Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Üretimden Gelen Güç 

Emekçilerin sıkça başvurdukları, '"Üretimden Gelen Güç" sloganı önceleri gerçekten önemli idi. Zira, üretimin içinde ö-nemli bir paya sahip olan canlı emek, grev gibi direnişlerle üre­timi sekteye uğratıp, sermaye karşısındaki pazarlık gücünü artırabiliyordu. Üretimi denetleme gücünü elinde tutan emek, ör­gütlü mücadelesinde etkili oluyor ve üretimden hiç de fena ola­mayan bir pay alabiliyordu. 

Günümüzde emekçinin konumu oldukça değişmiştir. Bu değişim, bir yandan sermaye cephesindeki, diğer yandan da emek cephesinde­ki oluşumların bir sonucudur. Sermaye cephesindeki birinci oluşum, yoğun bir cansız emek birikimi ve teknolojik gelişme sonucunda sermayenin güçlenmesi ve üretimin içinde giderek büyük bir paya sahip olur bir konuma gelmesidir. Günümüz teknolojisi o denli ileri düzeye ulaşmıştır ki, artık yoğun emeğe gereksinim olmadan, üretim sürdürülebilmektedir. Bilgisayar denetimli robotlar gibi teknikler, üretim alanında cansız emeğin çalışan emeğe mutlak hakimiyeti olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Sermaye cephesindeki ikinci oluşum, sermayenin globalleş­mesi ve üretim merkezlerini hızla kaydırabilir bir düzeye ulaşma­sıdır. Bu aşamada, ulusal düzeyde emekçi eylemleri sonuçsuz kalmakta ve sermayenin gücü kanıtlanmaktadır. Bir ülkede üre­tim durdurulduğunda, sermaye, diğer ülkelerdeki branşlarına başvurmakta ve böylece piyasa payını koruyabilmektedir. Ser­mayenin bu manevrası, gelişmekte olan ülkelerin hem üretim hem de istihdamına katkı yaptığından, iki ülkedeki emekçiler birbirlerine rakip konuma getirilmiş olmaktadır. 

Diğer taraftan kâr hadleri sıkışırken yapılan yüksek ücret ta­lebi, bir yandan yatırımları geriletirken, diğer yandan da tasar­rufları törpüleyecektir. Zira. yaratılan artık değerin ne kadar büyük bölümü ücret ödemesine giderse, kapitalist sistemde tasar­ruflar o kadar erir. Çünkü, bu sistemde tasarruf ücretten değil, kârdan yapılır. Dolayısıyla, üretim maliyetleri içinde ücretin payının artması, böyle bir yapı ve yaklaşım çerçevesinde ger­çekten tehlikelidir. 

Biraz ahlak sahibi bir iktisatçı, bunları yazarken derin bir üzüntüye kapılır. Çünkü, bütün bunlar, mutlak kurallar olmayıp, belirli koşul ve yapılarda ortaya çıkan olgu ya da sonuçlardır. Başka yapı ve koşullarda başka sonuçlar ortaya çıkar. İşte iktisat eğitimi bu nedenle yansız olmayıp, ideoloji içeriklidir. 

Dünyanın haline bir bakalım. Sermaye var, teknoloji var, bi­rikim var, fakat insanlar nerede ise birbirlerini yiyecekler. De­mek ki, eksik olan birşey var. Eksik olan şey sosyo-ekonomik alt-yapıdır. yani üretim ve bölüşüm ilişkileridir. Teknoloji bu hızda ilerledikçe, sermaye mülkiyeti kapitalist doku içinde ta­nımlandıkça, giderek işsiz sayısı artar ve gelir dağılımı bozulur. Batı ekonomileri, şimdilik çevre ekonomilerini sömürerek, günü kurtarmaktadır. Fakat, finans-kapital aşamasında, üretici serma­yenin de kaynağı kurudukça, Batı kapitalizmi daha da sıkışacak­tır. Bu sıkışma, çevreden merkeze doğal giderek daralan bir çember içinde oluşacaktır. 

Sonuç olarak, düşünce ve eylem paradigmamızı değiştirmek zo­rundayız. Üretim ve bölüşüm ilişkilerini mutlaka yeniden gözden geçirip, yeni bir açılım modeli bulunmalıdır. Kapitalist dünyada olduğu kadar, kollektivist dünyadaki değişimler de bugün bize fev­kalade zengin bir malzeme sunmaktadır. Bu zenginliği, dünyayı mutlu bir ekonomik ortama dönüştürmede kullanmalıyız.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005