|
Türkiye’nin Turizm Kaynakları Nelerdir
Tanıtılıp düzenlenmesi durumunda yada mevcut
haliyle, yerli ve yabancı turist çekebilen
kaynaklara turistik kaynak denir. Türkiye, turizm
kaynakları bakımından, oldukça zengin bir ülkedir.
Gerek fiziki ve gerekse beşeri kaynaklar bakımından,
ülke; Önemli bir potansiyele sahiptir.
Fiziki turizm kaynakları; yeryüzü
şekilleri, bitki örtüsü ve sular ile ilgili olmak
üzere üç ana grupta toplanır. Yeryüzü şekilleri ile
ilgili olan turistik kaynaklar; peribacaları,
travertenler ve mağaralar önemlidir. Ürgüp-Göreme
yöresinde, dünyada eşine zor rastlanan peribacaları
vardır. Bu bölge, yerli ve yabancı turistlerin
oldukça ilgisini çeker. Travertenler olarak
Panıukkale, Türkiye'nin doğa harikalarından biridir.
Pamukkale'deki tarihsel yapılar ve sıcak su
kaynakları, yörenin turistik değerini kat kat
artırır. Ülkemizde, yaklaşık 40.000'e yakın mağara
bulunmaktadır. Bu mağaralardan bazılarının turistik
değeri yüksektir. Alanya'daki Damlataş Mağarası
bunların en önem-lisidir. Tarsus'daki Eshabül Kehf,
Antakya'daki St. Pierre Mağaraları ise dini ziyaret
yerleridir. Öte yandan Antalya'daki Karain,
İstanbul'daki Yarımburgaz Mağaraları, yerleşme
tarihçesi bakımından 150-250 bin yıl öncesine ışık
tuttuklarından turistlerin ilgisini çeken
mağaralardır. Yeryüzü şekilleri ile ilgili olarak
dağlar ve yaylalar, son yıllarda turistik değeri
yükselen yörelerdir. Bursa Uludağ, Kayseri Erciyes,
Erzurum Palandöken kayak tesisleri, İskenderun
Soğııkolıık, Adana Bürücek, Tarsus Çamlıyayla,
Mersin Gözne Yaylaları gibi.
Bitki örtüsü ile ilgili turistik kaynakların
başında, kent içi açık ve yeşil alanlar, park ve
bahçeler ile koruma altına alınmış milli parklar
önemli kaynaklardır. İstanbul'daki Gülhane Parkı,
Ankara'daki Gençlik Parkı kent içi parklara
örnektir. Türkiye'nin ilk milli parkı, 1958 yılında
koruma altına alınmış olan Yozgat çamlığı milli
parkıdır. Bugün milli parkların sayıları 20'yi
aşmıştır.
Sularla ilgili turistik kaynaklar; sağlık açısından
önem arzeden, şifalı sular adı da verilen, termal (sıcaksu)
kaynaklardır. Bursa-Çekirge kaplıcaları, Yalova
kaplıcaları, Izmir-Balçova, Çeşme ve Bergama
kaplıcaları, Manisa-Kurşunlu kaplıcaları Demzli-Pamukkale
kaplıcaları, her yıl binlerce yerli ve yabancı
turist çeken önemli turistik kaynaklardır. Antalya
Manavgat Kurşunlu ve Düden Şelaleleri dünya çapında
haklı bir üne kavuşmuşken, Erzurum-Tortum Şelalesi
ile Erzincan-Gürlevik Şelalesi pek fazla
tanınmamıştır.
Sular ile ilgili olarak diğer bir kaynak kuş
cennetleridir. Kurak devrede daralan yağışlı
dönemlerde oldukça fazla genişleyen, fazla derin
olmayan göl alanları ideal kuş yetişme
bölgeleridir. Bu özellikte bulunan sahalarımız kuş
cenneti milli parkı olarak düzenlenmektedir.
Türkiye'de Manyas, Çeltik, Ulubat, Eber, Akşehir,
Beyşehir, Eğirdir, Bafa, Tuz, Seyfe gölleri, Sultan
Sazlığı, Çukurova kıyıları, Silifke-Akgöl , Hotamış
bataklıkları, Kızılırmak deltası gibi sahalar
birinci sınıf kuş cenneti bölgeleridir.
Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili bir
yarımadalar ülkesidir. Gerek Anadolu ve gerekse
Trakya yarımadaları çevresinde sayısız denebilecek
kadar kumsallar yeralmaktadır. 8300 km.yi aşan bir
kıyı uzunluğuna sahip olan ülkenin hemen hemen her
karışında plajlar bulunmaktadır. Özellikle batı ve
güney Anadolu kıyılarındaki plajlar, dünya çapında
haklı bir üne sahiptirler'. Sözkonusu bu plajlar ve
hemen arkasındaki ormanlarla kaplı dağlar, en fazla
turist çekim merkezleridir. Bu merkezler özellikle
yaz dönemlerinde hayli kalabalık bir nüfus
barındırırlar.
Türkiye'de beşeri turistik kaynaklar; tarihi
yerleşmeler, tarihi eserler ve müzeler olarak üç
ana grubta toplanabilir. Tarihi yerleşmeler; Tarih
öncesi ve Tarihî yerleşmeler olarak ikiye
ayrılmaktadır.
Tarih öncesi yerleşmeler bakımından Anadolu, adeta
bir açık hava müzesi gibidir. Günümüzden 100-200 bin
yıl öncesinde yerleşilmiş mağara yerleşmeleri ile
15-20 bin yıl öncesindeki ören yerleşmeleri çok
fazla sayıda turist çekmektedir. Mağara
yerleşmelerinin en tanınmışları Antalya'nın
Döşemealtı ilçe merkezi yakınlarındaki Karain
mağaraları ile İstanbul'daki Yarımburgaz
mağaralarıdır.
Eskiçağlarda kurulmuş, savaş veya depremler sonucu
yıkılmış, tekrar tekrar, kurulup yıkılmış olan ve
sonradan yerleşmenin yerinde insan eseri tepe
oluşmuş olan tarihî yerleşmelere höyük yada hüyük
adı verilir, Türkiye'de bugüne kadar 800 kadar höyük
yerleşmesi tesbit edilmiştir. Bunlardan en tanınmış
olan başlıca höyük yerleşmeleri; Konya ili Çumra
ilçe merkezi yakınlarındaki Çatalhöyük, Kayseri il
merkezi yakınlarındaki Kültepe (Kaniş yada Kaneş),
Van il merkezi yakınlarındaki Çavuştepe, Samsun il
merkezi yakınlarındaki Dündartepe, Bafra ilçe
merkezi yakınlarındaki ikiztepe ve Şanlıurfa ili
Akçakale yakınlarındaki Harran'dır.
Tarihî yerleşmeler olarak eski kent yerleşme yerleri
(yada ören yerleri), Türkiye'de hayli fazla yekûn
tutar. Ülke genelinde 70'in üzerinde olan eski kent
yerleşmeleri arasında en tanınmışları; Çanakkale
ili dahilinde Truva, İzmir ili Selçuk yakınlarında
Efes, Aydın ili dahilinde Milet ve Didim, Muğla ili
dahilinde Kaunos, Antalya ili sınırları içinde
Demre, Perge, Aspen-dos ve Side, Çorum ili
dahilindeki Alacahöyük ve Boğazköy, Kars ili
dahilindeki Ani, Adıyaman ili dahilindeki Nemrut
dağı harabeleridir.
Tarihî eserler bakımından Anadolu, tam bir
hazinedir. Bunun sebebi, geçmişten günümüze Anadolu
toprakları üzerinde büyük devletlerin yaşamış
olmalarıdır. Anadolu; M.Ö. 2. yüzyılın ortalarından
M.S. 395'e kadar Roma, 395 - 1453 arası Doğu Roma ve
1453 - 1923 devresinde de Osmanlı
İmparatorluklarının (Gerçi Anadolu'da Türk
hakimiyeti 1071 Malazgirt Zaferi ile başlar)
hakimiyetlerinde temel çekirdeği oluşturmuştur. Söz
konusu bu yarımada, 1923'den bugüne (1996) kadar da
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yeralmaktadır.
Görülüyor ki, Anadolu Yaramadası'nda yaşayan
devletler, gerçekten uzun ömürlü birer
imparatorlukturlar. Öyle ki her bir imparatorluğun
kendi dönemlerinde, dünyaya hükmettikleri ve zamanın
en üstün medeniyetlerine sahip oldukları bilinen
bir gerçektir. Üstün medeniyetlerin, üstün eserleri
vardır. İşte çoğu günümüze kadar korunabilmiş bu
üstün eserler, turistlerin büyük ilgisini
çekmektedir.
Anadolu yarımadası, tarihi eserler bakımından adeta
medeniyetler mozayiğini yansıtır. Han, hamam,
kervansaray, çeşme,, kümbet, türbe, anıt, kale,
sur, cami, mescit, kilise, manastır, havra gibi
tarihi eserler, Anadolu toprağının her karışında
bulunmaktadır. Tüm bu eserler, önemli turizm
kaynaklarını oluşturmaktadır.
Roma devrine ait kilise ve manastırları, Selçuklu ve
Osmanlı devri camileri ve her üç döneme ait
saraylar, kaleler, köprüler ve çeşmeler, herbiri bir
şaheser olan tarihî eserlerdir. Özellikle bu
eserler, İstanbul, Konya, Sivas, Erzurum, Elazığ,
Malatya, Van, Şanlıurfa, Diyarbakır gibi şehirlerde
çok sayıda
yeralmaktadır. İstanbul şehrindeki, Topkapı,
Dolmabahçe, Beylerbeyi, Yıldız sarayları, çok
sayıdaki köşk ve yalılar, Sultanahmet, Süleymaniye,
Ayasofya, Fatih camileri, Galata kulesi gibi tarihi
eserleri, her yıl binlerce turist ziyaret
etmektedir.
Turistlerin ilgisini çeken diğer beşeri turizm
kaynağı, müzelerdir. Ören yerlerinde yapılan kazı
bulgularını içeren eserlerin sergilendiği
arkeolojik müzeler, eski dönemlere ait giysi,
kullanım eşyası, süs ve ziynet eşyaları, kitap gibi
tarihî değerleri içeren eserlerin sergilendiği
etııografik müzeler ve bunun dışında her türlü
sanat yapılarını (arkeolojik ve etnografik) içine
alan tarihî değer taşıyan eserlerin sergilendiği
karma müzeler vardır. Türkiye genelinde tüm bu
müzelerin sayıları 90Yaşmaktadır. Müzeler,
turistlerin en çok uğradıkları mekanlardır.
Türk Halkı ile Turistler
Arasındaki İlişkiler
Türkiye'ye gelen yabancı turistlerin günlük
yaşamları incelendiğinde, Türkiye'ye karşı oldukça
fazla ilgi duydukları görülür. Duyulan bu ilginin
bir kısmı, turizm kaynaklarına yönelik olduğu tesbit
edilmiştir. Gerçekten ülkemize gelen turistler,
özellikle beşeri ve tarihi turizm kaynaklarımızın
oldukça fazla olduğunu ve geze geze
bitiremediklerini, gelecek yıllarda bir daha
ülkemize geleceklerini söylemektedirler.
Türkiye'ye gelen turistlerin bâzılarının turizm ile
uzaktan veya yakından hiç bir ilgisi yoktur.
Sözgelimi ülkeye gelen turistlerin bir kısmının,
hiç bir turizm değeri olmayan gecekondu semtlerinin
fotoğraf veya filmlerini çektikleri görülür. Hayat
standartları düşük olan semt ve kırsal
yerleşmelerdeki yoksul ailelerin yaşam ve giyim
biçimlerine büyük ilgi duydukları ve bu tür
manzaraları, fotoğraf makinasının veya kameranın
objektifinden hiç kaçırmadıkları dikkati çeker. Bu
durum, Türk halkını rahatsız etmektedir. Ancak
yoksul Türk halkı, bu rahatsızlığını gündeme
getirecek gücü kendinde bulamamamaktadır. Bu konuda,
turizm yörelerinde çalışan turist rehberleri
bilgilendirilmelidir. Turist rehberleri, turistleri
ülkenin turizm değeri
olmayan yörelere değil, turizm değerleri yüksek
yörelere ziyaret etmeyi teşvik etmelidir.
Bu konuda, turizmi ve turistleri yönlendirebilecek
bir turizm yönergesi hazırlanmalıdır. Turist
rehberlerine yardımcı olacak, turizm kaynaklarının
tümünün ele alındığı "Gezi Rehberleri"
hazırlanmalıdır.
Türk halkı, tarihin çok eski dönemlerinden beri,
dünya ülkeleri arasında misafirperver bir millet
olarak tanınmıştır. Gerçekten Türk halkı, evine
misafir ettiği bir kişiyi çok kutsal sayar. Bu
yüzden, halk arasında "Tanrı Misafiri" deyimi
oldukça yaygındır. Türk halkı, ülkeye gelen yabancı
turistlere de, Tanrı misafiri olarak görmüştür.
Ancak Tanrı misafiri olarak gördüğü yabancı
turistler, Türk gelenek ve göreneklerine hiçe sayan
davranışlarda bulunmuşlar ve Türk törelerini hiçe
saymışlardır. Hatta çoğu kez, Türk halkının gelenek
ve göreneklerini küçümsemeye ve hor görmeye
başlamışlardır. Özellikle Türk halkının yaşam
biçimiyle ilgili kameraya aldıkları görüntüleri,
ülkelerinde alayvari bir şekilde gösterime
sunmuşlardır. Bu durum, özellikle yurtdışında
çalışan işçilerimiz tarafından zaman zaman üzüntüyle
gözlemlenmiştir.
Türkiye'ye gelen turistlerin bir kısmının
davranışları, Türk halkım tedirgin etmektedir.
Özellikle plajlardaki çıplaklık, plaj yakınlarındaki
yerleşme merkezlerine taşınca, yöre insanı hayli
etkilenmiş ye özellikle genç kuşaklar kültür
erozyonuna uğramıştır. Kültür erozyonu, Türk
halkının aile düzenini sarsmış ve aile içi
çatışmalar başlamıştır. Bunun sonucu olarak, orta ve
daha yüksek yaşlı nüfus, turistleri "ahlâk bozucu
insanlar" olarak nitelendirmişlerdir.
1989 yılından sonra, Doğu Bloku ülkelerdeki dışa
açılma politikasının uygulaması sonucunda, Türkiye
gümrük kapıları aktif hale gelmişlerdir. Özellikle
Acaristan (Gürcistan) ile olan sınır üzerindeki Sarp
sınır kapısından büyük oranda turist akını
başlamıştır. Bu turist akınına, aynı yıllardan
itibaren, Kapıkule sınır kapısından Romanya,
Macaristan, Bulgaristan gibi Doğu Avrupa ülkeleri de
katılmışlardır.
Doğu Bloku ülkelerde yaşanan ekonomik bunalım, bu
blok insanlarının başlattığı, Türkiye ile bavul
ticaretinin gelişmesine yol açmışlardır. Ancak Doğu
Bloku ülkelerin ticaret mallarının kalitesizliği
anlaşılınca, Türkiye'deki bavul ticareti büyük
ölçüde önemini yitirmiştir. İşte bu pazarın
kaybedilişi, Doğu Bloku ülkeleri insanlarını
yasadışı başka yönlere sevket-miştir. Özellikle Doğu
Bloku ülkelerden gelen kadın nüfusun kısa yoldan
para kazanma yolu olan fuhşun bir sektör haline
gelmesine yol açan bu gelişine, Türkiye turizmini
derinden yaralamıştır. Doğu Karadeniz Bölgesi'nin
kıyı kesiminde yer alan şehir ve kasabalar ile
İstanbul şehrinde, argo tabirle "Kadın Pazarlarının
kurulması, Türk turizmi açısından utanç verici ve
yüz kızartıcı bir gelişmedir. Sözkonusu bu
gelişmeyi, Türk hükümetleri gereği gibi kontrol
edemeyince, Türk halkı, yabancı turiste karşı
duyduğu, Tanrı Misafiri anlayışını kökten sarsmış ve
yukarda belirtilen "ahlâk bozucu insanlar"
tanımlaması daha da yaygınlaşmıştır.
Türk halkının turistlere karşı bakış açısını
yönlendiren bir başka gelişme, turizm yörelerinde
ticari ahlâkın bozulmasıdır. Özellikle Türk
lirasının Batı ülkelerinin paraları karşısında
(dolar, mark) sürekli değer kaybedişi, Türk insanını
yabancı ülkelerinin paralarına karşı ilgiyi
artırmıştır. Böylece turizm yörelerinde yaşayan
insanlarda, "döviz biriktirme hastalığı"
peydahlamıştır. Döviz biriktirme hastalığına
yakalanan Türk insanı, ülkeye gelen turistleri
"yolunacak kaz" gözüyle bakmaya yöneltmiştir. İşte
bu bakış açısı, ülkeye gelen gerçek anlamdaki
turistleri olumsuz yönde etkilemiş ve bu tür
turistlerin oranlan yıl geçtikçe azalmaya
başlamıştır. Gerçekten son yıllarda ülkemize gelen
turistlerin bir kısmı parasız-pulsuz gelmekte ve
fuhuş batağından kazandıkları yeşil dolarlar ile
geri dönmektedirler. Kontrol İtina alınamayan bu
döviz çıktısı hesaba katılmadığı için, görece
turizm gelirlerinde artış görülmektedir. Bu nedenle
turizm gelirleri hesaplanırken, bu yasadışı
yollardan çıkan döviz çıktıları da gözönünde
tutulmalıdır.
Türk turizmine katkıda bulunan önemli etkenler
arasında; ulaşım, tanıtım, eğitim ve konaklama
tesisleri ön planda yer
alırlar.
Turistlerin turizm değerlerinin bulunduğu yerlere
ziyaret etmeleri için en başta gelen önemli unsur
ulaşımdır. Ulaşım olmadan turizmden bahsedilemez.
Ulaşım ise, karayolu, demiryolu, denizyolu ve
havayolu ile gerçekleşebilir. Bugün için
Türkiye'nin turizm değerlerinin bulunduğu her
yöreye kolayca ulaşabilmek için gerekli ulaşım
yolları yapılmış ve yapılmaya devam edilmektedir.
Ancak mevcut olan tüm bu yollar, tam anlamıyla
yeterli değildir.
Bir ülkeye gelen turist, en başta seyahat esnasında
rahat ve konfor ister. Türkiye'nin her coğrafî
bölgesi için ulaşımda rahat ve konfor
sağlanamamıştır. Gerçi plaj turizmine yönelik olarak
kıyı bölgelerimize bağlantıyı sağlayan turistik
karayolları yapılmıştır. Ancak diğer tüm turizm
değerlerinin bulunduğu turistik yerlere olan ulaşım
bağlantısı aynı kalitede değildir. Bu da, ülkemiz
turizmi açısından büyük bir kayıptır. Deniz yolu
veya havayolu ile kıyı bölgelerimize gelen
turistler, ulaşım imkânsızlıkları yüzünden, iç ve
doğu bölgelerimizdeki turizm bölgelerine
gidememektedirler.
Tanıtım, turizm için önemli olan bir faktördür.
Çünkü bir turist bir bölgeyi veya ülkeyi tanımadan,
o bölge veya ülkeye ziyaret etmeyi düşünmez.
Özellikle turizm olayının gerçekleşmesi için, önce
turistin gelmesi gerekir. Turistin gelmesi için de,
gideceği yerin tüm turizm değerlerini tanıması
şarttır. Bu açıdan turizm değerlerinin hepsi
ayrıntılı bir şekilde araştırılmalı ve araştırma
sonucunda elde edilen tüm bulgular
değerlendirilerek, kitap, broşür, dergi, fotoğraf,
slayt, film gibi tanıtıma yönelik çalışmalara hız
verilmelidir. Bu açıdan ele alındığında Türkiye,
gerekli girişimi tam anlamıyla yapmış değildir.
Bugün ülkeye gelen turistlerin eline, sadece deniz
turizmine yönelik plajları, gazinolardaki
oryantalleri veya birkaç lokantadan alınmış yemek
fotoğraflarını içeren küçücük broşürler
tutuşturulmaktadır. Dolaysıyla ülkemize gelen bir
turistin kafasında, Türkiye; plaj-dansöz ve yemek
üçlüsü ile sembolize edilmektedir. Bu sembolleşme,
son derece yanlıştır. Tanıtım için tüm turizm
değerlerini gösteren renkli fotoğraflarla
hazırlanmış tanıtım broşürlerine, renkli haritalara,
şehir ve çevre planlarına, afiş, dergi, gazete,
radyo, televizyon, video yayınlarına, seminer ve
konferanslara büyük ölçüde ihtiyaç vardır.
Eğitim, turizmin gelişmesi için önemli bir etkendir.
Her-şeyden öncel ülkeye gelen turistin konuştuğu
lisan farklıdır. Bu nedenle, turist; ülke insanı ile
anlaşma güçlüğü çeker. Ülkeye gelen turistin,
kendisini kendi ülkesindeymiş gibi hissetmesi
turizmi canlandırır. Bunun sağlanabilmesi için,
turizm ile uğraşan tüm insanların gerekli olan
turizm ve lisan bilgisini, çok iyi bir şekilde
alması gereklidir. Bunu sağlayacak olan yine eğitim
kurumlarıdır. Eğitim kurumlarının turizm ile ilgili
bölümlerine gerekli desteğin sağlanması, turizmin
gelişmesi bakımından önemlidir.
Çok sayıda turizm değerine sahipsiniz. Turizm
değerlerine gidecek olan rahat ve konforlu ulaşım
ağını kurmuşsunuz. Tanıtımı yapmışsınız ve gerekli
turizm ve lisan bilgisine sahip olan rehber insanlar
yetiştirmişsiniz. Turistler de turizm bölgelerine
gelmişler. Ancak akşam olunca, turistlerin
dinleneceği tesisleri kurmamışsınız. Yani konaklama
tesislerin yok. Gelen turistler geceyi dışarıda
geçirmek zorunda kaldılar veya" sağlıksız
ortamlarda gecelediler. Düşünün bu turist, böyle
bir ülkeye bir daha gelir mi? Elbette gelmez.
Gelmediği gibi de, gittiği ülkesinde, olumsuz yönde
propaganda yapar. Sonuçta turizm kısa sürede felce
uğrar. İşte, turizmi en olumsuz biçimde etkileyen
etken konaklama tesisleridir.
Konaklama tesislerinin başında oteller gelir.
Ülkemizde son yıllarda turistik otel yapımında hayli
mesafe katettik. Özellikle büyük şehirlerimizde ve
sahil bölgelerimizde son derece konforlu oteller
inşa ettik. Ancak Anadolu'nun diğer bölgelerindeki
turizm değerlerine ziyaret edecek olan turistlerin
konaklama tesislerini pek fazla düşünmedik.
Oraları, yine kendi hallerine bıraktık. Sonuçta yine
ülkemize gelen turistleri, sahil bölgelerimizden,
iç ve doğu bölgelerimize geçiremedik. Çünkü
turistik işletme belgeli otellerimizin % 90'ını
Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerimize yapmışız.
Mevcut otellerin % 10'u ise Karadeniz, İç Anadolu,
Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimize
düşüyor. Bunlar da birkaç şehir merkezlerinde
toplanmışlar. Bu durum da, turizmimizi olumsuz yönde
etkiliyor.
Konaklama tesisleri sadece oteller değildir.
Otellerin yanında diğer konaklama tesislerinden
olan motellerin, pansiyonların, kampinglerin, tatil
köylerinin, yat ve yat limanlarının, oberjlerin (dağ
oteli) turizme katkıları oldukça fazladır. Ancak tüm
bu tesislerin dağılımında da, otellerin dağılımında
görülen bölgesel dengesizlik mevcuttur.
Türk turizmine son yıllardaki yapılan yatırımlar
sayesinde, yabancı turistlerin sayısında önemli
ölçüde artışlar olmuştur. Sözgelimi 1950 yılında,
Türkiye'ye gelen turist sayısı sadece 28 bin,
1960'da 194 bin dolayında iken, 1970'li yıllardan
sonra, ulaşım ve konaklama tesislerindeki
gelişmeler, turistlerin sayısını hayli artırmış ve
1975'de 1,1 milyonun üzerine çıkmıştır. 1992
yılında Türkiye'ye gelen yabancı turist sayısı, 6,5
milyona ulaşmıştır. Turizmden sağlanan gelir ise,
1980'de 250 milyon dolar kadar iken, 1992'de 4,2
milyar dolar olmuştur. Gelen yabancı turistlerin %
50'den fazlası yaz mevsiminde gelmiştir. Yabancı
turistlerin ülkelerine göre dağılım incelendiğinde,
baş sıralarda Almanya, A.B.D., Fransa, İran,
İngiltere, Suriye, İtalya ve İsviçre gibi ülkeler
gelir.
Türkiye'ye gelen turistler hakkında istatistiki
veriler, genelde turizm danışma bürolarına uğrayan
turistler hakkındaki günlüklerden elde edilmektedir.
Büroya uğramayan turistler genelde sayım dışı
kalmaktadır. Ayrıca son yıllarda, konaklama
istatistikleri bültenleri yayınlanmaktadır. Bu
bültenlerin verileri de, turistik konaklama
tesislerine gelen turist geceleme defterlerine
dayanmaktadır. Dolaysıyla turistik konaklama
tesisleri dışında konaklayan turistler sayımlara
dahil edilmemektedir. Bu
sebeble, yukardaki sayısal verilere, biraz daha
eklemek icab eder.
Türkiye'ye gelen turistlerin geliş sebebleri
nelerdir? Gelenler, hangi turizm değeri için ve
hangi bölgelere geliyorlar? Bu konuda ilginç
tesbitler bulunmaktadır. Türkiye'ye gelen
turistlerin turizm ülkesi olarak Türkiye'yi
seçmelerinin sebebleri-nin başında ucuz alışveriş
gelmektedir. Özellikle Türk parasının yabancı
ülkelerin paralan karşısında sürekli değer
kaybetmesi, bu sebebi her geçen yıl daha da geçerli
hale getirmektedir. Öte yandan yine Türkiye'ye gelen
yabancı turistlerin geliş sebebleri arasında; zengin
Türk mutfağını tanımak ve yararlanmak, Türk halkını
ve toplumunu tanımak, merak, moda ve iş bulmak veya
işini görmek gelmektedir. Ayrıca bazılarının da,
geçiyordum uğradım cinsinden geldikleri de dikkati
çekmektedir. Türkiye'nin tarihi ve turistik
bölgelerini tanımak için gelenlerin sayılan arzu
edilen düzeyde değildir. Bu da tanıtım
noksanlığından kaynaklanmaktadır.
Türk Halkı Turizmden Ne Umdu, Ne
Buldu?
Türk halkı turizmden ne umdu? Ne buldu? Turizmin
Türk ekonomisine katkısı ne kadar oldu? Acaba bu
kadar katkı yeterli mi? Türk halkının turizmden ne
umduğunu ve ne bulduğunu tartışmadan önce, mevcut
Türk ekonomisindeki turizmin katkısı üzerinde biraz
durmak gerekiyor.
Turizmin, Türkiye ekonomisine olan katkısı, yıl
geçtikçe artış göstermektedir, 1980 yılı öncesinde
dış ticaretimizdeki payı % 1,5 ile 2 arasında
seyreden turizm gelirlerimiz, daha sonraki yıllarda
kısmen artmaya başlamıştır. 1985 yılında 7,9 milyar
dolar olan dış ticaret gelirimizin % 19'u (1,5
milyar dolan) turizm girdilerinden sağlanmıştır.
1992 yılına gelindiğinde, dış ticaret gelirimiz 13,2
milyar dolara yükselmiş ve 3,6 milyar dolar olan
turizm gelirimizin oranı yaklaşık % 32'ye
ulaşmıştır. Ancak turizm gelirlerine yabancı
ülkelerde çalışan Türk işçilerinin getirdiği
dövizler de dahil edilmiştir. Öte yandan bu
değerlere turizm giderleri de katılmamıştır. Yine
1992 yılında ülkenin turizm giderleri olarak 776
milyon dolar tesbit edilmiştir. Eğer turizm
giderleri ve işçi dövizleri hesablama dışı
bırakılırsa, 1992 yılındaki turizm gelirimizin
yaklaşık % 50'den fazla bir oranda düşeceği
muhakkaktır. Ve böylece 1992 yılındaki turizm
gelirlerinin dış ticaretteki payı % 15'in altına
düşecektir.
Turizm gelirlerinin artması ve dış ticaret
açığımızın yıl geçtikçe arESClen <=0İması sonucu,
özellikle son yıllarda turizm; Türkiye ekonomisi
için bir umud kaynağı görülmeye başlanmıştır. Hatta
bazıları, turizme "Bacasız Sanayi" bile demeyi
yeltenmişlerdir. Herşeyden önce Turizm, bacasız
sanayi değildir. Turizm, ülkemize gelir getiren,
sadece insana dönük bir hizmet sektörüdür.
Türkiye, bir Akdeniz ülkesidir, coğrafî konumundan
dolayı, turizm avantajı vardır. Ancak sözkonusu bu
avantaja diğer Akdeniz ülkeleri de (İspanya, Fransa,
İtalya, Malta,Yunanistan, Mısır gibi) sahiptir.
Dolaysıyla, diğer Akdeniz Ülkeleri, turizm
bakımından Türkiye ile rekabet halindedir. Sözkonusu
bu rekabet, özellikle deniz turizminde daha da
belirginlik arzetmektedir. Türkiye bu rekabet
kaosundan, turizmini çeşitlendirmekle, yani deniz
turizminin dışındaki turizm kaynaklarını aktif hale
getirmekle kurtulabilir.
Türk halkı, turizmden ne bekliyordu? Ne umdu? Ne
buldu? Umduğunun ne kadarını bulabildi? Tüm bu
soruların cevabları pek olumlu olmasa gerekir. Türk
halkı, turizmden para kazanmayı düşledi. Ancak gelen
turistlerin bir bölümü, aksine ülkeden bol miktarda
döviz götürdü. Türk halkı, gelen turistlere
kültürünü aktarmayı düşledi. Aksine gelen turistler,
Anadolu insanına yabancı kültürü aşıladı. Ve böylece
bugün Türk insanı kültür yozlaşması denilen batağa
düşüverdi. Kültür yozlaşmasının son noktasına gelen
insanlar, turisti sadece para olarak görmeye
başladı. Turist para getirsin-de, ne bırakırsa
bıraksın düşüncesi yaygınlaştı. Sonuçta kaybeden
yine Anadolu insanı oldu.
Türk insanında görülen ve hızla devam eden yozlaşma
hareketi, ülkeyi batağa doğru sürüklemektedir. Türk
insanını ve
ülkesini, bu bataktan kurtarmak gerekiyor. Bunun
için de, ciddi bir turizm politikası uygulanması
şarttır. Türk insanı, bugün mevcut olan turistlere
karşı duyduğu "ahlâk bozucu insanlar" tanımlamasını
değiştirmek istiyor. Yine törelerine uygun olarak,
ülkesine gelen turistleri "Tanrı Misafiri" olarak
görmek ve onlara dostça yaklaşmak istiyor. Ancak bu
dostça yaklaşımın olabilmesi için, Türk halkının;
devlet yetkililerinden, ülkeye gelen turistlerden
ve kendi vatandaşlarından bazı istekleri var. Anket
ve mülakat yolu ile tesbit edebildiğimiz bu
isteklerin bazıları şunlardır;
1. Türk insanı, devlet yetkililerinden, Türk gelenek
ve göreneklerine, Türk insanının ahlâk yapısına
uygunluk arzeden, bir "Turizm Politikası"
uygulamasını istiyor. Bunun için de, Türk
töreleriyle çatışmayan yeni bir turizm
yönetmeliğinin hazırlanması ve uygulanması zarureti
ortaya çıkıyor. Öte yandan devlet; kültür ve kültür
kuruluşlarını pazarlama yollanın araştırmak ve
uygulamak mecburiyetindedir. Bu araştırma ve
uygulama; Kültür ve Turizm bakanlıklarını harekete
geçirmekle mümkündür
2. Türk insanı, ülkeye gelen yabancı turistlerden,
gerçek turist olmalarını istiyor. Gerçek turist
olmaktan maksat, turizm ve turist kelimelerin
tariflerine uygun şekilde hareket eden insan
olmalarıdır. Türk insanına göre gerçek turist;
ülkenin turistik
zenginliklerini merak edip gezip görmeye gelen
insanlardır.
Yine gerçek turist, geldikleri ülkenin insanlarına
karşı dostça davranan, horlamayan, gelenek ve
göreneklerini hiçe saymayan ve saygı duyan, ziyaret
ettikleri ülkenin törelerine uygun bir şekilde
davranan insan demektir. Turist geldiği ülkede para
kazanan değil, para harcayan insandır.
3. Türk insanı, kendi vatandaşından turistlere
karsı saygılı olmasını istiyor. Özellikle turizm
sektöründe çalışan ve turizm sektöründen para
kazananlar, turistleri "yolunacak kaz" olarak
görmemeleri gerekmektedir. Çünkü turist yolunacak
kaz olarak görülür ve haksız kazanç elde edilmeye
çalışılırsa, daha sonraki yıllarda gerçek zengin
turistler değil, aksine para kazanmaya gelen fakir
turistlerle yani tüysüz kazlarla karşılaşılır. Öte
yandan, turizmle uğraşan insanlar, para kazanacağız
diye, toplumun tüm değer yargılarını hiçe
saymamalıdır. Bunun için de, önce Türk
turizmcilerinin, turizm konusunda eğitilmesi
önceliği vardır.
Gerek devlet yöneticileri ve gerekse turizm
sektöründe çalışanların, ne olursa olsun yeterki
döviz gelsin anlayışı ile konuya bakmaları
sonucunda, Türk turizminde karmaşık sorunlar
yaşanmaktadır. Bu sorunların başında kültür
yozlaşması başta gelmektedir. Özellikle ahlâk dışı
davranışlar ve fuhuş sektörünün devreye girmesiyle,
yabancı turistler tarafından, Türk kadını "Türk
Lokumu", Türk erkeği ise "Seks düşkünü erkek"
olarak algılanmaya başlanmıştır. Bu algılama, zaman
zaman günlük basına da yansımaktadır. Bu durum son
derece üzücü ve utanç verici bir gelişmedir.
Sonuç olarak, özlü bir ifade ile Türk toplumu ,
turisti sadece parası için değil, insani değer
olarak ele alan bir şuura erismelidir. Kısacası
toplum ve devlet olarak; turiste karşı, Türk
kültürünü yozlaştırmadan, insanca ve dostça
davranılmalıdır. Türkiye'ye gelen turistler de, Türk
kültürüne ve Türk insanına saygılı olmalıdır.
Gerçek anlamda turizm; yönetici-turizmci-halk ve
turist dörtlüsünün karşılıklı sevgi, saygı ve
hoşgörüleri ile gerçekleşebilir.
Doç. Dr. Ramazan OZEY
|