Yeni Bir Dünya Yeni Bir Sosyalizm
Sadun Aren
Sosyalizm, sınıfsız sömürüşüz ve dolayısıyla
eşitlikçi, özgürlükçü, kimsenin kimseye tahakküm
etmediği-edemediği, barışçı bir toplum düzenidir.
Bu biçimde tanımlanan sosyalizm, insanlığın ezeli
bir özlemi, bir idealidir.
Gerçekten, sınıfların ve devletin oluştuğu tarihin
en eski zamanlarından beri ezilen insanlar bilinçsiz
ve dolaylı ya da bilinçli ve dolaysız olarak
sosyalizm doğrultusunda mücadele etmişlerdir. Biz
bunlara sınıf mücadeleleri eliyoruz. Bu mücadeleler
bugün de toplumsal yaşamın tüm alanlarında
siirgelmektedir. Dolaylı bir tekrar da olsa hemen
vurgulamak isterim ki, hukuk devletinin, sosyal
adaletin ve demokratikleşmenin temel güvencesi ve
mekanizması bu mücadelelerdir.
Sosyalizm, Ekim 1917 Devrimiyle Sovyetler
Birliği'nde fiilen uygulamaya konulmuştur. Reel
Sosyalizm de denilen bu uygulama 70 yılı aşan ömrü
boyunca alanını genişleterek, kapitalizm
karşısında, alternatif bir dünya sistemi düzeyine
çıkmış ve sonra 1990'lı yılların başlarında çökerek
tarih sahnesinden çekilmiştir. Burada dikkat
edilmesi gereken husus, çökenin sosyalizm değil,
fakat onun belli bir uygulama modeli (Sovyet Modeli)
olduğudur. İnsanların gönüllerinde ve
kafalarında yaşayan sosyalizm özleminin, ölmesi
elbetteki söz konusu bile olamaz.
Sovyet tipi Sosyalizm alternatifini ya da kısaca
"Sovyet Modeli"ni en yalın ve kısa bir biçimde üç
temel öğesini ortaya koyarak şöyle anlatabiliriz. 1.
Önce Marksist bir işçi sınıfı partisi siyasal
iktidarı ele geçirecek ve burjuvaziyi etkisiz hale
getirecektir. 2. Sonra tüm üretim araçlarını
kamulaştıracaktır. 3. Hem kamulaştırılmış olan bu
üretim araçlarını hem de toplumsal yaşamın tümünü
merkezi bir planda işletecek ve yönlendirecek ve bu
yolla Sosyalizmi kuracaktır.
Görüldüğü gibi bu modelin omurgasını Parti ve onun
iktidarı oluşturmaktadır. Sosyalizm baştan sona
Parti tarafından, onun yönetim ve denetiminde
kurulacaktır. Böyle olunca, yani bu kadar zor işler
başarabilmesi için Partinin demir çekirdek gibi,
(Yukardan aşağı) son derece disiplinli bir yapıda
olması gerekeceği açıktır. Bu disiplin yalnız
Partinin kendi iç işleyişi için değil, fakat aynı
zamanda Partinin toplumu yönetmesi ve denetlemesi
için de gereklidir.
Hemen bu noktada, böyle bir parti anlayışının
Sosyalizmin eşitlikçi ve özgürlükçü özüyle
çeliştiğine işaret etmek isterim.
Sovyet Modeli önce bu ülkede uygulanmış olmakla
beraber dünyamızın diğer ülkelerindeki tüm
Marksist-Sosyalist partileri tarafından da kabul
edilmiş ve benimsenmiştir. Nitekim, bu partiler
tarafından Sosyalizmi kurmak için başka bir yol
(model) olacağı düşünülmemiştir. Öyle ki, o dönemde
sosyalizmle Sovyet Modeli aynileşmiş, sosyalizm
denilince bundan Sovyet Modeli ve doğal olarakta
onun öğeleri anlaşılır olmuştur. Örneğin bir ülkenin
sosyalist olup olmadığına, üretim araçlarının ne
kadarının kamulaştırılmış olduğuna ve merkezi bir
planla yönetilip yönetilmediğine bakılarak karar
verilirdi.
Sosyalizmin temel öğeleri olan özgürlük ve eşitlik
bunların yanında geri plana itilmişlerdi. Çünkü
modelin varsayımlarına göre eşitlik özgürlük,
sömürüye sömürü de üretim araçlarının mülkiyet
biçimine bağlıdırlar (onun türevleridirler) ve
üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet
kaldırılınca, sömürü de kendiliğinden ortadan
kalkacak, insanlar da eşit ve özgür olacaklardır.
Bu görüş doğru olmakla beraber eksiktir. Çünkü
sömürü ve ona bağlı olarak eşitsizlik ve
özgürsü/.lük (baskı) üretim araçlarının özel
mülkiyeti kadar onların özel yönetiminden de
kaynaklanır. Bu nedenle özel mülkiyetle birlikte
bunlar üzerindeki yönetimin de kamulaştırılması
gerekir. Oysa bilindiği gibi, Sovyetler Birliği ve
diğer reel sosyalist ülkelerde bu yapılamamış ve
yönetim işlevi, esas olarak Partinin elinde
kalmıştır. Bunun temel nedeni emekçi halkın o
zamanlar henüz kendi kendini yönetecek demokratik
bir olgunluğa ve deneyime sahip olmamasıydı. Ama
bunun yanı sıra Mode'lde Partiye verilen büyük rolün
ve Partinin merkeziyetçi yapısının da bunda önemli
payı olduğu da kuşkusuzdur. Çünkü gerçekten 70 yıl
sonra da hala halkın demokratik deneyimsizliği
giderilnıemiştir. Diğer bir deyişle, başlangıçta
geçici olacağı düşünülen her düzeydeki yönetici
kadrolar giderek halktan daha fazla ayrışmış ve
devamlı ve ayırcalıklı (sömürücü) bir yönetici sınıf
(ya da tabaka) halini almıştır.
Sovyetler Birliği'nin ve Avrupa'daki müttefiklerinin
çöküşünde hiç kuşkusuz dünya kapitalist sisteminin
baskı ve ekonomik ablukasının payı çok büyük
olmuştur. Ancak çöküşü sadece bununla açıklamak
olanaksızdır. Uygulanmış olan Sosyalizm modelinin
de bunda önemli payı olduğu gözardı edilmemelidir.
Modelin bazı temel çelişki ve aksaklıklarına,
yukarıda modeli özetlerken değinmiş bulunuyorum.
Nitekim 70 yıllık uygulamadan sonra Sovyetler
Birliği'nde sosyalizmin eşitlik, özgürlük ve barış
biçimindeki
pırıltılarını görmüyoruz. Zaten sosyalizmi
gerçekleştirebilmiş olsalardı, Sovyet halkının,
sadece dış ekonomik baskılar karşısında
sistemlerini bırakıp kapitalist cepheye geçmeleri
söz-konusu bile olmazdı.
Sovyet Modeli'nin geçerliliği üzerinde düşünürken,
çöküşte dış baskıların, yani uluslararası
kapitalizmin (emperyalizmin) abluka ve askeri
tehdidi olgusunun doğaı değerlendirilmesi
gerektiğine işaret etmek istiyoaım. Bu olgu geçici
değil fakat devamlı bir olgudur. Modelin dışında
değil içinde olması gerekir. Onu, yani dünya
kapitalist sisteminin varlığını ve gücünü dikkate
almayan bir model bir sosyalizm stratejisi geçerli
ve dolayısıyla hasarlı olamaz. Oysa biliyoruz ki,
Sovyet Modeli'nde kapitalist dünyanın varlığına
karşı bir önlem alınmamış, zamanı gelince onunla
çatışılacağı varsayılmıştır.
Demek oluyor ki, "Sovyet Modeli iyi ve geçerli bir
modeldi ama, emperyalizmin ablukası ve saldırıları
onun başarılı olmasını önlemiştir." diyemeyiz.
Modelin emperyalizmi ve saldırılarını dikkate alarak
oluşturulması gerekirdi.
Yukarda görmüş olduğumuz üzere, Sovyet Tipi
Sosyalizmin (modelin) uygulamaya konmasının ilk
adımı devrimci bir işçi sınıfı partisinin iktidara
geçmesidir. Bu modelin mantığına göre sosyalistler
iktidara gelmeden önce sosyalizm doğrultusunda
hiçbir fiili iş yapmazlar. Burjuva iktidarı buna
izin vermez. Bu nedenle sosyalistler muhalefetteyken
sadece iktidar için ideolojik ve örgütsel hazırlık
yaparlar, emekçi halk yararına işlere, reformlara
girişmezler. Bunlar kapitalizmin çelişkilerini
torpilleyip devrimci iktidarı geciktireceği için,
hatta bu tür reformlara karşı bile çıkmak
gerektiğini düşünürler.
Oysa bugün, hele Sovyetler Birliğinin de çöküşünden
sonra, dünya koşulları hiçbir ülkenin tekbaşına bir
çırpıda kapitalizmden sosyalizme geçmesine elverişli
değildir. Nite-kim uzunca bir süredir böyle bir
olaya tanık olmuyoruz. Son bir kaç yıldan beri de
bunun tam tersine, eski sosyalist ülkelerin
kapitalizme doğru kaydıklarını görüyoruz.
Bu durumda, demek oluyor ki, kalplerinde
sosyalizmin, insanların bu ezeli özlemlerinin
sıcaklığını hala duyan ye taşıyan insanlar için,
bizi sosyalizme götürecek yeni bir yol, yeni bir
model aramak ve bulmak zorunluluğu vardır. Nitekim,
tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sosyalistler
böyle bir arayış içindedirler ve daha şimdiden
böyle yeni bir sosyalizm yolunun ana çizgilerini
ortaya koymaya başlamışlardır.
Yeni sosyalizm modelinin ya da sosyalist mücadele
staretejisinin özü, çalışan emekçi halkın
kapitalizmin yönetimini, sürekli olarak parça parça
teslim almasıdır. Bunun mekanizması da toplumun
demokratik mücadele yoluyla
demokratikleştirilmesidir. Burada demokrasi ve
demokratikleşme sözcüklerinden anlamamız gereken
şey, İnsanların kendi kaderlerine gene bizzat
kendilerinin yön vermesi ve bunun için de
çıkarlarına sahip çıkarak kendileriyle ilgili her
konuda yönetimlere ve kararlara katılmalarıdır.
Açıktır ki, bir işyerinde çalışanların yönetime
katılmalarının kapsamı genişledikçe işyeri sahibinin
gücü ve etkinliği azalır ve giderek varlığı
gereksizleşebilir. Kaldı ki, özel mülkiyetin
olmadığı, hastane, okul, sendika, dernek gibi
işyerlerinde çalışanların yönetime katılmaları ve
baş yöneticinin (Baştabip, müdür ya da başkanın)
tahakküm edici ve belki de sömürücü durumda olmasına
son yermeleri çok daha kolay ve olanaklıdır.
Demek oluyor ki, sözünü ettiğimiz biçimdeki
demokratikleşme yoluyla kapitalist yönetimin
gittikçe artan bir ölçüde çalışan insanlar ve
onların prgiitleri tarafından devralınması
olanaklıdır ve dolayısıyla bu yol geçerli bir
sosyalizm modeli oluşturabilir. Bu modelin bir
özelliği. Sovyet modelinde görmüş olduğumuz gibi,
topyekun bir sistemler ve iktidarlar çatışmasına yer
vermemesi, tersine kapitalizmin
işleyşjzleştirilerek kendiliğinden tarih sahnesini
terketmek zorunda bırakılmasıdır.
Bu yeni sosyalizm modelinin, yani toplumsal yaşamın
aileden devlete, hastaneden fabrika ve diğer
işyerlerine kadar uzanan tüm alanlarının
demokratikleştirilerek her türlü sömürü ve
tahakkümden arındırılmasının yol ve biçimleri
araştırılmaya ve geliştirilmeye muhtaçtır. Bu konu,
sosyalistlerin önünde teorik ve pratik çalışmalar
yapılmasını gerektiren verimli ve büyük bir alan
olarak durmaktadır. Ama yol budur. İnsanlık,
özgürlük, eşitlik ve barışa bu yoldan ulaşacaktır.
Bu nedenle de Partinin (Sosyalist Partinin) büyük
önemi vardır. Çünkü modeli oluşturan
demokratikleşme, varolan kapitalist toplumun kendi
dinamiklerine bırakılamaz. Bunun içeriğinin
(yönünün) ve temposunun parti tarafından
belirlenmesi ve yönetilmesi ya da denetlenmesi
gerekir. Ama bu noktada yeni modelin özgürlükçü
yapısıyla pnu gerçekleştirecek partinin yönetici
niteliği (özü) arasında bir çelişki ortaya
çıkmaktadır. Gerçekten nasıl olup da yönetici bir
örgüt toplumu yönetilmekten kurtaracaktır. Açıktır
ki, yeni .şpsyalizm modeli yeni bir parti anlayışı
gerektirmektedir.
Yazıyı şöyle bitirmek istiyorum. Yeni görrüşler ona
uygun yeni kavramlarla' oluşturur ve en iyi o
kavramlarla anlatılabilirler. Eski kavramlarla yeni
görüşleri anlatmak ta, anlamak ta olanaksızdır.
Örneğin, yeni sosyalist partinin nasıl bir ekonomi
program olacağı sorusu anlamsızdır, yanıtlanamaz.
Çünkü yeni sosyalizm hareketi merkezi bir
yönetimden yoksun olacağı için belki de merkezi bir
ekonomik programı da olmayacaktır. Bu durumda,
"Böyle de sosyalizm mi olurmuş" diyenlere "haydi
canım sen de" demem ama şapkamı da çıkarmam.
|