Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Ekonomi ve Vergi  Politikaları Bağlamında Bir Reformun/Deformun Anatomisi

İlhan Hatipoğlu - Maliye Bakanlığı Gelirler Kontrolörü 

1- Giriş 

İnsanlık tarihinde anayasal demokrasi mücadelesi; yönetenle yönetilen arasında ver­gi konusunda çıkan ihtilafla başlar. İngiltere'de Kralın yeni getirdiği vergilere karşı çıkarak ayaklanan halk, 1215 yılında, ilk anayasal me­tin olarak kabul edilen Magna Carta sözleşme­si ile kralın vergilendirme yetkisini sınırlar. Ar­tık vergiler Kralın keyfine göre değil, yapılan sözleşme çerçevesinde a1inabilecektir. Ancak bu da yetmez. 15 yıl sonra sözleşme çerçeve­sinde toplanan verginin nereye harcandığı da halk tarafından gündeme getirilir ve neticede devletin harcamalarının nereye ve nasıl yapıla­cağı da ortaklaşa kararlaştırılır. İşte ikinci bin yılın sonunda, üçüncü Milenium'un başında ekonomisi ve siyaseti ile Türkiye'nin gelip da­yandığı nokta budur. Yönetenle yönetilenler 

I, bir araya gelip, vergilerin kimlerden ve ne ka­z. dar alınması gerektiğini, bu vergilerin nereler.e ve nasıl harcanması gerektiğini bir uzlaşma ile belirlemek durumundadır. İnsanoğlunun ana­yasal demokrasi mücadelesinin başına dönüp vergi ve harcama politikalarını yeniden oluş­turmak kaçınılmaz hale gelmiştir.

II - Vergi Reformu; Karşı Çıkmak İhanet miydi, Ertelemek Kurtarıcılık mı?

29 Temmuz 1998 tarihli Resmi Gazete' de yayınlanan 4369 sayılı Kanun ile 15 ayrı vergi kanununda çeşitli değişiklikler gerçekleştirile­rek Türk Vergi Sistemi'nde düzenlemeler ya­pılmıştır. 9-10 ay süren Kanun'un hazırlık süre­cinde işçi ve işveren temsilcilerinin de bulun­duğu Ekonomik ve Sosyal Konsey de dahil ol­mak üzere konuyla ilgili her kesim; akademis­yenler, uzmanlar, siyasiler, yazılı ve görsel medya kuruluşları kanun taslağını enine boyu­na değerlendirmişler, görüşlerini açıklamışlar­dı. Bu süreç içerisinde çok cılız denilecek bir­kaç muhalif ses dışında büyük bir mutabakat ortaya çıkmış, Türk vergicilik tarihinde ilk defa bir vergi düzenlemesi bu denli toplumsal des­tek bulmuştu. Hatta bazı köşe yazarları bu re­formun ekonominin kurtulması için tek yol ol­duğunu ve buna karşı çıkanların vatana ihanet ettiklerini ifade edecek kadar ileri gitmişlerdi. 

Reformun hazırlayıcıları, hedeflerini, "vergi tabanının genişletilmesi, vergi adaletinin sağlanması, kayıt dışı ekonominin kayda alın­ması, sisteme basitlik ve açıklık getirilmesi ve sistemin ekonomimize uyumlu hale getirilme­si" şeklinde açıklamışlardı.

Getirilen düzenlemelerin en önemlileri ise; gelirin tanımı değiştirilip her türlü harcama ve tasarruf gelirin unsuru sayılacak, 30 Eylül günü mali milat olarak kabul edilip, kişilerin ve kurumların mevcut varlıklarının kayda geç­mesi sağlanacak, bundan sonra yapılan harca­malarda "nereden buldun" diye sorulabilecek, faiz gelirlerine stopajla yetinilmeyip beyan zo­runluluğu getirilecek ve şirketler üçer aylık bi­lanço çıkarıp peşin vergi ödeyeceklerdir. Bu arada medya gruplarının tasarıya desteğini sağlayan, ancak teknik bir madde olduğu için başkalarınca anlaşılamayan bir düzenleme ise elektronik ve beyaz eşya gibi yüksek KDV oranlı malları promosyon olarak veren gazete­lere KDV iadesi imkanı veren tasarının 61. Maddesi'ydi. Bunun yanında hayat standardı esası 1.1.2000 tarihinden itibaren kaldırılıyor­du. 

Yeni düzenlemeler ilk darbeyi mali mi­lat ile aldı. 30.9.1998'e kadar 60-70 milyar USD' nin kayıt altına alınması beklenirken an­cak 4 milyar USD bankalara yatırıldı. Bu bekle­nenin çok altında bir rakamdı ve kayıt dışı eko­nominin kayıt içine alınması hedefi baştan tut­turulamamıştı. Bunun en büyük nedeni mali mil at sonrası "Nereden Buldun" sorusunun servet vergisi çağrışımları yapması vatandaş­ devlet arasındaki güveninin yeterince oluşma­ması gösterilebilir.

Peki bu reform vergi gelirlerini ne şekil­de etkiledi? Reformun gelir azaltıcı (vergi oran­larında indirimler gibi) hükümleri sonuçlarını gösterdi, ancak gelir artırıcı düzenlemeleri ne­tice vermedi. 1999 yılının ilk 6 ayında vergi gelirleri, geçen yılın aynı dönemine göre %50.6 düzeyinde bir artış sağladı. Enflasyon ise Tem­muz 1999 sonu itibariyle tüketici fiyatlarında 0/065, toptan eşyada ise %52.4 olarak gerçekleş­ti. Yani vergi gelirlerindeki artış, resmi enflas­yon rakamlarının bile gerisinde kalmış durum­da. Bu yıl Hayat Standardı Esasına göre vergi alındığı, gelecek yıldan itibaren alınmayacağı dikkate alınınca durumun vahameti daha da artmaktadır. 

Vergi reformu ve özellikle mali milat uy­gulaması ile beklenen gelir artışı ve kayıt dışı ekonominin kayıt içine alınması gerçekleşme­diği gibi, yaklaşık 30 milyar USD'lik bir tutarın da Nereden Buldun sorusuna muhatap olmamak için yurt dışına çıktığı tahmin ediliyor.

Güney Asya ve özellikle Rusya'nın içine girdiği ekonomik kriz Türkiye'yi de doğrudan etkiledi. Bavul turizmi 1999 yılının ilk dört ayında önceki yılın aynı dönemine göre % 59.8 azaldı. İhracat gelirleri ise %8 oranında düştü. Dış dünyadaki bu krizin etkisine mali milat ve Nereden Buldun düzenlemeleri ile yurt dışına giden 30 milyar USD ve yastık altında tutuldu­ğu halde ekonomiye sürül(e)meyen paraların getirdiği iç daralma da eklenince Ülke ekono­misi kendini ciddi bir krizin içinde buldu.

İhracatta ki ve iç talepteki daralma sana­yi ve ticaret kesiminde ciddi sıkıntılara yol aç­tı. Fabrikalar kapanıyor, kapanmayanlar da ka­pasitelerinin çok altında üretim yapıyor ve bin­lerce işçi işsiz kalıyordu. Karşılıksız çıkan çek­lerde ve protesto edilen senetlerde çok önem­li artışlar olmuştu. 

Bütün bu gelişmeler neticesinde başlan­gıçta vergi reformunu ülke ekonomisinin tek kurtuluş yolu olarak gören ve karşı çıkanları vatana ihanet ile itham edenler de dahil olmak üzere, reformun sonuçlarından etkilenen her­kesi reformdan şikayetçi olmaya başlamıştı. Reformu gerçekleştiren 3 siyasi partiden ikisi yine koalisyon ortağı idi, ama gelen itirazlar karşısında vergi reformu, çıkışından tam bir yıl sonra Temmuz 1999'da yeniden ele alınmak durumunda kaldı. Bir yıl önce ekonomi için tek kurtuluş yolu olarak gösterilen vergi refor­munun bir yıl sonra değiştirilmesi ve ertelen­mesi ekonomiyi kurtaracak bir yol olarak gös­terilmeye başlandı. Prof. Dr. Osman Altuğ'un da aralarında bulunduğu bir grup akademis­yen ve yazar düzenlemelerin reform değil der, form olduğunu düşündüklerini açıkladılar.

Gelişmeler tıpkı sosyal güvenlik refor­munda yaşanan süreçlere benziyordu. 1992'de 50-55 olan emeklilik yaşını20-25 yıl hizmet sü­recine (38-43 yaşa) ve 5000 prim ödeme gününe çeken zamanın hükümeti, bu "reformu" ül­ke ekonomisi ve işsizlik probleminin çözümü için vazgeçilmez çıkış yolu olarak göstermiştir.

1999'da ise emeklilik yaşı 60-62 (ya da 58-60)' olmazsa ekonominin batacağı, devletin emek­li maaşı ödemeyeceği şimdiki hükümet tarafından kamuya açıklandı. Böylece konuyla ilgili her kesimin kafası biraz daha karıştı ve devle­te olan güven biraz daha törpülendi. Gerek vergi reformunda gerekse sosyal güvenlik reformunda hangi söylenenler doğru, anlaşılma­sı zorlaştı. 

Neticede hükümet Temmuz 1998'de ya­pılan vergi reformunun en önemli düzenleme­lerini Temmuz 1999'da erteleme ve değiştirme kararı aldı. Bu kararların özeti şöyledir.

- Mali milat ve nereden buldun düzen­lemeleri üç yıl süreyle ertelenecektir.
- Gelirin yeni tanımından eski tanımına dönülecektir.
- Peşin vergi beyanı ve ödemesi üç ay­dan altı aya uzatılacak, kurumlarda peşin vergi oranı düşürülecektir.
- Faiz gelirlerinde beyan zorunluluğunu kaldırıp stopajla yetinilenektir. 

Bu yeni düzenlemelerin amacı olarak, vergi reformu sonucunda yurt dışına çıktığı tahmin edilen 30 milyar USD, tekrar ülke ekonomi­sine kazandırmak, 3 ayda bir bilanço çıkarmak ve peşin vergi ödemek zorunda kalan firmaları sıkıntıdan kurtarmak, faizde beyan zorunlulu­ğunu kaldırıp, ürken parayı tekrar finans kesi­mine döndürmek olarak açıklanmıştır. 

III - Stagflasyon, Faiz Sarmalı, Reel Ekonomi-Sanal Ekonomi 

Temmuz 1999 sonu itibariyle Türkiye'de enflasyon, toptan eşya fiyatları endeksi­ne göre %52.4'e, tüketici fiyatları endeksine göre ise o/065'e ulaşmış durumdadır.

Ekonominin' büyüme hızı negatif (yani ekonomik küçülme) hale gelmiştir. İşsizlik oranı değişik tahminlerle %10 ila 20 arasında tahmin edilmektedir. Maalesef Türkiye ekono­misi, 1999 yılında ekonominin en korkunç hastalıklarından biri olan enflasyonla birlikte ekonomik durgunluk (işsizlik) hali olan stag­flasyona yakalanmıştır. Yüksek enflasyon, yüksek işsizlik ve negatif büyüme (küçül­me)nin aynı anda uzun süre bulunması ekono­mik ve sosyal felaketlere yol açabilecek bir durumdur. 

Diğer taraftan, ekonomi ciddi bir faiz kı­sır döngüsüne girmiştir. Devletin iç ve dış borç stoku sürekli artmakta, vadesi gelen ana para ve faiz ödemelerini vergi gelirleri ile karşılaya­madığı için yeniden borçlanarak ödemek du­rumunda kalmaktadır. Ocak- Haziran 1999 dö­neminde toplanan vergi gelirleri 5.921 trilyon lira iken aynı dönemdeki faiz ödemeleri 5.388 trilyon lira olarak gerçekleşmiştir. Yani Ocak­ Haziran dönemi vergi gelirlerinin %91:.i ancak faiz ödemelerini karşılayabilmiştir. Devlet, Temmuz-Ağustos-Eylül ödeme planına göre günlük olarak 53 trilyon lira faiz ödemek zorundadır. 

Devlet finansman ihtiyacını dış piyasa­lardaki krizin de etkisiyle büyük ölçüde iç piyasadan, devlet tahvili ve hazine bonoları ihraç ederek sağlamaktadır. Böylece piyasadaki na­kit paranın önemli bir kısmını devlet borçlana­rak almakta, bankalar ellerindeki fonları ihtiya­cı olan firmalara kredi olarak verme yerine, yük­sek faizle ve tahsilat garantisiyle devlete sat­maktadırlar. Reel faiz %50'lerin üzerinde, va­deler bir yılı aşmamaktadır. Bu hem şirketlerin nakit sıkıntısına düşmesine hem de bankaların amaçlarının tamamen dışında faaliyet göster­melerine yol açmaktadır. Devlete para satanlar sadece bankalar değil, aynı zamanda büyük sanayi kurumlarıdır. Yüzde ellinin üzerinde seyreden reel faizin cazibesine kapılan büyük sanayi kuruluşları, yatırım, üretim ve ticaret ye­rine mevcutlarını faiz geliri elde etmekte kul­lanmaktadırlar. İstanbul Sanayi Odası'nın ülkenin en büyük 500 sanayi kuruluşunun "1998 yılı kadarının %87.7'si" faaliyet dışı gelirlerden (büyük ölçüde faizlerden) kaynaklanmıştır.

Gerek ülke ekonomisinin stagflasyon haline gelmesine neden olan yüksek enflasyon ve ekonomik durgunluk durum,unun, gerekse ekonominin faiz sarmalına yakalanmasının en önemli nedenlerinden birisi devletin bütçe açıkları ve kamu kesimi borçlanma gereğidir. 

Devlet bir taraftan gereği gibi vergi topla(ya)mamakta, diğer taraftan da bir harcama _disiplini getiremediği için gelir-harcama dengesi kurulamamakta, bütçe sürekli açık vermektedir. 1999 yılı bütçe açığı 9.236 trilyon olarak tahmin edilmiş, Haziran 1999 sonu iti­bariyle ise açık 4.954 trilyon olarak gerçekleş­miştir. Ocak-Haziran dönemi vergi gelirleri geçen yılın aynı dönemine göre %50.6, konsolide bütçe gelirleri % 49.9 oranında artarken, kamu giderlerindeki artış 0/080.7 olarak gerçekleşmiştir. 

Devletin' harcama politikaları da ekono­mik prensiplerden uzak gözüküyor. 1978 yılın­dan bugüne yarım kalmış 5556 projenin top­lam değeri 130 milyar USD dolaylarında. Ya­rım kalmış bu yatırım projelerini bitirebilmek için 200 milyar USD'lık bir kaynak gerekiyor. Bu yatırımların büyük bir çoğunluğunun eko­nomik değil siyasi nedenlerle başlatıldığı ve bir kısmının yalnızca temeli atılarak bırakıldığı bi­liniyor. 1999 yılı bütçesinden yatırımlara ayrı­lan tutar ise 4 milyar USD tutarında. Bu hızla söz konusu yatırımların 50 yılda bitirilmesi mümkün olacak. Plansız teşvik politikaları ve verimsiz yatırım projeleri çok önemli bir israf kaynağı haline gelmiştir. 

Türkiye'de mevcut makam aracı sayısı 82.000'dir. Nüfusu Türkiye'ye yakın olan İngil­tere, Fransa, Almanya ve Japonya'nın makam aracı sayısı ise Türkiye'nin yarısı kadar. Bunlar kamu savurganlığının boyutlarını göstermek için verilen yalnızca birkaç örnektir. 

Devletin yeterince vergi alamaması ve kamu harcamalarındaki savurganlık nedeniyle devlet sürekli borçlanmakta, borçlanma yük­sek faizi getirmektedir. Yüksek faiz işletmele­rin finansal dengelerini bozarak ve maliyetleri artırarak hem enflasyona, hem de fabrika ka­patmalara ve işsizliğe yol açmaktadır. Yüksek faiz ve yüksek enflasyon hem gelir dağılımın­daki. adaletsizliği artırmakta hem de kayıt dışı ekonomiyi büyütmektedir. 

Yüksek faiz ve enflasyon reel ekonomi­yi tahrip ederken sanal ekonomiyi (finans piyasalarını) büyütmektedir. Oysa sanal ekono­mi ancak Üretim devam ettiği sürece, yani reel ekonomi canlılığını devam ettirdiği sürece ayakta durabilir. Aksi halde kısa Dönemli tatlı karların ardından reel ekonominin çökmesi sanal ekonomiyi de uzun dönemde bitirecektir. Batı Ülkelerinde reel ekonomi sanal ekonominin yüzde biri iken Türkiye' de üç yüzde biri ha­line gelmiş, reel ekonomi-sanal ekonomi den­gesi reel ekonomi aleyhine bozulmuştur. 

Yüksek faiz ve yüksek enflasyon ancak sağlıklı bir gelir ve harcama reformu yapılarak, bütçe disiplini sağlanıp, kamu kesimi borçlan­ma gereği düşürülerek gerçekleştirilebilir. Bu durumda devlet daha az borçlanacak, reel faiz­ler düşecek, ekonominin fonları devlete borç olarak ve sanal ekonomiye gitmeyecek reel ekonomiye aktarılabilecektir. 

IV- Sonuç ve Öneriler 

Ülke ekonomisinin geldiği bu noktada yönetenler ile yönetilenlerin, ekonomiyle ala­kalı bütün birimlerin, vergilerin kimlerden ve ne kadar alınacağı, vergilerin nerelere ve nasıl harcanacağı konusunda bir sosyal mutabakata varmaları kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu sosyal mutbakat konusunda her kesim düşüncelerini açıklamalı ve bir yılda, Üç yılda değiştirilecek bir düzenleme değil, Ülkenin ihtiyacını karşıla­yacak gerçek ve sağlıklı bir sonuca varılabil­melidir. Bu sosyal mutabakatın ana çerçevesi kanaatimizce şöyle olmalıdır.www.ekodialog.com

- Anayasanın 73'üncü maddesinde ifadesini bulan herkesin mali gücüne göre vergi ver­mesi ilkesi, vergi kanunlarının ana ilkesi ol­malıdır.

- Halen 200 civarında vergi, resim ve harç bu­lunmaktadır. Vergi sayısı azaltılmalı, sistem basitleştirilmeli, beyan ve ödeme kolaylaştı­rılmalıdır

- Vergi oranları (özellikle KDV oranı) düşürül­meli ve ödenebilir hale getirilmelidir. Bu şe­kilde kayıt dışı ekonomiyi daraltıp, vergi ta­banı genişleyecek, vergi gelirlerinde artışlar gerçekleşebilecektir.

- Herkesin vergi mükellefi olması sağlanmalı, gelirlerinin yanında her türlü masraflarının da kabul edildiği bir vergi sistemine geçilme­lidir. Böylece alıcılar ile satıcılar arasında çı­kar ayrılığı oluşacağından alıcılar, masrafları­nı belgelemek için fatura talep edecekler, so­nuçta belge düzeni yerleşecektir. Herkesin vergi mükellefi olmadığı, her türlü giderin ve masrafın kabul edilmediği ve belge düzeni­nin yerleştirilemediği bir düzenleme reform olamaz.

- Vergi ile ilgili merkez denetim birimleri bir­leştirilerek, denetimin etkinliği, caydırıcılığı ve verimliliği artırılmalıdır.

- Devlet enflasyondan vergi almaktan vazge­çip, enflasyon muhasebesini bütün olarak kabul etmelidir. Şu anda şirketlerin enflas­yondan kaynaklanan fiili artışları da vergi­lendirilmekte, bir iki sınırlı yöntem dışında enflasyon muhasebesi uygulanmamaktadır. Bu da kayıt dışı ekonomiyi teşvik etmektedir.

- Türkiye'de 40.000 civarında serbest muhase­beci ve serbest muhasebeci mali müşavir bu­lunmaktadır. Mükelleflerin bütün defter ve belgelerinin kayıtlarını tutan bu kesim mü­kellefler ile birlikte vergi kaçağı durumunda müşterek müteselsil sorumlu tutulmalıdır. Böylece 40.000 özel denetim elemanını, dev­let Ücretsiz olarak istihdam etmiş olacak ve her mükellef faaliyeti devam ederken, anın­da denetlenmiş olacaktır.

- Anadolu'da yeni oluşan ve yurt dışındaki iş­çilerin tasarruflarını çok ortaklı şirket modeli ile toplayan holdinglere mutlaka hukuki bir altyapı oluşturarak yön verilmelidir. Böyle­ce hem kendi vatandaşlarımızın tasarrufları, yurt dışından getirilip ülke ekonomisine kat­kıda bulunabilecek, hem de yurt dışındaki iş­çilerimizin istismar edilmesi ve mağduriyete düşmesi önlenebilecektir.

- Sağlıklı bir vergi denetimi için mal ve hizmet hareketlerinin iyi bir şekilde izlenebilmesi gerekir. Bu amaçla tapu kütüklerinin, kara, hava ve deniz taşıt kütüklerinin ve belli mik­tarın üzerindeki banka nakit hareketlerinin bilgisayar ortamında tutularak, maliyenin bil­gisine anında ulaştırılması gerekir.

- Ülkemizde de hızla gelişen, bütün dünyayı bir tür serbest bölgeye çevireceği tahmin edi­len elektronik ticaret (e-commerce) konu­sunda hukuki altyapı çalışmasının bir an ön­ce yapılması ve vergisel düzenlemelerin geti­rilmesi gereklidir. 2000 yılında Amerikan şir­ketlerinin %56'sının ürünlerini internet Üze­rinden pazarlayacaklarının tahmin edilmesi konunun önemini ortaya koymaktadır.

- Uluslararası yeni finansman yöntemleriyle (transfer fiyatlandırması gibi) ilgili vergisel düzenlemeler getirilmeli, ekonominin dina­mizmine uygun dinamik vergi sistemi oluştu­rulabilmelidir.

- Gerçekçi bir teşvik sistemi ve yatırım politi­kası izlenerek ekonomik olmayan yatırımlara milyarlarca USD'ı transfer etmekten vazgeçil­melidir.

- Makam aracı ve kamplar gibi hizmet üretimi­ne değil, gösterişe yönelik hususlarda kamu savurganlığı önlenmelidir

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005