Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Yeni Bir Kriz ve Küreselleşmenin Ortaya Çıkışı 

1970'lere gelindiğinde II. Dünya Savaşından sonra oluştu­rulan Bretton Woods sistemi ortadan kalkmıştı. Ayrıca, 1973 ve 1978'te yaşanan petrol şokları ve ondan sonraki ekonomik dur­gunluk ve enflasyon, kapitalizmin yeni bir krizine işaret ediyor­du. Kârlar düşmüş ve sermaye birikimi sekteye uğramıştı. Kriz­den çıkmanın yolu kâr hadlerini tekrar artırmaktan geçiyordu. Bunun ise iki yöntemi vardı, ya verimlilik artacak ya da pazar genişletilecekti. 

İlginçtir, sonraki süreçte ekonomik yeniden yapılanma ve teknolojik ilerleme üstüste çakışacaktı. İleri teknoloji özellikle ulaşım, haberleşme ve bilişim alanında yeni çığırlar açmaya ve küresel bir ekonominin lojistik altyapısını oluşturmaya başladı. 

Diğer taraftan, Amerika'da Ronald Reagan ve İngiltere'de Margareth Thatcher liderliğindeki muhafazakarlar refah devle­tini tasfiye edip, devleti yeniden küçültüp ekonomik alanın dı­şına çıkarma yönünde irade sergilediler. "Deregülasyon" denen bu yaklaşım kapitalizmin yeni yüzünü oluşturuyordu artık. 

Bu arada, petrol krizinden sonra gelen durgunluk gelişmek­te olan ülkeleri de kritik bir duruma sokmuştu. Bu ülkelerin ih­racat gelirleri petrol faturasını bile karşılayamaz duruma gel­mişti. Tek çıkar yolları gelişmiş ülkelere ihracatlarını artırmala­rıydı ama bu zaten durgunluk içindeki merkez ülkelerin isteye­ceği en son şeydi. Ayrıca, petrol fiyatlarının varil başına 10 kat­tan fazla artmasıyla OPEC ülkelerinin elinde büyük fonlar birik­meye başlamıştı, bu fonlar ise gelişmiş ülkelerin bankalarına ya­tırılmaktaydı. Bu fonların gelişmiş ülkelerde kullandırılması durgunluk yüzünden imkansızdı. 

Bu fonlar yavaş yavaş çevre ülkelere akıtılmaya başlandı. Bu arada gelişmekte olan ülkeler de kambiyo denetimlerini gev­şeterek bu fonların rahatça ekonomiye akışını sağlıyordu. Böy­lece bu ülkelerin ithalat kapasitesi genişliyor, ihracatı artırma gereği bile duymadan döviz sağlayarak gelişmiş ülkelerden it­halat yapabiliyorlardı. 

Gelişmiş ülkeler memnundu, hem bankaları ellerindeki fonları kullandırabilecekleri bir alan bulmuş, hem de ihracatla­rını artırarak kâr hadlerini yükseltmeye başlamışlardı. Geliş­mekte olan ülkeler de durumdan memnun görünüyordu, çünkü düşük faizlerle bol kredi bulmuş, yatırım yapabilmiş ve böylece büyümeyi sürdürebilmişlerdi. Fakat bu dönemde en zayıf halka borçları devasa bir oranda büyüyen gelişmekte olan ülkelerdi. 

Borç ödeyememe sıkıntısına düşen ülkelere IMF vasıtasıyla müdahale ediliyor, uluslararası bankaların kredileri böylece ga­ranti altına almıyordu. IMF'nin dayattığı politikalar ise elbette "deregulasyon" yani devletin ekonomiden çekilmesi, özelleştir­me, piyasanın daha da dışa açılması gibi gelişmiş ülkelerin1 işine yarayacak türdendi. 

Gelişmekte olan ülkelerin 1970'te 62,5 milyar dolar olan borçlan 1980'e gelindiğinde 560 milyar dolara, 1984'te ise 845 milyar dolara fırlamıştı. [Rakam, 2002 yılına gelindiğinde 2,46 trilyon dolara ulaşacaktı.] 1980'lerin sonunda tablo tekrar bo­zulmaya başlamıştı. Gelişmekte olan ülkeler fütursuzca kullan­dıkları krediler yüzünden borç kriziyle sarsılıyor, bunun sonu­cunda ise ithalatlarını yeniden kısmaya başlıyorlardı. Gelişmiş ülkeler yeniden durgunluğa giriyordu. Bu ülkelerde GSYİH ar­tış hızı tekrar % l'lere düşmüştü. 1987'de New York borsasında­ki çöküş 1929'dan bu yana yaşanan en şiddetli çöküştü. Bunu 1990'da Tokyo borsası ve Japon finans kurumlarında yaşanan sarsıntı izledi. 

Bu noktada Berlin duvarının yıkılışı ve SSCB'nin dağılışı so­ğuk savaşın bitişine işaret ediyordu. Bu ülkelerin serbest piyasa ekonomisine geçişleri gelişmiş ülkeler için yeni bir umut olmuş­tu. Geçiş beklendiği kadar hızlı olmasa da merkez güçlerin kaza-nımları azınsanmayacak ölçüdeydi. Fakat merkez içi çekişmeler de önemli ölçüde artmıştı. AB'nin önce 12 sonra 15 üyeye ulaşma­sı ABD'yi ürkütmüş, bu ülke NAFIA'yi oluşturmuş ve GATT'ı harekete geçirmişti. Eski Doğu Bloku ülkelerindeki rekabet de önemli bir çatışma unsuruydu. AB bu ülkeleri bünyesine katma­ya hazırlanırken, ABD öncülüğünü yaptığı NATO'nun bu ülkele­ri kapsayacak şekilde genişletilmesini sağlayacaktı. 

ABD nin baskı ve öncülüğünde gerçekleşen ve 1986-1994 yılları arasında süren GATT Uruguay Turu görüşmeleri dünya ölçeğinde yeni bir ticari düzeni ortaya çıkarırken, küreselleşme­nin de ikinci evresini oluşturacaktı. Genel olarak özetlemek ge­rekirse, GATT Uruguay Turu toplantıları sonucunda imzalanan anlaşmalar bütünü, mal ticaretine ilişkin olarak gümrük duvar­larını düşürmekte ve çeşitli korumacılık yöntemlerini daha da zorlaştırmaktadır. Gümrük duvarları genel olarak yüzde 35 ora­nında düşürülürken, korumacılık uygulamalarına karşı sıkı bir izleme, değerlendirme ve disiplin getirmekte ve uluslararası ti­careti anlaşmaya uygun olarak yürütebilmek için Dünya Ticaret Örgütü (WTO) kurulmasını sağlamaktadır. Ayrıca eski GATT sisteminden farklı olarak daha önce yerel düzeyde alınıp satılan hizmetler ticareti de küreselleşmiş ve hizmet ticaretinin önün­deki engellerin de kaldırılması amaçlanmıştır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005