1929 Dünya Ekonomik Buhranının Etkileri
Büyük bunalım Ekim 1929'da ABD'de başlamış ve 1930
yılı başından itibaren Sovyet Rusya dışındaki tüm
ülkeleri içine almıştı. Bu büyük ekonomik kriz
toplam arz fazlalığı karşısında toplam talebin
azalması ve fiyatlar genel düzeyinin hızla düşmesi
şeklinde ortaya çıkmıştı.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında dünya üretim
kapasitesi hızla genişlemişti. Savaş bittikten sonra
harcamalarda ve tüketimde büyük azalmalar olduğu
halde üretim aynı hızla artmaya devam etti. Arz
artmaya devam ederken talep azalınca, özellikle
gelişmiş ülkelerde, büyük stoklar meydana geldi.
Sanayi malları üretiminde kısa sürede üretim
miktarını ayarlamak mümkün olduğu halde, tarımda
doğa koşulları nedeniyle bu mümkün değildi. Bu
yüzden tarım ürünleri piyasalarında arz fazlalığı
fiyatların hızla düşmesine neden oldu. Özellikle
gıda malları piyasalarında stoklar büyürken,
fiyatlar üreticileri iflasa götürecek düzeye indi.
Dünya tarım ürünleri piyasasında en büyük satıcı
olan ABD'de tam bir yıkıma neden oldu.
Tarım ürünleri piyasalarında yaşanan bu yıkım sanayi
malları piyasalarına hızla yansıdı. Özellikle tarım
sektöründen sanayi
mallarına yönelik talep durunca sanayi malları
stokları arttı, fiyatlar düştü.
Birinci Dünya Savayı yıllarında savaşan Avrupa'nın
kaybettiği mal piyasalarını ele geçiren ABD, hızla
artan ihracatına bağlı olark; üretim teknolojisini
ve kapasitesini yenileme olanağı bulmuştu. Örneğin
1929 yılında otomotiv sanayii, ABD'nin iki büyük
firması General Motors ve Ford'un egemenliği
altındaydı. Almanya ve Japonya ancak 1950'li
yıllarda söz sahibi oldular. Savaş sonrası Dünya'nın
en güçlü ekonomisine sahip olan ABD aynı zamanda tek
alacaklı ülke durumuna gelmişti. Döviz bütçesi her
yıl artan oranda fazlalık verirken, ithalatta
korumacı olmaya devam eden bu ülkeye, borçlu olan
ülkeler ihracatlarını artıramıyorlardı. Borçlu
ülkeler daha fazla üretmek ve ihracatlarını
arttırmak istiyorlardı. Fakat ABD'nin korumacı
mevzuatını aşamıyorlardı. Böylece Dünya üretimi
artıyor, fakat Dünya ticareti azalıyor biçiminde
bir çelişki ortaya çıktı. Dünya ticareti hemen hemen
yarıya kadar daraldı. İlk bunalıma düşen, 1928
yılında Almanya oldu.
1929 yılında Büyük Bunalım'la, başta ABD olmak üzere
bir anda bütün kapitalist ülkeler çökerken, dış
dünyaya büyük çapta kapalı S.Rusya ekonomisi bu
yangının dışında kaldı. Komünist düşünürler büyük
sevinçle "işte kapitalizmin sonu geldi" diye yazıp
çizmeye başladılar. O tarihte Stalin ne pahasına
olursa olsun sanayileşmeyi hedef alan ve 1928-32
yıllarını kapsayan Birinci Beş Yıllık Plan'ı
yürütmeye çalışıyordu. 1937 yılına gelindiğinde
ABD'den sonra Dünya'nın ikinci büyük sanayi mal
üreticisi oldu. Bu hızlı büyüme tarım sektörünün
dolayısıyla köylülerin önce yoksullaştırılmasıyla
sonra feda edilmesiyle sağlanmıştı.
İspanya'da 1936'dan itibaren Franco diktatörlüğü
vardı. 1926 Polonya'da Mareşal Pilsudski
diktatörlüğünü ilan etti. Komşumuz Yunanistan'da bir
darbe ile iktidarı ele geçiren General Metaksas
güdümlü bir rejim kurdu. Şimdi ana hatlarıyla
İtalya, ABD ve Almanya'da krizin tahribatını
gidermek ve krizden çıkmak için hangi
çarelere başvurulduğunu açıklayalım. Böylece
1930'dan itibaren yoksul bir ülkede Atatürk'ün
"Devletçilik" modelini yürürlüğe koymakta ne büyük
ileri görüşlülük gösterdiğini anlamak ve anlatmak
kolaylaşacaktır. (Ekonomik Kriz Tarihi)
1. İtalya Modeli: Faşizm
Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtalya siyasal
sosyal ve ekonomik açıdan tam bir kargaşa içine
girmişti. 1919-1922 yılları arasında iki kez genel
seçim yapılmış ve dört hükümet değişmişti. Tarım
ağırlıklı yarı gelişmiş bir ülke olan İtalya'da,
faşistler sağıcı milliyetçi cephe ile işbirliği
yaparak Mayıs 1921'de parlamentoya girmeyi
başardılar. Benito Mussolini'nin başında bulunduğu
Faşist Parti liberal kapitalizme ve komünizme karşı
yeni bir modelle halka ümit verdi.
1922 yılında Faşist Parti'nin "Kara Gömleklileri"nin
Napoli'den Roma'ya yürüyüşü karşısında Kral,
Hükümeti kurma görevini B.Mussolini'ye verdi.
Mussolini katı milliyetçi ve otoriter bir siyasal
rejimi "korporatif temsil" esası üzerine
yerleştirdi. Antidemokratik ve antikomünist
ilkelere dayanan bu uygulama 1943 yılına dek
İtalya'da egemen oldu.
1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, İtalya'da
Mussolini'nin e-konomik düzenin işleyişini ve
yönlendirilmesini daha geniş çapta denetim altına
almasına olanak verdi. Bir yandan sanayi ve
hizmetler sektörlerinde işsizlik oranı hızla
yükselirken, diğer yandan büyüme oranı küçüldü.
Sınai kuruluşlarının ortakları olan bankalar iflasın
eşiğine gelince, paylarını devlete sattılar. Böylece
devlet sınai işletmeleri aracılığıyla piyasayı
düzenlemede etkin duruma geldi. Mussolini bu kamu
sınai kuruluşlarını 1937'de "Super-Holding" örgütü
içine aldı (IRI).
Kısa adı "IRI" olan Kamu Sınai Örgütü bazı büyük
bankaların da yönetimini ele geçirince bankacılık,
sanayi ve hizmetler kesimi
böylece Faşist Parti'nin denetimine geçmiş oldu.
Ayrıca enerji sektörünü düzenleyen kamu örgütü "ENİ"
ile entegrasyon tamamlanmış oldu.
Mussolini 1930'lu yıllarda askerî harcamaları hızla
artırıp ulusal gelirin %10'u düzeyine çıkardı. İç
ve dış borçlanmaya gitmekten çekinmedi. İkinci Roma
İmparatorluğu hayallerine kapılan diktatör,
İtalya'ya sömürgeler kazandırmak için
saldırgan-emperyalist bir politika izlemeye başladı.
Tıpkı dostu Hitler gibi...
Genel anlamda "İtalyan Faşizmi" büyük sermaye
sahiplerinin desteğini alan emperyalist, şovenist,
tutucu ve terörist bir diktatörlüktü. Diğer bir
deyişle, özgürlükçü demokrasinin temel kurum ve
kurallarını çiğneyen, kendi kurallarını zorla
terörist örgütleri aracılığıyla uygulayan bir
siyasal ve iktisadi düzen idi. İtalya 1946'da
Cumhuriyet'e geçti.
2. Büyük Bunalım Karşısında ABD
Büyük Dünya Bunalımı adı verilen ve 1929 yılından
itibaren bütün Dünya'yı etkisi altına alan ekonomik
krizin sürdüğü 1933 yılında, ABD'de yapılan
başkanlık seçimini F.D.Roosevelt (1882-1945)
kazandı. Cumhuriyetçi Parti'nin başkanı Hoover'den
görevi devralan yeni başkan Roosevelt'in, ABD
Ekonomisini bunalımdan çıkarmak için uygulamaya
koyduğu ekonomik, sosyal ve siyasal nitelikli
önlemlerin tümüne "New Deal" adı verilmektedir.
Başkan Roosevelt ülkesini içinde bulunduğu ekonomik
krizden çıkarmak için liberal kapitalizm yerine,
müdahaleci, düzenleyici ve yol gösterici bir ulusal
iktisat politikası oluşturmaya çalışmıştır.
Tarımsal ürünlerin fiyatlarının hızla düşmesi,
çiftçilerin banka borçlarını ödeyemez hale gelmesi,
küçük bankaların büyük çoğunluğunu iflasa
sürüklemişti. Sanayi kesiminde piyasadaki durgunluk
nedeniyle stoklar artmış ve üretim hızla azalmıştı.
1929 yılında ülkede işsizlerin sayısı 4,6 milyon
iken, 1933'te 13 milyona ulaşmıştır. 1929 yılında
659, 1930 yılında 1352 ve 1931'de de 2294 banka
iflas etmiştir. Çoğunluğu yerel düzeyde çalışıyordu.
Bu ekonomik ve sosyal bunalımı kontrol altına almak
için Başkan Roosevelt Amerikan İktisat tarihinde
önemli yeri olan devlet-özel sektör ilişkilerinde
yeni bir dönemin başlamasına yol açan, 13 önemli
yasa yürürlüğe koydu. 1933 yılı ortalarında birbiri
ardından çıkarılan düzenleme yasalarıyla ekonomiye
yeniden işlerlik kazandırma dönemi başladı. Bu
yasalar içinde ABD'nin planlama deneyiminde önemli
yeri olan TVA (Tennessee Valley Authority)'nin
kuruluş kanunu da vardır.
Bankacılık sistemini düzenleyen yeni yasa,
bankaların borsalardaki spekülasyonları besleyecek
krediler vermelerini engelleyecek ve tasarruf
sahiplerinin haklarını koruyacak yönde önlemler
getirmişti. Devlet "Yeniden İnşa Finansman Kurumu"
aracılığıyla bankalara ve sanayi kesimine aktardığı
fonlarla, eşi görülmemiş düzeyde kredi sağlama
yoluna gitmiştir.
New Deal sanayi kesiminde üretim, piyasa ve
işçi-işveren konularında yenilikler içeren önlemler
getirmişti. Sanayide durgunluğu gidermek için aşırı
üretimin engellenmesi, ücretlerin artırılması, iş
saatlerinin kısılması ve fiyatların yükselmesi
öngörülmüştü. Özellikle yükselen ücretlerin toplam
talebi canlandıracağı, dolayısıyla satışları
artıracağı ve birikmiş stokların erimesine yol
açacağı hesaplanmıştı. Özel kesime yönelik
destekleyici ve özendirici önlemler yanında, kamu
yatırımları ve hizmetleri için önemli fonlar
ayrılmıştı. Bu alandaki çalışmaları düzenlemekle
görevlendirilen PWA (Public Works Administration)
1933-1942 yılları arasında toplam 13,2 milyar
dolarlık kaynak kullanarak yeni iş alanlarının
açılmasına katkıda bulunmuştu. PWA aracılığıyla,
anılan dönem içinde, 122 bin konut, 664 bin mil
yol, 77 bin köprü ve 285 hava alanı yapımı
tamamlanmıştı.
Çıkarılan "Tarımsal Uyum Kanunu" ile tarım kesiminde
üretimin ve fiyatın belirlenmesinde devlete geniş
yetkiler verilirken, üreticilerin satın alma gücünün
bunalım öncesindeki düzeye yükseltilmesi
öngörülmüştü. Başkan Roosevelt ormanlaştırma, su
baskınlarının önlenmesi ve toprağın korunması gibi
projeleri yürürlüğü koyarak, ilk yıl içinde 300 bin
kişinin işe alınmasını sağlamıştı. 1933-1942
arasında Kuzey Dakota'dan Teksas'a uzanan 200
milyonluk bir ağaç kuşağı meydana getirilmişti.
Başkan F.D.Roosevelt'in uyguladığı "New Deal"
politikası ABD'nde olduğu kadar Batı Avrupa
Ülkelerinde de yeni düşünce ve politikaların ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Roosevelt yönetimi
toplumdaki çeşitli çıkar gruplarının varlığını kabul
eden ve bu grupların isteklerini uzlaştıran bir
çözüm getirmiştir. Büyük iş çevrelerine karşı
çeşitli Devlet kontrolleri uygulanırken, karşı bir
güç olarak işçi kuruluşlarının örgütlenmesi ve
güçlendirilmesi sağlanmıştır. Ayrıca sanayi
kesimiyle çıkarları çelişen tarım kesiminin yeni
bir güç olarak ortaya çıkmasına destek olunmuştur.
Fakat yönetimin tüketicileri karşı bir güç olarak
örgütleme çalışmaları yeterince başarılı
olamamıştır.
F.D.Roosevelt yönetimindeki ABD ekonomisi güven
veren göstergeleriyle, istikrarsızlık ve savaş
içindeki Avrupa ülkelerinden fonların ve altının
ABD'ye akmasına ortam hazırlamıştır.
Kısaca denebilir ki; Başkan Roosevelt'in "New Deal"
dönemi, ekonomik ve sosyal yönden çöken liberal
kapitalizmi yeniden işler hale getirmek için,
ekonominin işleyişine devletin en geniş ve
sistematik şekilde müdahale ettiği dönemdir.
3- Almanya ve Hitler
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya
yenilmişliğin ezikliği içindeydi. Topraklarının bir
kısmını kaybeden ve savaş tazminatı ödemek zorunda
bırakılan Almanya'da enflasyon oranı 1921'de %46
iken, 1923'te hızla artarak %4950 düzeyine çıktı.
Ayrıca Ülkenin altın stokuna, dış alacaklarına ve
ticaret filosuna da el konulmuştu. Bu sosyo-ekonomik
koşullar ülkede aşırı uçların güçlenmesine ortam
hazırlamıştı. Nazi Partisi 1920-1924 arasında hızla
örgütlenmiş ve ülkede etkinliğini duyurmaya
başlamıştı. Mayıs 1924 genel seçimlerinde 32
milletvekili çıkararak ilk kez Mec-lis'e girmişti.
Dört yıl sonra Mayıs 1928 seçimlerinde Nazi Partisi
gücünü ve önemini kaybettiği için milletvekili
sayısı 12'ye düşmüştü. Sisli havaları seven
Naziler, 1929 Büyük Bunalımı'nın getirdiği çöküntü
ve yoksullaşma karşısında yeniden sahneye çıkma
fırsatı buldular. Ülkede sınai üretim hızla
düşerken, iflaslar ve işsizlik hızla yayılmaya
başladı. Devlet bütçe açığını kapatmak ve Galip
Devletlere savaş tazminatını ödemeye devam edebilmek
için vergi gelirlerini artırmak zorunda kaldı.
Ülkede her kesimden insanın kötümser ve bezgin
olduğunu gören Naziler üç büyük sloganla ortaya
çıktılar: Alman ırkının üstünlüğü, Yahudilere ve
Komünistlere karşı sindirme savaşı... Eylül 1930'da
yapılan erken genel seçimlerde Nazi Partisi, Sosyal
Demokrat Parti'den sonra ikinci parti durumuna
geldi. 1931 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı
seçiminde Nazi Partisi Hitler'i aday gösterdi.
Seçimi Hindenburg %53 oyla kazanırken, Hitler %37
oranında oy aldı.
Temmuz 1932'de yapılan genel seçimlerde Nazi Partisi
Meclis'te birinci parti durumuna geldi. Bu tarihten
itibaren ülke ekonomisi ve sosyal yapısı
kötüleşirken siyasal istikrarsızlık da artıyordu.
Çaresizlik içindeki Başkan Hindenburg 30 Ocak
1933'te Hitler'i başbakanlığa getirdi. Büyük
sermayenin desteğini alan Hitler, SA ve SS'lerin
silahlı müdahalesi ile bütün siyasî partileri
kapatarak, II. Dünya Savaşı'nın bitişine kadar devam
edecek olan "Nasyonel Sosyalizm" adı verilen düzeni
uygulamaya girişti.
Hitler bir yandan Yahudi Çingene ve Komünist Alman
vatandaşlarını imha ederken, diğer yandan işsiz,
ümitsiz ve öfkeli Alman gençliğini birleştirmek ve
yönlendirmek için akla sığmayan çarelere
başvurmaktaydı. Ülkede siyasî, askerî ve ekonomik
kararları tek başına almaya başlayan Hitler,
işsizlikle mücadele için 4 yıllık bir plan
uygulamaya koydu. Devlet gelirlerinin yetersiz,
yoksul halktan ek vergi almanın da mümkün olmadığın
gören Hitler, para piyasasından, bankalardan borç
almaya girişti. "Ben gidersem komünistler gelir"
tehdidiyle büyük sermayeyi yanına almayı başardı.
Sınai işletmelere hazine bonosu karşılığında büyük
siparişler verilerek, 5 milyona varan işsiz sayısını
düşürme yoluna gidildi. Açık finansman politikasının
enflasyon etkisini dizginlemek için fiyat
kontrolleri yoğunlaştırılmış, ücretler dondurulmuş,
sendikalar kapatılmış, bankalar denetim altına
alınmış ve kamu yatırımları hızlandırılmıştı. Devlet
silah sanayiine öncelik verirken bu alanda çalışan
ve Hükümetle işbirliğine giren firmalara büyük
fonlar aktarıldı. 1938 yılı sonunda silahlanma
harcamaları GSMH'nın %25'ini temsil eden bir öneme
ulaştı. Buna karşılık işsizler 5,5 milyondan 400
bine düşmüştü. Ekonomide iç pazar genişlerken dışa
açılmada kolaylaştı. Komşu ülkelere ve alacaklılara
sanayi malı satıp, hammadde ve gıda malları
ithalatını sağlayan ikili anlaşmalar yapıldı.
1936'da yürürlüğü konan "Dört Yıllık Plan"ın
uygulanması görevi H. Göring ile İktisat Bakanı Dr.
Schacht'a verilmişti. Başlangıçta dünya ham madde
fiyatlarının düşüklüğü, Alman sanayiinin hızla
toparlanmasında etkili oldu. Fakat durum tersine
dönünce ekonominin makro dengeleri bozuldu.
Liberaller silahlanma harcamalarının
yavaşlatılmasında ve ithalatın artırılmasında
ısrarlı oldular. Fakat karşılarında Göring'i
dolayısıyla Hitler'i buldular. Gerçekten Hitler'in
uyguladığı "güdümlü ekonomi modeli" "terör
rejimi"rim desteğiyle 4 yıl sonra işsizliği ortadan
kaldırmıştı. Ancak Batı Avrupa uygarlığının temeli
olan "özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi" terk edilmiş,
bunun yerine ırkçı, terörist, despot ve büyük çapta
İtalyan Faşizm'ine yakın bir çağı dışı rejim
Almanya'da 1933-1945 yılları arasında egemen
olmuştur. 1932 yılından itibaren 142 Alman ve
Avusturyalı bilim adamı Türkiye'ye sığındı. Ve çoğu
1945'e kadar Türkiye'de kaldı.
Bunlar Hitler rejimine muhalif demokrat ve çoğunluğu
Yahudi bilim adamlarıydı. Türkçe öğrenip Türkçe ders
verdiler. Bu rejimin insanları
II.
Dünya Savaşı'nda 50 milyon civarında insanın
ölümünün sorumlusu olarak hâlâ yargılanmaktadırlar.
Ancak Hitler'i iktidara taşıyan büyük sanayici ve
bankacılar, Nürnberg Mahkemelerinde ya beraat
ettiler ya da çok az bir ceza ile kurtuldular.
4- Büyük Bunalım Karşısında Türkiye
Türkiye Cumhuriyeti'nin ekonomik tarihi içinde 1929
yılı o-lumsuz rastlantıların bir araya geldiği
yıldır. Bu olumsuz gelişmeleri şöyle
sıralayabiliriz:
— Gümrük tarifeleri yükselecek diye aşırı ithalata
gidilmesi,
— Büyük Dünya Bunalımı'nın dünya tarım ürünleri
piyasasında talebi ve fiyatları hızla düşürmesi
nedeniyle ihracat gelirlerinin beklenmedik düzeyde
azalması,
— Dış ticaret açığının rekor düzeye ulaşması ve
Türk Lirasının hızla değer kaybetmesi,
— Osmanlı dış borçlarının ilk taksitinin vadesinin
gelmesi...
Görülüyor ki, genç Türk Devleti 1929 Dünya
Bunalımının yıkıcı etkilerine bütün boyutlarıyla
katlanmak zorunda kalmıştır. Bu durumda ilkel bir
tarım toplumu durumunda olan ülkenin nüfusunun çok
büyük çoğunluğunu oluşturan çiftçiler hızla
yoksullaştı. Örneğin, buğday fiyatları 13,5 kuruştan
3,5 kuruşa, tütün fiyatları 71 kuruştan 30 kuruşa
düştü. 1929 yılı ortalarında tarım ürünlerinin
ortalama fiyatları düzeyine ulaşmak için çiftçiler
1939 yılını beklemek zorunda kaldılar. 1929 yılında
cari fiyatlarla 2073 milyon TL olarak tahmin edilen
GSMH, 1931 yılında 1391 milyon TL'na düştü. Dış
ticaret açığı 1928 yılında 50 milyon lira iken, 1929
yılının sonunda 100 milyon lirayı aştı. Bunun sonucu
olarak
Atatürk'ü ve kamuoyunu üzen bir durum ortaya çıktı;
Türk lirası önemli dövizler karşısında değer
kaybetti. Örneğin 1928 yılında 956 kuruş olan
İngiliz Sterlini, 1929 yılı sonunda 1081 kuruş oldu.
Atatürk bu buhranı "... millî para buhranı" şeklinde
niteleyerek Hükümetten ivedi ve köklü önlemler
alınmasını istedi. Unutulmamalıdır ki, Ülkenin tüm
dış ekonomik ilişkileri, o günlerde Osmanlı Bankası
yöneticilerinin ve çok yakın çıkar ilişkileri içinde
oldukları azınlıkların insafına terk edilmişti.
(Türkiye Ekonomik Tarihi)
Hükümet'in tepkisini ve bakış açısını Başvekil İsmet
İnönü 11 Aralık 1929'da Meclis kürsüsünde şöyle
açıklamıştı:
"...Şimdi iktisadi açığın girift olan, güç olan asıl
millî kısmına geliyorum. Devlet hayatında olduğu
gibi millet hayatında da kendi menbaına yani
istihsaline kifayet etmek endişesi; işte asıl büyük
tedbir budur, Millet kendi istihsalinden fazla
sarfetmeyerek kanaatkar bir hayata girmek
mecburiyetindedir..."
Başbakan'ın halkı savurganlıktan uzak, tutumlu
olmaya ve yerli malı kullanmaya çağıran bu konuşması
TBMM'de olduğu gibi ülke düzeyinde de büyük destek
buldu. G. Mustafa Kemal gönderdiği telgrafla
Başbakan'ı kutlayarak görüşlerini onayladığını
göstermiştir.
Hükümet ortaya çıkan olumlu ortamı dikkate alarak
bir "Millî îktisad ve Tasarruf Cemiyeti" kurulmasını
kararlaştırdı. TBMM Başkanı Kazım Özalp'in
başkanlığında oluşturulan tüm milletvekillerinin
üye olduğu Cemiyetin genel sekreterliğine iktisat
vekilliği yapmış İzmir Milletvekili Rahmi Köken
getirildi. Yazar Vedat Nedim Tör de Cemiyet'e
"müşavir müdür" olarak katıldı. Kurucu üyeler
arasında Hasan Saka, Celal Bayar, Yusuf Kemal
Tengirşek, Fuat Umay, Rahmi Köken gibi devlet ve
siyaset adamları vardı
Çok kısa sürede Yurt düzeyinde örgütlenen bugünkü
adı Türkiye Ekonomi Kurumu olan ve başkanlığını
(2000-...) bu kitabın yazarının yaptığı Cemiyet'in
ana amaçlan şöyleydi:
— Halkı israfla mücadeleye, tutumlu olmaya ve
tasarruf etmeye alıştırmak,
— Yerli mallan tanıtmak, sevdirmek ve kullandırmak,
— Yerli malların miktarını, kalitesini ve rekabet
gücünü artırmak.
Bu temel amaçlara uygun olarak her yıl 12-18 Aralık
tarihleri arasında "Tasarruf ve Yerli Mallar
Haftası" düzenlenmeye başlandı. Hafta boyunca
okullarda, camilerde, askerî birliklerde ve radyoda
vatandaşa iktisadi bilinç verilerek ulusal çıkarlara
uygun davranmaları istendi. Atatürk Öncü olmak için
yerli mallardan yaptırdığı giysilerle, 17 Aralık
1929'da halkın önüne çıktı. Cemiyet'in girişimiyle,
Ankara'da 21 Nisan 1930'da "Milli Sanayi Numune
Sergisi" açıldı. İki gün sonra "Birinci Sanayi
Kongresi" toplandı. Bu Kongreyi 1931 yılında
toplanan "Birinci Ziraat Kongresi" izledi. Hükümet
bu amaçlara ve Dünya ekonomisinin içinde bulunduğu
koşullara uygun davranabilmek için yeni yasalara
ihtiyaç duydu. 1930 yılının başından itibaren
ardarda yürürlüğe konan ekonomik yasalarla
Hükümet'e, ekonominin iç ve dış dengelerini kurma ve
koruma olanakları verildi.
Tasarruf önlemlerine rağmen hızla azalan Devlet
gelirlerini artırmak ve temel kamu hizmetlerini
sürdürmek için 30 Kasım 1930'da "İktisadi Buhran
Vergisi Kanunu " yürürlüğe konmuştur.
Bu durumu Ord. Prof. Dr. Ömer C. Saraç şöyle
özetliyor:
"...Memleketin liderleri, liberalizm ve kapitalizme
karşı o sıralarda dışarda ve Türkiye 'de marksist
olmayan çevrelerce bile yapılan eleştirilerden de
etkilenerek, 1923 'ten
beri izledikleri iktisat politikasını değiştirmek
lüzumunu duymuşlardır. Kabul edilen yeni politika
Devletçiliktir."
Benzer bir değerlendirmeyi Prof. Dr. İsmail Türk
şöyle yapıyor:
"1929 Buhranı memleketi özellikle çitçiyi büyük
ölçüde sarsmıştı, üreticinin mahsulü
değerlendirilemiyor ve memleket sanayileşme yolunda
mesafe katedemiyordu. Sanayimizi arzu ettiğimiz
şekilde geliştirmek ve çok önemli sınai tesisleri
kurabilmek için, Devlet'in bizzat teşebbüse geçmesi
gerektiği anlaşıldı."
1929
Büyük Bunalımı'nın yıkıcı etkileri, bütün dünyada
olduğu gibi, Türkiye'de de "piyasa ekonomisi" n& ve
özel girişimciliğe olan güveni sarsmıştı. Her ülke
kendi sosyo-ekonomik koşulları içinde çıkış yolları
veya alternatif düzen arayışı içine girmişti. 1930
Türkiyesi'nde Prof. Dündar Sağlam'ın belirlediği
gibi, parola değişti. Artık konuşulan veya kabul
gören "özel teşebbüsün yapamadığını devlet yapsın"
görüşü değil, "ülke için yararlı ve gerekli olanı
devlet yapsın" görüşü idi.
|