Ekonomi ve Vergi Politikaları Bağlamında Bir
Reformun/Deformun Anatomisi
İlhan Hatipoğlu - Maliye Bakanlığı Gelirler
Kontrolörü
1- Giriş
İnsanlık tarihinde anayasal demokrasi mücadelesi;
yönetenle yönetilen arasında vergi konusunda çıkan
ihtilafla başlar. İngiltere'de Kralın yeni getirdiği
vergilere karşı çıkarak ayaklanan halk, 1215
yılında, ilk anayasal metin olarak kabul edilen
Magna Carta sözleşmesi ile kralın vergilendirme
yetkisini sınırlar. Artık vergiler Kralın keyfine
göre değil, yapılan sözleşme çerçevesinde
a1inabilecektir. Ancak bu da yetmez. 15 yıl sonra
sözleşme çerçevesinde toplanan verginin nereye
harcandığı da halk tarafından gündeme getirilir ve
neticede devletin harcamalarının nereye ve nasıl
yapılacağı da ortaklaşa kararlaştırılır. İşte
ikinci bin yılın sonunda, üçüncü Milenium'un başında
ekonomisi ve siyaseti ile Türkiye'nin gelip
dayandığı nokta budur. Yönetenle yönetilenler
I, bir araya gelip, vergilerin kimlerden ve ne kaz.
dar alınması gerektiğini, bu vergilerin nereler.e ve
nasıl harcanması gerektiğini bir uzlaşma ile
belirlemek durumundadır. İnsanoğlunun anayasal
demokrasi mücadelesinin başına dönüp vergi ve
harcama politikalarını yeniden oluşturmak
kaçınılmaz hale gelmiştir.
II - Vergi Reformu; Karşı Çıkmak İhanet miydi,
Ertelemek Kurtarıcılık mı?
29 Temmuz 1998 tarihli Resmi Gazete' de yayınlanan
4369 sayılı Kanun ile 15 ayrı vergi kanununda
çeşitli değişiklikler gerçekleştirilerek Türk Vergi
Sistemi'nde düzenlemeler yapılmıştır. 9-10 ay süren
Kanun'un hazırlık sürecinde işçi ve işveren
temsilcilerinin de bulunduğu Ekonomik ve Sosyal
Konsey de dahil olmak üzere konuyla ilgili her
kesim; akademisyenler, uzmanlar, siyasiler, yazılı
ve görsel medya kuruluşları kanun taslağını enine
boyuna değerlendirmişler, görüşlerini
açıklamışlardı. Bu süreç içerisinde çok cılız
denilecek birkaç muhalif ses dışında büyük bir
mutabakat ortaya çıkmış, Türk vergicilik tarihinde
ilk defa bir vergi düzenlemesi bu denli toplumsal
destek bulmuştu. Hatta bazı köşe yazarları bu
reformun ekonominin kurtulması için tek yol
olduğunu ve buna karşı çıkanların vatana ihanet
ettiklerini ifade edecek kadar ileri gitmişlerdi.
Reformun hazırlayıcıları, hedeflerini, "vergi
tabanının genişletilmesi, vergi adaletinin
sağlanması, kayıt dışı ekonominin kayda alınması,
sisteme basitlik ve açıklık getirilmesi ve sistemin
ekonomimize uyumlu hale getirilmesi" şeklinde
açıklamışlardı.
Getirilen düzenlemelerin en önemlileri ise; gelirin
tanımı değiştirilip her türlü harcama ve tasarruf
gelirin unsuru sayılacak, 30 Eylül günü mali milat
olarak kabul edilip, kişilerin ve kurumların mevcut
varlıklarının kayda geçmesi sağlanacak, bundan
sonra yapılan harcamalarda "nereden buldun" diye
sorulabilecek, faiz gelirlerine stopajla
yetinilmeyip beyan zorunluluğu getirilecek ve
şirketler üçer aylık bilanço çıkarıp peşin vergi
ödeyeceklerdir. Bu arada medya gruplarının tasarıya
desteğini sağlayan, ancak teknik bir madde olduğu
için başkalarınca anlaşılamayan bir düzenleme ise
elektronik ve beyaz eşya gibi yüksek KDV oranlı
malları promosyon olarak veren gazetelere KDV
iadesi imkanı veren tasarının 61. Maddesi'ydi. Bunun
yanında hayat standardı esası 1.1.2000 tarihinden
itibaren kaldırılıyordu.
Yeni düzenlemeler ilk darbeyi mali milat ile aldı.
30.9.1998'e kadar 60-70 milyar USD' nin kayıt altına
alınması beklenirken ancak 4 milyar USD bankalara
yatırıldı. Bu beklenenin çok altında bir rakamdı ve
kayıt dışı ekonominin kayıt içine alınması hedefi
baştan tutturulamamıştı. Bunun en büyük nedeni mali
mil at sonrası "Nereden Buldun" sorusunun servet
vergisi çağrışımları yapması vatandaş devlet
arasındaki güveninin yeterince oluşmaması
gösterilebilir.
Peki bu reform vergi gelirlerini ne şekilde
etkiledi? Reformun gelir azaltıcı (vergi
oranlarında indirimler gibi) hükümleri sonuçlarını
gösterdi, ancak gelir artırıcı düzenlemeleri netice
vermedi. 1999 yılının ilk 6 ayında vergi gelirleri,
geçen yılın aynı dönemine göre %50.6 düzeyinde bir
artış sağladı. Enflasyon ise Temmuz 1999 sonu
itibariyle tüketici fiyatlarında 0/065, toptan
eşyada ise %52.4 olarak gerçekleşti. Yani vergi
gelirlerindeki artış, resmi enflasyon rakamlarının
bile gerisinde kalmış durumda. Bu yıl Hayat
Standardı Esasına göre vergi alındığı, gelecek
yıldan itibaren alınmayacağı dikkate alınınca
durumun vahameti daha da artmaktadır.
Vergi reformu ve özellikle mali milat uygulaması
ile beklenen gelir artışı ve kayıt dışı ekonominin
kayıt içine alınması gerçekleşmediği gibi, yaklaşık
30 milyar USD'lik bir tutarın da Nereden Buldun
sorusuna muhatap olmamak için yurt dışına çıktığı
tahmin ediliyor.
Güney Asya ve özellikle Rusya'nın içine girdiği
ekonomik kriz Türkiye'yi de doğrudan etkiledi. Bavul
turizmi 1999 yılının ilk dört ayında önceki yılın
aynı dönemine göre % 59.8 azaldı. İhracat gelirleri
ise %8 oranında düştü. Dış dünyadaki bu krizin
etkisine mali milat ve Nereden Buldun düzenlemeleri
ile yurt dışına
giden 30 milyar USD ve yastık altında tutulduğu
halde ekonomiye sürül(e)meyen paraların getirdiği iç
daralma da eklenince Ülke ekonomisi kendini ciddi
bir krizin içinde buldu.
İhracatta ki ve iç talepteki daralma sanayi ve
ticaret kesiminde ciddi sıkıntılara yol açtı.
Fabrikalar kapanıyor, kapanmayanlar da
kapasitelerinin çok altında üretim yapıyor ve
binlerce işçi işsiz kalıyordu. Karşılıksız çıkan
çeklerde ve protesto edilen senetlerde çok önemli
artışlar olmuştu.
Bütün bu gelişmeler neticesinde başlangıçta vergi
reformunu ülke ekonomisinin tek kurtuluş yolu olarak
gören ve karşı çıkanları vatana ihanet ile itham
edenler de dahil olmak üzere, reformun sonuçlarından
etkilenen herkesi reformdan şikayetçi olmaya
başlamıştı. Reformu gerçekleştiren 3 siyasi partiden
ikisi yine koalisyon ortağı idi, ama gelen itirazlar
karşısında vergi reformu, çıkışından tam bir yıl
sonra Temmuz 1999'da yeniden ele alınmak durumunda
kaldı. Bir yıl önce ekonomi için tek kurtuluş yolu
olarak gösterilen vergi reformunun bir yıl sonra
değiştirilmesi ve ertelenmesi ekonomiyi kurtaracak
bir yol olarak gösterilmeye başlandı. Prof. Dr.
Osman Altuğ'un da aralarında bulunduğu bir grup
akademisyen ve yazar düzenlemelerin reform değil
der, form olduğunu düşündüklerini açıkladılar.
Gelişmeler tıpkı sosyal güvenlik reformunda yaşanan
süreçlere benziyordu. 1992'de 50-55 olan emeklilik
yaşını20-25 yıl hizmet sürecine (38-43 yaşa) ve
5000 prim ödeme gününe çeken zamanın hükümeti, bu
"reformu" ülke ekonomisi ve işsizlik probleminin
çözümü için vazgeçilmez çıkış yolu olarak
göstermiştir.
1999'da ise emeklilik yaşı 60-62 (ya da 58-60)'
olmazsa ekonominin batacağı, devletin emekli maaşı
ödemeyeceği şimdiki hükümet tarafından kamuya
açıklandı. Böylece konuyla ilgili her kesimin kafası
biraz daha karıştı ve devlete olan güven biraz daha
törpülendi. Gerek vergi reformunda gerekse sosyal
güvenlik reformunda hangi söylenenler doğru,
anlaşılması zorlaştı.
Neticede hükümet Temmuz 1998'de yapılan vergi
reformunun en önemli düzenlemelerini Temmuz 1999'da
erteleme ve değiştirme kararı aldı. Bu kararların
özeti şöyledir.
- Mali milat ve nereden buldun düzenlemeleri üç yıl
süreyle ertelenecektir.
- Gelirin yeni tanımından eski tanımına
dönülecektir.
- Peşin vergi beyanı ve ödemesi üç aydan altı aya
uzatılacak, kurumlarda peşin vergi oranı
düşürülecektir.
- Faiz gelirlerinde beyan zorunluluğunu kaldırıp
stopajla yetinilenektir.
Bu yeni düzenlemelerin amacı olarak, vergi reformu
sonucunda yurt dışına çıktığı tahmin edilen 30
milyar USD, tekrar ülke ekonomisine kazandırmak, 3
ayda bir bilanço çıkarmak ve peşin vergi ödemek
zorunda kalan firmaları sıkıntıdan kurtarmak, faizde
beyan zorunluluğunu kaldırıp, ürken parayı tekrar
finans kesimine döndürmek olarak açıklanmıştır.
III - Stagflasyon, Faiz Sarmalı, Reel Ekonomi-Sanal
Ekonomi
Temmuz 1999 sonu itibariyle Türkiye'de enflasyon,
toptan eşya fiyatları endeksine göre %52.4'e,
tüketici fiyatları endeksine göre ise o/065'e
ulaşmış durumdadır.
Ekonominin' büyüme hızı negatif (yani ekonomik
küçülme) hale gelmiştir. İşsizlik oranı değişik
tahminlerle %10 ila 20 arasında tahmin edilmektedir.
Maalesef Türkiye ekonomisi, 1999 yılında ekonominin
en korkunç hastalıklarından biri olan enflasyonla
birlikte ekonomik durgunluk (işsizlik) hali olan
stagflasyona yakalanmıştır. Yüksek enflasyon,
yüksek işsizlik ve negatif büyüme (küçülme)nin aynı
anda uzun süre bulunması ekonomik ve sosyal
felaketlere yol açabilecek bir durumdur.
Diğer taraftan, ekonomi ciddi bir faiz kısır
döngüsüne girmiştir. Devletin iç ve dış borç stoku
sürekli artmakta, vadesi gelen ana para ve faiz
ödemelerini vergi gelirleri ile karşılayamadığı
için yeniden borçlanarak ödemek durumunda
kalmaktadır. Ocak- Haziran 1999 döneminde toplanan
vergi gelirleri 5.921 trilyon lira iken aynı
dönemdeki faiz ödemeleri 5.388 trilyon lira olarak
gerçekleşmiştir. Yani Ocak Haziran dönemi vergi
gelirlerinin %91:.i ancak faiz ödemelerini
karşılayabilmiştir. Devlet, Temmuz-Ağustos-Eylül
ödeme planına göre günlük olarak 53 trilyon lira
faiz ödemek zorundadır.
Devlet finansman ihtiyacını dış piyasalardaki
krizin de etkisiyle büyük ölçüde iç piyasadan,
devlet tahvili ve hazine bonoları ihraç ederek
sağlamaktadır. Böylece piyasadaki nakit paranın
önemli bir kısmını devlet borçlanarak almakta,
bankalar ellerindeki fonları ihtiyacı olan
firmalara kredi olarak verme yerine, yüksek faizle
ve tahsilat garantisiyle devlete satmaktadırlar.
Reel faiz %50'lerin üzerinde, vadeler bir yılı
aşmamaktadır. Bu hem şirketlerin nakit sıkıntısına
düşmesine hem de bankaların amaçlarının tamamen
dışında faaliyet göstermelerine yol açmaktadır.
Devlete para satanlar sadece bankalar değil, aynı
zamanda büyük sanayi kurumlarıdır. Yüzde ellinin
üzerinde seyreden reel faizin cazibesine kapılan
büyük sanayi kuruluşları, yatırım, üretim ve ticaret
yerine mevcutlarını faiz geliri elde etmekte
kullanmaktadırlar. İstanbul Sanayi Odası'nın
ülkenin en büyük 500 sanayi kuruluşunun "1998 yılı
kadarının %87.7'si" faaliyet dışı gelirlerden (büyük
ölçüde faizlerden) kaynaklanmıştır.
Gerek ülke ekonomisinin stagflasyon haline gelmesine
neden olan yüksek enflasyon ve ekonomik durgunluk
durum,unun, gerekse
ekonominin faiz sarmalına yakalanmasının en önemli
nedenlerinden birisi devletin bütçe açıkları ve kamu
kesimi borçlanma gereğidir.
Devlet bir taraftan gereği gibi vergi topla(ya)mamakta,
diğer taraftan da bir harcama _disiplini
getiremediği için gelir-harcama dengesi
kurulamamakta, bütçe sürekli açık vermektedir. 1999
yılı bütçe açığı 9.236 trilyon olarak tahmin
edilmiş, Haziran 1999 sonu itibariyle ise açık
4.954 trilyon olarak gerçekleşmiştir. Ocak-Haziran
dönemi vergi gelirleri geçen yılın aynı dönemine
göre %50.6, konsolide bütçe gelirleri % 49.9
oranında artarken, kamu giderlerindeki artış 0/080.7
olarak gerçekleşmiştir.
Devletin' harcama politikaları da ekonomik
prensiplerden uzak gözüküyor. 1978 yılından bugüne
yarım kalmış 5556 projenin toplam değeri 130 milyar
USD dolaylarında. Yarım kalmış bu yatırım
projelerini bitirebilmek için 200 milyar USD'lık bir
kaynak gerekiyor. Bu yatırımların büyük bir
çoğunluğunun ekonomik değil siyasi nedenlerle
başlatıldığı ve bir kısmının yalnızca temeli
atılarak bırakıldığı biliniyor. 1999 yılı
bütçesinden yatırımlara ayrılan tutar ise 4 milyar
USD tutarında. Bu hızla söz konusu yatırımların 50
yılda bitirilmesi mümkün olacak. Plansız teşvik
politikaları ve verimsiz yatırım projeleri çok
önemli bir israf kaynağı haline gelmiştir.
Türkiye'de mevcut makam aracı sayısı 82.000'dir.
Nüfusu Türkiye'ye yakın olan İngiltere, Fransa,
Almanya ve Japonya'nın makam aracı sayısı ise
Türkiye'nin yarısı kadar. Bunlar kamu
savurganlığının boyutlarını göstermek için verilen
yalnızca birkaç örnektir.
Devletin yeterince vergi alamaması ve kamu
harcamalarındaki savurganlık nedeniyle devlet
sürekli borçlanmakta, borçlanma yüksek faizi
getirmektedir. Yüksek faiz işletmelerin finansal
dengelerini bozarak ve maliyetleri artırarak hem
enflasyona, hem de fabrika kapatmalara ve işsizliğe
yol açmaktadır. Yüksek faiz ve yüksek enflasyon hem
gelir dağılımındaki. adaletsizliği artırmakta hem
de kayıt dışı ekonomiyi büyütmektedir.
Yüksek faiz ve enflasyon reel ekonomiyi tahrip
ederken sanal ekonomiyi (finans piyasalarını)
büyütmektedir. Oysa sanal ekonomi ancak Üretim
devam ettiği sürece, yani reel ekonomi canlılığını
devam ettirdiği sürece ayakta durabilir. Aksi halde
kısa Dönemli tatlı karların ardından reel ekonominin
çökmesi sanal ekonomiyi de uzun dönemde
bitirecektir. Batı Ülkelerinde reel ekonomi sanal
ekonominin yüzde biri iken Türkiye' de üç yüzde biri
haline gelmiş, reel ekonomi-sanal ekonomi dengesi
reel ekonomi aleyhine bozulmuştur.
Yüksek faiz ve yüksek enflasyon ancak sağlıklı bir
gelir ve harcama reformu yapılarak, bütçe disiplini
sağlanıp, kamu kesimi borçlanma gereği düşürülerek
gerçekleştirilebilir. Bu durumda devlet daha az
borçlanacak, reel faizler düşecek, ekonominin
fonları devlete borç olarak ve sanal ekonomiye
gitmeyecek reel ekonomiye aktarılabilecektir.
IV- Sonuç ve Öneriler
Ülke ekonomisinin geldiği bu noktada yönetenler ile
yönetilenlerin, ekonomiyle alakalı bütün
birimlerin, vergilerin kimlerden ve ne kadar
alınacağı, vergilerin nerelere ve nasıl harcanacağı
konusunda bir sosyal mutabakata varmaları kaçınılmaz
hale gelmiştir. Bu sosyal mutbakat konusunda her
kesim düşüncelerini açıklamalı ve bir yılda, Üç
yılda değiştirilecek bir düzenleme değil, Ülkenin
ihtiyacını karşılayacak gerçek ve sağlıklı bir
sonuca varılabilmelidir. Bu sosyal mutabakatın ana
çerçevesi kanaatimizce şöyle olmalıdır.www.ekodialog.com
- Anayasanın 73'üncü maddesinde ifadesini bulan
herkesin mali gücüne göre vergi vermesi ilkesi,
vergi kanunlarının ana ilkesi olmalıdır.
- Halen 200 civarında vergi, resim ve harç
bulunmaktadır. Vergi sayısı azaltılmalı, sistem
basitleştirilmeli, beyan ve ödeme
kolaylaştırılmalıdır
- Vergi oranları (özellikle KDV oranı) düşürülmeli
ve ödenebilir hale getirilmelidir. Bu şekilde kayıt
dışı ekonomiyi daraltıp, vergi tabanı genişleyecek,
vergi gelirlerinde artışlar gerçekleşebilecektir.
- Herkesin vergi mükellefi olması sağlanmalı,
gelirlerinin yanında her türlü masraflarının da
kabul edildiği bir vergi sistemine geçilmelidir.
Böylece alıcılar ile satıcılar arasında çıkar
ayrılığı oluşacağından alıcılar, masraflarını
belgelemek için fatura talep edecekler, sonuçta
belge düzeni yerleşecektir. Herkesin vergi mükellefi
olmadığı, her türlü giderin ve masrafın kabul
edilmediği ve belge düzeninin yerleştirilemediği
bir düzenleme reform olamaz.
- Vergi ile ilgili merkez denetim birimleri
birleştirilerek, denetimin etkinliği, caydırıcılığı
ve verimliliği artırılmalıdır.
- Devlet enflasyondan vergi almaktan vazgeçip,
enflasyon muhasebesini bütün olarak kabul etmelidir.
Şu anda şirketlerin enflasyondan kaynaklanan fiili
artışları da vergilendirilmekte, bir iki sınırlı
yöntem dışında enflasyon muhasebesi
uygulanmamaktadır. Bu da kayıt dışı ekonomiyi teşvik
etmektedir.
- Türkiye'de 40.000 civarında serbest muhasebeci ve
serbest muhasebeci mali müşavir bulunmaktadır.
Mükelleflerin bütün defter ve belgelerinin
kayıtlarını tutan bu kesim mükellefler ile birlikte
vergi kaçağı durumunda müşterek müteselsil sorumlu
tutulmalıdır. Böylece 40.000 özel denetim elemanını,
devlet Ücretsiz olarak istihdam etmiş olacak ve her
mükellef faaliyeti devam ederken, anında
denetlenmiş olacaktır.
- Anadolu'da yeni oluşan ve yurt dışındaki
işçilerin tasarruflarını çok ortaklı şirket modeli
ile toplayan holdinglere mutlaka hukuki bir altyapı
oluşturarak yön verilmelidir. Böylece hem kendi
vatandaşlarımızın tasarrufları, yurt dışından
getirilip ülke ekonomisine katkıda bulunabilecek,
hem de yurt dışındaki işçilerimizin istismar
edilmesi ve mağduriyete düşmesi önlenebilecektir.
- Sağlıklı bir vergi denetimi için mal ve hizmet
hareketlerinin iyi bir şekilde izlenebilmesi
gerekir. Bu amaçla tapu kütüklerinin, kara, hava ve
deniz taşıt kütüklerinin ve belli miktarın
üzerindeki banka nakit hareketlerinin bilgisayar
ortamında tutularak, maliyenin bilgisine anında
ulaştırılması gerekir.
- Ülkemizde de hızla gelişen, bütün dünyayı bir tür
serbest bölgeye çevireceği tahmin edilen elektronik
ticaret (e-commerce) konusunda hukuki altyapı
çalışmasının bir an önce yapılması ve vergisel
düzenlemelerin getirilmesi gereklidir. 2000 yılında
Amerikan şirketlerinin %56'sının ürünlerini
internet Üzerinden pazarlayacaklarının tahmin
edilmesi konunun önemini ortaya koymaktadır.
- Uluslararası yeni finansman yöntemleriyle
(transfer fiyatlandırması gibi) ilgili vergisel
düzenlemeler getirilmeli, ekonominin dinamizmine
uygun dinamik vergi sistemi oluşturulabilmelidir.
- Gerçekçi bir teşvik sistemi ve yatırım politikası
izlenerek ekonomik olmayan yatırımlara milyarlarca
USD'ı transfer etmekten vazgeçilmelidir.
- Makam aracı ve kamplar gibi hizmet üretimine
değil, gösterişe yönelik hususlarda kamu
savurganlığı önlenmelidir
|