Üçüncü Dalga
Gazeteci, Yazar Rahim Er
Öncesi nerelere dayanır; bilmiyonız... ama otuz-kırk
yıl evvelinde hatta adına "beyin yıkama" bile
diyebileceğimiz şiddetli bir propagandanın
muhataplarıydık. Propagandada iki şey karalanıyordu;
'Kocakarı ilaçları' ve 'üfürükçülük'.
Mekteplerde 'eskiyi unut yeni yolu tut/ Türklüğe
umut sensin çocuğum' derken beraberinde bir çok
şeyle beraber bu karalamalar da yapılıyordu. Halbuki
eskiyi unutmak ne mümkün? 'Eski' denilip de çöp
sepetlik buruşuk kağıt hükmünde görülen mazi ve
şahsiyet ismi ile tarifidir. Oysa 'sakın eskiyi
unutma, istikbalde de ümidimiz sen ol!..' demek
lazım gelmez miydi?.. Zira böyle olmak her yeni
neslin mecburi ödevidir.
'Kocakarı ilaçları' diye karalananlar tabii tedavi
metodlanydı. Onlar, yüzlerce yıllık tecrübenin
birikimi zengin bir halkiyat teamülü ile zamandan
zamana devredilerek yirminci asrı bulmuştu...
tohumlarla, çiçeklerle, ağaç öz, kök ve kabukları ve
bin türlü baharatla eli hünerli-ağzı dualı marifet
sahipleri sayesinde halk hekimliğimiz, Türk mutfağı
gibi zengindi, işte o insafsız "kocakarı ilacı"
ithamı, bu serveti perişan etti. En azından elli
yıl bu karalamanın ceremesini çekti ki... ancak
yanm asır sonra aklımız başımıza gelebildi.
Üniversal ilaç fabrikalarının fena oyununa
gelmiştik. Kapitalizm, öğretmeni, doktoru ve yazarı
ile bütün bir aydın sınıfı daha çok kazanma
iştihasında basbayağı kullanmıştı. Bu kullanılmışlık
veya daha gerçeği aldatılmışlıkla dolaplarımız,
çekmecelerimiz ve en kötüsü de vücutlarımız ilaç
deposu olmuştu... doktora gittiğimizde muayene
olduğumuz meslek sahibi, şayet bize ilaç yazma
gereğini duymazsa hemen gözümüzden düşer ve 'bu
nasıl doktor bir şeyden anlamıyor?' damgasını yerdi.
Onlar da bu mânevi baskıyı bildikleri için torba
torba ilaç yazdılar. Üç hapla iyileşecek hastaya
şişelerle ilaç verildi. Bol lâf yapan ve çok ilaç
yazan tabibi makbul ve mesleğinde ehil saydık.
.. .yani biz yanyana yaşatma zenginliğini
geliştirememiştik. Sonunda hem sıhhatimizden hem
paramızdan hem de mutfağımız kadar zengin bir
folklorumuzdan olmuştuk. Oysa modern ilaç
teknolojisi ile geleneği banşık yapabilirdik. Bu
basit başarıyı gösterememek bir güzel san'atı da
tezgâhtarlık şekline soktu. Şu şartlarda eczacılık
fakültelerinde dört-beş yıl dirsek çürütmek meslekî
tatmin olarak neticesini veriyor mu acaba? Kaç
eczacı ilaç yapmasını biliyor?
Kapitalist çıkarcılığın tu kaka gözden düşürdüğü o "kocakan
ilaçları" denen mübarek gelenek tababeti, son onbeş-yirmi
yılda insanların artık ilaçlardan bıkmaları sonucu
tedrici bir dönüş yaptı.
Önce bu dönüş engellenmek istendiyse de sonra
hakettiği yeri aldı. Şimdi nebatat mahsullerinin
satıldığı dükkânlar "eczahaneler" kadar şık.
Bazıları daha da üstün. Bu seyrin en hoş tarafı ise
artık o otların, baharatın, Tıbbi Nebevî tedavi
malzemelerinin eczanelerde de satılmaya
başlanmasıdır. Şimdi eczane vitrinlerinde sadece
ilaç kutuları yok; asırların birikimi de var.
İlaç birinci dalgaydı. İkinci dalga şifalı
bitkilerin dönüşüdür.
Üçüncü dalga ise dua.
'Üfürükçülük' diye ihtiyaç sahiplerini duadan
uzaklaştırdılar... ama şimdi insanlar yeniden duaya
sığınıyor. 'Kocakarı ilacı' aşağılaması gibi
'üfürükçülük' yalanı da toplum tarafından
çürütülmüştür. Allahü Teâlâ, dilerse bir hapta,
dilerse bir bitki özünde, dilerse bir
ayet-i kerîmede şifa yaratır. O, her şeye kadirdir.
Sizin de dikkatinizi çekmiş olmalı. Şimdi insanlar,
vedalaşırken birbirlerinden dua istiyorlar. .. bu
aynı zamanda bir âciz kul olmanın ikrarı.
Lütfen bize dua buyurunuz efendim...
|