Yeni Ekonomik Program (YEP)
Bu satırların yazıldığı sırada, IMF ile niyet
mektubu imzalanmadığı için, "Yeni Ekonomik
Program"ın detayları açıklanamamış ve bu programın
sadece çerçevesi ilan edilmiştir. 14 Nisan 2001'de
Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş, bir
nevi 2000 yılı istikrar program hedeflerini
tekrarlayarak, "Yapılması gerekenin sadece istikrar
programı olmadığını, Türkiye'nin ekonomik yapısını
değiştirmeyi de hedeflediklerini" belirtmiştir.
Derviş:
- Kamu kesimi toplam iç ve dış borç stoku/GSMH oranının 1990'dan
1999'a %29'dan %61'e çıktığını,
- Yine 1990 yılında toplanan her 100 liralık verginin 32 lirası
faiz ödemelerine giderken 1999 yılında bu rakamın
72 liraya yükseldiğini, şu anda bu oranın 90 lirayı
aştığını dile getirdikten sonra,
- Sürdürülemez bir iç borç dinamiğinin oluşması ve başta kamu
bankaları olmak üzere mali sistemdeki sağlıksız
yapının ve diğer yapısal sorunların kalıcı bir
çözüme kavuşturulamamış olmasının bu olumsuz tabloyu
ortaya çıkardığını ifade etmiştir.
Yine Kemal Derviş' e göre 2001 'de büyüme hızının %-3.0 olarak
gerçekleşeceği tahmini yanında, enflasyon hedefleri
de TÜFE'de (Tüketici Fiyatları) %52.5, TEFE'de
(Toptan Eşya Fiyatları) %57.6 olarak belirlenmiş ise
de, döviz fiyatları MB tarafından güdümlü
(kontrollü) bir şekilde dalgalanmaya bırakılmamış
olması,bu oranların tutturulmasını güçleştirecek ve
kanaatimce, yıllık enflasyon hızları da en az %70
sınırına dayanacak ve büyüme hızı en az %-5
olacaktır.
Kemal Derviş'in "Bizim herhangi bir kur hedefimiz yoktur. Bununla
birlikte döviz fiyatlarının aşırı olduğunu
düşünüyorum" ifadesi,Türkiye'de döviz fiyatları
konusunda belirsizliği artıracak ve neticede YEP'
in başarıya ulaşma şansını azaltacaktır. Bu
memlekette yumurtanın bile dolar fiyatına göre
belirlendiğini, şu anda kumaştan mobilyaya her türlü
dayanıklı tüketim malının vadeli satışının da, vade
sonundaki döviz fiyatına göre işlem gördüğünü sayın
Derviş' e hatırlatırız.
Nitekim, dış destek gelmeden, döviz fiyatları
belirlenemediği için sayın Derviş, başta ek
bütçenin gelir ve giderleri ile bütçe açığı olmak
üzere dış ticaret, dış ticaret dengesi ve cari
işlemler dengesi gibi hedefleri açıklayamamıştır.
Eğer Merkez Bankası, gerçekçi kur politikasını
taahhüt etmiş olsaydı belirsizlikler ortadan
kalkacaktı. Türkiye'de döviz fiyatlarının
belirlenmesini piyasaya (arz ve talebe) bağlamak
doğru değildir. Çünkü Türkiye'de bir döviz piyasası
değil, spekülatif bir piyasa vardır. Kıt olan
döviz, bir kriz anında herkes tarafından talep
edildiği için, döviz fiyatları astronomik bir
şekilde artmaktadır. Neticede döviz fiyatları
artışının en az % 50'si bu aşırı pskilojik talep
baskısından ve MB yetkilileri politikalarının
tutarsızlığından kaynaklanmaktadır.
Dış ticaret hedefleri açıklanmamış olmasına rağmen, 2000'den 2001'e
büyüme hızı %6,1'lik artıştan % -5 dolayında
gerçekleşmesi sonucunda; ithalatın 54 milyar
dolardan 40 milyar dolara doğru gerilemesi,
ihracatın ise 27 milyar 33 milyar dolara çıkması
beklenmektedir.
Bu durumda dış ticaret açığının 26,7 milyar dolardan 12 milyar
dolar seviyesine inmesi, CİD açığının da -9,8 milyar
dolardan 3 milyar dolara yaklaşan bir fazlaya
ulaşması öngörülmektedir. Böylece yıl sonunda
Türkiye'nin döviz ihtiyacı yönünden önemli bir
rahatlamaya kavuşacağı düşünülebilir.
Eski Ekonomik Program'da 2000 yılı için dolar/euro'dan oluşan döviz
sepeti yıllık artışı %20 'ye sabitlenmiş, ve
enflasyon oranı ile faiz hadlerinin bu orana
çekilmesi hedeflenmiş idi. Bu suretle MB, döviz
fiyatlarına müdahale ederek ve faiz oranlarını
serbest bırakarak TÜFE'ye göre yıllık enflasyon
hızını %25'e çekmeye çalışıyordu.
YEP'te ise; yıllık enflasyon oranları belirlenecek, döviz fiyatları
serbest bırakılacak (Serbest Dalgalı Kur), MB de
faiz oranlarını artırmaya yönelik müdahalede
bulunarak, döviz kurlarının yönünü belirlemeye ve
enflasyon hedefini tutturmaya çalışacaktır. Yukarıda
da belirttiğimiz gibi aşırı döviz talebi halinde
faiz hadlerini yükselterek döviz fiyatlarını kontrol
altına almak çok zor olduğu gibi, faiz hadlerindeki
aşırı yükselme maliyet enflasyonu doğuracağından bir
taraftan üretim ve ihracatı olumsuz yönde
etkileyecek, öte yandan enflasyonla mücadeleyi
zorlaştıracaktır. Burada tekrar belirtmek gerekir
ki, MB yetkililerinin "sadece döviz fiyatlarındaki
aşırı dalgalanmalar halinde piyasaya müdahale
edileceği" şeklindeki beyanları yersizdir, yanlıştır
ve uygulanacak kur politikası, MB'nin sürekli
müdahale edeceği bir "Güdümlü Dalgalanma"
olmalıdır.
Geciken ve Yeni Yasal Düzenlemeler
YEP'in uygulanmaya konması için hükümet çıkarılması
gecikmiş olan 15 yasal düzenlemeyi en kısa zamanda
meclisten çıkarmak zorundadır. Bu yasalar;
- Ek Bütçe Yasası: Özellikle ikinci krizden sonra ortaya
çıkan aşırı kur ayarlaması (Devalüasyon) ve zamlar
sonucu Ek Bütçe'nin çıkarılmasını kaçınılmaz hale
gelmiş ve bu kanun yasalaşmıştır. Ek bütçe Eylül
ayında çıkarılacaktır.
- Yeni Bankalar Yasası: Türkiye son 1,5 yıl içinde 2
Bankalar Yasası çıkarmış olmasına rağmen, değişen
iç ekonomik duruma göre, 3. bir Bankalar Yasasını
çıkarmak zorunda kalmıştır. Bu yasa ile bankaların
tasfiyesi kolaylaşacaktır.
- Kalan Fonların Kapatılması: Hükümet, Bütçe dışı 16 Fonu
Haziran sonuna kadar kapatacaktır.
- Üç kamu bankasına Ortak Yönetim: Ziraat, Halk ve Emlak
Bankaları ortak bir yönetime bağlanacak, görev
zararı karşılığında hizmet yükümlülüğü getiren tüm
kararname ve yasalar yeni bir yasa ile iptal
edilecektir. Bu üç Kamu Bankasının kamu adına
yapmaları öngörülen taban fiyat politikaları
şeklindeki destekleme alımları ve KO-Bİ'lere verilen
sübvansiyonlu (düşük faizli) kredi yetkileri ortadan
kaldırılacaktır. Bundan böyle, bu bankaların
muhtemel görev zararları yerine, tarım kesimi ve
KOBİ'leri desteklemek için Bütçeye ek ödenek
konulacaktır.
- Borçlanma Yasası: Bu yasa ile halen Bütçe yasasında
çeşitli bölümlere ve kalemlere dağılmış bulunan
borçlanma yetkileri ve tutarları ile ilgili
yetkiler Hazineye devredilecektir.
- Tekel Kanunu: Tütün, Tekel ve Şeker kanunları süratle
çıkarılacaktır. (Şeker Kanunu yasalaşmıştır)
- Devlet İhale Yasası: Bu yasa yeniden değiştirilerek
Devlet ihalelerinde şeffaflık sağlanacaktır. (Bu
yasanın çıkarılması sonbahara kalmıştır.)
- Ekonomik ve Sosyal Konsey Kanunu: (Yasalaşmıştır)
- Kamulaştırma Yasası: (Yasalaşmıştır)
- Petrol ve Doğalgaz Kanunu: Petrol ve
Doğalgaz piyasaları satış, dağıtım, üretim,
pazarlama yasaları da çıkarılarak bu alanlarda özel
ve özerk piyasalar oluşturulması sağlanacaktır.
- İcra İflas Kanunu:
Bankalarda doğrudan iflas, tasfiye gibi
uygulamalarla gündeme gelebilecek ve Bankaların
sahip, hissedar ve ortakları yurtdışındaki menkul
ve gayrimenkul tüm varlıklarıyla da sorumlu
olacaklardır. Ayrıca bu kanunla BDDK'nın yer alması
ve iflas işlemlerinin hızlandırılması sağlanacaktır.
- MB'nin Bağımsızlığı Kanunu: MB Kanunu, AB normlarına ve
standartlarına uygun çalışma ve yöntem imkanı
sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmiş ve
yasalaşmıştır.
- Türk Telekom Kanunu: Yasa tasarısının hazırlanmasında son
aşamaya gelinmiştir.
- Sivil Havacılık Kanunu: Bu kanunda yapılacak
değişiklikle, THY'nin iç hat uçuş fiyatlarının ve
satış stratejisi ile planlarını bu kurumun
yöneticilerinin belirlemesi sağlanarak
yasalaşmıştır.
- İş Güvencesi Kanunu: Tasarının hazırlanması için işçi -
işveren kuruluşları liderleri ve hükümet
yetkilileri arasında pazarlıklar devam etmektedir.
(Not:
Temmuz 2001 ortalarına gelindiğinde ihale kanunu ve tarımla ilgili
yasalr haricinde yukarıdaki yasalrın tamamı
çıkarılmıştır).
Hükümete İki Tavsiye
1. "Nereden Buldun Yasası",
ekonomik ortamın uygun olmamasından dolayı, 1999 yılı sonuna
doğru 3 yıl ertelenmiştir. Bu yasanın 2002 yılı
sonunda uygulamaya geçecek olması şu anda
piyasalarda büyük bir tedirginliğe yol açmakta,
belki de yurt dışına para çıkışlarını
hızlandırmakta ve Türk vatandaşları tarafından
Türkiye'ye para girişinin neredeyse durmasına sebep
olmaktadır. Onun için bu yasanın ertelenmesinin
en az 2005 yılı sonuna kadar uzatılması yerinde
olacaktır.
2. Yatırımların durduğu, işini kaybedenlerin ve işsizliğin giderek
arttığı bir ortamda iş güvencesi yasasını
çıkartmakla uğraşmak abesle iştigaldir.
Sayın Çalışma Bakanı AB normlarından bahsederek aylardır kamuoyunun
gündemini boş yere işgal etmektedir. Elbette, AB
ülkelerinde iş güvencesi yasası vardır, fakat,
kıdem tazminatı bir çok AB ülkesinde olmadığı gibi,
birkaç ülkede her 10 veya 20 yıl için bir aylık
ikramiyeden ibarettir. Bizde olduğu gibi
çalışılmış her yıl için bir aylık ücret tutarının
ödenmesi değildir.
Eğer bu yasa ille de çıkarılacaksa, hükümetin yapacağı iş, işçi ve
işveren kesimlerini AB'nin herhangi bir ülkesindeki
iş güvencesi yasasını ve kıdem tazminatı
uygulamasını kabul etmeye zorlamaktan ibaret
olmalıdır. Aksi halde,
mevcut kıdem tazminatı sistemine ek olarak bir de iş
güvencesi yasasını kabul etmek Türkiye'de zaten çok
düşük düzeyde olan yatırım şevkini felç
edecektir. Bu durum DYS yatırımlarını da daha
olumsuz şekilde etkileyecektir. Bugün, Türkiye'de
bazı KİT'lerin mal varlığının çalıştırdıkları
işçilerin toplam kıdem tazminatlarını ödemeye
yetmediği hususunu Çalışma Bakanı'nın
değerlendirmesi gerekmektedir.
İki Krizin Maliyeti ve İç Borç Batağı
Dolar cinsinden Türkiye'de FBG
(Fert Başına Gelir) 1990'dan 1993'e,
2682 dolardan 3056 dolara, 5 Nisan 1994 krizi
sonucu da 1994 yılında 2161 dolara inmiştir.
Yaşadığımız ekonomik kriz sonucu 2000 yılından
2001'e, FBG'nin 3060 dolardan 2000 dolara doğru
gerilemesi ve neticede herkesin dolar bazında
yaklaşık % 25 dolayında fakirleşmesi kaçınılmaz
hale gelmiştir.
Diğer taraftan, ekonomik kriz sayesinde "Kamu İç Borç Stoku'nun
bugüne kadar açıklananlardan çok yüksek olduğunu
öğrenmiş bulunuyoruz. Her yıl hükümetler
bütçelerinde iç borç stokunun ne kadar olduğunu ve
yıl içinde ne kadar iç ve dış borca başvuracaklarını
belirtiyorlardı. Oysa, devlet bu borçlanmaların
dışında Ziraat Bankası ve Halk Bankası gibi devlet
bankaları kanalıyla görev zararları için "gizli
borçlanmaya" gidiyormuş da bizlerin bundan haberi
bile olmamış.
Kamu Bankalarının görev zararlarının 2000 yılı sonunda 21 milyar
dolara ulaşmış olması, YEP'e göre, bu zararların iç
borç stokuna ilave edilmesi kaçınılmaz hale
gelmiştir.
Nitekim, Hazine Müsteşarlığımın 1 ve 2 Mayıs-2001
tarihlerinde yapmış olduğu basın açıklamalarına
göre, (30-Nisan-2001 tarihli Resmi Gazete) bugüne
kadar meydana gelen görev zararları, bankaların
mali bünyeleri dikkate alınarak nakit ve tahvil
verilmek suretiyle 2 Mayıs 2001 tarihi itibari ile
tamamıyla tasfiye edilmiştir.
Bundan böyle gerek çiftçilerimizi ve gerekse KOBİ'lerimizi
desteklemek için gereken fonlar yıllık bütçelere
konacaktır. Ayrıca, kamu bankalarına zarara yol
açacak görev verilmesi uygulamalarına tamamıyla son
verilmiştir. Türk bankacılık sisteminin %40'ını
oluşturan kamu bankalarına 1984 yılından bu yana
Bakanlar Kurulu kararı ile verilmiş olan 100'e yakın
görev zararı işlemi bu şekilde son bulmuştur. Kamu
bankalarının görev zararlarını kapatmak için bu
bankalara Hazine tarafından bu güne kadar 23
katrilyon TL'lik (Nisan sonuna kadar 14 katrilyon
TL'lik, 2 Mayıs'ta da 9 katrilyon TL'lik) ÖTT (Özel
Tertip Tahviller) verilerek bu miktar Hazinenin dış
borç stokuna ilave edilmiştir.
ÖTT tipi tahvillere "Nakit Dışı Tahviller" de denmektedir. Bu
tahviller piyasada alınıp satılmayacaktır. Sadece
belli aralıklarla, vadelerine göre, ya MB tarafından
ya da Hazine tarafından geri alınmak suretiyle nakde
çevrilecektir.
Tablo 2'de görüldüğü gibi ikinci kriz sonucu "Dalgalı Kur "a
geçilmesi ile, yaklaşık %75 dolayındaki
devalüasyon, TL cinsinden dış borç stokunu artırmış,
dolar cinsinden iç borç stokunu da azaltmıştır. 21
Şubat'tan Nisan ortasına kadar geçen sürede dolar
fiyatının 685 bin TL'den 1,2 milyon TL'ye çıktığı
dikkate alındığında, TL cinsinden, Türkiye'nin
114,3 milyar dolarlık dış borç stoku 78,3 katrilyon
TL'den
(685 bin TL x 114,3 milyar dolar) 137,3 katrilyon
TL'ye fırlamış (1,2 milyon TL x 114,3 milyar
dolar), diğer taraftan Mart-2001'de 50,9
katrilyon TL olan da 72,7 milyar dolardan (50,9
Katrilyon / 685 bin), 42,4 milyar dolara inmiştir
(50,9 Katrilyon /1,2 milyon)
Tablo-2 'nin ortaya çıkardığı diğer bir husus da Türkiye'nin büyük
bir iç borç batağına sürüklendiği gerçeğidir. 2000
yılında iç borç stoku 36,4 katrilyon TL değil,
23 katrilyon TL'lik görev zararlarının ve 6,9 katrilyon TL'lik Fon
Bankaları zararlarının tahvil yoluyla kapatılıp iç
borç stokuna ilavesiyle bu miktarın gerçekte 65
Katrilyon TL olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
2000 yılında cari fiyatlarla GSMH 124,4 katrilyon TL
olduğuna göre, İç Borç Stoku/GSMH oranı %30 değil,
meğerse %48'imiş, Mayıs ayı itibari ile iç borç
stokunun 70 katrilyon TL'yi aşması beklendiğine göre
bu oranın
Tablo-2: İç ve Dış Borç Stoku'nun (TL ve $ Olarak) Seyri
Yıllar-Aylar |
Dolar Kuru (1.000 TL) |
İÇ BORÇ STOKU |
DIŞ BORÇ STOKU |
Katrilyon TL |
Milyar $ |
Milyar $ |
Katrilyon TL |
Aralık 1997 |
205.0 |
6.3 |
30.6 |
84.9 |
17.4 |
Aralık 1998 |
306.1 |
11.6 |
37.0 |
96.9 |
29.7 |
Aralık 1999 |
525.5 |
22.9 |
42.5 |
101.8 |
53.5 |
Kasım -2000 |
682.9 |
32.6 |
47.8 |
|
|
Aralık 2000 |
676.0 |
36.4
|
54.2 |
114.2 |
77.2
(Aralık) |
Ocak- 2001 |
670.0 |
44.4 |
65.4 |
|
|
Şubat-2001 |
906.2 |
45.4 |
50.1 |
|
|
Mart - 2001 |
1200.0 $700 Bin TL olsaydı |
50.9 50.9 (1) |
42.4 72.7 |
114.2
(Aralık 2000) |
137.0
(Mart 2001) |
Mayıs -2001 |
1200.0 |
70.0 (*) |
58.3 |
|
|
(1) Dolar Kuru Mart 2001 "de 700 Bin TL
olsaydı 50.9 Katrilyon TL'lik iç borç stoku
72.7 Milyar $ olurdu.
(*) Tahmin. 23 Katrilyon TL' lik görev
zararı ve 6.9 Katrilyon TL'lik Fon kapsamına
alınan bankalar için verilmiş olan
tahvillerin iç borç stokuna ilavesinin
dikkate alınması ile. |
%60'ı geçtiği ortadadır. Bu durumda 114 milyar dolarlık dış borç
stokunun yaklaşık yarısı da kamuya ait olduğuna
göre, Türkiye'nin Kamu İç ve Dış Borç Stoku/GSMH
oranının da %60 dolayında değil %80'i aştığı ortaya
çıkmaktadır.
Not. Temmuz 2001:
2001 yılı sonunda GSMH 170 milyar dolar
seviyesine ineceğine göre, Haziran 2001 sonunda iç
borç stokunun 90.3 katrilyon liraya (75 milyar
dolar+dış borç stoku da 112 milyar dolar) çıkması
ile bu oran % 100'ü aşmıştır.
Sonuç
Özet olarak, 2000 yılı ekonomik göstergeleri çok başarılı
görünmesine rağmen Türk ekonomisinin 22 Kasım 2000
ve 19 Şubat 2001'de iki büyük ve çok derin ekonomik
krizle karşılaşması bize bu denizin bittiğini
ve geminin karaya vurduğunu çok acı bir şekilde
göstermektedir.
Bu makalede Türk ekonomisinin 3 ay içinde iki krizle
karşılaşmasının çeşitli sebeplerini araştırdık ise
de, yaptığımız iş bir çeşit fesi bırakıp püs-külüyle
oynamaktan ibarettir. Burada fesin manası, Türk
ekonomisinin artık, özellikle son 10 yılda
olduğu gibi, ha babam usulü (popülist)
politikalarla yönetilemeyeceğinin ortaya çıkması ve
neticede Hükümetin ( Dervişin değil) hazırladığı
Yeni Ekonomik Programda (YEP'te) yer alan gerekli
yapısal reformları gerçekleştirmekten başka
çaresinin olmadığıdır. Popülist Politikalara en
güzel örnek Sayın Demirel'in katkısıdır! Sayın
S. Demirel, 1991 seçimlerinden sonra emeklilik
yaşını kadınlarda 38, erkeklerde 43 yaşına
indirmekle, SGK açıkları vasıtasıyla, 2000 yılı
sonuna kadar Türk hazinesini en az 35 Milyar
Dolar zarara sokmuştur.
Türk ekonomisinin düzlüğe çıkmasının
ve ekonomik istikrarın ön şartını, kısa, orta ve
uzun vadede siyasi istikrarın sağlanması, devam
ettirilmesi ve bu siyasi istikrarı sağlayacak bir
Hükümete YEP döneminde de her kesimin büyük bir
destek vermesi sonucu dış finans çevrelerince
güvenin sürmesi oluşturmaktadır.
2000 yılında uygulanan istikrar programı sonucu Türkiye, gerek
enflasyonla mücadelede, gerekse de devlet
bütçesindeki mali disiplin konularında önemli bir
mesafe almıştı. Buna rağmen, Bütçe Harcamala-rı/GSMH
oranı ise 1995'de %22 iken, bu oran 1999'dan 2000'e
%35,9'dan %37,4'e ulaşmıştır. Belediyeler, BİT'ler
ve KİT'ler hesaba katıldığında ve Toplam Kamu
Harcamaları/GSMH oranının halen %50 dolayında
seyrettiği hususu göz önüne alındığında, Türk
ekonomisinin en az yarısının "devletçi" yapısını
sürdürdüğü ortaya çıkmaktadır. Türk ekonomisinin
esas meselesi, kaynakları israf eden kamunun payını
azaltmak, devleti eğitim, sağlık, yol ve baraj
yatırımları gibi asli görevlerine döndürmektir.
Türkiye ekonomisinin tamamen düze çıkabilmesi için
mevcut siyasi istikrarın, en az iki yıl daha
sürmesi ve gerekli yapısal reformların
geciktirilmeden ve sulandırılmadan yerine
getirilmesi gerekmektedir. Başta,
devletin yeniden yapılandırılması,
yolsuzlukların bir an önce ortaya çıkarılması ve sorumlularının
cezalandırılması, yolsuzlukların önüne
geçilebilmesi için, bazı kamu bankalarının
en çok 2 yıl içinde özelleştirilmesi, kayıt dışı
ekonominin asgari düzeye indirilmesi, DYS
yatırımları ve özel sektör yatırımları için 50
değişik yerden alınması gereken izin belgelerinin en
düşük sayıya indirilmesi, aşırı zarar eden
KİT'lerin de özelleştirilmesi veya tasfiyesi, tarım
sektöründe taban fiyat politikasının üretimi teşvik
edecek bir yapıya kavuşturulması
gerçekleştirilemediği takdirde yıllık enflasyon
hızı, kemer sıkarak, 2 yıl sonra tek haneli
rakamlara yaklaşsa bile kalıcı olmayacaktır.
Enflasyonu sivrisineğe benzetirsek, bataklığı kurutmadan nasıl
sivrisinekle mücadelede başarılı olunamazsa,
yukarıdaki yapısal reformlar gerçekleştirilmediği
takdirde de enflasyonla mücadeledeki başarı kalıcı
olmayacaktır.
Türk ekonomisi, IMF ve Dünya Bankası tarafından
verilecek olan 14,3 Milyar dolarlık ek desteğin de
etkisiyle, 2001 yılının ikinci yarısından itibaren
rayına oturmaya başlayacaktır. Türk insanının
müteşebbis gücü bu badireyi atlatacak güçtedir.
Yeter ki, Yeni Ekonomik Programa da, geçen yıl
olduğu gibi, her kesimden yeterli ve samimi
destek gelsin. Türkiye'nin başka bir çıkış
yolu da yoktur.
Kaynak: Prof. Dr. Emin Çarıkcı
|