Yatırım Bankacılığı, Kurumsal Yatırımcılık Ve Derecelendirme
Kuruluşları
Hatırlanacağı gibi 2007/8 krizi, bir Fransız
bankasının hedge fonlarla yaptığı işlemlerin
zararıyla ilk açık işaretini verdi. (Krugman, 2008:
177) ABD yatırım bankacılığının 5 devinden biri
olan Bear Stearns’ün zor duruma düşmesi (onu Hazine
kurtardı) diğer dev Lehman Brothers’ın batışıyla
patlak verdi. Panik yüzünden kimse kimseye kredi
vermez oldu; bütün varlık fiyatları eskisinden de
hızlı yere çakılmaya başladı. Onyıllardır hızlı
büyümenin tadını çıkaran ABD yatırım bankaları
birbiri ardına sorunlar yaşamaya başladılar.
Beşlinin bir başka üyesi Goldman Sachs yatırım
bankacılığı ünvanını terk edip sadece banka sahibi
şirket ünvanıyla yetinmek zorun-da kaldı. En büyük
ABD yatırım bankası Merrill Lynch FED’in araya
girmesiyle bir rakibine satıldı. Böylece krizin
müsebbibi büyük ölçüde ABD’li yatırım bankaları gibi
görülmeye başlandı. Bir çok açıdan bu görüş yanlış
da sayılmazdı. Şu farkla ki bu kriz aslında
Krugman'ın dediği gibi aynı zamanda bir ‘bankasız
bankacılık krizi’ydi (Krugman, 2008: 170). Daha
doğrusu paralel, gölge bankacılığın kriziydi. Yine
de önce görünen nedene, bilinen bankacılığa dönelim.
Yatırım bankası nedir; tam olarak ne iş yapar? Bir
yatırım bankası belli başlı beş çeşit iş yapabilir:
şirketler finansı (corporate finance),
danışmanlık, kendi hazine bölümü için alım satım,
yatırım yönretimi, menkul değer alım satımı. (IFSL,
2008a: 8) Ancak yatırım bankalarının belli başlı en
büyük iki işi menkul değerlerin ilk kez halka
açılmasına (IPO) aracılık etmek ve şirket
birleşmeleri ile ele geçirmelerde aracılık ,
finansman ve yön sağlamaktır. Yatırım bankacılığının
tanımından da anlaşıldığı gibi bankacılığın bu alt
sektörü sadece menkul değerlerin ilk kez halka ihraç
edildiği birincil piyasa denilen piyasada faaliyet
gösterir. ilk göze çarpan bu alt sektörün hızlı
büyümesidir. Küresel yatırım bankacılığının,
işlemlerinden aldığı komisyon (fee) geliri
2007’de tam eşikaltı krizinin patladığı yıl aslında
tarihi bir rekor seviyesine ulaşmış bir yıl içinde
%27 artarak 84,4 milyar $ olmuştu. Küresel toplam
yatırım bankacılığı komisyon gelirinin %53’ünü tek
başlarına ABD yatırım bankaları gerçek-leştirmişti.
Bütün Avrupa yatırım bankacıları sözkonusu gelirin
ancak %32, Asya yatırım bankaları ise %15’ini
gerçekleştirmişlerdi. Avrupa yatırım bankacılığı da
ol-dukça eşitsiz bir dağılıma sahipti. Londra’nın
City’si tıpkı New York’un Wall Street’i gibi tarihi
olarak bu konuda önemli bir geleneğe sahipti. Londra
tek başına bütün Avrupa yatırım bankacılığı
faaliyetlerinin yaklaşık yarısını tek başına
gerçekleştiriyordu. Yatırım bankalarının komisyon
gelirlerinin büyük kısmı birleşme ve ele geçirme
(M&A) işinden gelmiştir. Bu da dünyadaki sermaye
yoğunlaşmasındaki yeni dal-gaya işaret etmektedir.
Önceki dalgalarda özellikle ABD’de yoğunlaşan M&A’lar
bu kez Avrupa’da da çok hızlı seyretmiştir. Füçur ve
opsiyon piyasalarında metalar üzerinde yapılan
alımsatım işlemleri de petrol ve sair emtia
fiyatlarındaki büyük yükseliş ve oynaklık sayesinde
yatırım bankalarının gelirlerinin ikinci önemli
kaynağı olmuştur. (IFSL, 2008a:7)
M&A’lara verilen danışmanlık 2007’de toplam yatırım
bankacılığı gelirinin %51’ini oluşturmuştur. Bu
gelir bütün 90’lı yıllar boyunca da yatırım
bankacılarının en önemli geliri olmuştur. 2007
gelirlerinin %30’u aslında yatırım bankacılarının
temel işi olarak görülebilecek sermaye
piyasalarında aracılık yüklenimi (equity
underwriting) dolayısıyla elde edilmiş; %19’u ise
tahvil, bono vb gibi sabit faizli menkul değerlerin
aracılık yükleniminden kaynaklanmıştır.
Avrupa’da yatırım bankaları çeşitli birleşme ve
satın almalarla hızla yoğunlaşıyor ve ABD’yi
yakalamaya çalışıyor. Ancak eşikaltı krizi ile ABD
yatırım bankaları başta olmak üzere bütün bu yatırım
bankaları ciddi zararlara uğradılar ve bu krizin
tümüyle bitmesinden sonra sektördeki sıralama
kendini nasıl gösterecek merak konusu.
Krizden aslında ticari bankalar da büyük zarar
gördü. Dünyanın en büyük ban-kası pozisyonundaki
Bank of America ancak FED’in büyük sermaye
destekleriyle ayakta kaldı. Yine de birleşme ve
satınalmalarla ilgilenirken dikkatimizi çevirmemiz
gereken yer kurumsal yatırımcılar alanıdır.
Borçla yapılan operasyonlarda iki kilit husus
vardır. Birincisi likidite bulmanın kolay olup
olmaması; ikincisi ise bu likidite ile bir arbitraj
olanağının olması. Küresel tasarruflar fazla ve
likidite politikaları faiz oranlarını düşük tutma
yönünde olunca ve bu şartlar türev piyasalardaki
arbitraj olanağıyla bir araya gelince LBO’ların
yükselmesinin birinci koşulu ortaya çıkmıştır.
Şirket bilançolarının ve karlarının yüksek olması
da bu şirketleri, özellikle borçlanmanın kolay
olduğu dönemde çekici kılmıştır. Ayrıca 2002 dot com
krizi sonrası hisse senedi ile sermaye oluşturmak
zor ve pahalı hale gelmişti. (Blundell-Wignall,
2007: 73) Bu ortam başka daha küçük olumlu
özelliklerin yanında tıpkı 80’lerin başlarındaki
şartlara benzeyen bir ortam yaratarak yeni dalgayı
hazırladı. Üstelik bu kez böylesi şartları bekleyen
hatta onları yaratmaya da hazır bir sektör ve
kullanabilecekleri türevler ile yapılandırılmış
menkullerden oluşmuş karmaşık bir alet kutusu da
elde bulunmaktaydı. Bu aletler, LBO’nun en önemli
kısmı yani kaldıracı olağanüstü ölçüde artırabilen
buna karşılık maliyetlerde düşme sağlayan özellikler
sunuyordu.
Yüksek likidite ve finansal son model teknolojinin
sunduğu yüksek kaldıraç ola-nağı temel öneme
sahiptir. Sistem morgıçlarda çökmeseydi, çökmesi
için hazır pek çok aday alt sektör -LBO sektörü
örneğinde görüldüğü üzere- alesta bekliyordu.
Nitekim OECD’nin ilgili raporunun yazarı ‘elçiye
zeval olmaz ama’ diyerek riskin giderek arttığını,
insider trading gibi yolsuzluklarda da artış
gözüktüğünü, işin sonunun tıpkı 1980’lerdeki dalga
gibi kötü bitebileceği uyarısında bulunarak raporunu
sonlan-dırmıştı. (Blundell-Wignall, 2007: 79)
Böylece yatırım bankacılığı ile yatırım fonlarını
birbirine bağlayan eksik halkayı yani özel hisse
fonlarının iş alanı olan birleşme ve satın almaları
kısaca görmüş ol-duk. Şimdi de son çeyrek yüzyılın
finans piyasalarında asıl büyük değişimin yaşan-dığı
ve bireysel yatırımcının yerini kurumsal
yatırımcıların (büyük yatırım fonları ve emeklilik
fonlarının vb) alması olgusuna göz atmak
gerekmektedir. Kurumsal yatırımcılık ise yatırım
fonları endüstrisi ve bunların içindeki önemli bir
çeşit olarak hedge fonlara eğilmeyi
gerektirmektedir. Kriz denince 2007’den önce ilk
olarak ‘hedge’ fonlar, hedge fonlar denince da akla
örneğin G. Soros’un ülkeleri yıkıma uğratan
spekülatif saldırıları gelirdi. 2007/8 krizinde
elbette bir rol oynadılar; hatta önemlice bir rol
ama 1992 veya 1997 krizlerinin tersine bu kez krize
sebep olanlar hedge fonlar değildi.
Hedge fonlar bir cins yatırım ortaklığıdır. Yatırım
fonları veya ortaklıkları ise menkul değerlere veya
başka tür varlıklara yatırım yapmak amacıyla oluşmuş
şirket-ler veya kurumlardır.Bunlar normal şirketler
gibi, bir sanayi veya hizmet faaliyetinde
bulunmuyordu. Daha doğrusu bulunduğu hizmet
faaliyeti para veya sermaye piyasa-larına yatırım
yapmaktan ibaretti. Bu tür yapıların çoğu önce
Avrupa’da doğmasına rağmen daha sonra ABD
borsalarında gelişip yaygınlaştı sonra da İngiltere
ve Kıta Avrupası’na geri döndü. (Morgan ve Thomas,
1962: 177-178) Yatırım fonları, portföy yönetim
şirketleri, sigorta şirketleri ve özel şirketlerin
yatırım departmanları beraber-ce son 50 yılda önemi
gitgide artmış olan kurumsal yatırımcı kümesini
oluşturur. Bugün dünyada sayıları 10 binleri bulan
yatırım fonu vardır. Hedge fonlara gelirsek onlar,
bu yatırım fonları ailesinin oldukça kendine özgü
fertlerinden biridir. İddiaya göre ilk kez 1949’da .
Alfred Winslow Jones adındaki sosyolog-finans
gazetecisi-borsa yatırımcısı tarafından ABD’de
kurulmuştur. (SEC 2003: 3) Ve hedge fonlar hakkında
belki de bilmemiz gereken ilk şey “hedge fonların
aslında hedge yapmadı-ğı”dır. (Krugman, 2008:120)
Hedge fonlar, 1980’lere kadar nispeten sakin bir alt
sektör olarak kaldılar. O yıllarda finansal
liberalizasyon ortamı ve faiz, kur ve enflas-yondaki
dalgalanmalar sonucu
hedge yöntemleri çok daha çeşitli biçimlerde
yapılabilir hale geldi ve giderek kullanılan
teknikler finansal piyasaların genel oynaklığına
karşı tedbir amacından çıktı. 1990’larda ise bu
eğilim artarak ve çeşitlenerek sürdü.
“1990’ların düşük kredi spredleri ve faiz
oranlarının hakim olduğu ortamında yatırımcılar
arasında getiri amacıyla büyük bir rekabet yarattı.
Böylece bireysel ve kurumsal yatırımcılardan büyük
miktarlarda para, hedge fonlar, yatırım fonları (mutual
funds), gayrimenkullere, evlere, morgıçlara ve tabii
CDO, CDS ve sair ‘egzotik’ menkul değerlere, yani
mümkün olan her türden daha yüksek getirili yatırım
fırsatına akmaya başladı.” (Lo, 2008: 9)
Zaman zaman genel karlılıklar düşse de küresel
anlamda her zaman yüksek karlı bölgeler ve bazı niş
alanlar mevcuttu. Mesele onları arayıp bulmaktaydı:
“Finansal piyasaların durumu hakkında daha önce
görülmemiş derecede ayrıntı sunabilen enformasyon
sistemleri finansal kurumların anormal veya niş kar
fırsatlarını hızla bulmalarına olanak
sağlıyordu.(...) Yüksek finansal karlar yetenekli
insanlar ve kurumlardan geniş bir yelpazeyi kendine
çekiyordu. En göze çarpan hedge endüstrisinin
gelişimiydi. Finansın uyuk-layan, kıyıda kalmış bir
köşesi olan hedge fon endüstrisinin nasıl canlı,
trilyon dolarlık ve ABD firmalarının egemenliğinde
bir sektöre dönüştüğünü hatırlıyorum.” (Greenspan,
2008: 370)
Hedge fonları dünya çapında meşhur eden ve bu
sektöre hayranlık ve ün yanında inanılmaz bir
düşmanlık da kazandıran 1992 Avrupa ve 1997 Asya
saldırıla-rındaki payı ile spekülatör George
Soros’du.18 Bu saldırıların politik bir
sebebi olma-dığı, spekülatörlerin Greenspan’ın
dediği gibi ekstra bir kar fırsatı vaat eden bir
zayıf yan keşfettikleri için öyle davrandıkları
söylenebilir. Birarada ele alındıklarında, hedge
fonların spekülasyonlarına karşı gösterilen müsamaha
ile onlara karşı ulusal servetlerini korumaya
çalışan devletlere yönelik hoşgörüsüzlük kuşkusuz
krizleri kolaylaştıran bir ikiyüzlülüğün
belirtisiydi. Örneğin Hong Kong kendini 1997
saldırılarına karşı korumaya devlet rezervlerini
kullanarak çalışırken –diğerlerinin tersine Hong
Kong böyle bir olaya karşı rezerv bakımından daha
mücehhezdi- hedge fonların yoksullaştırıcı
saldırılarına ses çıkarmayan Milton Friedman ve
muhafazakar Heritage Vakfı Hong Kong yönetimini
neredeyse komünistlikle suçlamaya kadar işi
vardırdı.
ABD’de hedge fonlar offshore merkezli olmasalar bile
SEC’e kayıt olmayabiliyorlar ve böylece yasal
sınırlamaların büyük bölümünden kaçıyorlar. Bunun
için seçtikleri yol ilgili yasalardaki iki
boşluktan yararlanmak: küçük yatırımcıya değil
zengin yatırımcılara hizmet vermek ve belli sayıdan
fazla yatırımcıyı üye olarak kabul etmemek. ABD’de
bu konudaki en son sınırlar 5 milyon $’dan daha az
portföyü olan yatırımcıyı kabul etmemek ve 100 kişi
veya kuruluştan fazla üye kabul etmemek şeklindedir.
(Morgan 2009; ve SEC Staff Report, 2003: ix) Ayrıca
onshore faaliyet gösteren pek çok hedge
fonun offshore bölgelerde bağlı fonları vardır ve
yasal düzenlemeleri zorlayan işleri buralardan
gerçekleştirebilirler. İngiltere ve İsveç gibi
ülkelerde bu fonlar belli bir denetim altında
tutulmaktadır. Avrupa Birliği’nde net bir kural
yoktur ancak bazı denetleme çalışmaları için
Komisyon’un önerileri vardır.200
İkinci özellikleri ise bunların yasal sınırların
dışında seyretmeleri nedeniyle yüksek borçlulukla
(leverage) faaliyet gösterebilme olanağı ile aynı
şekilde açığa satışlar da dahil saldırganca
spekülasyon faaliyetlerinde bulunabilmeleridir.
Halbuki yasal olarak örneğin ABD SEC’ine kayıtlı
yatırım fonları hem kaldıraç oranı, hem de açığa
satış ve diğer bazı yatırım teknikleri üstünde
kısıtlamalara tabidir. (SEC Staff Report, 2003: 6)
Kaldıraç oranı bir fonun veya finansal kuruluşun
yatırım yaptığı ve dolayısıyla portföyünde tuttuğu
toplam varlık değerinin, fonun sermayesine
bölünmesiyle bulunur. Yani aslında fonun
yatırımlarının ne kadarını borç sermayeyle ne
kadarının da kendi sermayesiyle yapıldığını ölçer.
Fonlar kaldıraç oranını yükselterek bir kaç amaç
elde etmek isterler. Öncelikle bu fonların yeni
sermaye bulma olanakları büyük ölçüde iddialı
oldukları alanda yani borsalar ister düşsün ister
çıksın yüksek kar elde etme (mutlak kazanç ölçütü)
çabalarına destek verir. Örneğin 100 $’lık bir
fonunuz olduğunu düşünün. Sonra 400 $ borç sermaye
buldunuz. Yatırım yaptığınızda dönem sonu % 10 kar
ettiniz; yani 50 dolar. Ama bu rakam sizin
yatırımcılarınız açısından % 50 kar anlamına
gelecektir. (50kar/100sermaye=%50) Yüzde 50 kar
sağlayan bir hedge fon ise tabi ki daha çok
‘müşteri’ cezbedecektir. Bu yöntemin bir süre sonra
örtük bir ponzi planına sürükleyebileceğine burada
işaret etmemiz gere-kir. Kaldıracın ikinci ‘fayda’sı
ise biraz önce yukarıda Soros’un ERM spekülasyonu
örneğinde somutlandı. Ne kadar büyük olursa olsun
bir hedge fon, hatta bir fonlar ittifakı bile bazı
operasyonlar için yeterli sermayeye ulaşamaz. 15
milyar $ gibi bir ödünç kaldıraç olmasaydı Soros,
Avrupa para sistemi gibi bir kayayı yerinden
oyna-tamazdı.
Ayrıca bir cins kaldıraç gibi işlev gören bir
yatırım yöntemi de açığa satıştır. Hedge fonlar, bir
‘hedging’ stratejisi görünümünde bu yöntemi
çok sık kullanır. An-cak çoğu kere bu yöntem
kaldıraç işlevini görerek ek sermaye sağlar. Yani
hedge fon aynı anda örneği A menkulünü 100 bin $’a
açığa satar, menkulü ödünç almıştır ve bir süre
sonra geri vermeyi taahhüt etmiştir. Ve aynı anda
100 bin $’lık B menkulü alımını yapar. Bu durumda
alımın parası tümüyle açığa satıştan elde edilen
nakitle olmuştur. Şu farkla ki nakit bir bankadan vb
para olarak borç alınmamış, borç alın-mamış ve
kaldıraç rakamlarında bu durum gözükmemiştir. Borç
alınan, para yerine menkul değerdir. Eğer A menkul
değerinin fiyatı teslim tarihine kadar düşer, B
men-kulünün fiyatı da artarsa hedge fon çift taraflı
kazanacaktır. (Tabii tümüyle tersi de olabilir!)
Hedge fonların bir özelliği de gizliliğe verdikleri
önem ve yasal olarak tanım-lanmış belli
standartlarda raporlamalarının olmayışıdır. Sonuç,
onların tam olarak ne yaptığını iş işten geçmeden
öğrenilememesidir.
1993’ten 2003’e kadar hedge fon varlıkları ,
%1084’lük bir artışla 50 milyar $’dan 592 milyar $’a
çıktı. Aynı dönemde sigorta şirketlerinin varlıkları
sadece %110 arttı - 1,6 trilyon $’dan 3,3 trilyona.
Ticari bankaların varlıkları %100 (3,5 trilyon $’dan
7 trilyon $’a), ve yine ticari bankaların
mevduatları sadece %79 (2,5 trilyon $’dan 4,5
trilyon $’a) arttı. (SEC 2003: 2) Bu büyüme sonraki
yıllarda bile hız kesmeyip daha da artmıştır.
1999’da 324 milyar $ olan hedge fon varlıkları
2007’de 2,2 trilyona yük-selmiştir. Bu dönemde yılda
ortalama %23 büyümüşlerdir. (Morgan, 2009: 4)
Bundan başka hedge fonların adetleri de neredeyse
üssel olarak artmaktadır. 1998’de sayıları 4000’i
bile bulmazken 2007’de 11000’i geçmiştir. (IFSL,
2008b: 1) Hedge fonlar sözkonusu olduğunda bunların
önemini sadece rakamsal büyüklükle ölçmek de
yanıltıcıdır.
|