşıyacak The British
Hawtharne adlı tanker, 85 bin tonluk ilk yükleme ile
4 Haziran 2006 tarihinde İtalya'ya doğru yola
çıkmıştır."
Hazar Havzası ve Türkiye-ABD'nin Azerbaycan Kavgası
ABD'nin Karadeniz dışında çullandığı önemli
noktalardan biri de Hazar Havzası. Karadeniz'e komşu
olan bu bölgenin zengin petrol ve dogalgaz
rezervleri, ABD'nin ilgisini bölgeye çekmeye
yetiyor. Özellikle Azerbaycan üzerinde de bir
hakimiyet kurmaya çalışan ABD'nin burada karşısına
çıkan önemli güçlerden biri de Türkiye. "Bir millet
iki devlet" ilkesini şiar edinen Türkiye ve
Azerbaycan, Azerbaycan'ın Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği'nin dağılmasından sonra büyük
bir yakınlaşma içine girdi. Özellikle Azerbaycan
ordusunun eğitimi noktasında Türk Silahlı
Kuvvetleri'nin yaptığı katkılar, Azerbaycan'da da
takdir ile karşılandı. Bu durumdan rahatsızlık duyan
ülkelerin başında gelen ABD, Türk ordusunun
ABD'deki varlığını araştırmaya koyuldu.
Ankara'da Ocak ayı ortalarında, emekli bir üst düzey
komutandan randevu isteyen ABD'li diplomatın
kafasında bazı soru işaretleri vardı. Yapacağı
görüşmede bu sorulara açıklık getirmeye çalışacaktı.
Yaklaşık saat 16.00 gibi Ankara Mithatpaşa
caddesindeki yerin kapısından içeri girdi.
Christopter Rich adlı bir Amerikalı diplomat, emekli
komutana soracağı soruları hazırlamıştı. Rich,
ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nde Siyasi-Askeri
Müsteşar Yardımcısı olarak görev yapıyor. Ziyarette
önce ikramlar yapıldı. Sonrasında konu gündeme
ilişkin sorulara geldi. Her biri bir ajan gibi (!)
çalışan ABD'li diplomatlar bilgi alma konusunda
uzmanlaşmıştı. Rich önce konuyu Irak'a getirdi.
Özellikle Kerkük konusunda, Türkiye'nin resmi
görüşünü açıklayabilecek bilgiye sahip komutanın
görüşlerini merak ediyordu. Irak, Kerkük, Barzani,
PKK derken konu döndü dolaştı Azerbaycan'a geldi.
Gündemde Irak varken nereden çıkmıştı bu Azerbaycan
konusu. ABD'li baklayı ağzından çıkardı.
"Türkiye'nin Azerbaycan Savunma Bakanlığı'nda,
Savunma Bakan Danışmanı olarak çalışan üst düzey bir
subayı var mı?" Komutan şaşırdı bu soruya ama
elinden geldiğince Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini
ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Azerbaycan Silahlı
Kuvvetleri'ne yaptığı katkıyı anlattı.
ABD, Türkiye Ordusu'nun Azerbaycan'daki varlığını
neden merak ediyordu?
Türkiye, ikili anlaşmalar çerçevesinde Azerbaycan
Ordusunu eğitmek amacıyla bu kardeş devlete 1991'den
bu yana subay gönderiyor. Soğuk Savaş döneminde ABD
ile yaşanan dostluk (!) nedeniyle ilk yıllarda bu
ülkede Türkiye ile ABD arasında çok ciddi bir
problem yaşanmadı. Ancak ABD'nin, Ortadoğu merkezli
yürüttüğü Avrasya Harekatı'nda Türk ordusu ABD
önünde ciddi engeller oluşturuyordu. Son derece
zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip bu
ülkede tek hakimiyeti istiyordu artık. Ayrıca
Azerbaycan Hazar Havzası'nm da en önemli
ülkelerinden biriydi.
Uzmanlar, bu araştırmaların arkasında Azerbaycan'da
uzunca bir süreden beri yaşanan ABD çengelinin
etkisi olduğunu vurguluyor. Buna göre;
Bağımsızlığını kazandıktan sonra Azerbaycan ile
Türkiye arasında özellikle askeri anlamda büyük
işbirlikleri oldu. Hatta halen Azerbaycan Silahlı
Kuvvetleri'nde, Türkiye'de eğitim almış Azeri
subaylar olduğu, Azerbaycan Harp Okulu'nda da
eğitim vermek üzere Türk subaylar olduğu biliniyor.
Edinilen bilgiye göre, Azerbaycan'ın bu süreç
sonunda askeri gücü, Ermenistan'ın üzerine çıktı.
Uzmanlar, "bir siyasi iradenin olması durumunda
Azerbaycan'ın askeri gücü, Dağlık Karabağ'ı geri
alabilecek kapasitede" yorumunu yapıyor.
Ancak, son yıllarda Türkiye ile Azerbaycan arasında
ilişkilerde bir gerileme başladığı dile getiriliyor.
Yine uzmanların verdiği bilgiye göre, ilişkilerin
gerilemesindeki en önemli neden, ABD'nin Bakü'de
ağırlığını hissettirmesi; Özellikle Hazar Havzası
bölgesinde, uluslararası terörist sızmalar,
uyuşturucu kaçakçılığı ve kaçakçılık gerekçe
gösterilerek bir birim oluşturuldu. ABD'lilerin
kontrolündeki birimin merkezi de bilinçli bir
şekilde Baku olarak belirlendi.
Bu birimin Azerbaycan-Türkiye ilişkileri üzerinde
olumsuz çalışmalar yürüttüğü uyarısında
bulunuluyor. Özellikle Azerbaycan'daki siyasi yapıyı
eleştiren uzmanlar, ABD'nin Soros'un renkli
devrimleri (!) tarzında hareketlerle siyasi yapıya
gözdağı verdiğinin de altını çiziyor. Ayrıca dikkat
çekilen noktalardan biri de; Azerbaycan'da yoğun
olarak dile getirilen yolsuzluk dosyaları. Bu
dosyaların, ABD tarafından tehdit unsuru olarak
kullanıldığı belirtiliyor.
Ayrıca "Hazar devletleri arasında, dışarıda ortaklar
olmazsa yakın bir komşunun kendi politik sistemine
hakim olacağı korkusu yaratılmıştır. Bu 'paranoya,
ABD hükümetini ve Batılı petrol şirketlerini
kendilerinin petrol ve doğalgaz sektöründe ortaklar
olarak tercih etmesine neden olmaktadır. Hazar
Havzası'ndaki yatırımlar ve arz kontratlarının
tümünde ABD hükümetinin 'çarpıcı' etkisi ve baskısı
tümüyle hissedilmektedir."
Yine uluslararası petrol şirketleri, bölgenin
ispatlanmış mevcut yaklaşık 16-18 milyar varil
petrolüne de göz koymuş durumda.
Bu süreçte Azerbaycan'ı üs olarak kullanma niyetinde
bulunan ABD, Türkiye'yi kendisine potansiyel bir
rakip olarak görüyor. Bu nedenle, Türkiye'yi,
Rusya-Çin yanına itmeden, gizliden gizliye Türkiye
karşıtı faaliyetler yürütüyor. Çünkü Türkiye'nin,
bölgede ABD'den uzaklaşması durumunda enerji
hatlarında ciddi bir sorun yaşayacağı belirtiliyor.
Prof. Dr. Muammer Altsoy, öldürülmeden önce çok
ciddi çalışmalar yapıyordu. Aksoy dışında birçok
gazeteci, petrol mühendisi ve
araştırmacı, Türkiye'de petrol üzerinde oynanan
oyunlarla ilgili çok ciddi araştırmalar yaptıktan
sonra garip bir şekilde suikastler ve saldırılar
sonucu hayatını kaybetti. Bu bir tesadüf mü?
Tabiatıyla faili meçhul cinayetler için her türlü
spekülasyonları yapmak mümkün. Dolayısıyla cinayete
kurban giden insanlarımızı yoğun bir şekilde
eleştirdikleri alanlar ister istemez bu tür
spekülasyonlarda ön plana çıkıyor. Maalesef devlet
olarak bir başka noksanımız da, bu tür cinayetlerin
arkasında neyin yattığını çıkarıp kamuoyu önüne
koymamak. Dolayısıyla Türkiye'deki kamu
mekanizmasının zafiyetini gösteriyor hem de bu
değerli insanların hangi emellere kurban gittiğini
toplum olarak öğrenemiyoruz. O nedenle Muammer Aksoy
için, rahmetli hocam için o ifade edilir. Bunu
ortaya çıkarıp koymadığın sürece de spekülasyonlar
ortaya çıkar. Bu şekilde dünya ölçeğine baktığınız
vakit bazı şüpheli ölümler de vardır. Bu bağlamdaki
en çok bilinen ve kamuoyunda en çok tartışılan
ölümlerden bir tanesi de İtalyan devlet petrol
şirketi ENİ'nin uzun süre başkanlığını yapmış olan
bir uçak kazasında öldü ama, uçağın kazayla mı
düştüğü, düşürüldüğü mü hala da petrol dünyasında
tartışılan bir konudur. Dolayısıyla zaman zaman bu
tip tartışmalar söylemler vardır. Gerçeklik payı
dediğim bu konuları araştırmakla bulunur.
Bu doğru değildir de denemiyor, doğrudur da
denemiyor.
Bu konu karanlıkta bırakılırsa, araştırılmazsa her
türlü spekülasyona açık kalır.
|