|
Üretimden Gelen Güç
Emekçilerin
sıkça başvurdukları, '"Üretimden Gelen Güç" sloganı
önceleri gerçekten önemli idi. Zira, üretimin içinde
ö-nemli bir paya sahip olan canlı emek, grev gibi
direnişlerle üretimi sekteye uğratıp, sermaye
karşısındaki pazarlık gücünü artırabiliyordu.
Üretimi denetleme gücünü elinde tutan emek, örgütlü
mücadelesinde etkili oluyor ve üretimden hiç de fena
olamayan bir pay alabiliyordu.
Günümüzde emekçinin konumu oldukça
değişmiştir. Bu değişim, bir yandan sermaye
cephesindeki, diğer yandan da emek cephesindeki
oluşumların bir sonucudur. Sermaye cephesindeki
birinci oluşum, yoğun bir cansız emek birikimi ve
teknolojik gelişme sonucunda sermayenin güçlenmesi
ve üretimin içinde giderek büyük bir paya sahip olur
bir konuma gelmesidir. Günümüz teknolojisi o denli
ileri düzeye ulaşmıştır ki, artık yoğun emeğe
gereksinim olmadan, üretim sürdürülebilmektedir.
Bilgisayar denetimli robotlar gibi teknikler, üretim
alanında cansız emeğin çalışan emeğe mutlak
hakimiyeti olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sermaye cephesindeki ikinci oluşum, sermayenin
globalleşmesi ve üretim merkezlerini hızla
kaydırabilir bir düzeye ulaşmasıdır. Bu aşamada,
ulusal düzeyde emekçi eylemleri sonuçsuz kalmakta ve
sermayenin gücü kanıtlanmaktadır. Bir ülkede üretim
durdurulduğunda, sermaye, diğer ülkelerdeki
branşlarına başvurmakta ve böylece piyasa payını
koruyabilmektedir. Sermayenin bu manevrası,
gelişmekte olan ülkelerin hem üretim hem de
istihdamına katkı yaptığından, iki ülkedeki
emekçiler birbirlerine rakip konuma getirilmiş
olmaktadır.
Diğer taraftan kâr hadleri sıkışırken yapılan yüksek
ücret talebi, bir yandan yatırımları geriletirken,
diğer yandan da tasarrufları törpüleyecektir. Zira.
yaratılan artık değerin ne kadar büyük bölümü ücret
ödemesine giderse, kapitalist sistemde tasarruflar
o kadar erir. Çünkü, bu sistemde tasarruf ücretten
değil, kârdan yapılır. Dolayısıyla, üretim
maliyetleri içinde ücretin payının artması, böyle
bir yapı ve yaklaşım çerçevesinde gerçekten
tehlikelidir.
Biraz ahlak sahibi bir iktisatçı, bunları yazarken
derin bir üzüntüye kapılır. Çünkü, bütün bunlar,
mutlak kurallar olmayıp, belirli koşul ve yapılarda
ortaya çıkan olgu ya da sonuçlardır. Başka yapı ve
koşullarda başka sonuçlar ortaya çıkar. İşte iktisat
eğitimi bu nedenle yansız olmayıp, ideoloji
içeriklidir.
Dünyanın haline bir bakalım. Sermaye var, teknoloji
var, birikim var, fakat insanlar nerede ise
birbirlerini yiyecekler. Demek ki, eksik olan
birşey var. Eksik olan şey sosyo-ekonomik
alt-yapıdır. yani üretim ve bölüşüm ilişkileridir.
Teknoloji bu hızda ilerledikçe, sermaye mülkiyeti
kapitalist doku içinde tanımlandıkça, giderek işsiz
sayısı artar ve gelir dağılımı bozulur. Batı
ekonomileri, şimdilik çevre ekonomilerini sömürerek,
günü kurtarmaktadır. Fakat, finans-kapital
aşamasında, üretici sermayenin de kaynağı
kurudukça, Batı kapitalizmi daha da sıkışacaktır.
Bu sıkışma, çevreden merkeze doğal giderek daralan
bir çember içinde oluşacaktır.
Sonuç olarak, düşünce ve eylem paradigmamızı
değiştirmek zorundayız. Üretim ve bölüşüm
ilişkilerini mutlaka yeniden gözden geçirip, yeni
bir açılım modeli bulunmalıdır. Kapitalist dünyada
olduğu kadar, kollektivist dünyadaki değişimler de
bugün bize fevkalade zengin bir malzeme
sunmaktadır. Bu zenginliği, dünyayı mutlu bir
ekonomik ortama dönüştürmede kullanmalıyız.
|