Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Uluslararası İktisadi İşbirliği Şekilleri Türkiye'nin Avrupa Gümrük Birliğine Girişi 

Abdullah Gül 

I. Teoride Uluslararası İşbirliği Şekilleri

Koloni zamanlarının devamı olan aynı "para bölgesi" içinde yer almaktan ileri gelen iktisadi birleşmeler ile ülkeler arasındaki tica­retin hacmini artırmak ve ortak projeleri ger­çekleştirmek için yapılan iktisadi işbirliği an­laşmalarını bir yana bırakacak olursak, iktisa­di işbirliği şekillerini üç ana gruba ayırmak mümkündür. Bunlar: 

1.  Serbest Ticaret Bölgeleri

2.  Gümrük Birlikleri

3. İktisadi Bütünleşmeler 

Bu üç ana işbirliğinin teorik ilke ve ya­pılarını kısaca şöyle özetleyebiliriz:

Ülkeler arasında serbest ticaret bölgele­rinin kurulmasında esas amaç, üyeler arasın­daki ticaretin tamamen serbest hale getirilme­sidir. Bunun için üyeler arasındaki ticareti kı­sıtlayıcı tedbirler, kotalar ve gümrük tarifeleri kaldırılarak bölge içinde mal ve hizmetlerin serbestçe yer değiştirmesi sağlanır. Böylece bölge içinde üretilen mal ve hizmetler için bir­leştirilmiş tek bir piyasa meydana getirilmiş olur. Serbest ticaret bölgelerinde dışarıda ka­lan ülkelere karşı konmuş ortak bir gümrük tarifesi yoktur. Her ülke kendine göre değişik iktisat politikaları gütmekte serbesttir. 

Gümrük birlikleri serbest ticaret bölge­lerinin daha ileri bir safhasıdır. Birliği meyda­na getiren ülkelerin arasında mevcut ticareti engelleyen tedbirler ve gümrük tarifeleri kal­dırıldığı gibi dışa karşı da müşterek bir güm­rük tarifesi uygulanır. Gümrük Birliğinde önemli bir mesele, dışa karşı uygulanacak or­tak tarifelerin tesbitidir. Bu ortak tarife, birliğe üye ülkelerin mevcut gümrük tarifelerinin arit­metik ortalamaları alınarak hesaplanır. Güm­rük birliğinin kuruluşuna müsaade eden GATT ilkeleri yeni ortak tarifenin birliği teşkil eden ülkelerin ortalama tarifelerinden yüksek olmaması doğrultusundadır. 

İktisadi işbirliği şeklinin en ileri derece­si iktisadi bütünleşmelerdir. Genellikle siyasi birleşme ve kaynaşma ile birlikte gerçekleşti­rilen bütünleşmelerde gümrük birliklerindeki şartlardan daha ileri gidilerek bir taraftan ülke­ler arasında üretim faktörleri seyyaliyetini sağ­layan tedbirler getirilmekte, diğer taraftan para ve maliye politikaları ile sosyal politikalar be­raber yürütülmektedir. Bu durumda üye ülke­lerin sadece dış ekonomi politikaları kısıtlan-mamakta, aynı zamanda iç ekonomi politika­larındaki uygulamalar da bağımsızlıklarını kaybetmektedir. 

Yukarıda kısaca izah edilen iktisadi iş­birliği hareketlerinin etkileri de farklı olmakta­dır. Bu etkiler statik ve dinamik etkiler adı al­tında uluslararası iktisat kitaplarında anlatıl­maktadır. Statik çerçeve içinde meselenin esa­sı, işbirliği neticesinde üye ülkeler arasında, yeni bir ticaretin mi yaratıldığı, yoksa mevcut ticaretin yön mü değiştirildiğinin izahıdır. Gümrüklerin kaldırılması ile birlikte, bölge içinde üretime "mukayeseli maliyetler" esas alınarak devam edilecektir. Bu her nekadar ti­caret yaratıcı bir etki yapacaksa da birbirleriyle eşit olmayan ekonomilerin birleşmesinde, uzun vadeli olarak ekonomik seviyesi yetersiz olan ülkelerin aleyhine gelişecektir. 

İktisadi işbirliğinin dinamik faydalarının en önemlisi ise, gümrüklerin kalkması ile bü­yük piyasaların meydana getirilmesidir. Büyük piyasa ise prodüktivite artışını teşvik eden en önemli unsurdur. Bir ekonomide prodüktivite artışları ise, ölçek verimliliklerinin artmasına, rekabetin, kalitenin ve fiyatların düşmesine se­bep olacaktır. 

II. Türkiye'nin Avrupa Gümrük 

Birliğine Girişi 

Türkiye'nin 12 Eylül 1963 tarihinde AET ile imzaladığı Ankara Anlaşması ile başlayan daha sonra Avrupa Topluluğu (AT) ve Avrupa Birliği'ne (AB) dönüşen ülkeler topluluğu ile yaptığı anlaşmalar çerçevesinde ilişkileri 8 Kasım 1992 tarihinden itibaren yeni bir anlayış içerisinde ele alınmaya başlanmış ve Türki­ye'nin AB ile Gümrük Birliği Çerçeve Anlaş­ması 6 Mart 1995 tarihinde Brüksel'de imza-lanmıştır. Bu anlaşma Strasbourg'da Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edildikten son­ra geçerli olacak ve üyelik tamamlanacaktır.

Arılaşmanın Türkiye'ye yansıması, ba-sın-yayın ve TV'lerdeki anlatılış tarzı tamamen politize edilmiş ve tek sesli bir propagandanın devam ettirildiği görülmüştür. Önümüzdeki yılların, tüketim ekonomisi içerisine girmiş bir ülkede, reklamcılık sektörünün ne kadar göz­de olacağı düşünüldüğünde, medyanın bu pembe propagandadaki gayretleri daha iyi an­laşılmaktadır. Yukarıda teorik olarak özetle­diğimiz ekonomik işbirliği şekillerinden, sanki serbest ticaret bölgesi anlaşması yaptığımız havası yaratılmıştır ve sadece üye ülkeler ara­sındaki gümrüklerin sıfırlanması göz önüne getirilmiştir. Gümrük birliğinin en önemli vasfı olan Ortak Gümrük Tarifeleri (OGT) adeta Türkiye açısından söz konusu değilmiş ve Tür­kiye sanki üçüncü ülkelere karşı Topluluğun OGT'lerini uygulama mecburiyetinde kalma-yacakmış gibi bir intiba yaratılmıştır. 

Bizce Türkiye açısından bu anlaşmanın en önemli tarafı budur. Çünkü Türkiye bir BE- NELUX ülkesi değildir. Tarihi gerçekler itibariyle tabii olarak Türkiye dışındaki potansiyeli büyük olan bir ülkedir. Aradaki sun'i demir perdeler kaldırıldığında hakiki anlamda Adri­yatik'ten- Çin Denizi'ne kadar potansiyel arz eden bir gerçekle Türkiye yüz yüzedir. Güm­rük birliğinin OGT kısmı Türkiye'nin bu çıkar­larını değerlendirme imkanını ortadan kaldır­maktadır. 

Türkiye'nin ECO (Ekonomik İşbirliği Teşkilatı) çerçevesinde İran, Pakistan, bütün Türk Cumhuriyetleri ile geliştirdiği dış ekono­mik ilişkiler, OGT gereği anlamsızlaşacaktır. Halbuki RCD gibi uzun bir geçmişi olan ve Türk Cumhuriyetlerinin bağımsız olup ECO'ya katılmalarıyla, bu bölgede yeni bir dönem başlamıştır. ECO Ortak Yatırım ve Kalkınma Bankası gerçekleştirilmek üzere olup, bölgede gümrüklerin tedricen indirilmesine de başlan­mıştır. Yapılan GB anlaşmasında bu konuların muğlak bırakıldığı görülmektedir. Bu haliyle Gümrük Birliği Anlaşması ile Türkiye'nin dış ekonomik ilişkileri Brüksel'in ipoteği altına alınmıştır. Bu sadece ECO veya diğer İslâm ül­keleri değil, Uzak Doğu ve Güney Asya, Pasi­fik ülkeleri ve Amerika için de geçerlidir.

Üzerinde önemle durulması gereken nokta, büyük bir piyasanın ortaya çıktığının görülmemesi veya rekabetten kaçılması değil, fakat rekabet edebilme imkanları farklı toplu­lukların dengesiz birleşimidir. OGT, tesbit edi­lirken teoride izah ettiğimiz gibi üye ülkelerin ortalaması dikkate alınacaktır. AB mevcut üye­leri ile Türkiye'nin ekonomik göstergeleri yan yana konduğunda bu acı gerçek ortaya çıka­caktır.

1963 Ankara Anlaşmasından beri hazır­lık ve geçiş süreleri diye ifade edilen yılların nasıl harcandığı ve Türk ekonomisinin rekabet şartlarına hazırlanmadığı, birleşmeden çıkacak olumsuzlukların ana sebebidir. Yoksa baş ta­rafta izah ettiğimiz ekonomik birleşmelerin müsbet neticeleri ile çelişki içine düşeriz. 

Türkiye, AB'ye tam üye olmadan Güm­rük birliğine giren tek ülke olması bakımından da ayrıcalık göstermektedir. Halbuki İspanya, Portekiz ve Yunanistan uzun bir hazırlık döne

mi içinde ekonomilerini rekabet edebilir duru-ma getirirken AB'den İspanya 55 milyar, Yu­nanistan 35 milyar ve Portekiz 17 milyar dolar mali destek almışlardır. Bu desteğin bir kıs­mının hibe olduğu düşünüldüğünde, Türkiye' nin son anlaşmayla beklediği 35 milyar dolar­lık borcun önemsizliği ortaya çıkmaktadır.

Sonuç 

Bütün bu şartlar altında Türkiye'nin Av­rupa Gümrük Birliğine girişi, ekonomik ol­maktan ziyade siyasi ve ideolojiktir. İdeolojik tavır, Türkiye ve Avrupa için de geçerlidir. Şöyle ki, Türkiye Tanzimat Fermanı'nda Mus­tafa Reşit Paşa ile başlayan batılılaşma zihniye­tiyle aslında Türk Milletinin kendi değerlerin­den, kimliğinden ve kültüründen uzaklaşması hedef alınmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Jakoben üslupla yapılan devrimler ve AB ma­cerası bu zihniyetin devamıdır. Bu zihniyet, halka duyarlı olmadığı için hep önemli karar­ları emri vaki şeklinde almıştır. Bu sebepledir ki Cumhuriyet tarihinin en önemli dış anlaş­ması imzalanmadan önce halka gereği gibi ta­nıtılmamış ve halkın görüşü alınmamıştır. Hal­buki AB ile ilgili aynı mahiyeti arz eden anlaşmalar, Fransa'da, Danimarka'da, İsviçre'de, İrlanda'da, Norveç'te hep referandumla alın­mıştır. 

Avrupa açısından ise AB bir hıristiyan medeniyetinin eseri olarak görülmekte ve bu kimliği ihtiva eden ülkeleri hedeflemektedir. Bu sebeple 1963 Anlaşmasına rağmen Türki­ye'nin AB'ne tam üye alınması Avrupa açı­sından söz konusu değildir. AB'nin 2010 yılın­daki 27 üyeli projeksiyonunda üç Baltık ülkesi Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya ve Macaristan, Çekoslovakya gibi eski komünist ülkeler sa­yıldığı halde Türkiye zikredilmemektedir. 

Fakat Avrupa tarihi çıkarları gereği Tür­kiye'yi kendi başına bırakamıyacağı için, Gümrük Birliği mekanizması ile Avrupa yö­rüngesine oturtmak istemiştir. Bu bakımdan Türkiye'nin Gümrük Birliğine alınacağı zaten Essen'de kararlaştırılmıştı. Fakat Türkiye ideo­lojik tavrından dolayı bunu görmemiş ve Kıb­rıs konusunda taviz verme durumuna düşmüş­tür. 

Görüldüğü gibi Türkiye'nin Gümrük Birliğine girişi ekonomik nedenlerden ziyade siyasi ve ideolojiktir. Bunun da Türk ekonomi­sine getireceği katkılar çok meçhuldür.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005