Kapitalizm Öncesi Sosyo-Ekonomik
Durum
Weberyen perspektifle bakıldığında
kapitalist-öncesi sosyal formasyonda köylüler kısmen
serbest ve fabrika şartlarının sağladığı disiplinden
mahrum, zanaatkarlar kendi üretim araçlarının sahibi
ve amaç-rasyonellik motifi ile değil kardeşlik etiği
ile hareket ediyor, yöneticiler rasyonel ve objektif
ilkelerden mahrum, daha fazla patrimonyal ve keyfi
bir güç kullanma imkanına sahiplerdir. Genel olarak
Batı toplumları için Weber’in bu yaklaşımını tarihi
veriler de doğrular niteliktedir. Tarihi verilere
göre Roma İmparatorluğu’nun çöküşü nedeniyle Ortaçağ
döneminin ilk zamanlarında arkaik yaşantı
koşullarına geri dönülmüştü. Nüfus çok az ve
birbirinden geniş, bomboş ve çorak doğayla ayrılan
köy adacıklarında birikmişti. Yollar parçalanmış ve
kaybolmuştu. Taşıma ve ulaştırma ancak ırmak
koylarında sallarla ya da atlıların bile tuzağa
düşmekten korktuğu izler boyunca insan sırtında
yapılmaktaydı. Kentler yok olmuştu ya da antik
kentlerden kalıntılar üzerinde sağlam kalabilen şato
ve manastırların kıyısına yığılan kulübeciklerden
ibaretti. Üretim tarıma endeksli olup hem ilkel
tekniklerle yapılırdı hem de çok yetersizdi.
İnsanların düşünce vekültür düzeyleri çok düşüktü.
Toplum, esas olarak donmuş bir toplumdu. Eğitimin
tek merkezi kiliseydi ve manastırların çoğu aynı
zamanda tarım üretim merkezleriydi.
Ortaçağ’da toplumsal sınıflar
“savaşanlar, dua edenler ve çalışanlar”dan meydana
geliyordu.304 Kilise ve soylular egemen
sınıfı oluşturuyordu. Toprak, büyük malikane
sahiplerinin elindeydi. Bu büyük toprak sahipleri
malikanelerine bağlı olan insan, ev ve malları
koruyan birer askeri şef ve aynı zamanda adalet ve
asayişi sağlayan birer siyasal şef konumundalardı.
Beyler birbirine karmaşık bir üst-alt hiyerarşisiyle
bağlı olup üst-alt arasındaki değer sisteminin
temelinde kişisel sadakat, kan bağları, askeri şeref
ve din bulunurdu.
Ortaçağ’da dua edenlerle savaşanların
himayesinde olan sermaye durağan nitelikteydi.306
İnsanlar ihtiyaç duyduklarını kendileri üretip
kendileri tükettiğinden, üretim; tüketim amaçlı
yapılıyordu.307 Şüphesiz, mal değiş
tokuşu vardı ve bu değiş tokuş haftalık pazarlarda
gerçekleştirilirdi. Haftalık pazarlar mahalli ve dar
kapsamlıydı. Pazarların genişleyememesinin temel
nedenleri talebin yokluğu ve yolculuğa elverişsiz
yollardı. Para
kıttı, her para her yerde geçmezdi.
Ağırlık ve ölçüler de ülkeye göre değişirdi. Malları
uzak yerlere taşımak tehlikeli, güç ve pahalıydı.
Değinilmesi gereken diğer bir husus
da dini yapıdır. Feodal dönemde kilise bütün
Hıristiyan dünyasına erişmiş bir güçtü. Herhangi bir
“taç”tan daha etkili, daha eski ve daha yaygındı.
Feodal çağ dindar bir çağdı. Kilisenin muazzam
manevi gücü ve prestiji vardı. Öyle ki, dini ve
ahlaki değerler aynı zamanda toplumu şekillendiren
faktörlerdi. Kilise, insan ile Tanrı arasına
kendisini koyup yerini sağlam temeller üstüne
atmıştı. Kilise ve din adamı kaynaklı her düşünce
kabul edilmesi zorunlu dogma haline gelmişti.
Dogmalara karşı her türlü tepki kilisece sapıklık
olarak kabul edildi. Kilise, görüşlerini
benimsemeyen insanlar ile uğraşmayı kendine vazife
edindi. XII. yüzyıldan sonra bu insanların
cezalandırılma işlemi sistematik bir hal almaya
başladı.
Kilise, insanların yalnız imanı
üzerinde değil, sosyal hayatın hemen bütün
alanlarında büyük etkiye sahipti. Duran’ın
ifadesiyle:
Dinde, bilimde, sanatta, edebiyatta,
felsefede ve hayatın tüm alanlarında olan ve olacak
olan her şey, kilisenin vizesine tabi tutulmuş;
herhangi bir değişiklik, yenileşme ve gelişme
düşüncesi, dine, topluma, kiliseye ve Tanrı’ya karşı
yapılmış bir hinayet sayılarak en acımasız şekilde
bastırılmıştır.
İlk dönem Ortaçağ’daki kuvvet ve
kudretini toplumun irade ve vicdanından besleyen
kilise gittikçe zenginleşiyor, zenginleşmesine
paralel olarak ekonomik önemi manevi öneminin önüne
geçiyordu. Ruhban sınıfı açıkça kendilerine dünyevi
menfaatler talep ediyordu. İlginçtir ki, bu
taleplerini İncil’le temellendiriyordu. XI.
yüzyıldan itibaren kilise bir “yönetici, toprak
sahibi, rant toplayıcı, vergi koyucu, madde
üreticisi, muazzam ölçekte emek-gücü istihdam edici,
tacir, tüccar, bankacı ve ipotekçi, ahlakın
muhafızı, gösterişli yasalar yapıcısı ve vicdan
zorlayıcısı” olma yolunda ilerliyordu. Ruhban
sınıfınınçekonomik faaliyetler üzerindeki etkinliği
ve baskısı giderek artıyordu. Böylelikle kilise ve
manastırlar devrin en büyük mali müesseseleri haline
gelecekti.
Ortaçağ’da faizle borç vermek hem
dini öğretilerle hem de örf ve adet hukukuyla
yasaklanmıştı. Tefecilik lanetlenmişti. İnsanın cebi
için iyi olan ruhu için kötüyse, öncelikle öteki
dünyayı düşünmesi gerekirdi. Malı mümkün olduğu
kadar az paraya satın alıp mümkün olduğu kadar çok
paraya satan çağdaş kapitalist birey Ortaçağ’da
günahkar olarak görülüyordu. Ticaret meşru idi ancak
kuşkuyla karşılandığı gibi ticaretle uğraşanlar
kilise tarafından güvensiz bulunurdu. Toplumun bütün
safhalarında ekonomik çıkarların haddini aşmasını
önleyen sınırlamalar ve uyarılar vardı. Hakim görüş
ise: “İnsan, kendisini ve ailesini geçindirebilecek
kadar paraya sahip olmalıdır. Bundan ötesi hırstır,
hırs ise ölümcül bir günahtır.” Anlaşılacağı üzere
Ortaçağ felsefesinde ahlaki çerçeveleri aşan hiçbir
ekonomik etkinliğe yer yoktur. Kilise, ortaya
koyduğu Tanrı; dünya ve insan ilişkileri kapsamında,
insanı içinde yaşadığımız maddi dünyanın o kadar
dışarısına itiyordu ki, eşya ve insanı barıştırmanın
bu şartlarda imkanı yoktu. “Malı Allah ile senin,
kardeşin ile kendin arasına perde yapma. Mal seni
Allah’a itaatten, insana yararlı olmaktan
alıkoymasın. Mal biriktirme; Allah’ı düşünmene engel
olur.” İncil’den yapılan bu alıntı ekonomik sisteme
dinin etkisini göstermektedir.
Katolik kilisenin öğretileri
doğrultusunda bu dünya talep edilebilecek bir yer
olarak görülmüyordu. Dindar bir Hıristiyanın hem bu
dünyaya talip olması; bu dünyayla barışık olması,
hem de dinine sadakat içinde kalması mümkün değildi.
Bu dönemdeki dindar - Katolik- insan “profan” olana
zihniyetini köreltmiş ve toplumsal faaliyetlere
sırtını dönüp durağan bir hayat stilini
benimsemiştir. Madde özüyle var olan bu “dünya”,
daha güzel ve ezeli bir hayat için manevi olarak
terk ediliyordu. Öteki dünya düşüncenin her
zerresinde var olduğu için sanki somut olan bu dünya
soyutlaşıyor, soyut olan öteki dünya somutlaşıyordu.
Öteki dünyaya verilen önem bu dünyaya aidiyetliği
yerle bir etmişti Bu dönemde birey dünya ile
bağlarını kopartmış ve bütün zihni faaliyetlerinde
yaşamanın tek gayesi Tanrı’ya yakınlaşmak ve ruhun
kurtulması olduğunu dile getirmektedir.
Weber’e göre: “Katolik, ruh yapısı
sakin, maddi olarak kazanmanın önemine akıl eyen,
güvenli ve hu ilgili şu ifadelerde bulunur:
Maddi eşyaya, yerine göre haz ve
tüketim aracı, gösteriş ve övünme vasıtası, kısaca;
öz malı olarak içten alabildiğine yakın, hatta biri
öbüründen koparılıp ayrılması imkânsız bir bütün
içinde kaynaşmış görünmesine mukabil, sadece
mübadele değeri taşıyan ruhsuz ve renksiz bir meta
yığını olarak o derece dışında ve uzağında.
Görüldüğü gibi Hıristiyanlık bir
inanç sistemi olarak Ortaçağ boyunca insanların
mümkün olduğunca dünyadan uzaklaşıp, Tanrı ve ahiret
günü hakkında alabildiğine düşünmeleriyle ilgili bir
dünya görüşünü ortaya koyuyordu. Kilisenin kaba ve
sert bir baskısı vardı. Bu durum her alanda olduğu
gibi bilimde de kendini gösteriyordu. Yeni buluşlar,
gelişmeler ve aklın faaliyette bulunması
engelleniyordu. Ortaçağ’ın düşünce alanında en
belirgin özelliği; eleştirici bir tutumun ve deneye
dayanan bir davranışın bulunmamasıdır. Kişi henüz
kendini dünyanın merkezi saymıyor; Tanrısal bir
düzen içinde yaşadığına ve bu düzenin
bozulmayacağına inanıyordu.
Bu bölümde Ortaçağ dönemi genel
olarak değerlendirilmiştir. Böylece ele alınan
dönemin ekonomik, sosyal ve dini yapısından temel
kesitler açığa kavuşturulmaya çalışılmıştır. Elde
edilen bilgiler sonraki konu ve bölümlerde
etkinliğini daha açık şekilde gösterecektir.
Şimdi
de
kapitalizme geçiş dönemine değinilecektir. Bu
hususta
Weber,
endüstriyel
kapitalizmin şartlarını tamamlayıcı ve
zorunlu olmak üzere iki açıdan ele alır.
Kapitalizmin zorunlu şartı olan Protestan Etik
olgusu daha önceki bölümlerde incelendiğinden bu
bölümde kapitalizmin tamamlayıcı ya da
gerekli şartları incelenecektir.
|