Yüksek
Faiz Düşük Kur Uygulamaları
Yüksek
faiz, düşük kur uygulamasının belirgin sonucu;
göreli olarak düşük enflasyon, yüksek cari açık ve
istihdam yaratmayan büyümedir. Gerçekçi kur reel
değişkenler bazında referans alınan dönem başına
göre iki ülke vatandaşlarının (Türkiye ve diğer
ülkeler) birbirlerinden reel satın alma gücünü suni
olarak değiştirmeyen kur politikasıdır. (Uysal,
2006: 1)
Reel değişkenler
temelli gerçekçi kur politikası uygulaması durumunda
ortaya şu sonuçların çıkması olasıdır. İhracat
artacak, ithalat düşecek, buna bağlı olarak dış
ticaret ve cari açık azalacaktır. Bunun sonucunda,
özellikle kurlar düşük olduğu için ithal ürün veya
girdi kullanan yerli ekonomik birimler mümkün
olduğunca ülke içinde üretilen ürünlere yönelecek,
böylece yaşanacak büyüme süreci istihdam artışını da
getirecektir. Kurların gerçekçi değerlendirilmesinin
bir diğer sonucu da küresel spekülatörlerin
ülkemizden ayrıca bir kur kazancı elde etme şansını
ortadan kaldırması ve hızlı kur artışı beklentisinin
yarattığı yüksek risk algılamasını zayıflatması
olacaktır. (Uysal, 2006: 1). Şurası muhakkak ki
1980’den sonra uygulanan gerçekçi ve reel faiz
politikaları ekonomiye makro ve mikro düzeyde önemli
yararlar da sağlamıştır. Reel faiz politikası
yoluyla 1980-1983 döneminde iç tüketim kısılmış,
enflasyonist ortamda dövize ve mala hücum
psikolojisi giderilip firmalar öz kaynaklarını
arttırmaya özendirilmiş, sermayenin daha dikkatli
kullanılması sağlanmış ve iç tasarruflar teşvik
edilmiştir. (Türkkan, 1992: 57)
Bugünkünden
yüksek bir düzeyi ifade eden gerçekçi kur
uygulamasının olumsuz sonuçları ise, enflasyonun bir
miktar yükselmesi, dış borç ve döviz cinsinden iç
borçların maliyetini artırması ve hormonlu görüntü
veren dolar bazındaki GSMH ve kişi başına düşen
gelir rakamlarının gerilemesidir. Ayrıca, kurların
ve enflasyonun kısa süreli artışı nominal faizleri
de bir miktar artıracaktır. Ancak, bu durumda, reel
faizler gerileyecektir. Düşük faizin olumsuz etkisi
sıcak para girişinde yavaşlamaya neden olarak kamu
açıklarının finansmanında iç borçlanma ve kurumsal
dış borçlanmaya ağırlık vermeyi zorunlu kılması,
rantiye kesiminin çıkaracağı büyük gürültü, borsada
ilk etapta düşme, kısa süreli istikrarsızlık olarak
ifade edilebilir. (Uysal, 2006: 1). Enflasyonla
mücadelenin ikinci plana atıldığı, enflasyon içinde
büyüme tercihinin üstü kapalı bir biçimde yapıldığı
1984 sonrası
dönemde yüksek faiz politikası kamunun özel kesimin
elindeki fonları kendisine çekme, kambiyo rejiminde
liberalleşmeyi sağlama hedeflerinin bir aracı haline
gelmiştir. Diğer taraftan dış borçlanmada, kabul
edilebilen limitlere ulaşıldığından, pahalı, iç
borçlanmaya başvurulması kaynak maliyetini
yükseltmiştir.
Türkiye’de yüksek faiz politikasının sanayileşme
üzerinde çok olumsuz etkiler yapabilmesinin önemli
nedenlerinden birisi Türk sanayinde borç/öz sermaye
oranının geleneksel olarak yüksek bir düzeyde olması
ve artan borçlanma maliyeti karşısında öz sermayeyi
geliştirme imkânlarının çok sınırlı kalmasıdır. (Türkkan,
1992: 57)
1980 li yıllarda
uygulanan yüksek faiz oranlarının sanayileşme
üzerindeki olumsuz etkileri dört ana grupta
toplanabilir: (Türkkan, 1992: 56)
1-Belirsizlik ve haksız
rekabet ortamında artan risklilik nedeniyle tasarruf
sahiplerinin cebindeki sermayeyi girişimcilikte
kullanmak yerine faiz geliri elde etmek amacıyla
bankaya yatırmaları nedeniyle ekonominin
dinamizminin kaybolması,
2-Vadesiz ve
çok kısa vadeli mevduata nispeten yüksek faiz
tahakkuk ettirilmesi nedeniyle ticari ve sınaî
hayatta ödemeleri geciktirme olgusunun yaygınlık
kazanması sonucunda ortaya çıkan işletme sermayesi
açığının yarattığı darboğazlar,
3-Yüksek
mevduat faizlerinin sermaye piyasasının ve genel
olarak ticari ve sınaî hayatın cazibesini azaltıcı
etkileri nedeniyle ortaya çıkan reel ve psikolojik
sıkıntılar,
4-Yüksek
mevduat faizlerinin bankaların kaynak maliyetini
arttırması sonucunda ortaya çıkan olumsuzluklardır.
Yabancı
özel sermayenin az gelişmiş ekonomide yapacağı
yatırımlar, bu ekonomilerin yatırım ihtiyaçlarıyla
bağdaştığı takdirde, az gelişmiş ekonomilerde
yurtiçi tasarruflarla karşılanacak yatırım miktarını
azaltır, dolayısıyla yabancı özel sermaye
yatırımları yurtiçi tasarruflara ek bir kalem
niteliğindedir. Bu bakımdan yabancı özel sermaye
yatırımları iktisadi kalkınmanın en az özveri ile
gerçekleştirilmesini mümkün kılar. İkinci olarak
yabancı özel sermaye yatırımları başka bir yönden
daha önemlidir, dış ticaret ve ödemeler bilânçosu
açığını azaltır. (Türk, 1994: 256-257)
Ülkemizde yabancı sermayenin girişini etkileyen
başlıca olumsuz faktörler; istikrarsız büyüme
oranları, yüksek enflasyon, yüksek faiz oranları,
kısaca mevcut
ekonomik ve politik istikrarsızlıklardır.
Bunlara ilave olarak, Türkiye, ödemeler dengesini
düzeltme konularında mesafeler alamayan, başta vergi
reformu ve özelleştirme ihtiyaçlarını
gerçekleştiremeyen bir ülke konumundadır. Diğer
olumsuz faktörler ise, bürokratik işlemlerin
fazlalığı, yabancı sermaye mevzuatının uygun
olmasına rağmen, vergi yasası ve ticaret mevzuatı
gibi diğer mevzuatların buna ayak uyduramamış
olmasıdır. (Oksay, 2009: 9)
Ülkemizde bu olumsuzlukların yanı sıra, yabancı
sermayeyi çekecek birçok olumlu faktör de
bulunmaktadır; Türkiye dünyanın en büyük 15-20
pazarından biridir. Hem ulaşım, enerji ve yeterli
teknolojik altyapıya, hem de insan kaynakları
açısından yatırımcı için cazip koşullara sahiptir.
Kolay eğitilebilen vasıfsız işgücünün yanı sıra
ortaklık yapabilecek girişimci kesim de bulunabilir.
(Oksay, 2009: 9)
|