Yeni Bir Kriz ve Küreselleşmenin Ortaya Çıkışı
1970'lere gelindiğinde
II.
Dünya Savaşından sonra oluşturulan Bretton Woods
sistemi ortadan kalkmıştı. Ayrıca, 1973 ve 1978'te
yaşanan petrol şokları ve ondan sonraki ekonomik
durgunluk ve enflasyon, kapitalizmin yeni bir
krizine işaret ediyordu. Kârlar düşmüş ve sermaye
birikimi sekteye uğramıştı. Krizden çıkmanın yolu
kâr hadlerini tekrar artırmaktan geçiyordu. Bunun
ise iki yöntemi vardı, ya verimlilik artacak ya da
pazar genişletilecekti.
İlginçtir, sonraki süreçte ekonomik yeniden
yapılanma ve teknolojik ilerleme üstüste
çakışacaktı. İleri teknoloji özellikle ulaşım,
haberleşme ve bilişim alanında yeni çığırlar açmaya
ve küresel bir ekonominin lojistik altyapısını
oluşturmaya başladı.
Diğer taraftan, Amerika'da Ronald Reagan ve
İngiltere'de Margareth Thatcher liderliğindeki
muhafazakarlar refah devletini tasfiye edip,
devleti yeniden küçültüp ekonomik alanın dışına
çıkarma yönünde irade sergilediler. "Deregülasyon"
denen bu yaklaşım kapitalizmin yeni yüzünü
oluşturuyordu artık.
Bu arada, petrol krizinden sonra gelen durgunluk
gelişmekte olan ülkeleri de kritik bir duruma
sokmuştu. Bu ülkelerin ihracat gelirleri petrol
faturasını bile karşılayamaz duruma gelmişti. Tek
çıkar yolları gelişmiş ülkelere ihracatlarını
artırmalarıydı ama bu zaten durgunluk içindeki
merkez ülkelerin isteyeceği en son şeydi. Ayrıca,
petrol fiyatlarının varil başına 10 kattan fazla
artmasıyla OPEC ülkelerinin elinde büyük fonlar
birikmeye başlamıştı, bu fonlar ise gelişmiş
ülkelerin bankalarına yatırılmaktaydı. Bu fonların
gelişmiş ülkelerde kullandırılması durgunluk
yüzünden imkansızdı.
Bu fonlar yavaş yavaş çevre ülkelere akıtılmaya
başlandı. Bu arada gelişmekte olan ülkeler de
kambiyo denetimlerini gevşeterek bu fonların
rahatça ekonomiye akışını sağlıyordu. Böylece bu
ülkelerin ithalat kapasitesi genişliyor, ihracatı
artırma gereği bile duymadan döviz sağlayarak
gelişmiş ülkelerden ithalat yapabiliyorlardı.
Gelişmiş ülkeler memnundu, hem bankaları ellerindeki
fonları kullandırabilecekleri bir alan bulmuş, hem
de ihracatlarını artırarak kâr hadlerini
yükseltmeye başlamışlardı. Gelişmekte olan ülkeler
de durumdan memnun görünüyordu, çünkü düşük
faizlerle bol kredi bulmuş, yatırım yapabilmiş ve
böylece büyümeyi sürdürebilmişlerdi. Fakat bu
dönemde en zayıf halka borçları devasa bir oranda
büyüyen gelişmekte olan ülkelerdi.
Borç ödeyememe sıkıntısına düşen ülkelere IMF
vasıtasıyla müdahale ediliyor, uluslararası
bankaların kredileri böylece garanti altına
almıyordu. IMF'nin dayattığı politikalar ise elbette
"deregulasyon" yani devletin ekonomiden çekilmesi,
özelleştirme, piyasanın daha da dışa açılması gibi
gelişmiş ülkelerin1 işine yarayacak
türdendi.
Gelişmekte olan ülkelerin 1970'te 62,5 milyar dolar
olan borçlan 1980'e gelindiğinde 560 milyar dolara,
1984'te ise 845 milyar dolara fırlamıştı. [Rakam,
2002 yılına gelindiğinde 2,46 trilyon dolara
ulaşacaktı.] 1980'lerin sonunda tablo tekrar
bozulmaya başlamıştı. Gelişmekte olan ülkeler
fütursuzca kullandıkları krediler yüzünden borç
kriziyle sarsılıyor, bunun sonucunda ise
ithalatlarını yeniden kısmaya başlıyorlardı.
Gelişmiş ülkeler yeniden durgunluğa giriyordu. Bu
ülkelerde GSYİH artış hızı tekrar % l'lere
düşmüştü. 1987'de New York borsasındaki çöküş
1929'dan bu yana yaşanan en şiddetli çöküştü. Bunu
1990'da Tokyo borsası ve Japon finans kurumlarında
yaşanan sarsıntı izledi.
Bu noktada Berlin duvarının yıkılışı ve SSCB'nin
dağılışı soğuk savaşın bitişine işaret ediyordu. Bu
ülkelerin serbest piyasa ekonomisine geçişleri
gelişmiş ülkeler için yeni bir umut olmuştu. Geçiş
beklendiği kadar hızlı olmasa da merkez güçlerin
kaza-nımları azınsanmayacak ölçüdeydi. Fakat merkez
içi çekişmeler de önemli ölçüde artmıştı. AB'nin
önce 12 sonra 15 üyeye ulaşması ABD'yi ürkütmüş, bu
ülke NAFIA'yi oluşturmuş ve GATT'ı harekete
geçirmişti. Eski Doğu Bloku ülkelerindeki rekabet de
önemli bir çatışma unsuruydu. AB bu ülkeleri
bünyesine katmaya hazırlanırken, ABD öncülüğünü
yaptığı NATO'nun bu ülkeleri kapsayacak şekilde
genişletilmesini sağlayacaktı.
ABD nin baskı ve öncülüğünde gerçekleşen ve
1986-1994 yılları arasında süren GATT Uruguay Turu
görüşmeleri dünya ölçeğinde yeni bir ticari düzeni
ortaya çıkarırken, küreselleşmenin de ikinci
evresini oluşturacaktı. Genel olarak özetlemek
gerekirse, GATT Uruguay Turu toplantıları sonucunda
imzalanan anlaşmalar bütünü, mal ticaretine ilişkin
olarak gümrük duvarlarını düşürmekte ve çeşitli
korumacılık yöntemlerini daha da zorlaştırmaktadır.
Gümrük duvarları genel olarak yüzde 35 oranında
düşürülürken, korumacılık uygulamalarına karşı sıkı
bir izleme, değerlendirme ve disiplin getirmekte ve
uluslararası ticareti anlaşmaya uygun olarak
yürütebilmek için Dünya Ticaret Örgütü (WTO)
kurulmasını sağlamaktadır. Ayrıca eski GATT
sisteminden farklı olarak daha önce yerel düzeyde
alınıp satılan hizmetler ticareti de küreselleşmiş
ve hizmet ticaretinin önündeki engellerin de
kaldırılması amaçlanmıştır.
|