Türkler ve Ortodokslar
Araştırmacı, Yazar Aytunç Altındal
Son üç yıldır Ortodoks aleminde çok hızlı bir
değişim ve "Yeniden Yapılanma" süreci yaşanıyor.
Ülkemizi yakından ilgilendiren bu oluşuma dikkatle
bakmak gerekiyor. Yurdumuz Türkiye'nin kaderi, bir
bakıma, Ortodoks Alemi'nde ortaya çıkacak olan
gelişmelerle sıkıca bağlantılıdır. Bu yazımda
Ortodoks Alemi'yle Türkler arasındaki ilişkilerin
üzerinde duracağım. Ancak çok bilinen veçhelerden
değil, az bilinen fakat Ortodoks Alemi'nde derin
izler bırakmış olayladan söz edeceğim. İlkin bir
deyimi tanıtmak istiyorum. İlahiyatta kullanılan bu
deyim, resmi raporlarda ve yazışmalarda geçer ama
gündelik basında bilinmez. Bu deyim, "Bizantine
Commonıvealth"-dir. Deyimin açıklaması şöyle
yapılabilir.
Bizantine Commonwealth tarihçi ve ilahiyatçı
"Dimitri Obolensky" tarafından 1980'li yıllarda
ortaya atılmıştır. Obolensky, bu deyimi Bizans-SIav
kökenli cemaatlerin ya da kavimlerin 6. yüzyıldan
16. yüzyıla kadar süren yaklaşık 1000 yıllık
dönemlerinde kurdukları dinsel birliği simgelemek
amacıyla kullanmış ve bu deyim şimdilerde
ilahiyatçılar tarafından kabul görerek bilimsel
metinlere girmiştir. Günümüzde Yeltsin'in
başkanlığında eski SSCB'de gerçekleştirilen
"Bağımsız Devletler Topluluğu" fikirsel, düşünsel
geri planda işte tarihıteki bu Bizantinl
Commonwealth anlayışından kaynaklanmıştır. 19.
yüzyılda İngiltere
Krallığı'nın
kurduğu "Commonıvealth" (Uluslar Topluluğu) de
kökeni itibariyle "Dinsel" olan bu tür
birlikteliklerden kaynaklanmıştı. Kısacası, bu
deyim, Bizans'a siyasi bakımdan yarım ya da tam
bağımlı olan Ortodoks ulusların "Topluluğu" olarak
açıklanabilir. Bu uluslar başta Sırplar, Bulgarlar,
Yunanlılar, Moldavyalılar, Beyaz Ruslar ve Ruslar
olmak üzere irili ufaklı 25 Ortodoks topluluktan
oluşmaktaydı. Bunların sanatta, kültürde,
felsefede ve en önemlisi dinde önder kabul
ettikleri devlet Bizans'tı. Ancak her birim kendini
yönetmekte -özellikle de Kiev Prensi'nin 989
yılında Ortodoksluğu kabul etmesiyle birlikte-yarı
bağımsız din cemaati statüsündeydi. Bunda en önemli
rolü, İncil'in Latince ya da Yunanca değil, Aziz
Kril ve ikiz kardeşi Methodi-us tarafından
geliştirilen ve Slavlar'ın özel alfabesi haline
getirilen Kril Alfabesi'yle ve Slav dillerine uygun
olarak çevrilip, yaygınlaştırılması oynamıştı.
Diğer bir deyişle Slavlar, başta da Bulgarlar
Hıristiyanlığı ve Ortodoksluğu, İncil'i Yunanca veya
Latince okuyarak değil, Kril Alfabesiyle yazılmış
olarak ve dinsel kavramları sınırlı olan
Bulgarca'ya çevrilmiş şekliyle okuyarak
öğrenmişlerdi.
Sözün burasında başka bir kavramı da ele almak
gerekiyor. Bizantine Commonvve-alth (BC) deyimi
Hıristiyanlık'taki iki ayrı kavramla da sıkıca
ilintilidir. Bunlardan biri, "Christendum" diğeri de
"Ekilmene" dır. İkincisi hakkında aşağıda ayrıntılı
bilgi bulacaksınız. Birincisi ise şöyle
açıklanabilir.
Hıristiyanlığın ilk 1000 yıllık dönemine katolikler
"Christendum derler. Ve bu dönemde Christendum =
Hıristiyanlık Alemi" nin başat kilisesinin, yani en
üst yetkili tek kilisesinin, Roman Katolik Kilisesi
olduğunu öne sürerler. Roman Katolik Kilisesi için
bu 1000 yıllık dönemde, Hıristiyanlığın egemen din
olduğu ya da Hıristiyan kurumlarınca yönetilmiş
olan tüm topraklar Christendum'dur. Günümüzdeki
Avrupa Birliği kavramı, Katolik Kili-sesi'ne göre ve
Avrupa Parlamentosun'daki katolik parlementerlere
göre işte bu Christen-dum'un yeniden kısası anlamını
taşımaktadır..
Örneğin AB Parlementosundaki "Christians for
Europe"adlı Katolik lobi bu yönde faaliyetlerde
bulunmaktadır.
İlginçtir ki, Christendum bin yıllık döneminde
bugünkü AB'nin sınırlarını tam karşılamıyordu.
Çünkü örneğin İzlanda, Galler, Bal-tık, hatta
bugünkü Danimarka'nın ve Hollanda'nın tamamı henüz
tümden Hıristiyanlaştırı-labilmiş değildi. İşte BC,
Katolik Kılisesi'nin tekeline aldığı bu "Christendum"kavramına
karşı Ortodoks Alemi'nin geliştirdiği bir "Şelf
De-fense" (nefsi müdafa) girişimidir. Bu nefsi mü-dafanın
çıkışı kademeli olarak, iki ayrı dönemde ve safhada
yaşanmıştır denilebilir. Bunlardan birincisi 610-741
yıllarını kapsayan tarihsel dönemdir. Bu dönemde
İslâmiyet'in doğması, yayılması ve alternatif din
haline gelmesi Bizans'ı çok etkilemiştir(1).
İkinci nefsi müdafa dönemi ise 1025-1204 arasını
kapsar. Bu dönemde de Bizans kendisini Katolik
Haçlılara karşı savunmak zorunda kalmıştır
Bu kısa açıklamalardan sonra yeniden Slavlar'a
dönebiliriz.
Kril Alfabesi'yle başlayan yeni öğrenim tarzı
Hıristiyanlık Alemi'nde bazı.yeni deyiş ve
kavramların da "Kutsallık"kazanmasına yol açmıştı.
Örneğin Azizlere ve İkonalar'a tapınma Slav
toplulukları arasında mutlaklaştınlmıştı. Bu nedenle
Bizans'ta başlayan tartışmalar zamanla silahlı
çatışmalara yol açmıştı. İkonalara karşı olanlarla,
onlardan medet umanlar birbirlerini hunharca
katletmişlerdi. Sonuçta Ruslar ve Slavlar
azizlerine ve ikonlarına bağlı kalmakta direnmişler
ve günümüze kadar böyle gelmişlerdir. Buna karşılık
Katolik Alemi bir kaç çok ünlü aziz dışında hiç bir
Rus-Slav azizini resmen tescil etmemiş ve Azizler
Kitabı'na almamıştır. Katolik Alemi ve Vatikan için
resmen tescil edilmiş 10 bin 132 aziz vardır.
Ancak bu sayı mutlak değildir. Halen Papa 2. Jean
Paul'ün aziz yapmak için sıraya koyduğu daha 2000
kişi vardır. Bunlar sıraları geldikçe Aziz
yapılmaktadırlar!
Yukarıda sözünü ettiğim yeni Slav Hı-ristiyanlığı'nm
başkenti, daha sonra yüzyıllarca Osmanlı
egemenliğinde kalacak olan
"Ohri" şehriydi. Kril ve Methodius'un öğrencisi
olan ve M.S. 916 yılında ölen Bulgar Slavı Aziz
Ohrili Clement tarafından Slav Hıristiyan-lığı'nm
merkezi yapılan Ohri, aynı zamanda Yunan
Piskoposluğu'nu da temsil etmiştir. Ohrili
elementten sonra Ortodoks Alemi'nde iz bırakmış en
önemli iki aziz, 1089'da piskopos olan Theophylact
ile ondan yaklaşık 10ü yıl sonra doğan Sırbistanlı
Aziz Sava olmuşlardır. Sava (1175-1236) halen de
Sırbistan Ortodoks Kilisesi'nin en üst düzeyde
saygı gören azizidir. Tüm devlet adamları Sava'nın
"Yardımını" almadan yola çıkamazlar. Bizantine
Devletler Topluluğu olgusunda günümüzde, en merkezi
aziz işte bu Sava'dır. Ağırlığı itibariyle Sırplar
için neredeyse İsa'nın hemen ardından ikinci
sıradadır. Sava ile birlikte Doğu Avrupa ve
Balkanlar'daki Ortodoksluk "Mythopoeic" denilen bir
boyut kazanmıştır.
Buna göre halk söylencesinde (folk-lore) yer alan
bazı deyişler, efsaneler, sözler şiirsel bir
anlatıma kavuşturularak "Dm "m içine
sokulmuşlardır. Popüler kültüre ait olan bu
deyimler, atasözleri ve deyişler halen de "Dinsel
ve Kutsal" kelamlarmış gibi Slav Kilisele-ri'nde
kullanılmaktadır. Bu-nedenle Slavlar arasında "Batıf'a
olan inanç, saygı ve hayranlık, örneğin
Protestanlar'dan daha güçlüdür.
Ortodoks Hıristiyanlığı, Jüstinyen'den sonra en
güçlü dönemini 11. yüzyılda yaşamıştır. Bu
yüzyılda, 1018 yılında İmparator 2. Basil, Bulgar
rakibini yenerek tüm Yunan, Slav ve Balkan bölgesini
egemenliği altına alarak güçlü bir Ortodoks Devleti
kurmuştur. Daha sonra İslam ordularının istilasıyla
zayıflayan Ortodoks Alemi kendisinin
Hıristiyanlığın tek "Doğru" yorumlayıcısı olduğunu
öne sürerek, Katolik Alemi'yle de sürekli
çatışmıştır. Ortodokslarla ilk büyük savaşı yapan
Türk boyu Kıpçaklar'dır. Ruslar'ın "Polovtsi",
Bizanslılar'in "Cuman" dedikleri Kıpçaklar,
Ortodoks Alemi'ne ilk "Türkik" yenilgiyi
tattırmalardır. Daha sonra ünlü Altın Ordu
Devleti'yle bütünleşen Kıpçaklar'ın Orta Asya
steplerinde başlattıkları akınlara paralel olarak
Macarlar da 9. yüzyılda Macaristan'ı (Hungary)
işgal ederek, Bizans ile Ortodoks Alemi'nin
bağlarını kesmişlerdir. Kıpçaklar, bugünkü Beyaz
Rusya'da ve Ukrayna'da egemenlik kurmuşlar ve diğer
Orta Asya boylarından Peçenekler'in ve Gökoğuzlar'ın
(Gagavuz) Tuna boylarına yerleşmelerinde rol
oynamışlardır. Kıpçaklar 14. yüzyılda müslümanlığı
kabul ederek, Ortodoks Alemi içinde yaşayan ilk
müslüman topluluk olmuşlardır.
12. Yüzyılda ilkin Sırbistan (1167), sonra da
Bulgaristan (1187) Bizans'tan bağımsız Ortodoks
Devletler haline gelmişlerdir. 1342-1349 yılları
arasında ise Selanik'te rakip Ortodoks cemaatleri
kanlı çatışmalara girmişler ve Devlet Otoritesi,
Hazine ve Ordu zayıf düşmüştür. Bu zayıflıktan
yararlanan Osmanlılar "İç Savaş'tan 11 yıl sonra
Selanik'i zaptetmiş-lerdir. Daha sonra 1453'de
Bizans da Osmanlı-lar'a teslim olmuştur. Osmanlılar
böylelikle en az 1200 yıllık geçmişi olan bir "Yaşam
Tarzına" da varis olmuşlardır.
Şimdi kısaca "Ekümenik" kavramına bir göz atmak
gerekiyor. Bunun iki nedeni var. Birincisi Ekümenik
kavramı son 18 ay içinde çok popülarite kazandı.
Bunda İstanbul Fener Rum Patrikhanesi'nin aynı zaman
dilimi içinde gösterdiği yoğun diplomatik ataklar
rol oynadı. Öyle ki ABD Başkanı Bili Clinton bile
Başbakan Tansu Çiller'e bir mektup yollayarak
Patikhanenin "Bağımsızloştınlması" yönünde
davranışlarda bulunulmasının Türkiye'nin hayrına
olacağını hissettirdi. Patrikhane şu son 18 ay
içinde çok yoğun temaslara sahne oldu. Yunan Kral
dahil sayısız ziyaretçi Patrikle görüşmeler yaptı.
Son ziyaretçi ise ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı
Richard Holbroke oldu (22.2.95). ABD'li Bakan
yardımcısı Fener Patri-ği'ni ziyaret ederek,
Patrikhane'nin "Bağımsızloştınlması" konusunda
görüşmeler yaparken, Ankara'da MİT Müsteşarı, eski
KGB yeni FSK'nin başkanı Sergei Stepashin'i
ağırlıyordu. Türkiye'ye, dünyam en gizli ve
tehlikeli örgütlerinden birinin başkanı olarak
gelen Stepas-hittin gerçekte sadece KGB/FSK'nin
değil aynı zamanda Rus Ortodoks Kilisesi'nin de en
üst yöneticilerinden biri olduğu, ilginçtir ki,
Türkiye basınında ve medyasında yer aldırtıl-madı.
Stepashin, halen Rus Ortodoks Kilisesi'nin ve
Yunanistan-Rusya Ortodoks Birliği örgütünün en üst
düzeyde yöneticisidir. Ve ilginçtir ki, Rus
Ortodoks Kilisesi'nin "Maliyesini" yönetmek
amacıyla bizzat Amerikalı uzmanlar tarafından
Kilise yöneticilerine kabul ettirilmiş bir addır.
Raslantı bu ya, Fener birer gün arayla bu "ikiliyi"ağırlamış
oldu.
Dönelim Ekümenik kelimesine!
"Ekümene" (Grekcesi, Oikoumene oi-koumenos) eski
Yunanistan'da "Sürekli Yerleşim Alanı" anlamında
kullanılıyordu. Arasıra yaşanılan ya da hiç yerleşim
görmemiş coğrafi alanları değil, kalıcı yerleşim
görmüş toprak bütünlüğünü anlatır. Bu nedenle de
"Uygarlık" kavramıyla bağlantılıdır. Kelime bu
anlamıyla İslâmiyet'teki "Metline-Uygar şehir"
kavramıyla yakınlık gösterir. Aynı zamanda üstün
bir-kültürün ifadelendirilişi de Ekümene kavramıyla
anlatılır. Şöyle ki, Ekümene sayılan bir bölgedeki
kültürel gelişmişlik, Ekümene bölgesinin çevresinde
kalan diğer kültürleri kendisine silah zoruyla
olmasa da hayranlık aracılığıyla bağlamıştır.
Dolayısıyla çevre kültürlerin yan bağımlı oldukları
üstün kültür alanı, şehir ya da bölge anlamında da
kullanılır.
"Ekümenik" (Gr. Oecumenicus) kelime olarak işte bu
oikoumene'den türetilmiştir. Cihanşümul, Evrensel,
dünya çapında anlamında kullanılır. 20. yüzyılda
ise Protestan ve Doğu Ortodoks kiliselerinin
kurdukları ve mezhep-tarikatlar arası farklılıkları
muhfuz tutarak Hıristiyanlığı yaymak amacına
yönelik Kiliselerarası Birliği ifade eder. Bu
Ekümenik hareketin merkezi İsviçre'nin Cenevre
şehrin-dedir. Cenevre'de olan Kalvinist (Protestan)
Kilisesiyle bağlantılıdır. Almanya'da ise Luthe-ran
Kiliseleriyle ilişkilidir. Fener Rum Patikha-nesi de
işte bu Ekümenik hareketin kurucularından ve
savunucularındandır.
Ekümenik kavramı bu kilise hareketi içinde
"Strateji" anlamında kullanılır. Kilise siyasetinde
çok önemli bir işlevi olan strateji kavramı,
llahiyat'a değil, dünyevi (Sektiler) yönetim
literatürüne aittir. Amacı Hıristiyanlığı
yaygınlaştırmak olan bu ideolojiye de Eküme-nikalizm
denilir. Fener Patrikhanesi işte bu ideolojinin
Ortodoks temsilcisidir. Bu nedenle Fener
Patrikhanesi, günümüzde az veya çok cemaate sahip
olmasıyla değil, bir "İdeolojinin" en eski
temsilcisi ve sürdürücüsü olarak "Statefik" önemi
itibariyle değerlendirilen bir kurum ve merkezdir.
Sıra geldi "Ekümenik Patrik" olur mu sorusuna.
Bilindiği üzere İstanbul Fener Rum Patrikhanesi'nin
ruhani lideri /. Bartbolemeo kendisinin bu sıfatla
kabul edilmesini istiyor ve bu alanda yoğun
çalışmalar yapıyor. En son 19 Nisan 1994'de AB
Parlamentosu'nda bu sıfatla bir konuşma yaptı.
"Ekümenik Patrik" sıfatını ilk kullanan Patrik
Johan'dır. İstanbul Patriği, o güne kadar Baş
Piskopos olarak tanınır ve kabul görürken kendi
topladığı bir Synod'da (Din Meclisi) kendisine
Ekümenik Patrik denilmesini karara bağlatmıştır. M.S.
587/88 yılında İstanbul'da toplanan bu Synod'da
Patrik "Acul" Johan, o sırada Papa olan 2.
Pelagius'a karşı kendisine bu sıfatı yakıştırmış ve
güç yarışına girmiştir. Papa, rakibinin bu sıfatı
aldığını duyunca derhal harekete geçmiş ve
Bizans'taki delegesine {apocrisrarius denilir) emir
vererek Hıristiyanlığın en önemli töreni olan
Eacaıiste (Şarap ve Ekmek töreni) katılmasını
yasaklamış ve kendisini Ekümenik ilan etmiş bir
Patrik'in yöneteceği dinsel-kilise ayinlerinin
Hıristiyanlığa aykırı (Şirk) olacağını duyurmuştu.
Pelagius'tan sonra Papa seçilen Gregory de, Acul
Johan'm bu sıfatı kullanmasına şiddetle karşı
çıkmıştır. Gregory, Patrik'in bu sıfatı
kullanmasını kilise konseylerinin yasalarına ve
Canon denilen içtihadlara aykırı olduğunu da
vurgulamıştı. Bugün Vatikan diye bilinen o günkü
Roma Kilisesi'nin başı Papa, Acul Jo-han'ı bu
girişiminden ötürü suçlamış ve İsa'nın yolundan
ayrıldığını vurgulayarak kendisinin "Anti-Christ -
Deccal" in öncüsü olduğunu tüm Hıristiyan Alemi'ne
ilan etmişti.
Papa Gregory, bu kadarla kalmamış ve şikayetini
İmparator Maurice'e de iletmiştir. İmparator bunun
üzerine İstanbul'daki Patriki önemsemediğini
vurgulayarak aynen "Böyle budalaca bir kelime
yüzünden iki kilisenin arası bozulmamak" demiştir.
Bunun üzerine Acul Johan, kendi kendisine taktığı bu
sıfatı kullanmayı sürdürmüştür. Johan 595'de ölünce
yerine Patrik yapılan Cyriacus (595-603) de aynı
sıfatı kullanmış ve Kadıköy Konseyi diye bilinen din
meclisinin kararlarına sadık kalan patrikler
tarafından bu sıfatla anılmıştır.
Katolikler ise Ekümenik kavramını, çeşitli zaman
aralıklarıyla toplanan Konseyler için
kullanmaktadırlar, Patrik'in şahsı için değil.
Örneğin Hıristiyanlık tarihinde çok önemli anlam ve
rolleri alan Toledo Konseyleri'nden 4. (634) 6.
(638) 11. (675) ve 15. (693) Konseyler, Ekümenik
konseyler olarak anılmaktadırlar. Bu konseylerde
Bizans'ın ruhani önderinden bırakın Ekümenik diye
söz edilmesini "Patrik" dahi denilmemiş ve sadece
İstanbul Kilisesi'nin Baş Piskoposu (Archbishop)
denilmiştir.
Son Söz : Türkiye gittikçe daraltılan bir Ortodoks
ekseni içinde tutulmaktadır. Fener Patrikhanesi, bir
"Devlet içinde Devlet" statüsüne doğru
yönlendirilmekte, Ege kıta sahanlığı, 12 Mil,
Kıbrıs, Gümülcine sorunları bu oluşuma
eklemlenmektedir. Önümüzde çok sıkıntılı bir dönem
beklemektedir. Bizantine Commonvvealth, neredeyse
kurulmak üzeredir. Bizden uyarması...
|