Zorunlu Olmayan Eğitim Özelleştirilmeli Mi?
Bir toplumun uzun dönemde kalkınmasının ve
gelişmesinin en önemli belirleyicilerinden birisi
eğitime yaptığı yatırımdır. Bir ülkede eğitilmiş
nüfusun oranının artması önemli bir gelişme
göstergesi. Ancak burada kritik bir konu vardır.
Okullaşma oranı yada okul bitirmiş nüfusun oranı tek
başına alındığında yeterli olmayan kaba bir gösterge
sağlıyor. Bu nedenle eğitimin kalitesi belki de daha
önemli. Bir başka önemli sorun eğitime ayrılan
kaynakların eğitim türleri ve okullara dağıtımında
bazı ayrıcalıkların yapılmasıdır. Bu bağlamda ele
alındığında özellikle orta eğitimde okullar arasında
öğrenci başına harcama rakamlarının açıklanması bazı
ilginç sonuçlar ortaya koyabilirdir.
Nitekim ülkemizde özellikle Yüksek Öğrenimin
mihenktaşının üniversiteye giren ve mezun olan
öğrenci sayısına endekslenmiş olması bir sorundur.
Yüksek öğrenimde öğrencilerin sayısı niceliksel
olarak artarken eğitim niteliksel olarak düşmekte ve
kalitesizleşmektedir. Hatta hem bir öğrenci velisi
hem de bir akademisyen olarak eğitim sistemimiz ile
zorunlu olarak yakından ilgileniyorum. Kanımca
ülkemizdeki eitimin kalitesi ile eğitimin ilerlemesi
arasında çok kaba bir ters ilişki var. Yani bir
başka deyişle amacına göreli olarak en uygun ve
yeterli eğitim yapan ve göreli olarak en ciddi
eğitimin yapıldığı kurumların bu ülkede ilkokullar
olduğuna inanıyorum. Ortaokuldan başlayarak yukarıya
doğru çıktıkça eğitimin kalitesinin düştüğünü
gözlemliyorum. Büyük özverilerden ve yarışma
sınavlarından sonra üniversiteye giren öğrencilerin
çoğunun büyük düş kırıklığına uğradığını
gözlemliyorum. Hele sosyal bilimlerdeki yüksek
lisans eğitimi son 10 yıldır ne yazık ki bu ülkede
eğitimin en gayri ciddi yapıldığı aşama. Yüksek
lisans programlarını askerliklerini erteletmek
amacıyla kullanan öğrenci sayısı bir hayli fazla.
Yüksek öğretimdeki sorunu ben bazı akademisyen
arkadaşlarımın yaptığı gibi YÖK düzenine indirgemeyi
konuyu çok basitleştiren bir sapma olarak görüyorum.
Temel sorun ülkenin eğitime ayırdığı kaynakların
göreli ve mutlak miktarı ile kurumlarının bu
kaynakları etkin bir biçimde kullanmaları. Bugün
eğitime yeterli kaynak ayırmadığımız doğru. Ama
doğru olan başka bir konu var. Bugünkü örgütlenmemiz
ve sorunlara yaklaşım tarzımız yeterli kaynak
ayrılsa bile bunu etkin bir biçimde kullanacak
yapıya sahip değil.
Ne yazık ki ülkemizde Milli Gelirden eğitime ayrılan
kaynaklar göreli olarak yeterli değil hem de eğitim
politikamızın bir dizi niteliksel sorunları var.
Türkiye de eğitimin sorunlarından birisi de serbest
mal niteliğinin ağır basması. Toplumsal ve ekonomik
açıdan her serbest mal kullanıcılarının değersiz
bulduğu yada değersiz bulma eğiliminde olduğu veya
kötü kullandığı ve israf ettiği bir mal bulunduğu
anlamınada gelmektedir. Bu nedenle bir yandan devlet
daha doğrusu toplum eğitime yeterli kaynak
aktaramazken, bu eğitimden yararlananlar da serbest
mal olarak gördükleri eğitimi sonuçta israf edilen
çabalara dönüştürmektedir.
Diğer yandan toplumun önemli bir kesimi ya kolejlere
hazırlama yada üniversiteye giriş amacıyla özel
amaçlı eğitim ve kurslara önemli bir kaynak
aktarmaktadırlar. Bu kaynak eğitim harcaması olarak
istatistiklere yansımadığı gibi çoğu durumda yarışma
sınavları için harcanan sosyal maliyeti yüksek ve
eğitime katkısı düşük harcamalar haline
dönüşmektedir.
Toplumumuzun geleceğini kurtarmanın yolu, daha fazla
ve daha iyi bir eğitimle bu eğitimin toplumsal ve
ekonomik gelişmeyi hızlandırıcı alanlarda
yapılmasıdır. Bugün devlet aracılığıyla eğitime daha
fazla kaynak ayırmak ve ayrılan kaynakları daha
verimli kullanmak olanağı büyük ölçüde zayıflamış
görünmektedir. Bence yeniden yapılanmada Kamu
İktisadi Teşebbüsleri kadar ve aslında ondan da
önemlisi eğitimin örgütsel ve ekonomik temellerinin
yenilenmesidir.
Zorunlu eğitim aşaması, devletin vatandaşlarına
ücretsiz sağlaması gereken bir kamusal mal olarak
düşünülebilir. Dileyen bu aşamada da özel
kurumlardan yararlanabilir. Bence bu konuda tartışma
dışı. Bunun dışında kalan eğitimi devletin
vatandaşına ücretsiz vermek zorunda olması için bir
neden olmadığını düşünüyorum. Toplumsal açıdan
eğitim sosyal sınıflaşmayı ve mobiliteyi yakından
etkileyen bir olgu. Bunu yadsımıyorum. Eğitim
kamusal mal olmaktan çıkarılmasının bunu olumsuz
etkilemesi için bir neden yok.
O zaman devlet karşısında iki yol var. Birincisi,
zorunlu eğitim sisteminden sonraki aşamada eğitimine
devam etmek isteyen öğrenciler bunun parasal
bedelini devlete ödemelidir. Üniversiteler, hele
özellikle yüksek lisans programlarının ücretsiz
olması son derece yanlıştır. Devlet okulları da
sistemin asgari maliyetini kurtaracak şekilde
fiyatlanmalıdır. Burs sistemi ile fakir ailelerin
başarılı çocuklarına eğitim fırsatı yaratılmalıdır.
İkinci yol bir model çerçevesinde zaman içinde
zorunlu olmayan eğitimi özelleştirmektir.
Özelleştirmeyi mutlaka sermaye sahiplerine mevcut
okulların satılması olarak anlamak gerekmez. Bu bir
yol olabilir kuşkusuz. Ancak benim yeğlediğim
yaklaşım her okulun çevresinde halen mevcut olan
okul aile birlikleri bir vakfa dönüştürülebilir. ve
devlet bu okulun idari ve mali yönetimini bu
vakıflara bırakabilir. Okulun her türlü yönetimsel
sorunları, parasal giderleri, bu vakıf tarafından
karşılanır. Vakıfın gelirleri ise öğrencilerden
alınacak belirli bir öğrenim gider karşılığı ile
bağışlardan oluşur. Hatta devlet okul binalarını
belirli bir bedel ile ve uzun vadeyle bu vakıflara
satabilir.
Yukarıda önerdiğim model yalnızca orta eğitim için
değil yüksek öğrenim içinde geçerlidir. Ancak
üniversitelerin özel olarak ayrıca ele alınması
gerekir.
Eğitim sistemimizin maddi temelleri ve örgütsel
yapısı ne olursa olsun yeniden yapılandırılmak
zorundadır. Bunu gerçekleştirmek kalkınmaya ve
refaha giden yola girmek demektir. Bunu ancak ve
ancak eğitime ister özel sektör eliyle ister devlet
kanalıyla olsun daha fazla kaynak aktararak ve bu
kaynakları israf etmeden verimli kullanarak
gerçekleştirebiliriz. Bedelini ödemediğimiz şeyleri
talep etme yanlışlığından toplum olarak
kurtulmalıyız. Bu nedenle zorunlu eğitim dışındaki
eğitimi bedelsiz yapmaktan vazgeçmeliyiz.
|