Yabancı Bankaların Ulusal Bankacılık Sektörüne Giriş
Nedenleri
Yabancı bankaların ulusal bankacılık sektörüne girişlerini
etkileyen pek çok sebep vardır. Bununla birlikte
yabancı bankaların GOÜ girişinde belirleyici olarak
üç faktör ayrı bir önem taşımaktadır. Bunlar,
finansal hizmetlerin küreselleşmesi, yabancı
sermayenin ulusal piyasalara girişindeki engellerin
kaldırılmasına ilişkin düzenlemeler ve yaşanan
bankacılık krizleri ve yeniden yapılanma çabaları
olarak sıralanabilir:
Finansal Hizmetlerin Globalleşmesi ve Artan Arbitraj İmkanları
Ulusal ekonomilere yabancı banka girişlerini
etkileyen faktörlerin başında, özellikle 1980’li
yıllardan sonra dünya genelinde yaşanan finansal
küreselleşme çabaları gelmektedir. Finansal
küreselleşme kısaca ulusal finans piyasalarını
ayıran sınırların ortadan kalkması ve uluslararası
sermaye akımlarının ileri boyutlar kazanması
sürecini ifade eder. Finansal küreselleşmeye bağlı
olarak sermaye artık daha düşük risk ve daha yüksek
getiri sağlamak amacıyla, herhangi bir kısıtlamaya
maruz kalmadan sınır ötesi alanlara kolayca
yayılmaktadır. Bu anlamda hızla birbirlerine entegre
olan finans piyasaları, uluslararası sermaye
hareketlerinin kaynağının, kanallarının ve hacminin
değişmesine neden olmaktadır. Finansal
küreselleşmenin sonucu olarak bir taraftan
piyasalardaki fon akımlarının boyutlarında, diğer
yandan bu piyasalarda işlem yapan finansal
kurumların yapısı ve faaliyetlerinde önemli
değişmeler ortaya çıkmaktadır. Finansal kurumların
en klasik türü olan bankalar bu değişimden önemli
ölçüde etkilenmekte ve faaliyetlerini sınır ötesi
alanlara taşımaktadır (Afşar, 2004: 96).
Soussa (2004), gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler
arasında artan ekonomik entegrasyonun, gelişmekte
olan ülkelerin bankacılık sistemlerinde artan
yabancı payını açıklayan nedenlerden birisi olarak
ortaya çıktığını belirtmektedir. Bu artışı açıklayan
geleneksel görüşlerin başında, “müşteriyi takip
etme” ilkesi çerçevesinde gelişmiş ülke bankalarının
kendi ülkelerinde çalıştığı şirketlere, gelişmekte
olan ülkelerde de hizmet etmek amacıyla bu ülkelere
yatırım yapması gelmektedir. Ekonomik entegrasyonu
ölçen bir değişken olan; banka dışı yabancı doğrudan
yatırımlara bakıldığında, bu yatırımların bankacılık
doğrudan yatırımları ile benzer bir eğilim
gösterdiği görülmektedir.
Claessens, Demirgüç ve Huizinga (2000) yabancı banka girişinin en
yüksek olduğu dönemlerin, banka karlılığının en
yüksek olduğu, vergilerin en düşük olduğu ve kişi
başına gelirin en yüksek olduğu dönemler olduğunu
tespit etmişlerdir.
Sürekli büyüyen küreselleşme sonucu, finansal
sektörde de ciddi yapısal değişiklikler meydana
gelmiştir. Finansal hizmetlerin globalleşmesi
finansal sektörde, finansal ürün farklılaştırmasına
ve riski yaymaya olanak vermiş, rekabeti
artırmıştır. Bu rekabet banka dışı kaynaklar ve
finansal hizmetlerden kaynaklanmış (özellikle hisse
senedi piyasaları) ve bu durum da faiz marjları ile
karlılık üzerinde baskı yaratmıştır. Öte yandan,
bankacılık sektörü, özelliği gereği enformasyon,
teknoloji ve iletişime duyarlı bir sektör olduğu
için, sunulan hizmet ve ürünlerin fiyatının düşmesi,
diğer bir ifadeyle maliyet azalışı, bankaların ölçek
ekonomisinden yararlanmasını mümkün kılmıştır. Bahsi
geçen ölçek ekonomisinden faydalanmak bankaların
birinci önceliği haline gelmiş, bu nedenle sektörde
bankaların paylarını büyütmeleri rekabeti daha da
fazla teşvik etmiştir. Faaliyet göstermekte
oldukları gelişmiş ülkelerde söz konusu rekabet ile
ciddi bir karlılık kaybı ile karşı karşıya kalan
bankalar için en güzel yol farklı coğrafyalara
açılmak olarak belirlenmiştir. (Çakar, 2003: 22).
Focarelli ve Pozzola (2002), bankacılık sektöründeki doğrudan
yabancı yatırımların arkasındaki en belirleyici
faktörün, yatırım yapılacak ülkelerin beklenen
ekonomik büyüme oranları olduğunu belirlemiştir.
Sözü edilen çalışmada, ülkelerin büyüme oranlarının
yanı sıra yatırım yapılacak ülke bankacılık
sistemlerinin karlılığının önemi de incelenmiştir.
Yabancı Sermayenin Ulusal Piyasalara Girişlerini Önleyen Engellerin
Kaldırılmasına İlişkin Politikalar
1980’li yılların başından itibaren gelişmiş ülkeler, hem kendi
içlerinde mali piyasaları ve sermaye hareketlerini
her türlü denetimden arındırma yoluna girmiş hem de
gelişmekte olan ülkeleri kendi sermayelerinin
gereklerine uydurmuştur. Gelişmekte olan ülke
paraları ardı ardına konvertibl olmuş,
konvertibilite için ödemeler bilançosu sermaye
hareketlerinin serbestleştirilmiş olması şartı
yerine getirilmiştir. Ardından finansal piyasaların
tam serbestleşmesi hedeflenmiş, küreselleşme son
moda kaçınılmaz bir olgu olarak sunulmuştur (Kazgan,
2002: 120). Böylece 1970’li yılların sonuna kadar
kontrol edilen sermaye hareketleri serbestleşmeye
başlamıştır.
Sermaye hareketlerinin serbestleşmesinin, ülkelerin fon ihtiyacını
ulusal piyasalarda karşılayamamasının, yeni sermaye
piyasası enstrümanlarının ve işlemlerinin
yaygınlaşmasının etkisiyle yabancı bankaların ulusal
piyasalara girişindeki engeller kalkmaya başlamış,
yabancı bankaların ulusal bankacılık sektörlerindeki
payı artış göstermiştir.
Bankacılık Krizleri ve Yeniden Yapılanma Çabaları
Gelişmekte olan ülkelerde yaşanan bankacılık
krizleri, yabancı şube açma yoluyla ülkede bulunan
bankaların kriz anında yaşadığı ekonomik problemlere
rağmen ülkelerine dönüş yapmadıklarını ve hatta tam
tersi bu durumu fırsat olarak gördüklerini
göstermiştir. Yabancı bankalar, bu süreç içinde ya
ulusal bankalarla düşük maliyetlerle birleşme ya da
mevcut şubelerinde büyüme yoluna gitmişlerdir.
Tabiidir ki, yabancı bankaların o ülkede şube açma
yoluyla var olması gelişmekte olan ekonomik durumu
izlemeleri açısından da önem arz etmektedir. Yabancı
bankaların, kriz döneminde problem yaşamış ancak
öncesinde büyük banka olma özelliği olan bankaları
ya da elden çıkarılması planlanan bankaları çok da
ucuza mal ederek alma stratejileri, Türkiye’de ve
bunun yanı sıra Arjantin, Brezilya ve Meksika’da da
ekonomik problemlerin yaşandığı dönemlerde
görülmüştür. Bu stratejideki yabancı bankalar
elbette ki giriş yaptıkları kriz döneminde kar
etmeyi beklememekte, ancak ucuz aldıkları bankaların
kriz sonrasında hızla getiri sağlayacağını
düşünmektedirler. Kriz dönemlerinde zaten ülkede
faaliyet gösteren yabancı bankalar ise, yüksek
likiditeyle zor durumdaki bankalara yüksek
faizlerden fon aktararak, diğer bir ifadeyle
krizleri körükleyerek yüksek gelir de elde
edebilmişlerdir ve taşıdıkları ve bir ölçüde realize
olan risklerini böylece yönetebilmişlerdir (Çakar,
2003: 24).
|