Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Türkler ve Ortodokslar 

Araştırmacı, Yazar Aytunç Altındal 

Son üç yıldır Ortodoks aleminde çok hızlı bir değişim ve "Yeniden Yapılanma" sü­reci yaşanıyor. Ülkemizi yakından ilgilendiren bu oluşuma dikkatle bakmak gerekiyor. Yur­dumuz Türkiye'nin kaderi, bir bakıma, Orto­doks Alemi'nde ortaya çıkacak olan gelişme­lerle sıkıca bağlantılıdır. Bu yazımda Ortodoks Alemi'yle Türkler arasındaki ilişkilerin üzerin­de duracağım. Ancak çok bilinen veçhelerden değil, az bilinen fakat Ortodoks Alemi'nde de­rin izler bırakmış olayladan söz edeceğim. İl­kin bir deyimi tanıtmak istiyorum. İlahiyatta kullanılan bu deyim, resmi raporlarda ve ya­zışmalarda geçer ama gündelik basında bilin­mez. Bu deyim, "Bizantine Commonıvealth"-dir. Deyimin açıklaması şöyle yapılabilir. 

Bizantine Commonwealth tarihçi ve ila­hiyatçı "Dimitri Obolensky" tarafından 1980'li yıllarda ortaya atılmıştır. Obolensky, bu deyi­mi Bizans-SIav kökenli cemaatlerin ya da ka­vimlerin 6. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar süren yaklaşık 1000 yıllık dönemlerinde kurdukları dinsel birliği simgelemek amacıyla kullanmış ve bu deyim şimdilerde ilahiyatçılar tarafından kabul görerek bilimsel metinlere girmiştir. Gü­nümüzde Yeltsin'in başkanlığında eski SSCB'de gerçekleştirilen "Bağımsız Devletler Topluluğu" fikirsel, düşünsel geri planda işte tarihıteki bu Bizantinl Commonwealth anlayı­şından kaynaklanmıştır. 19. yüzyılda İngiltere Krallığı'nın kurduğu "Commonıvealth" (Ulus­lar Topluluğu) de kökeni itibariyle  "Dinsel" olan bu tür birlikteliklerden kaynaklanmıştı. Kısacası, bu deyim, Bizans'a siyasi bakımdan yarım ya da tam bağımlı olan Ortodoks ulusla­rın "Topluluğu" olarak açıklanabilir. Bu ulus­lar başta Sırplar, Bulgarlar, Yunanlılar, Mol­davyalılar, Beyaz Ruslar ve Ruslar olmak üze­re irili ufaklı 25 Ortodoks topluluktan oluş­maktaydı. Bunların sanatta, kültürde, felsefe­de ve en önemlisi dinde önder kabul ettikleri devlet Bizans'tı. Ancak her birim kendini yö­netmekte -özellikle de Kiev Prensi'nin 989 yı­lında Ortodoksluğu kabul etmesiyle birlikte-yarı bağımsız din cemaati statüsündeydi. Bun­da en önemli rolü, İncil'in Latince ya da Yu­nanca değil, Aziz Kril ve ikiz kardeşi Methodi-us tarafından geliştirilen ve Slavlar'ın özel alfa­besi haline getirilen Kril Alfabesi'yle ve Slav dillerine uygun olarak çevrilip, yaygınlaştırıl­ması oynamıştı. Diğer bir deyişle Slavlar, başta da Bulgarlar Hıristiyanlığı ve Ortodoksluğu, İncil'i Yunanca veya Latince okuyarak değil, Kril Alfabesiyle yazılmış olarak ve dinsel kav­ramları sınırlı olan Bulgarca'ya çevrilmiş şek­liyle okuyarak öğrenmişlerdi. 

Sözün burasında başka bir kavramı da ele almak gerekiyor. Bizantine Commonvve-alth (BC) deyimi Hıristiyanlık'taki iki ayrı kav­ramla da sıkıca ilintilidir. Bunlardan biri, "Christendum" diğeri de "Ekilmene" dır. İkin­cisi hakkında aşağıda ayrıntılı bilgi bulacaksı­nız. Birincisi ise şöyle açıklanabilir. 

Hıristiyanlığın ilk 1000 yıllık dönemine katolikler "Christendum derler. Ve bu dönem­de Christendum = Hıristiyanlık Alemi" nin ba­şat kilisesinin, yani en üst yetkili tek kilisesi­nin, Roman Katolik Kilisesi olduğunu öne sü­rerler. Roman Katolik Kilisesi için bu 1000 yıl­lık dönemde, Hıristiyanlığın egemen din oldu­ğu ya da Hıristiyan kurumlarınca yönetilmiş olan tüm topraklar Christendum'dur. Günü­müzdeki Avrupa Birliği kavramı, Katolik Kili-sesi'ne göre ve Avrupa Parlamentosun'daki katolik parlementerlere göre işte bu Christen-dum'un yeniden kısası anlamını taşımaktadır.. 

Örneğin AB Parlementosundaki "Christians for Europe"adlı Katolik lobi bu yönde faaliyet­lerde bulunmaktadır.

İlginçtir ki, Christendum bin yıllık döne­minde bugünkü AB'nin sınırlarını tam karşıla­mıyordu. Çünkü örneğin İzlanda, Galler, Bal-tık, hatta bugünkü Danimarka'nın ve Hollan­da'nın tamamı henüz tümden Hıristiyanlaştırı-labilmiş değildi. İşte BC, Katolik Kılisesi'nin te­keline aldığı bu "Christendum"kavramına kar­şı Ortodoks Alemi'nin geliştirdiği bir "Şelf De-fense" (nefsi müdafa) girişimidir. Bu nefsi mü-dafanın çıkışı kademeli olarak, iki ayrı dönem­de ve safhada yaşanmıştır denilebilir. Bunlardan birincisi 610-741 yıllarını kapsayan tarihsel dönemdir. Bu dönemde İslâmiyet'in doğması, yayılması ve alternatif din haline gel­mesi Bizans'ı çok etkilemiştir(1). İkinci nefsi müdafa dönemi ise 1025-1204 arasını kapsar. Bu dönemde de Bizans kendisini Katolik Haç­lılara karşı savunmak zorunda kalmıştır 

Bu kısa açıklamalardan sonra yeniden Slavlar'a dönebiliriz. 

Kril Alfabesi'yle başlayan yeni öğrenim tarzı Hıristiyanlık Alemi'nde bazı.yeni deyiş ve kavramların da "Kutsallık"kazanmasına yol aç­mıştı. Örneğin Azizlere ve İkonalar'a tapınma Slav toplulukları arasında mutlaklaştınlmıştı. Bu nedenle Bizans'ta başlayan tartışmalar za­manla silahlı çatışmalara yol açmıştı. İkonalara karşı olanlarla, onlardan medet umanlar bir­birlerini hunharca katletmişlerdi. Sonuçta Rus­lar ve Slavlar azizlerine ve ikonlarına bağlı kal­makta direnmişler ve günümüze kadar böyle gelmişlerdir. Buna karşılık Katolik Alemi bir kaç çok ünlü aziz dışında hiç bir Rus-Slav azi­zini resmen tescil etmemiş ve Azizler Kitabı'na almamıştır. Katolik Alemi ve Vatikan için res­men tescil edilmiş 10 bin 132 aziz vardır. An­cak bu sayı mutlak değildir. Halen Papa 2. Jean Paul'ün aziz yapmak için sıraya koyduğu daha 2000 kişi vardır. Bunlar sıraları geldikçe Aziz yapılmaktadırlar! 

Yukarıda sözünü ettiğim yeni Slav Hı-ristiyanlığı'nm başkenti, daha sonra yüzyıllar­ca Osmanlı egemenliğinde kalacak olan "Ohri" şehriydi. Kril ve Methodius'un öğrenci­si olan ve M.S. 916 yılında ölen Bulgar Slavı Aziz Ohrili Clement tarafından Slav Hıristiyan-lığı'nm merkezi yapılan Ohri, aynı zamanda Yunan Piskoposluğu'nu da temsil etmiştir. Ohrili elementten sonra Ortodoks Alemi'nde iz bırakmış en önemli iki aziz, 1089'da pisko­pos olan Theophylact ile ondan yaklaşık 10ü yıl sonra doğan Sırbistanlı Aziz Sava olmuş­lardır. Sava (1175-1236) halen de Sırbistan Or­todoks Kilisesi'nin en üst düzeyde saygı gören azizidir. Tüm devlet adamları Sava'nın "Yardı­mını" almadan yola çıkamazlar. Bizantine Devletler Topluluğu olgusunda günümüzde, en merkezi aziz işte bu Sava'dır. Ağırlığı itiba­riyle Sırplar için neredeyse İsa'nın hemen ar­dından ikinci sıradadır. Sava ile birlikte Doğu Avrupa ve Balkanlar'daki Ortodoksluk "Mythopoeic" denilen bir boyut kazanmıştır. 

Buna göre halk söylencesinde (folk-lore) yer alan bazı deyişler, efsaneler, sözler şiirsel bir anlatıma kavuşturularak "Dm "m içi­ne sokulmuşlardır. Popüler kültüre ait olan bu deyimler, atasözleri ve deyişler halen de "Din­sel ve Kutsal" kelamlarmış gibi Slav Kilisele-ri'nde kullanılmaktadır. Bu-nedenle Slavlar arasında "Batıf'a olan inanç, saygı ve hayran­lık, örneğin Protestanlar'dan daha güçlüdür. 

Ortodoks Hıristiyanlığı, Jüstinyen'den sonra en güçlü dönemini 11. yüzyılda yaşa­mıştır. Bu yüzyılda, 1018 yılında İmparator 2. Basil, Bulgar rakibini yenerek tüm Yunan, Slav ve Balkan bölgesini egemenliği altına ala­rak güçlü bir Ortodoks Devleti kurmuştur. Daha sonra İslam ordularının istilasıyla zayıf­layan Ortodoks Alemi kendisinin Hıristiyanlı­ğın tek "Doğru" yorumlayıcısı olduğunu öne sürerek, Katolik Alemi'yle de sürekli çatışmış­tır. Ortodokslarla ilk büyük savaşı yapan Türk boyu Kıpçaklar'dır. Ruslar'ın "Polovtsi", Bi­zanslılar'in "Cuman" dedikleri Kıpçaklar, Or­todoks Alemi'ne ilk "Türkik" yenilgiyi tattır­malardır. Daha sonra ünlü Altın Ordu Devleti'yle bütünleşen Kıpçaklar'ın Orta Asya step­lerinde başlattıkları akınlara paralel olarak Ma­carlar da 9. yüzyılda Macaristan'ı (Hungary) iş­gal ederek, Bizans ile Ortodoks Alemi'nin bağ­larını kesmişlerdir. Kıpçaklar, bugünkü Beyaz Rusya'da ve Ukrayna'da egemenlik kurmuşlar ve diğer Orta Asya boylarından Peçenekler'in ve Gökoğuzlar'ın (Gagavuz) Tuna boylarına yerleşmelerinde rol oynamışlardır. Kıpçaklar 14. yüzyılda müslümanlığı kabul ederek, Orto­doks Alemi içinde yaşayan ilk müslüman top­luluk olmuşlardır.

12. Yüzyılda ilkin Sırbistan (1167), son­ra da Bulgaristan (1187) Bizans'tan bağımsız Ortodoks Devletler haline gelmişlerdir. 1342-1349 yılları arasında ise Selanik'te rakip Orto­doks cemaatleri kanlı çatışmalara girmişler ve Devlet Otoritesi, Hazine ve Ordu zayıf düş­müştür. Bu zayıflıktan yararlanan Osmanlılar "İç Savaş'tan 11 yıl sonra Selanik'i zaptetmiş-lerdir. Daha sonra 1453'de Bizans da Osmanlı-lar'a teslim olmuştur. Osmanlılar böylelikle en az 1200 yıllık geçmişi olan bir "Yaşam Tarzı­na" da varis olmuşlardır.

Şimdi kısaca "Ekümenik" kavramına bir göz atmak gerekiyor. Bunun iki nedeni var. Birincisi Ekümenik kavramı son 18 ay içinde çok popülarite kazandı. Bunda İstanbul Fener Rum Patrikhanesi'nin aynı zaman dilimi içinde gösterdiği yoğun diplomatik ataklar rol oyna­dı. Öyle ki ABD Başkanı Bili Clinton bile Baş­bakan Tansu Çiller'e bir mektup yollayarak Patikhanenin "Bağımsızloştınlması" yönünde davranışlarda bulunulmasının Türkiye'nin hayrına olacağını hissettirdi. Patrikhane şu son 18 ay içinde çok yoğun temaslara sahne oldu. Yunan Kral dahil sayısız ziyaretçi Patrikle gö­rüşmeler yaptı. Son ziyaretçi ise ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Richard Holbroke oldu (22.2.95). ABD'li Bakan yardımcısı Fener Patri-ği'ni ziyaret ederek, Patrikhane'nin "Bağımsız­loştınlması" konusunda görüşmeler yaparken, Ankara'da MİT Müsteşarı, eski KGB yeni FSK'nin başkanı Sergei Stepashin'i ağırlıyordu. Türkiye'ye, dünyam en gizli ve tehlikeli örgüt­lerinden birinin başkanı olarak gelen Stepas-hittin  gerçekte   sadece  KGB/FSK'nin  değil aynı zamanda Rus Ortodoks Kilisesi'nin de en üst yöneticilerinden biri olduğu, ilginçtir ki, Türkiye basınında ve medyasında yer aldırtıl-madı. Stepashin, halen Rus Ortodoks Kilise­si'nin ve Yunanistan-Rusya Ortodoks Birliği örgütünün en üst düzeyde yöneticisidir. Ve il­ginçtir ki, Rus Ortodoks Kilisesi'nin "Maliyesi­ni" yönetmek amacıyla bizzat Amerikalı uz­manlar tarafından Kilise yöneticilerine kabul ettirilmiş bir addır. Raslantı bu ya, Fener birer gün arayla bu "ikiliyi"ağırlamış oldu. 

Dönelim Ekümenik kelimesine!

"Ekümene" (Grekcesi, Oikoumene oi-koumenos) eski Yunanistan'da "Sürekli Yerle­şim Alanı" anlamında kullanılıyordu. Arasıra yaşanılan ya da hiç yerleşim görmemiş coğrafi alanları değil, kalıcı yerleşim görmüş toprak bütünlüğünü anlatır. Bu nedenle de "Uygarlık" kavramıyla bağlantılıdır. Kelime bu anlamıyla İslâmiyet'teki "Metline-Uygar şehir" kavramıy­la yakınlık gösterir. Aynı zamanda üstün bir-kültürün ifadelendirilişi de Ekümene kavra­mıyla anlatılır. Şöyle ki, Ekümene sayılan bir bölgedeki kültürel gelişmişlik, Ekümene böl­gesinin çevresinde kalan diğer kültürleri ken­disine silah zoruyla olmasa da hayranlık aracı­lığıyla bağlamıştır. Dolayısıyla çevre kültürle­rin yan bağımlı oldukları üstün kültür alanı, şehir ya da bölge anlamında da kullanılır. 

"Ekümenik" (Gr. Oecumenicus) kelime olarak işte bu oikoumene'den türetilmiştir. Ci­hanşümul, Evrensel, dünya çapında anlamın­da kullanılır. 20. yüzyılda ise Protestan ve Doğu Ortodoks kiliselerinin kurdukları ve mezhep-tarikatlar arası farklılıkları muhfuz tu­tarak Hıristiyanlığı yaymak amacına yönelik Kiliselerarası Birliği ifade eder. Bu Ekümenik hareketin merkezi İsviçre'nin Cenevre şehrin-dedir. Cenevre'de olan Kalvinist (Protestan) Kilisesiyle bağlantılıdır. Almanya'da ise Luthe-ran Kiliseleriyle ilişkilidir. Fener Rum Patikha-nesi de işte bu Ekümenik hareketin kurucula­rından ve savunucularındandır. 

Ekümenik kavramı bu kilise hareketi içinde "Strateji" anlamında kullanılır. Kilise si­yasetinde çok önemli bir işlevi olan strateji kavramı, llahiyat'a değil, dünyevi (Sektiler) yönetim literatürüne aittir. Amacı Hıristiyanlığı yaygınlaştırmak olan bu ideolojiye de Eküme-nikalizm denilir. Fener Patrikhanesi işte bu ideolojinin Ortodoks temsilcisidir. Bu nedenle Fener Patrikhanesi, günümüzde az veya çok cemaate sahip olmasıyla değil, bir "İdeoloji­nin" en eski temsilcisi ve sürdürücüsü olarak "Statefik" önemi itibariyle değerlendirilen bir kurum ve merkezdir. 

Sıra geldi "Ekümenik Patrik" olur mu sorusuna. 

Bilindiği üzere İstanbul Fener Rum Pat­rikhanesi'nin ruhani lideri /. Bartbolemeo ken­disinin bu sıfatla kabul edilmesini istiyor ve bu alanda yoğun çalışmalar yapıyor. En son 19 Nisan 1994'de AB Parlamentosu'nda bu sıfatla bir konuşma yaptı.

"Ekümenik Patrik" sıfatını ilk kullanan Patrik Johan'dır. İstanbul Patriği, o güne kadar Baş Piskopos olarak tanınır ve kabul görürken kendi topladığı bir Synod'da (Din Meclisi) kendisine Ekümenik Patrik denilmesini karara bağlatmıştır. M.S. 587/88 yılında İstanbul'da toplanan bu Synod'da Patrik "Acul" Johan, o sırada Papa olan 2. Pelagius'a karşı kendisine bu sıfatı yakıştırmış ve güç yarışına girmiştir. Papa, rakibinin bu sıfatı aldığını duyunca der­hal harekete geçmiş ve Bizans'taki delegesine {apocrisrarius denilir) emir vererek Hıristiyan­lığın en önemli töreni olan Eacaıiste (Şarap ve Ekmek töreni) katılmasını yasaklamış ve kendisini Ekümenik ilan etmiş bir Patrik'in yö­neteceği dinsel-kilise ayinlerinin Hıristiyanlığa aykırı (Şirk) olacağını duyurmuştu. 

Pelagius'tan sonra Papa seçilen Gregory de, Acul Johan'm bu sıfatı kullanmasına şid­detle karşı çıkmıştır. Gregory, Patrik'in bu sıfa­tı kullanmasını kilise konseylerinin yasalarına ve Canon denilen içtihadlara aykırı olduğunu da vurgulamıştı. Bugün Vatikan diye bilinen o günkü Roma Kilisesi'nin başı Papa, Acul Jo-han'ı bu girişiminden ötürü suçlamış ve İsa'nın yolundan ayrıldığını vurgulayarak ken­disinin "Anti-Christ - Deccal" in öncüsü oldu­ğunu tüm Hıristiyan Alemi'ne ilan etmişti.

Papa Gregory, bu kadarla kalmamış ve şikayetini İmparator Maurice'e de iletmiştir. İmparator bunun üzerine İstanbul'daki Patriki önemsemediğini vurgulayarak aynen "Böyle budalaca bir kelime yüzünden iki kilisenin arası bozulmamak" demiştir. Bunun üzerine Acul Johan, kendi kendisine taktığı bu sıfatı kullanmayı sürdürmüştür. Johan 595'de ölün­ce yerine Patrik yapılan Cyriacus (595-603) de aynı sıfatı kullanmış ve Kadıköy Konseyi diye bilinen din meclisinin kararlarına sadık kalan patrikler tarafından bu sıfatla anılmıştır. 

Katolikler ise Ekümenik kavramını, çe­şitli zaman aralıklarıyla toplanan Konseyler için kullanmaktadırlar, Patrik'in şahsı için de­ğil. Örneğin Hıristiyanlık tarihinde çok önemli anlam ve rolleri alan Toledo Konseyleri'nden 4. (634) 6. (638) 11. (675) ve 15. (693) Kon­seyler, Ekümenik konseyler olarak anılmakta­dırlar. Bu konseylerde Bizans'ın ruhani önde­rinden bırakın Ekümenik diye söz edilmesini "Patrik" dahi denilmemiş ve sadece İstanbul Kilisesi'nin Baş Piskoposu (Archbishop) denil­miştir. 

Son Söz : Türkiye gittikçe daraltılan bir Ortodoks ekseni içinde tutulmaktadır. Fener Patrikhanesi, bir "Devlet içinde Devlet" statü­süne doğru yönlendirilmekte, Ege kıta sahan­lığı, 12 Mil, Kıbrıs, Gümülcine sorunları bu oluşuma eklemlenmektedir. Önümüzde çok sıkıntılı bir dönem beklemektedir. Bizantine Commonvvealth, neredeyse kurulmak üzere­dir. Bizden uyarması...

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005