Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı Dönemi (1990-1994)
Planlı kalkınma döneminde ilk kez bir başbakan, yani
T.Özal, hazırlayıp uyguladığı planı izleyen ikinci
planı da, hazırlamak olanağına kavuşmuştu. V.
Plan'ın son yılı olan 1989 yılı ortasında Özal
başkanlığında toplanan Yüksek Planlama Kurulu "VI.
Beş Yıllık Kalkınma Planı Temel hedefleri ve
Stratejisi "ni kabul ederek Bakanlar Kurulu'na
sunmuştu. Hükümet'in son şeklini verdiği Plan
22/6/1989 da TBMM tarafından onaylanmıştı.
VI. Plan yürürlüğe girmeden T.Özal Cumhurbaşkanı
oldu ve Kasım 1989'da Başbakanlıktan ayrıldı.
Başbakanlığa Yıldırım Akbulut atandı. Dolayısıyla VI.
Plan'ın uygulamaya konması Akbulut Hükümetince
gerçekleştirildi. Fakat her düzeyde ekonominin
yönlendirilmesinde ve yönetiminde Özal etkili ve
belirleyici olmaya devam etti. Plan'ın ikinci yıl
programını da Akbulut Hükümeti hazırlayıp yürürlüğe
koydu. Fakat Haziran 1991'de Anavatan Partisi
Başkanlığına Mesut Yılmaz seçilince yeni hükümeti M.
Yılmaz kurdu. Ülkenin içinde bulunduğu siyasal ve
ekonomik sorumların bir rejim sorununa dönüşmesini
önlemek için doğru bir kararla, M.Yılmaz Hükümeti,
TBMM'den erken genel seçim kararı aldı. 20 Ekim
1991'de yapılacak genel seçimlerde Türk Halkı ANAP
Hükümetlerinin iktisadi ve sosyal politikalarını
hangi düzeyde benimsediğini veya kınadığını
oylarıyla açıklayacaktır.
V. Plan'ın ortaya koyduğu olumsuz sonuçlardan sanki
ders a-lınmış gibi VI. Plan'ın daha ikinci
cümlesinde şöyle denilmektedir:
"Hızlı, dengeli ve istikrarlı bir kalkınma süreci
içinde gelir dağılımını iyileştirmek, işsizliği,
bölgesel ve yöresel gelişmişlik farklarını azaltmak
Plan'ın başlıca amaçları arasındadır".
Görülüyor ki ekonominin içinde bulunduğu olumsuz
gelişme eğilimlerini VI. Plan belirlemiş ve hedefin
"istikrar içinde dengeli büyüme" sürecine girmek
olduğunu ortaya koymuştur.
VI. Plan'ın üretim, genel denge, kamu finansmanı ve
ödemeler dengesi konusunda belirleyici hedefleri
şöyledir:
1) GSMH sabit fiyatlarla yılda ortalama %7 oranında
büyüyecek,
2) Tarımda %4,2, sanayide %8,4 ve hizmetlerde
%6,9'luk büyüme hızı gerçekleşecek,
3) İlk iki hedefe bağlı olarak GSYİH içinde tarımın
payı %13,9'a inerken, sanayinin payı %39'a çıkacak,
4) İmalat sanayinin bileşimi içinde tüketim ara
mallarının payı azalacak, yatırım malların payı
artacak. 1989'da iken yatırım mallarının payı dönem
sonunda %18,7 olacak,
5) Plan döneminde toplam yatırımlar yılda ortalama
olarak %9,2 oranında artacak ve dönem sonunda 38,9
trilyon TL düzeyine çıkacak,
6) Toplam tüketim %74'ten dönem sonunda %69,3'e
inecek,
7) Toplam sabit sermaye yatırımlarının GSMH
içindeki payı 1989'da %23,7 iken 1994'te %25,7
düzeyinde gerçekleşecek,
8) Özel kesimin toplam sabit sermaye yatırımları
içindeki payı dönem içinde %56,8'den %63,8'e
yükselecek,
9) Öngörülen sabit sermaye yatırımlarının sektörlere
dağılımı şöyle olacak: Konut %21,5, imalat sanayi
%20, ulaştırma ve haberleşme %19,2, enerji % 10,9
ve tarım %7,9...
10) Dönem için öngörülen yatırım hedeflerine
ulaşılması için, yurtiçi toplam tasarrufların yılda
%10,6, kamu tasarruflarının %9,6 ve özel
tasarrufların % 11,1 oranında artması gerekecektir.
Böylece yurtiçi tasarrufların GSMH'ya oranı %26
iken % 30,7'ye yükselecek...
11) Plan döneminde ekonominin dışa açılma süreci
devam ettirilecek ve dış ticaret hacminin GSMH
içindeki payı %36,7 iken %39,8'e çıkacak,
12) İthalat hacmi yılda %12,4 oranında artarak dönem
sonunda 28 milyar Dolar (cari fiyatlarla ve CİF
olarak) düzeyine ulaşacak,
13) Benzer biçimde ihracat, yılda %13,2 oranında
artarak 1994 sonunda 22,4 milyar Dolar olacak,
14) Dönem sonunda "dış ticaret açığı" 3,8 milyar
düzeyinde gerçekleşirken "cari işlemler dengesi"
fazlalık vererek 2,1 milyar Dolara yükselecek,
15) Dönem içinde yaklaşık 20 milyar Dolar dış borç
ana para ödemesi yapılırken, 15,5 milyar dolarlık
orta ve uzun vadeli dış kredi kullanılacak,
16) Dış borçlanma eğilimi azalırken ülkeye yabancı
sennaye girişi yıldan yıla artarak 5,5 milyar
düzeyine varacak,
17) Toplam kamu gelirlerinin GSMH içindeki payı
sabit fiyatlarla 1989 yılında %28,1 iken, 1994
sonunda %28,6'ya yükselecektir. Buna karşılık kamu
harcamaları %30'dan %29,1'e düşecek ve kamu
kesiminin borçlanma gereği GSMH'nın %2 düzeyine
inmesi beklenecektir.
Türkiye VI. Plan'ın birinci yılını tamamlarken
dünyada siyasal, ekonomik ve askeri dengeler altüst
olmuştu. Doğu Bloku ülkeleri başta S.Rusya olmak
üzere teker teker "sosyalizm"ı terk ettiklerini ve
Batı tipi çoğulcu demokrasiye geçmeye karar
verdiklerini ilan etmeye başladı... Özellikle S.
Rusya'yı oluşturan Cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını
ilan etmeleri bu ülkenin tam bir kargaşa ve
belirsizlik içine girmesine neden oldu. Büyük
tüketim malları sıkıntısı içine giren bu ülkeyle
ticaretimiz hızla gelişmeye başladı... Sarp sınır
kapısının açılmasıyla "Bavul Ticareti" Doğu
Karadeniz'e büyük canlılık getirdi. Ayrıca Türk
Müteahhitleri S. Rusya'nın çeşitli Cumhuriyetlerinde
inşaat işleri almaya başladı. Bu ülkeden ithal
edilen doğal gaz iki komşu ülke arasında ticaretin
süreklilik kazanmasına temel teşkil etmekteydi...
Ancak bu ülke bütünüyle döviz darboğazı içinde
olduğundan kısa vadede Türk ihracatçıları için cazip
görünmüyordu.
Gorbaçov'un 1987 yılında başlattığı "yenidenyapılanma"
programı 1991 sonuna doğru ülkeyi tam bir iç
savaşın eşiğine getirmiş ve ekonomi işlemez olmuştu.
ABD ve Avrupa Topluluğu ülkelerinden acil gıda
yardımı ve kredi talep eden Gorbaçov, Baltık
Cumhuriyetlerinin Birlik'ten ayrılmalarını
önleyemedi. Diğer Cumhuriyetlerde de milliyetçilik
veya ayrılmacılık gündemde kalmaya devam etti.
Gorbaçov sadece kendi ülkesinde ekonomik ve sosyal
reformlar başlatmakla kalmadı, aynı zamanda Batı
Avrupa ülkelerininde yeniden yapılanmasına katkıda
bulundu. Bunun en önemli örneği, Batı Almanya ile
Doğu Almanya'nın 3 Ekim 1990 tarihinde birleşme
kararlarını Gorbaçov'un desteklemesidir. Artık
Avrupa'da 80 milyonluk Birleşik Almanya devleti
vardır. Doğu Alman gençleri, özellikle 2 Aralık 1990
genel seçimlerinden sonra, Batı Almanya kentlerine
yayılarak iş aramaya ve aradıkları işi bulamayınca
Batı'lı gençlere uyarak çareyi yabancı düşmanlığı
yapmakta buldular. Özellikle Almanya'da yaşayan Türk
ailelerinin can ve mal güvenliğini tehlikeye atan
eylemlere başladılar. Böylece Türk'leri kesin
dönüşe zorluyorlar...
1990 yılında Türkiye'yi çok yakından ilgilendiren
dış olayların sonuncusu fakat en kanlısı Irak
diktatörü Saddam'm 2 Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgal
etmesidir. ABD ve Suudi Arabistan öncülügünde
kurulan "Koalisyon Güçleri"\5 Ocak 1991'de
Kuveyt'i kurtarma harekatına girişti. Savaş Irak'ın
büyük yenilgiye uğramasıyla 28 Şubat 1991 'de sona
erdi. Türkiye askerleriyle bu savaşa katılmadı,
fakat iktisadi açıdan büyük külfeti, tıpkı İkinci
Dünya Savaşı yıllarında olduğu gibi yüklenmek
zorunda kaldı. Önce Irak'la ticaret ve ulaştırma
durduruldu sonra petrol boru hattı kapatıldı.
Bölgede savaş olduğu için Türkiye'nin diğer bölge
ülkeleriyle de ticareti durma noktasına geldi.
Savaş bölgesine yakın olduğu için Avrupa turizm
şirketleri Türkiye'de rezervasyon yapmadılar, ülke
turizmi ve taşımacılığı büyük darbe yedi...
Türkiye'nin uğradığı zararın giderilmesinde ABD,
Kuveyt ve S. Arabistan kısmen yardımcı oldu.
Özellikle petrol fiyatlarındaki yükselmeyle
uğranılan zararın S. Arabistan'ın petrol bağışıyla
telafi edilmesi kolaylaştı.
Yukarıda belirtmeye çalıştığımız iç ve dış olaylar
VI. Plan'ın ilk iki yılında makro dengelerin
bozulmasında etkili oldu. Plan'ın birinci yılına ait
kesinleşmiş sonuçlara dayanarak bu yargımıza açıklık
getirebiliriz. 1990 yılı sonuna göre Türkiye'nin
nüfusu 56,4 milyon olarak Genel Nüfus Sayımı ile
belirlenmişti. Ortalama yıllık nüfus artış hızı
%2,2 civarında gerçekleştiğinden (dünya
ortalamasının üstünde) Türkiye hala Dünyada nüfusu
en hızlı artan ülkeler arasında yer almaktaydı.
VI. Plan için yıllık %7 oranında bir büyüme hızı
öngörüldüğü halde gerçekleşme yani 1990 yılı büyüme
hızı, %9,2 oldu. Hedefin aşılmasında tarım
sektöründeki hızlı büyüme etkili oldu. Zira 1989
yılında büyük kuraklık nedeniyle tarımda büyüme hızı
-%10 iken 1990'da hava koşulları iyi gittiğinden
+%11.6 düzeyinde gerçekleşti. Tarım sektöründe
meydana gelen olumlu gelişmeler sanayi ve hizmetler
sektörlerini de sürüklemiş ve plan hedeflerine yakın
büyüme hızlarının gerçekleşmesi mümkün oldu...
Enflasyon oranı olarak aldığımız "toptan eşya
fiyatları endeksi" bir önceki yıla göre azalarak
%54,9 olarak DİE tarafından açıklandı. Bu göreli
düşüşte tarım ürünleri piyasalarında yaşanan
bolluğun payı büyüktü. Avrupa topluluğunun en
yoksul ülkesi olan Portekiz'de enflasyon oranı %13,4
düzeyinde kaldığına bakarak, Türkiye'nin nasıl bir
enflasyonla boğuştuğunu anlamak kolaylaşıyor.
Birinci yılda dış ekonomik ilişkilerde belirlenmiş
hedeflerden büyük sapmalar oldu. Türkiye ekonomi
tarihinde ilk kez ithalat yıllık %41 düzeyinde
artarak 22,3 milyar dolara ulaştı. Buna karşılık
ihracattaki artış oranı hedefin altında bir oranla
%12 oranında artarak 13 milyar düzeyinde kaldı. Bu
durum Cumhuriyet Türkiye'sinde il kez "dış ticaret
açıği "nın 9,5 milyar dolara ulaşmasına neden oldu.
İhracatın ithalatı karşılama oranı 1982 yılından
sonra yine ilk 'kez %58 gibi çok düşük düzeyde
gerçekleşti. Bu gelişmenin doğal sonucu olarak
ihracatın GSMH'ya oranı bir önceki yılda %14,5 iken
1990 sonunda %12'ye düştü. "Dışa Açık Büyüme"
modelinin altüst olmasına neden olan ithalatta ve
dolayısıyla dış ticaret açığındaki büyük sıçrayış,
1989 yılında fazlalık veren cari işlemler dengesinin
yeniden büyük çapta (2,6 milyar dolar) açık
vermesine yol açtı. İşçi dövizlerinde ve turizm
gelirlerinde (net) rekor düzeyde artış olduğu halde
(3,2 + 2,7 = 5,9 milyar dolar) anılan açığın ortaya
çıkması önlenememiştir.
Sayılan bu dengesizliklerin ortaya çıkmasında 1990
yılında ithalat rejiminde ve ekonominin yönetiminde
yapılan yanlışlıklar etkili olmuştu. Bunları şöyle
sıralamak mümkündür:
1) Dış ticaretin serbestleştirilmesinin
hızlandırılması,
2) Türk Lirasının reel olarak değer kazanmasının
sürmesi,
3) İthalata uygulanan gümrük vergisi ve fonların
indirilmesinin hızlanarak devam etmesi,
4) Körfez Krizi'nin petrol ithalatına getirdiği ek
yük,
5) Ekonomide hedefin üstünde bir büyüme hızının
gerçekleşmesi... gibi.
Rekor düzeye ulaşan ithalatın bileşiminde önemli bir
değişiklik olmuş ve ekonomi tarihimizde ilk kez
toplam ithalat içinde "tüketim malları" ithalatının
payı % 13 gibi şaşırtıcı bir orana yükselmişti.
Toplam dış borçları 50 milyar dolara ulaşan bir
ülkenin böyle bir savurganlık içine girmesini
onaylamak mümkün değildir... İthalatın kontrolden
bir ölçüde çıkmasında ülkede faaliyet gösteren
yabancı sermaye şirket sayısının 1813'e yükselmiş
olmasının etkisi gözden kaçmamalıdır.
Reel olarak dış ekonomik ilişkilerde meydana gelen
büyük dengesizliklere, özellikle Körfez Krizi'nin
tüm olumsuz koşullarına rağmen ülkede döviz
sıkıntısı çekilmemişti. Çünkü Türk Bankacılık
sistemine giren "döviz tevdiat hesapları"nda 1989
yılında 6,7 milyar dolar varken 1990 sonunda 9,3
milyar dolar birikti. Bu toplamın üçte biri yurt
dışında yaşayanlara, geri kalanı da yurtiçinde
yaşayanlara (adreslere göre) aitti... Avrupa
ülkelerine göre Türkiye'de vadeli mevduata ve kamu
kağıtlarına verilen faiz yüksek kaldıkça, ülkeye
döviz girmeye devam edeceği biliniyordu.
Doğruyol Partisi-Sosyal Demokrat Halkçı Parti
Koalisyon Hükümeti
Anavatan Partisi çoğunluğuna dayanan Mesut Yılmaz
Hükü-meti'nin 20 Ekim 1991'de erken genel seçime
gitme kararı alması sonucunda Türk siyasal yaşamında
büyük dalgalanmalar oldu. Kasım 1983'ten beri tek
başına kurduğu hükümetlerle ülkeyi yöneten Anavatan
Partisi iktidardan muhalefete düştü. Ancak hiçbir
parti çoğunluğu sağlayamadı. Cumhurbaşkanı T.Özal
seçimden birinci parti olarak çıkan DYP Genel
Başkanı Süleyman Demirel'e hükümeti kurma görevi
verdi.
S. Demirel TBMM'de üçüncü parti durumunda olan Erdal
İnönü'nün partisi ile (SHP) koalisyon hükümeti kurma
girişimlerini başlattı. İki partinin üst
yöneticilerinin tahminlerin aksine kısa
zamanda hazırladıkları "koalisyon protokolü"
çerçevesinde DYP-SHP Koalisyon Hükümeti kuruldu ve
Meclis'ten güvenoyu olarak, 30 Kasım 1991 'de göreve
başladı.
Demirel'in partisi Demokrat Parti'nin, İnönü'nün
partisi de Cumhuriyet Halk Partisi'nin
mirasçılarıydı. Partileri 12 Eylül ve sonrasında
kapatılmıştı. 1982 Anayasası eski partilerin
açılmasına izin vermeyince, yeni isimlerle eski
partilerin ilke ve programlarının sürdürülmesi
yoluna gidildi. Böylece "devletçilik"
uygulamalarını başlatan CHP'nin mirasçısı SHP ile
"anti-devletçi" DP'nin mirasçısı olan DYP arasındaki
45 yıllık siyasal kavga sona eriyor ve işbirliği
siyasal ortaklık dönemi başlamış oluyordu.
Demirel'in Başbakan, İnönü'nün Başbakan yardımcısı
olarak görev aldığı koalisyon hükümetinde ekonomi,
maliye, eğitim, sağlık ve içişleri DYP'ne
bırakılırken, sanayi ve ticaret, dışişleri, a-dalet
ve bayındırlık SHP'ye verilmişti. Her zaman olduğu
gibi yeni hükümet kendisine yakın teknokratları ve
bürokratları belirlemeye öncelik verdi. Ancak çok
ilginç bir yenilik yapan Demirel, siyasal yaşamında
ilk kez bir iktisat profesörünü (Prof. Dr. Tansu
Çiller) ekonomik işlerden sorumlu devlet bakanı
olarak görevlendirdi. Ayrıca başbakanlığa
başdanışman olarak Prof. Dr. Emre Gönansay'ı aldı.
1960'lı yıllardan beri Prof. Gönansay "Serbest
Piyasa" düzenini yılmadan savunan iktisatçıların
başında gelmekteydi. DPT müsteşarlığına İlhan
Kesici, Hazine Müsteşarlığına Koç Holding finans
koordinatörü Tevfık Âltınok (eski maliye müfettişi
ve hazineci) getirilirken, TC Merkez Bankası başkanı
Dr. Rüştü Saraçoğlu görevini sürdürdü.
Koalisyon Hükümeti içte ve dışta oluşan çok
elverişli koşulların belirlediği ortamda göreve
başlamıştı. Halk enflasyon, işsizlik ve terörle
mücadelede başarılı olamayan ANAP hükümetinden
desteğini çekmişti. Kamuoyu Türk demokrasisinde yeni
bir dönemin başlangıcı saydığı DYP-SHP.
koalisyonuna büyük destek vermekteydi. Uluslararası
düzeyde çok büyük olumlu gelişmeler vardi. Doğu
Blokunun dağılması, Dünya'da komünizmin bir tehlike
olmaktan çıkması, Türkiye'de yıllardır süre gelen
kısır ideolojik kavgaların bitmesini sağladı. Bu
elverişli ortam biri sağda (DYP) diğeri solda (SHP)
olan iki siyasal örgütün yakınlaşmasını ve bir
program etrafında işe girişmesini mümkün kıldı.
İki partinin üzerinde anlaştığı "Hükümet
Protokolü"nde demokrasinin bütün kurum ve
kuruluşlarıyla işletilmesinin önemi vurgulanırken;
devralınan ekonomik ve sosyal yapı şöyle
tanımlanıyordu:
"Türkiye Birleşmiş Milletler ölçütlerine göre insan
hakları ve demokrasi değerlendirilmesinde 66. sıraya
düşmüştür. Ekonomik bakımdan ise; 24 OECD ülkesi
içinde en pahalı ve en fakir, işsizi en çok, en az
elektrik, en az demir-çelik kullanan, kişi başına en
az otomobili, en az telefonu bulunan bir ülke
durumundadır".
Bu görüşle yazılan, Hükümet Protokolü'nde öngörülen
iktisadi ve sosyal gelişme hedefleri ve
politikalarını aşağıdaki biçimde özetlemek
mümkündür:
1) Halkın "enflasyon ve geçim sıkıntısından
kesinlikle ve en kısa süre içinde kurtarılması",
2) "Denk Bütçe Kuralı"nın, Hükümetin temel hedefi
olması,
3) "Dışa açık pazar ekonomisinde, tüm koşullan ve
unsurlarıyla oluşturmak ve uygulamaya geçirmek"
hedefinin kalkınma için vazgeçilmez sayılması,
4) "Refahı tabana yaymak ve gelir dağılımındaki
çarpıklıkları eritmek için gerekli bütün önlemlerin
alınması"...
Protokolde, sıralanan bu dört makro ilkeden sonra
sektörler ve alt sektörler düzeyinde uygulanacak
iktisadi ve sosyal politikalar ayrıntılı olarak
açıklanmaktadır.
Hükümet kısa vadede bir "Onarım Programı"
uygulayarak bozulan dengeleri yeniden kurmayı
başardıktan sonra, ülke ekonomisine "yeni bir yön
verecek Sanayileşme ve Atılım Programını" yürürlüğe
koymayı programına almıştı.
"Onarım Programı" içinde yer a|an "KİT Reformu"
hükümet ortakları arasında en çetin tartışmalara
konu olmuştur. KİT'lerin önemi Protokolde şöyle
belirlenmekteydi:
KİT'lerin ekonomimizde çok önemli yeri vardır. 1990
yılında Türkiye'nin 500 büyük sanayi kuruluşunun
91'i kamu kuruluşudur. Bu kuruluşlar; satışların
%41'ini, öz sermayenin %60'ını, net aktiflerin
%57'sini, yaratılan katma değerin %48'ini temsil
etmektedirler. Bu nedenle olacak ki KİT'lerin
siyasal ve bürokratik engellerden kurtarılması için
yeni bir yaklaşım benimsenerek KİT'lerin
"Özerkleştirerek özel bir statüye" Savuşturulması
kararlaştırıldı. Bu amaçla kabul edilen ilke "KİT
Reformunun temel stratejisi etkin bir yönetim için
yeniden yapılanmadır" şeklinde belirlendi. Bu
yeniden yapılanma özerkleştirme yanında
özelleştirmeyi de kapsamaktaydı.
Başbakan Demirel'in başında bulunduğu koalisyon
hükümeti, ANAP'ın veya Özal'ın hazırlayıp yürürlüğe
koyduğu VI. Plan'ın ikinci yılının sonunda iktidarı
devralmıştı. Çok acele olarak 1992 yılı devlet
bütçesi ve yıllık programın hazırlanması
gerekiyordu. Mesut Yılmaz Hükümeti'nin
hazırlıklarını bir yana bırakan yeni hükümet,
Ocak-Mart 1992 için geçerli olacak üç aylık bir
"geçici bütçe" hazırlayıp yürürlüğe koydu. Benzer
çalışmayı DPT yaptı ve gecikmelide olsa yeni
hükümetin tercihlerini kapsayan 1992 Yıllık
Programını hazırlayıp hükümete sundu. Bir ay
gecikerek 30 O-cak'ta yürürlüğe giren "1992 Yılı
Programı", önce ANAP hükümetlerinin, başarısız
olduğu uygulamaları belirledikten sonra, 1992 yılı
için öngörülen hedefleri açıklıyordu.
ÖZAL Modelinin Uygulama Sonuçları (1983-1991)
Özal Cumhurbaşkanı olmuştu, fakat hükümeti
yönlendirmeye devam etmekten vazgeçmemişti. Bu
tavrını gizlemek gereğini de hiç duymadı.
Dolayısıyla 1983 yılı sonuna doğru iktidara gelen
ANAP veya Özal'cılık 1991 yılı Kasım ayında iktidarı
teslim etmek zorunda kalmıştı.
Önce 1991 Yılı Programında öngörülen temel hedefleri
ve gerçekleşmelerin ne olduğunu özetleyelim. Körfez
Krizi'nin yarattığı belirsizlik ortamına rağmen
1991 yılında büyüme hızının %5,9, enflasyon oranının
%45 düzeyinde gerçekleşeceği öngörülmüştü.
Gerçekleşme tam bir sapma göstererek şöyle oldu.
GSMH'nın büyüme hızı %0,3 ve enflasyon oranı %55...
Benzer durum dış ekonomik ilişkilerde de görüldü.
İhracatın ve ithalatın 1990 yılına göre 1991 de
yaklaşık %15 oranında artacağı ve ihracatın 14,1
milyar ve ithalatında 23,1 milyar dolara çıkacağı
hesaplanmıştı.
Seçim ekonomisi içinde tüm kamu kaynaklarını
seferber eden hükümetin, büyüme olmadan dış
ticarette ihracatı artırması mümkün değildi. Her
ikisinde de gerçekleşme hedeflerin altında oldu.
İhracat 13 milyar, ithalatta 21 milyar dolar
düzeyinde kaldı. Böylece makro düzeyde daralan
ekonomide dış ticaret açığı da daraldı. Açık 1990'da
9,5 milyar dolar iken, 1991 de 7,3 milyar dolara
düştü. Turizm gelirlerinde ve işçi dövizi
girişlerinde de gerçekleşme beklenenin altında
oldu. Fakat dış ticaret açığı daraldığı için "cari
işlemler dengesi" hemen hemen denk kapandı.
S. Rusya'nın dağılmasıyla 1991 yılında beş yeni
bağımsız Türk devleti Azerbaycan, Özbekistan,
Kırgızistan, Türkmenistan ve Kazakistan'ın
demokrasiye geçişlerini kolaylaştırmak için ve
"Adriyatik'ten Çin Seddi'ne" Türkiye'nin etkinliğini
yaymak için büyük kısmı hibe şeklinde mal, ve
sermaye yardımları yapıldı.
Kesintisiz sekiz yıl boyunca uygulanan"Özal
Modeli"nin aşağıda düzenlenen tabloda yeralan
göstergelere dayanarak bir değerlendirmesini yapmak
mümkündür.
Sekiz yıl boyunca kesintisiz olarak üç ayrı
hükümetle devleti ve ekonomiyi "yeniden
yapılandırdığını" ileri süren ANAP Hükümetlerinin
bunu ne derecede başardığını yukarıdaki verilerden
anlayabiliriz. Enflasyonu mutlaka aşağıya çekeceğiz
diyerek halkın desteğini aldıkları halde tam tersi
olmuştu. Büyümenin de sıfıra yakın bir düzeyde
kalması, "istikrar içinde büyüme" yerine, ekonomi
"stagflasyon"a götürülmüştü. Buna karşılık "özel
sermayeli banka" sayısı bu dönemde katlanmıştır.
XII-
Özal, Nereden Nereye (1983-1991)
|
1983 |
1991 |
- Büyüme hızı (%) |
3,3 |
0.3 |
- Enflasyon (%) |
30,5 |
55,3 |
- İhracat (milyar $) |
5,7 |
13,5 |
- İhracatın karşılama oranı (%) |
66,4 |
%65 |
- Dış Tic. Açığı (Milyar $) . |
-3,5 |
-7,3 |
- Dış borç (milyar $) |
17 |
50 |
- 1 Doların karşılığı (TL) |
300 |
5.049 |
- Cumhuriyet Altını (TL) |
26.500 |
392.000 |
- İç Borç-Hazine (Trilyon TL) |
3,2 |
97,6 |
Dışa açılma dış ticaret hacmini ve ihracatı
arttırmış, fakat dış dengeler daha da bozulmuştu.
Dış ticaret açığı katlanırken, dış borçlar üç misli
artmıştır. Dolar'in değeri yaklaşık 300 liradan 5
bin liraya yükseldi, sekiz yıl sonunda ihracatın dış
borçlara oranı 1984 yılında %34,2 iken 1991 sonunda
%27,2'ye düşmüştür.
DYP-SHP Koalisyon Hükümetinin İlk Beşyüz Günü
Demirel Hükümeti 1992 yılını bir "onarım yılı"
olarak ele almış, bir yandan demokratikleşmeye hız
verirken diğer yandan ekonominin bozulan
dengelerini 500 gün içinde yeniden kurabileceğini
kamuoyuna Demirel'in ağzından açıklamıştı. Demokrasi
tarihimizde ilginç bir girişim sayılan koalisyon
hükümetinin 1992 yılı ekonomik hedefleri şöyleydi:
— Büyüme hızı %5,5 ve enflasyon %52 düzeyinde
gerçekleşecek,
— 1992 yılı sonunda kamu kesimi borçlanma gereği
%12,6'dan %8,8'e inecek,
— Toplam sabit sermaye yatırımlarının GSMH içindeki
payının %22,6 olacak ve bu yatırımlar içinde kamu
kesimi yatırımlarının payı % 44,5 düzeyinde
kalacak,
— Göreceli olarak kamu harcamaları içinde 1992 yılı
bütçesi ile eğitim ve sağlık harcamalarına ağırlık
verilmiş olacak,
— 1992 yılında ihracatın (FOB) %12 oranında artarak
15,8 milyar $'a ve altın ithalatı hariç, ithalatın
(CİF) ise %11 oranında artarak 23,3 milyar $'a
ulaşacağı öngörülmüştü. Bir önceki yıla göre dış
ticaret hacmi artarken "dış ticaret açığı"
büyümeyecekti.
ÖZAL Modeli'nin yarattığı "hayali ihracatı"
engellemek için 1992 Yılı Programı'nda "ihracatı
teşvik politikası, ihracatın özellikle yatırım ve
üretim aşamasında desteklenmesi şeklinde..." yeni
bir ilkeye bağlandı. Oysa 1984-1988 arasında
ihracatı teşvik için kullanılan temel araç "Vergi
İadesi" idi. Bu yolla ülkede yeni bir zenginler
kümesi yaratılmıştı. Kamuoyu bunların bir kısmı için
"maganda" sıfatını uygun görmüştü.
Yukarıda sıralanan temel hedeflere 1992 yılı sonunda
ne derecede varıldığını yorumlayabilmek için ülke
içinde ve dünyada meydana gelen önemli sosyo-ekonomik
olayları anımsamalıyız.
Dış dünyada meydana gelen önemli olayların başında,
ABD'de başkanlık seçimini Demokrat Parti adayı
Clinton'ın (Kasım) kazanması, Yugoslavya'nın
parçalanması ve kanlı iç savaşın başlaması,
Çekoslovakya'nın Çek ve Slovak diye iki ayrı
cumhuriyete (Aralık) dönüşmesi ve Maastricht
Antlaşması'nın AT ülkelerince onaylanması
gelmektedir. Dünya ekonomisi durgunluktan
çıkamayınca, ortalama büyüme %0,8 düzeyinde kaldı.
Bu arada Türkiye'nin girişimiyle 25 Haziran 1992'de
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Projesi (İstanbul'da)ne
esas teşkil eden deklarasyon imzalandı.
Karadeniz'de kıyısı olan ülkeler anlaşmayı onayladı.
Ülke içinde 1992 yılında büyük ve beklenmedik
olaylar oldu. Demirel Hükümeti'nin göreve
başlamasından iki ay sonra, Doğu Anadolu'da çığ
felaketi 298 vatandaşın ölümüne yol açtı. Ardından
13 Mart günü Erzincan'da 6,3 şiddetindeki deprem
kentin üçte ikisinin yıkılmasına neden oldu.
Depremde 491 kişi öldü, 700 kişi yaralandı. Yine yıl
içinde eğitimsizlik ve umursamazlık nedeniyle
meydana gelen daha bir çok kaza ülkede insan ve mal
kaybına yol açarken, kaynakların verimli yatırımlara
yöneltilmesini sınırlamış veya geciktirmiştir.
1980'li yıllarda başlayan ve I990'lı yılların
başında hızlanan PKK terörü karşısında, devlet
güçleri yurdun her yerinde, hatta Irak toprakları
içinde, büyük harcamalar yaparak ülkede mal ve can
güvenliğini sağlamaya çalışmıştır. Siyasal yaşamda
da büyük dalgalanmalar oldu. Kapatılan tüm siyasal
partilerin yeniden faaliyete geçmelerine izin
verildi. (Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi ve
Adalet Partisi gibi...)
Seçmen kitlesinin yaklaşık %50'sinin ve kamuoyunun
büyük desteğini alan 49. Cumhuriyet Hükümeti olan
Koalisyon Hükümeti, 1992 yılı sonuna gelindiğinde
hem siyasal alanda, hem de iktisadi alanda
öngörülen hedeflere ulaşamadı. Demokratikleşme
sürecini hızlandıramadı, hatta basit yasal
düzenlemeler bile yapılamadı. KİT reformu, vergi
reformu, üniversite reformu gibi temel reformlar bir
yıl boyunca kamuoyunda tartışıldı, fakat sonuca
bağlanmadı.
Belki de yukarıda saydığımız dıştan ve içten gelen
olumsuz gelişmeler, 1992 yılında beklenen ekonomik
hedeflerin elde edilmesini engelledi. Hiç şüphesiz
böyle bir ilişki kurulabilir. Ancak "istikrar içinde
büyüme"yi hedef alan bir hükümet, % 50'lerde
seyreden bir enflasyonu aşağı çekmekte en etkili
aracın, hem de büyük sermaye çevrelerinin tam destek
verdiği, vergi reformu olduğunu görmemezlikten
gelemezdi. Kamuoyunun yoğun öneri ve eleştirilerine
rağmen Demirel'i etkilemek mümkün olmadı ve "Vergi
Reformu Kanun Tasarısı" Meclise gelmedi. Dönemin
Maliye Bakanı Sümer Oral, önceliği "Vergi
İdaresi"nin yenilenmesine verdikleri ve 1992'de
vergi gelirlerinde artış sağladıklarını ileri
sürmektedir. Oysa araştırmalar, ülkede kayıt dışı
ekonominin ve vergi kaçakçılığının boyutlarının
hızla büyüdüğünü göstermekteydi.
1992 yılı sonunda büyüme hızının dışında öngörülen
hedeflere ulaşılamadı. Başlıca temel göstergeler
(gerçekleşen) şöyle oldu: Büyüme hızı %5,9,
enflasyon %62, ihracat 14,9 milyar $, ithalat 22,9
milyar $, dış ticaret açığı 8 milyar ve cari
işlemler açığı ise 0,9 milyar dolar... Kamu kesimi
finansman gereksiniminin GSMH'ya oranı 1991'e göre
1,9 puan azalarak %12,5 olurken, konsolide bütçenin
nakit açığı azaltılamamıştır. "Toplam iç borç
stoku"nun GSMH'ya oranı 1991'de %20,7 iken %23,4'e
yükseltilmiştir. Benzer eğilim dış borçlarda
gerçekleşmiş ve Dış borç/GSMH oranı %47'den, %49'a
çıkmıştır. Toplam dış borç stoku 55 milyar dolar
düzeyine ulaştı. Dolar'ın değeri TL karşısında
enflasyon oranı kadar arttı. Ayrıca "döviz tevdiat
hesaplarında son yıllarda görülen artış, devam etti.
Bunda ülkeye gelen yabancı sermayeli şirket
sayısının artmasının payı etkili olmuştur. Böylece
ithalatı finanse etmekte veya dış borç taksitlerini
ödemekte ülke yönetimi güçlükle karşılaşmadı.
Kısaca söylersek 1992 yılında Türk ekonomisini
yönetenler toplumsal dengeleri alt üst eden
enflasyonu ve işsizliği aşağı çekmekte başarısız
oldu. Büyüme hızında hedefe ulaşılması hatta a-şılması
büyük ölçüde kamu ve özel tüketim artışlarından
kaynaklanmıştır. Özellikle bankaların dayanıklı
tüketim mallan piyasasını beslemesi {tüketim
kredisi) bu piyasalarda kapasite kullanım oranını
yükseltmiştir. Örneğin yerli ve ithal otomobil
satışları artmaya devam etti. Özel tüketim
artışlarının yıl içinde "reel ücretlerdeki artışın
beslediği" görüşüne kısmen katılmak mümkündür.
Ayrıca "yeraltı ekonomisi"nin payı da
unutulmamalıdır. Kamu kesiminde her düzeyde görülen
düşük verimlilik, denetimsiz harcamalar ve
yolsuzluklar toplam tüketimi kamçılamaktadır. Oysa
ülke yatırım açlığı içindedir. Çünkü nüfus hızla
artmaktadır. Okulu ve askerliğini bitiren gençler
işgücü piyasasına geliyor. İş arıyorlar. Bakıyoruz
1992 yılında sabit sermaye yatırımlarındaki artış
oranı %1,3 düzeyinde kalmıştır. Yatırımı kim
yapacak? Ya KİT'ler, ya özel sektör... 1990'h
yıllarda KİT'lerin yenileme veya yeni yatırım
yapmaları "özelleştirme" gerekçesiyle durdurulmuş.
KİT'lere Devlet tüm kurumlarıyla arkasını dönmüştür.
Hazine'nin verilerine göre 53 işletmeci KİT
1980-1989 arasında her yıl net kaynak sağlarken;
1990'lı yıllarda zarar eden kuruluşların sayısı
hızla artmış ve toplam net fazlalık net açığa
(zarara) dönüşmüştür.
Özel kesim, uzun vadeli yatırımlara özellikle sanayi
yatırımlarına ilgi duymuyor. İnşaat (lüks konut),
turizm, ithalat gibi alanları hatta yurtdışında
yatırımı kârlı bulan özel kesim, uzun vadeli kredi
faiz oranlarının yüksekliğini ileri sürerek
yatırımlarını ertelemiştir. Kamu finansman açığının
mali piyasalardan borçlanma yoluyla karşılanması,
vadesi gelen iç borçların yeniden borçlanılarak
ö-denmesi, ülkede özel sektörün kullanabileceği
kaynak miktarını sınırlarken, kredi faiz oranının da
yükselmesine neden olmaktadır.
1991 yılında 93,6 trilyon olan iç borçlar, %100'lük
bir artışla 1992'de 182 trilyona ulaştı.
1992 yılında Türk bankacılık sistemi
anti-enflasyonist para ve maliye politikalarıyla
uyum gösteren bir tutum içinde olmadı. Toplam banka
kredileri içinde kısa vadeli kredilerin payı 1991'de
%73 iken, 1992'de %77'ye yükseldi. Banka kredileri
içinde dış ticaret kredilerinin payı
azalırken, tüketici kredilerinin payı (hanehalkı)
%150 oranında arttı. Bankalar 1992 yılında yeni bir
araçla, "Varlığa Dayalı Menkul Kıymet" İhracı, ucuz
kaynak toplama olanağı buldu. Yıl sonuna göre 14,5
trilyonluk VDMK ihraç ettiler. Ayrıca REPO yoluyla
da benzer nitelikte ucuz kaynak toplamaktadırlar.
Ekonomi dışa açılırda,bankalar veya bankacılarımız
geri kalır mı? Kalmadılar, özel ve kamu bankaları
1987-92 arasında ABD, Avrupa ve Türk
Cumhuriyetlerinde toplam 21 banka açarken yurt
dışına 300 milyon dolarlık bir kaynak taşıdılar.
Devlet müdahalesine karşı çıkan liberal iktisatçılar
derler ki; devlet vergileri arttırmazsa, özel
sektörün yatırım eğilimi yükselir. Türkiye'de on
yıldan beri OECD ülkelerine göre vergi yükü çok
düşük bir düzeyde kaldığı, örneğin, "vergi reformu"
bir türlü gerçekleşmediği halde, özel kesim sabit
sermaye yatırımlarına, sanayi projelerine ilgi
göstermemiştir. Burada kusuru hükümette aramak
gerekir. Kararsız tutumlarıyla Demirel Hükümeti, hem
demokratikleşme ve hem de ekonomik konularda halka
taahhüt ettiklerini gerçekleştiremedi. Böylece
halkın büyük çoğunluğu açısından 1992 yılı ekonomi
için kaybedilmiş bir yıl sayılabilir. Ülkede
vergilendirilemeyen gelir sahipleri, vergi
kaçıranlar, her türlü haksız kazanç elde edenlerin
refahı hızla yükseldi. Birde sendikalı işçilerin
refahı artmaya devam etti. Sendikacılar Hükümet'in
kararsızlığını, yasal ve yasa dışı eylemlerle,
kesimleri yararına kullanarak, ücret ve maaş
gelirleri arasındaki dengeleri alt üst ettiler.
İlk Kadın Başbakan: Tansu ÇİLLER Hükümeti
VI. Beş Yıllık Kalkınma Planı'nın dördüncü yılı olan
1993 yılı için uygulama programını S. Demirel'in
başında bulunduğu koalisyon hükümeti hazırladı ve 1
Ocak 1993'te yürürlüğe koydu. Programda, programın
yaklaşımı şöyle tanımlanıyor:
"1993 yılı programı, makroekonomik istikrarın
sağlanmasına, rekabet ortamının yaygınlaştırılmasına
ve gelir dağılımının iyileştirilmesine ağırlık
veren bir yaklaşımla hazırlanmıştır".
Bu genel hedef ve çerçeve içinde 1993 yılı için
öngörülen diğer ekonomik hedefler şöyle
sıralanabilir:
— GSMH'nın (sabit fiyatlarla) büyüme hızı %5,
— Enflasyon oranı (GSMH zımni deflatörü) %51,
— Kamu gelirlerinin GSMH'ya oranı %29,6,
— Toplam kamu harcamalarının GSMH'ya oranı %38,6,
— Kamu kesimi borçlanma gereği %9, olacak...
— KİT'lerin sabit sermaye yatırımlarının reel olarak
%30 oranında gerileyerek, toplam kamu yatırımları
içindeki payının %28'den %20'ye düşecek...
— 1922'de %1,2 olan özel imalat sanayii
yatırımlarının artış hızının 1993'te %6,4'e
yükselecek...
Yukarıda sayılan iç ekonomik dengelerle ilgili
hedeflerle yakından ilgili iki hedeften daha söz
etmeliyiz. Birincisi kamu yatırımlarında ekonomik
ve sosyal altyapı yatırımlarına (tarım, turizm,
eğitim, sağlık gibi) öncelik verilmesi...
İkincisiyse "özelleştirme"nin hızlandırılarak
ekonomide etkinliğin ve verimliliğin
artırılması....
Dış ekonomik ilişkilerle ilgili başlıca hedefler
belirlenirken, "1993 yılında, dünya ticaretinde
beklenen canlanma ve ekonominin arz yönündeki
gelişmelerin" etkileri hesaba katılarak başlıca '
kantitatif göstergeler şöyle ortaya konmuş:
— İhracat (FOB) %12,3 oranında artarak 17 milyar
dolar olacak,
— Altın ithalatı hariç, ithalat (CİF) %12,2
düzeyinde artarak 25,8 milyar dolar düzeyinde
kalacak,
— Dış ticaret açığı 8,7 milyar dolara yaklaşacak,
— Turizm gelirleri 5 milyar dolara ulaşacak,
— Cari işlemler hesabı 1,2 milyar dolar açık
verecek,
— Körfez Savaşı nedeniyle 1992 yılında sağlanan
hibelerden 500 milyon dolar olan girişin, 1993'te
230 milyon dolar düzeyinde kalacak.
Türkiye Devleti, Cumhuriyet'in 70. yılını kutlamaya
hazırlanırken hala demokrasiyi bütün kurum ve
kurallarıyla yerleştirmekle meşgul görünüyordu.
1992 yılında yaşanan içten ve dıştan kaynaklanan çok
yönlü olumsuz koşullar, 1993 yılının ilk yedi ayında
da etkili olmakta ve ülkede siyasal ve ekonomik
istikrarın sağlanmasına izin vermemekteydi. Önce
1993 yılı içinde içerde olanları kısaca özetleyelim:
24 Ocak 1993'te özgürlükçü ve çoğulcu demokrasinin
ve Mustafa Kemal'in kurduğu laik Cumhuriyet'in tüm
kurum ve kurallarıyla yerleşmesi savaşı veren Uğur
Mumcu öldürüldü. Bu acı olay sivil toplum
örgütlerinin ve basının gündeminden hiç düşmedi.
17 Nisan 1993'te Cumhurbaşkanı Turgut Özal geçirdiği
bir "kalp krizi" sonunda öldü. Anayasanın 102.
maddesi uyarınca TBMM Doğruyol Partisi Genel Başkanı
ve Başbakan Süleyman Demirel'i Cumhurbaşkanı seçti.
Böylece yaklaşık 30 yıldan beri aktif politikanın
içinde olan S.Demirel, DYP'nin genel başkanlığından
istifa ederek aktif politikaya veda etti.
Hükümetin büyük ortağı olan DYP, olağanüstü genel
kurulu topladı ve devlet bakanı ve İstanbul
milletvekili Prof. Dr. Tansu Çiller'i genel
başkanlığa seçti. Böylece demokrasi tarihimizde yeni
bir sayfa açılıyordu. Bir hanım siyasetçi Başbakan
oluyordu. Hem de küçük illerin ve ilçelerin
seçmenlerine dayanan muhafazakar bir partinin
seçtiği ve desteklediği bir kadın başbakan...
Cumhurbaşkanı Demirel 14 Haziran 1993'te
Cumhuriyetin 50. Hükümetini kurmakla T. Çiller'i
görevlendirdi. Ancak meslekdaşımız Çiller'in gerek
bilgi birikimi ve gerekse devlet deneyimi açısından
bir koalisyon hükümetini yönetmesi mümkün değildi.
Bu gerçeği o günkü koşullar içinde Medya
görmemezlikten geldi ve Çiller'in çizdiği çağdaş
Türk kadını imajını öne çıkararak destek verdi.
Meclis'ten güvenoyu alan Çiller Hükümeti'nde yeralan
DYP'li bakanların büyük çoğunluğu değişirken, SHP'li
bakanlar değişmedi. Bu değişikliğe bağlı olarak
Başbakan Çiller daha önce kendisine (Devlet bakanı
iken) direnen ve yardımcı olmayan ö-nemli görevlerde
bulunan bürokratları değiştirme planını yürürlüğe
koydu. Merkez Bankası Başkanı Dr. Rüştü Saraçoğlu
ile Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı İlhan
Kesici, erken davranıp, istifa ettiler. Amerika'da
öğretim üyesi olarak çalışan ve Özal'ın Kamu
Ortaklığı İdaresi Başkanlığı yapmış olan Prof. Dr.
Bülent Gültekin Merkez Bankası Başkanlığına atandı.
DPT"a kurum içinde müsteşar yardımcısı Necati
Özfırat vekil olarak görevlendirildi. Aynı süreç
içinde Başbakanlık ve Maliye Bakanlığı müsteşarı ile
Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarı da değiştirildi.
İşin ilginç yanı iktidar partisi veya partileri
değişmediği halde üst düzey ekonomi kurmayları
bütünüyle yenilenmişti. Diğer bir deyişle Demirel'le
çalışmış bürokratlar başarısız sayılıyordu. Bir
yılı aşan sürede ele alınamayan "atılım ve onarım"
programını Çiller hızla gerçekleştirmek kararında
olduğunu kamuoyuna anlatmakta güçlük çekmedi.
Hem ülke için hem de genç başbakan için büyük
talihsizlik sayılacak 37 kişinin yanarak öldüğü 2
Temmuz 1993 "Sivas Katliamı" oldu. Cuma namazından
çıkan bir öncü kalabalığın tahrikiyle Sivas'ta konuk
olarak bulunan yazarların ve sanatçıların kaldığı
otele saldıranlar, oteli içindekilerle birlikte
ateşe verdi. Evet utanç verici bu olay yaşandı... "Adriyatikten
Urallara yeni Türk etkinliğinden söz eden Özal ye
Demirel ülke içinde birlik ve beraberliği sağlamakta
gerekli başarıyı gösteremediler. 1993 yılında PKK
katliamları artarken fabrikalar, mal depoları,
ormanlar yanmaya devam etti. Örneğin 6 Temmuz
1993'te Erzincan'ın Kemaliye İlçesi Başbağlar köyünü
basan PKK militanları köyü insanlarla birlikte
yaktılar: 28 insan, 57 ev yandı...
Türkiye'nin dış ilişkilerindeki gelişmelerde iç
siyaseti ve kaynak kullanımını olumsuz etkiliyordu.
Azeri-Ermeni Savaşı Ermenilerin dünyanın gözü
önünde Azerbaycan topraklarını ele geçirince
Elçibey darbeyle düşürüldü ve Aliyev başa getirildi.
Eylül 1993'te yeni Azeri yönetimi Bağımsız Devletler
Topluluğu'na katılma kararı aldı.
Boşnak, Hırvat ve Sırp ırkları arasında görünen
savaş, Batı Avrupa'nın gözü önünde "Müslümanları
Avrupa'dan temizleme" savaşına döndü. Kıbrıs sorunu
hala bir çözüme bağlanamadı.
Bu arada Ortadoğu'da senaryoları ve dengeleri altüst
eden ve Türkiyeyi sevindiren bir gelişme yaşandı. 13
Eylül 1993'te İsrail-Filistin barış anlaşması
imzalandı.
Bir gün önce, yani 12 Eylül 1993 günü SHP'nin olağan
Kurultay'mda Erdal İnönü parti başkanlığından
istifa etti ve Ankara Belediye Başkanı Murat
Karayalçın başkan oldu. Koalisyon Hükümeti
protokole uygun olarak devam ettiğinden Karayalçın
aynı zamanda Başbakan Yardımcısı oldu.
Dış dünyada meydana gelen önemli gelişmelerden
birinde Avrupa Topluluğu'nda 1 Ocak 1993'ten
itibaren "Tek Pazar"a geçilmiş olmasıdır. Ayrıca
Başkan Clinton'un Keynesçi politikaları yürürlüğe
koymak için askeri harcamaları kısmak,çok kazanandan
çok vergi almak yoluna gittiğini görüyoruz. İç
siyasal ve ekonomik sorunlarla boğuşan Rusya,
Batı'nın yardımıyla demokrasiye ve serbest piyasa
düzenine geçmeye çalışıyor. Eski komünistlerle Batı
yanlıları arasındaki iktidar kavgasının iki binli
yıllara uzanacağı anlaşılıyor. Eylül ayı ortasında
Başkan Yeltsin, sivil darbe yaparak ülke yönetimini,
Parlamentoyu dağıtarak, ele aldı.
Uluslararası ekonomik ilişkilerde küreselleşme ve
bölgesel bütünleşme süreci birlikte yaşanmaktadır.
Serbest ticareti engelleyici unsurlar artarak devam
etmekte, bir taraftan ikili ya da bölgesel ticaret
anlaşmaları ile bölgesel bütünleşmeler ortaya
çıkarken, diğer taraftan gelişmiş ülkeler
anti-damping vergilerini ve tarife dışı engelleri
artırmaktadır. Dünya ticareti 1992 yılında %5,5
artmış iken, 1993'te %3,4 düzeyinde kaldı.
Özellikle AT ülkelerinin toplam ithalatının azalması
bu daralmada etkili oldu.
1993 yılında gelişmiş ülkelerde durgunluk ve
işsizlik sürerken "üçüncü dünya" veya gelişmekte
olan ülkelerde toparlanma ve hızlı büyüme devam
etti. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Asya Ülkeleri
istikrar içinde büyümeyi ve dünya ticaretindeki
paylarını artırmayı sürdü. Asya'da büyüme ortalaması
%7,8 iken, OECD ülkelerinde ortalama %3'ün altında
kaldı. Ancak dünyanın üçüncü büyük ekonomik gücü
haline gelen Çin'de büyüme %13,4 oldu. Bu hızla
devam ederse 2025 yılında dünya birinciliğini
ABD'den alacağı kesin görülüyor. "Asya kaplanları"
diye anılan G. Kore, Tayvan, Singapur ve Hong
Kong'ta kişi başına 5 bin dolar ihracat
yapılmaktadır. Oysa gelişmiş ülkelerde 3 bin dolar
düzeyindedir.
Gelişmekte olan ülkelerin uluslararası kuruluşlara
ve gelişmiş ülkelere olan borçları 1500 milyar dolar
oldu. En büyük borçlular ABD'nin şemsiyesi altında
olan Güney Amerika ülkeleridir.
Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri
Başbakan Çiller, Özal döneminde Yusuf Özal'dan sonra
DPT Müsteşarı olan ve sonra istifa etmek zorunda
bırakılan Dr. Ali Tigrel'i Avrupa Topluluğu
ilişkilerden sorumlu ve kendisine bağlı müsteşarlığa
getirdi. Ayrıca kendisine büyükelçilik payesi
verildi.
Bir yıl gecikmesiyle Kasım 1993'te Maastricht
Anlaşması yürürlüğe girince Avrupa Topluluğu (AT)
aşıldı ve Avrupa Birliği (AB) dönemine geçildi.
Böylece tek pazardan sonra tek para ve tek merkez
bankası hedefine yönelik süreç işlemeye başladı. AB
Merkez Bankası'nın Almanya'da Frankfurt'ta
kurulması ve adının EUROBANK olması kararlaştırıldı.
Kısa adı EFTA olan Avrupa Serbest Ticaret Birliği
ile Türkiye ilişkilerinde ilginç gelişmeler oldu.
Avrupa Topluluğu dışında kalan yedi ülkenin
(Avusturya, Norveç, İsveç, İsviçre, İzlanda,
Liechtenstein, Finlandiya) kurduğu bu birlikle,
Türkiye 1992 yılında "Serbest Ticaret ve İşbirliği"
anlaşması imzalamıştı. Önce 1990 yılından beri AT
ile EFTA arasında devam eden "Avrupa Ekonomik Alanı"
yaratılması görüşmeleri 1993 yılında sona erdi ve
anlaşma 1 Ocak 1994 tarihinden itibaren yürürlüğe
girdi. Sonra EFTA kurucusu olan bazı ülkeler Türkiye
gibi AT'a tam üyelik için başvurdular. 1993 yılı
içinde tamamlanan müzakereler anlaşmayla sonuçlandı
ve 1 Ocak 1995'te Avusturya, Finlandiya ve İsveç tam
üyeliğe alındı. Anılan tarihte Türkiye ile Avrupa
Birliği arasında "Gümrük Birliği"nin gerçekleşmesi
1973 tarihli "Katma Protokol" ile öngörülmüştü.
Türkiye-AT Gümrük Birliği Yönlendirme Komitesi 18
Mart 1993'te oluşturulmuş ve yapılan çalışmalar
çerçevesinde Türkiye'nin 1 Ocak 1995'te, AT'a tam
üye olmadan gümrük birliğine katılabileceği
kararlaştırmıştı. 1 Ocak 1993'ten geçerli olmak
üzere yapılan son %10luk indirimlerle, AT'a karşı
gümrük indirimlerinde, 12 yıllık listede %80, 22
yıllık listede %70 oranına ulaşılmış oldu. 12 yıllık
listede yapılan %20'lik uyumla ortak gümrük
tarifesine toplam uyum %60 oranına, 22 yıllık
listede yapılan %10'luk uyum ile toplam uyum %50
oranına yükselmiştir.
Gümrük Vergisi ve Toplu Konut Fonu dışındaki tüm
vergi ve resimler 1 Ocak 1993 tarihinden itibaren
kaldırılmış ve ithal rejimiyle AT çıkışlı mallara
2-15 puanlık tercih marjı tanınmıştır.
Türkiye AT dışında bölgesel işbirliği girişimlerini
sürdürmektedir, Türkiye, İran ve Pakistan arasında
kurulan "Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'na Azerbaycan,
Kazakistan, Kırgızistan, Afganistan, Özbekistan,
Türkmenistan ve Tacikistan da katılmıştır. 1993 yılı
içinde Pakistan'da yapılan toplantıda Teşkilatın
öncelikle ulaştırma, haberleşme, ticarete, enerji,
sanayi, tarım ve turizm konularında çalışma yapması
kararlaştırıldı. İstanbul'da yapılan ikinci zirve
toplantısında merkezi Türkiye'de olacak üye ülkeler
katılımıyla bir "Ticaret ve Kalkınma Bankası"
kurulması kararlaştırıldı.
Türkiye 1984 yılından beri "İslam Konferansı
Teşkilatı'na bağlı Ekonomik ve Ticari İşbirliği
Daimi Konseyi'nin başkanıdır. Kısa adı İSEDA olan
Konsey'e bazı Orta Asya Cumhuriyetleri ve
Arnavutluk'un katılımıyla üye sayısı 51'e çıktı.
Örgüte üye ülkelerin katkılarıyla kurulan İslam
Kalkınma Bankası'nın üçüncü büyük ortağı
Türkiye'dir.
"Karadeniz Ekonomik İşbirliği" (KEİ) örgütü
Karadeniz'de kıyısı olan veya çok yakın komşu
bulunan 11 üye ülkenin katılımıyla 25 Haziran
1992'de kuruldu. KEİ de kurumsallaşma tamamlanırken
bir yandan da çalışma grupları oluşturularak
işbirliğine gidilecek öncelikli alan ve projeler
belirlenmektedir. KEİ'nin Daimi Sekreteryası
İstanbul'da 29 Nisan 1993'te faaliyete geçti.
KEİ'nin amacı Zirve Deklarasyonu ve Boğaziçi
bildirisinde şöyle tanımlamıştır:
"KEİ üyesi ülkeleri potansiyellerinden, coğrafi
yakınlıklarından, ekonomilerinin birbirlerini
tamamlayıcı özelliklerinden yararlanarak
aralarındaki ikili ve çok taraflı ekonomik,
teknolojik ve sosyal ilişkilerini çeşitlendirmeleri
ve daha da geliştirmeleri, böylelikle Karadeniz
havzasının bir barış, istikrar ve refah bölgesi
olmasını sağlamaktır." Bu amaca yönelik merkezi
Selanik'te ve ödenmiş sermayesi 100 milyon SDR olan
KEİ Ticaret ve Kalkınma Bankası kuruldu. İlk olarak
Türkiye, Bulgaristan, Romanya ve Moldavya arasında
kurulacak fiber-optik kablo sistemi (KAFOS)
gerçekleşme aşamasına gelmiş bulunmaktadır.
Türkiye'nin Türk Cumhuriyetleriyle ekonomik
ilişkileri hızla ve çok yönlü olarak gelişmektedir.
Bu ülkelere yönelik ihracatımız 1993 yılında 455
milyon dolar, ithalatımız ise 197 milyon dolar oldu.
Türk EXİMBANK tarafından bu ülkelere toplam 885
milyon $ kredi açılmıştır.
1993 Yılının Temel Ekonomik Göstergelerinin Yorumu
Çiller Hükümeti'nin denetiminde sona eren 1993
yılında büyük siyasal ve sosyal çalkantılara
karşın, ilginç ekonomik sonuçlar elde edilmiştir.
Ekonominin iç ve dış dengelerini bozan bu
gelişmeler şöyle özetlenebilir:
1) GSMH'da tarımdaki gerilemeye karşın program
hedefinin üstünde %7,6'lık bir büyüme hızı
gerçekleşti. Bir önceki yıla göre sanayi ve
hizmetler kesimindeki hızlı büyüme bu gelişmede
etkili oldu.
2) Yüksek büyüme hızım besleyen iç talepteki
artışın iki belirleyici kaynağı olduğunu görüyoruz.
Birincisi hem kamu harcamalarının hem de kamu
açıklarının GSMH içindeki payının artmış olmasıdır.
1992 yılında 47,3 trilyon olan Konsolide Bütçe
açığı, 1993 sonunda 133 trilyon oldu. Aynı şekilde
iç borç/GSMH oranı %12 iken, %14 oldu. İkincisi
bankacılık sektörünün iç piyasaya yönelik açtığı
kredilerdeki büyük reel artıştır. Net kredi hacmi
262 trilyondan 491 trilyona çıktı.
3) Yıl içinde özel tüketim ve özel sabit sermaye
yatırım harcamalarında büyük reel artış oldu. Kamu
yatırımlarındaki reel daralmaya karşın özel tüketim
harcamalarında büyük artış olmuş ve uzun yıllar
sonra özel tasarruflar reel olarak azalmıştır.
4) Yukarıda açıklanan göstergeler nedeniyle 1993
yılında fiyat artışlarında yani enflasyon oranında
bir düşüş olmamıştır. Hemen hemen 1992 düzeyinde
kalmıştır. Toptan eşya fiyatları ortalama %60
artarken, tüketici fiyat artışı %68 düzeyinde
kalmıştır.
5) Tasarrufçulara en çok kazandıran yatırım aracı,
yıl sonuna göre borsa olmuştur. 1992 yılı sonunda
4004 olan borsa endeksi, 1993 sonunda %416'lık bir
artışla 20.682'ye yükselmiştir. Altının gramı (24
ayar) 93.500 TL'den %96 oranında değer kazanarak
183.100 TL olurken; Dolar karşısında TL %70 oranında
değer kaybetmiş ve kur 8.700 liradan 14.900 liraya
çıkmıştır.
6) Türkiye Cumhuriyeti ekonomi tarihinin en büyük
dış ticaret açığı, 1993 yılında 14,1 milyar dolar
olarak gerçekleşmiştir. İthalat bir önceki yıla göre
%28,7 artarak 29,4 milyar dolar olurken, ihracat
%4,3'lük artışla 15,3 milyar dolar düzeyinde
kalmıştır. İç pazar hızla genişleyince her türlü
yabancı mala talep artmıştır. Sadece altın
ithalatına 1,8 milyon $ ödenmiştir. Cari işlemler
dengesi de rekor kırarak 6,4 milyar dolarlık açık
vermiştir. Bu aşırı tüketim ve ithalat yabancı
tasarruflarla beslendiği için dış borçlar %21
oranında artarak 55,6 milyar $'dan 67,4 milyar $'a
çıkmıştı. Ekonomiyi ciddi bir mali krize götürecek
bu gelişmeyi belirleyen iki önemli faktörden söz
edebiliriz. Birincisi 1989 yılından beri uygulanan
yüksek faiz-aşırı değerli kur nedeniyle kısa vadeli
yabancı sermaye girişine dayanan borçlanma
politikası... Kur politikası ithalatı teşvik ederken
ihracatı köstekliyordu. İkinci neden OECD
ülkelerinde yaşanan durgunluk ve fiyat istikrarı
idi. Yani bu ülkelere ihracat zorlaşırken, bu
ülkelerden ithalat cazip hale gelmişti. Bu nedenle
1993 yılında rekor düzeyde tüketim malı ve otomobil
ithalatı gerçekleşti.
Yukarıda açıklanan göstergelere dayanarak 1993 yılı
sonunda ekonominin nasıl kontrolden çıktığı ve nasıl
bir mali krize sürüklendiğini görmek mümkün
olmaktadır. Diğer bir deyişle 1994 yılının ilk
yarısında ekonominin yaşayacağı, büyük krizin ortamı
1993'te hazırlanmıştı. Üretmeden tüketmeye bir an
önce "köşe dönmeye" çalışan insanların egemen olduğu
düzen içinde Devlet ve millet çılgın bir tüketim
krizine girmişti. Sanayici, tüccar ve bilhassa
bankalar spekülasyona dayalı yüksek kârlar elde
etmenin keyfini yaşar oldular. Bir ciddi delil
verelim: İ. Sanayi Odası'nın 500 büyük sanayi
kuruluşu arasında yaptığı araştırmaya göre
sanayiciler 1993 yılında faaliyet dışı gelir olarak
17,5 trilyon lirayı kasalarına koydular. "Bu da 500
firmanın toplam kârının %40'ını temsil etmektedir.
(ASO Medya, Ek. 1994).
Türkiye'de giderek "kayıt dışı" veya "Mafya
ekonomisi"nin boyutları büyümektedir. İhtiyatlı bir
hesaplama ile "kayıt dışı" ekonominin boyutunun
GSMH'nın %25'i düzeyinde olduğu kabul görmektedir.
Kayıt içi ekonominin büyük kesiminde Devlet
Yürürlükteki vergi yasaları çerçevesinde yeterince
vergi alamıyor. Büyük vergi kaçağı var. Durum böyle
olduğu halde iktidarı ele geçiren siyasiler tüm kamu
kurum ve kuruluşlarını yandaşlarına çıkar sağlamaya
ve sınırlı kamu kaynaklarını israf etmeye
girişinektedirler. Sonuç kamu finansman açığı
büyümekte iç ve dış borçlanma artmakta... Enflasyon
dizginlenemez olmaktadır.
Büyük Kriz ve Ekonomik Seferberlik Yılı (1994)
VI. Plan'in son yılı olan 1994 yılına girilirken
Türkiye içte ve dışta ülkeyi parçalamaya çalışan
örgütlü güçlerle mücadele etmekteydi. Doğu ve
Güneydoğu Anadolu'da can ve mal güvenliği kalmadığı
için bu bölge illerine yönelik ticaret asgariye
inmiş yatırımlar durmuştu. Çok sayıda okul
kapanmış, kamu araçları yakılıyor ve kamu
görevlileri hizmet yapamıyordu. PKK terörü büyük
kentlere yaymaya çalışırken, yandaşları da Avrupa'da
Türkiye aleyhine eylem ve propagandalarını
sürdürüyordu.
Kuzey Irak'ta yaşanan belirsizlik ve petrol boru
hattının açılmaması Türkiye'ye siyasal ve ekonomik
açıdan zarar veriyordu. Azerbaycan-Ermeni savaşı
Türkiye'nin bu ülkelere ekonomik ilişkilerini
asgariye indirirken; Azerbaycan'a karşılıksız veya
uzun vadeli düşük faizli krediyle mal göndermek
zorunda bırakıyordu. Avrupa'nın göbeğinde yaşanan
utanç verisi Boşnak-Sırp savaşının sürmesi,
Türkiye'nin her türlü imkanları kullanarak Müslüman
Boşnaklara yardıma devam etmesine yol açıyordu.
Yunanistan uzlaşmazlığını sürdürüp Türkiye-AT
ilişkilerini baltalamaya devam ediyordu. Bunlara
karşı Ortadoğu'da 50 yıl sonra İsrail-Filistin ve
ardından İsrail-Ürdün barış anlaşması imzalandı.
Çok kısa olarak özetlemeye çalıştığımız bu olumsuz
koşullar içinde Çiller-Karayalçın Hükümeti "1994
Yılı Programı"nı yürürlüğe koydu. Program iyi
niyetle düşünülmüş tutarlı ilkelere yer vermekteydi.
Bunları kısaca şöyle özetleyebiliriz:
1) Ekonomide mevcut yapısal sorunların orta vadeli
ve uyumlu iktisat politikaları ile çözülmesi için
başlanan reform çalışmalarının sürdürülmesi,
2) Dünya ekonomisi ile bütünleşebilmek ve AT ile
gerçekleştirilecek "gümrük birliği"nin doğacak
olumsuz etkilerini asgariye indirebilmek için makro
düzeyde istikrarın sağlanması,
3) Kronik hale gelen ve %50'nin üzerinde seyreden
enflasyonun aşağıya çekilmesi, işgücü ve para
piyasalarında istikrarın sağlanabilmesi için kamu
açıklarının ve kamu borçlanma gereğinin makul bir
düzeye indirilmesinin gerektiğine yer verilmiştir.
Bu çerçevede 1994 Yılı Programı'nın ekonomik
hedefleri 1993 yılının gerçekleşen hedeflerine göre
daralmayı göze alan nitelikler taşımaktadır.
Başlıcaları şöyledir:
— GSMH'nın büyüme hızı %4,5 olacak,
— GSMH zımni deflatörü %54,6 civarında
gerçekleşecek,
— Kamu kesimi borçlanma gereği oranı % 16,3'ten %
14,2'ye düşecek,
— Toplanı sabit sermaye yatırımları %6'yı, özel
sabit sermaye yatırımlarının %8,7, kamununki ise
%2,4 oranında artmış
olacak,
— .KİT'lerin reel sabit sermaye yatırımları
gerileyecek ve toplam kamu yatırımları içindeki payı
%24,5'ten ve %23,3'e düşecek,
— OECD ülkelerinde beklenen canlanma çerçevesinde
ihracatın (FOB) %13,2 oranında artarak 17,2 milyar
dolara; altın hariç ithalatın %6,3 oranında
yükselerek 30,3 milyar dolara ulaşacak ve dış
ticaret açığı 13 milyar dolar civarında kalacak,
— Başta turizm olmak üzere görünmeyen kalemlerdeki
artışla "cari işlemler dengesi" 4,5 milyar dolar
açık verecek,
— Yıl içinde 4 milyarı faiz ve 4,9 milyar doları da
ana para olmak üzere toplam 8,9 milyar $ dış borç
ödenecek ve buna karşılık 8 milyar $ dış kredi
kullanımı sağlanacak.
1993 yılının son aylarında Program
hedeflerine uygun düzenlemeler başlatıldı. Önce
vergi gelirlerini artıran kararlar alındı. Katma
Değer Vergisi oranı %12'den %15'e çıkarıldı. Gelir
Vergisi tarifesi yeniden düzenlendi, en üst gelir
dilimi vergi oranı %50'den %55'e çıkarıldı. Kurumlar
Vergisi oranı yanlış bir kararla %46'dan %25'e
düşürülürken indirim ve istisnalar yeniden
düzenlendi. Taşıt Alım Vergisi %100, Motorlu
Taşıtlar Vergisi %70 oranında yükseltildi.
Tarımsal destekleme politikasında değişiklikler
yapıldı. Örneğin ekici tütün piyasasında belirlenen
hedef fiyat ile müdahale fiyatı arasındaki fark,
destekleme pirimi olarak üreticiye ödenmesine
geçildi. İhtiyaç fazlası görülerek üretimine izin
verilmeyen tütün üreticilerine 3 yıl süreyle
tazminat ödenmesi ilkesi getirildi.
Çiller-Karayalçın Hükümeti 27 Ocak 1994 tarihinde
Merkez Bankası'nın TL'yi dolar karşısında %13,6
oranında devalüe ederek kuru 17.250 TL ilan etmesini
onayladı. 24 Ocak 1980'den sonra bu, alınan ilk
devalüasyon kararı oldu. Hemen ardından döviz
tevdiat hesaplarının munzam karşılık oranı
artırıldı.
Hazine giderek artan nakit açığını kapatmak için 3
ay vadeli brüt %90 faizli Hazine Bonosu çıkardı.
Hazine ile bankalar arasında para piyasalarında
meydana gelen rekabet sonucu, bankalar bir yıl
vadeli mevduat faizini %105'e çıkardı. Ekonomik
işlerden sorumlu Devlet Bakanlığına getirilen (10
Şubat) eski Gelirler Genel Müdürlerinden Aykon
Doğan'in onayı ile Hazine bir yıl vadeli ve %125
faizli tahvil çıkardı. Bu arada DPT müsteşarlığına
Teşkilat içinden ve İktisat Fakültesi çıkışlı Necati
Özfırat atandı.
Merkez Bankası para piyasalarındaki yönlendirme ve
denetim görevini yapmayınca spekülatörler etkili
olmaya başladı. Özellikle Başbakanla anlaşmazlığa
düşen Merkez Bankası Başkanı Bülent Gültekin'in,
31.1.1994 günü istifasını açıklarken; adeta"benden
sonra tufan" derecesine ekonomiyi ve yönetenleri
yerin dibine batırması, piyasaların alt üst
olmasının ortamını yarattı. 15 Şu-bat'ta Merkez
Bankası Başkanlığına Borsa Başkanı Yaman Törüner
getirildi. Mali piyasalarda yaşanan çalkantılar
yetmezmiş gibi Hükümet 27 Mart 1994'te Yerel
yönetimler seçimini yapmak durumunda kalınca, ülke
"seçim ekonomisi" havasına girdi. Bu seçimlerde
hükümeti oluşturan partilerin büyük bir yenilgiye
uğrayacağı ve sonrasında birinci parti durumuna
geleceği ileri sürülen ANAP ile DYP'nin (ANAYOL)
koalisyona razı olacağı konusunda basın, özel
TV'ler ve TÜSİAD görüş birliği halindeydi.
Seçim yapıldı. Tam tersine DYP durumunu korurken ana
muhalefet partisi (ANAP) oy kaybetti. Seçimlerden
iki uç parti RP ve MHP kazançlı çıktı. RP Ankara ve
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazandı.
Koalisyon Hükümeti siyasi prestijini korudu, fakat
mali piyasalardaki çalkantıları dizginleyemedi.
Bankalar yıllık faiz oranı %115'e çıkarınca
Hazine'nin vadesi gelen iç ve dış borçlarını
ödeyebilmek için daha yüksek faizle borçlanması
gerekiyordu. Bu durum kısa vadeli dış sermaye
girişimi hızlandırmakta, fakat artan ithalatla
tekrar dışarıya gitmekte ve mali kurumlar ucuza
alıp devlete pahalı satarak büyük kârlar elde
etmekteydiler.
5 Nisan Kararları
"Yükselen kamu açıklarına bağlı olarak artan iç faiz
oranları sıcak para girişini hızlandırmış ve TL'nin
reel olarak aşırı değer kazanmasına neden olmuştur.
Bu gelişme işgücü maliyetindeki reel artışlar,
doğrudan ve dolaylı, ihracat teşviklerindeki azalma
ile birleşerek Türk ekonomisinin hızla rekabet
gücünü kaybetmesine yol açmıştır. Sonuçta yüksek
kamu açıklarından kaynaklanan ekonominin iç
dengesizlikleri dış dengede de hızla bir bozulmaya
neden olmuş, ithalat hızla artmış, ihracat
yavaşlamış ve dış ticaret açığı önemli bir boyuta
ulaşmıştır. Hızla bozulan iç ve dış dengeler 1994
yılı başında para, sermaye ve döviz piyasalarında
ciddi bir krize yol açmıştır". (Yedinci Beş YıLKal.Planı,
s. 5)
Krizin tırmanmasında bankaların açık pozisyonlarının
5 milyar A.B.D. dolarına ulaşması ve bankaların
kambiyo zararlarını sınırlandırmak için, döviz
alımlarını artırmaları etkili olrhuştur.
Başbakan T. Çiller 4 Nisan akşamı tüm TV
kanallarından aynı anda yaptığı "Ulusa Sesleniş"
konuşmasında "ekonomik kurtuluş savaşı" ilan etti.
Ve her kesimden yardım ve destek istedi.
5 Nisan günü Başbakan basın toplantısıyla
"Olağanüstü İstik* rar Tedbirlerini" açıkladı.
"Ekonomik Önlemler Uygulama Planı" adını taşıyan 30
sayfalık kitapçıkta yer alan kararları alan kadro
şöyleydi:
Başbakan T. Çiller, Başbakan Yardımcısı M.
Karayalçın, Devlet Bakanı A. Doğan, DPT Müsteşarı
Necati Özfırat, Hazine Müsteşarı Osman Unsal,
Başbakanlık Müsteşarı Yücel Edim, Maliye Bakanlığı
Müsteşarı Kemal Kabataş, Kamu Ortaklığı İdaresi
Başkanı Tezcan Yaramancı ve TC Merkez Bankası
Başkanı Yaman Törüner Bu kadro programın amacını
şöyle sıralamıştı:
1) Enflasyonu hızla düşürmek, Türk Lirasına
istikrar kazandırmak, ihracat artışını
hızlandırmak, ekonomik ve sosyal kalkınmayı sosyal
dengeleri de gözeten sürdürülebilir bir temele
oturtmak,
2) Bir taraftan ekonominin hızla istikrara
kavuşturulması amaçlanırken, diğer taraftan
istikrarı sürekli kılacak yapısal reformları
gerçekleştirmek,
3) Kamu açıkları hızla aşağı çekilirken, kamunun
ekonomideki rolünün yeniden tanımlanması ve yeniden
örgütlenmesini sağlamak; üretim yapan sübvansiyon
dağıtan bir devlet yapısından, piyasa mekanizmasının
tüm kur,um ve kurallarıyla işlenmesini sağlayan ve
sosyal dengeleri gözeten bir devlet yapısına
geçmektir. Sıralanan bu amaçlara ulaşmak için
"Ekonomik Önlemler Uygulama Planı" kitapçığında yer
alan önlemler iki bölümde toplanmıştı: İstikrar
programı ve yapısal önlemler:
1) İstikrar Programı'nın kapsadığı önlemler şöyle
sıralanabilir:
a) Kamu gelirlerini artıran kamu giderlerini kısan
ve kamu borçlanma gereğini aşağıya çeken önlemler.
b) KİT'lerin zararlarını aşağıya çeken önlemler,
c) Özel sektör ve işçi kesimine yönelik bir fiyat
ve ücret disiplini getiren önlemler,
d) Döviz piyasalarında güven ve denge sağlayacak
önlemler.
e) Para piyasalarında istikrarı sağlayacak yönde
Merkez Ban-kası'nın denetim gücünü artıracak
önlemler.
f) Sermaye Piyasası'na güven ve derinlik
kazandıracak önlemler,
g) İhracatı ve döviz kazandırıcı faaliyetleri
özendiren önlemler.
2) Yapısal Düzenlemelerin kapsadığı önlemler ise
şöyleydi: "Orta vadede ekonomik kalkınmanın sağlıklı
ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması,
istikrar programının yanı sıra, kamunun yeniden
yapılandırılmasını hedefleyen yapısal düzenlemeleri
zorunlu kılmaktadır. Bu amaç DOĞRULTUSUNDA VERGİ
REFORMU, ÖZELLEŞTİRME, TARIMSAL DESTEKLEME
POLİTİKALARI VE KAMU KESİMİNDE İSTİHDAMIN
RASYONALİZASYONU konularındaki köklü değişiklikleri
sağlayacak önlemler alınacaktır. Ayrıca Sosyal
Güvenlik Kurumları'nın mali dengeye kavuşturulmaları
ve Yerel Yönetimlerin idari ve mali açıdan
güçlendirilmelerine yönelik önlemlerde
öngörülmüştür.
5 Nisan Kararları'nın yer aldığı kitapçığın "Sonuç"
bölümünde aynen şöyle denmektedir:
"Uygulanan bu programla Türk halkının geleceğine
umutla bakması ve istikrarlı bir ortamda üretken
gücünü uluslararası pazarlarda rekabet edebilecek
şekilde geliştirmesi hedeflenmektedir. Son yıllarda
ulaştığımız refah seviyesini çocuklarımızı ve
torunlarımızı borç altına sokarak sağladık. Bunu
sürdürmek mümkün değildir. Süratle tasarruflarımızı
artırarak kendimize ve gelecek kuşaklara daha mutlu
bir ülke hazırlamak zorundayız. Bu amaca u-laşmak
için katlanacağımız fedakarlıkların bilincinde
olmalıyız. Türkiye'nin 2000'li yıllarda uluslararası
arenada hak ettiği yere almasını istiyorsak başka
çaremiz kalmamıştır. Bu Programı uygulamaya koymaya
mecburuz."
Başbakan'm 5 Nisan Kararlarını "Cumhuriyet tarihinin
belki de en radikal ve cesur kararlarıdır" deyişine
katılmamak mümkün değildir. Örneğin programın
gerektirdiği mali fedakarlığın toplumun tüm
kesimlerine dağıtılabilmesi için aşağıda sıralanan
olağanüstü vergiler getirilmiştir.
— Ücretliler dışında kalan Gelir ve Kurumlar
Vergisi yükümlüleri 1994 yılında beyan ettikleri
matrahlar üzerinden ek bir vergi ödeyeceklerdir.
— Net Aktif veya eşdeğer matrah üzerinden bir defaya
mahsus olmak üzere düşük oranlı bir vergi
alınacaktır.
— Motorlu kara, deniz, hava taşıtlarından belirli
kasko sigorta değeri üzerinde olanlardan bir defaya
mahsus olmak üzere ek bir vergi alınacaktır.
— Tek konutu olanlar hariç, birden fazla konutu
olanlardan bir defaya mahsus olmak üzere düşük
oranlı ek Emlak Vergisi alınacaktır.
5 Nisan Kararlarının Yol Açtığı Gelişmeler
Hükümetin açıkladığı "istikrar tedbirleri"ne rağmen
spekülasyon kârı peşinde koşan yabancı ve yerli
mali kuruluşları dizginlemek mümkün olmadı.
Uluslararası rating kuruluşu olan Moody's'in
Türkiye'nin kredi notunu düşürmesi, Merkez Bankası
rezervlerinin azalmaya devam etmesi ve para
piyasalarında dolar bazında 2 milyar Dolar kadar
likidite fazlası bulunması, 6 Nisan günü dolar'in 40
bin TL'ye yükselmesine neden oldu. Merkez Bankası
anında "İnterbank'ta gecelik faizi %1000'e çıkardı.
Bu şokun yaşanmasında Hazine Müsteşarı ile Merkez
Bankası Başkanı arasında işbirliği eksikliğinin
etkili olduğu kamuoyunda egemen görüş haline gelince
Müsteşar Osman Unsal görevden alındı ve yerine Osman
Birsen atandı. 8 Nisan günü dolar serbest piyasada
32 bin TL'e düştü. Bankalar üç aylık Hazine Bonosu
faizlerine paralel olarak, üç aylık mevduat faizini
rekor düzeyde %140'a çıkardılar.
Kamuoyunda yaşanan mali krizde bankaların büyük payı
olduğu yargısının sonucu olarak bankalar sıkı
denetim altına alındı. Üstelik olağanüstü vergilerde
yürürlüğe girmeye başlayınca bazı küçük bankalar TYT,
MARBANK ve İMPEXBANK battı. Hükümet bu bankaların
işlemlerini yürütmek üzere İŞ BANKASI ile EMLAK
BANK'ı görevlendirirken, "Mevduat Sigortası"
kapsamını 50 milyondan 150 milyon TL'ye çıkardı. TC
Merkez Bankası yasasında değişiklik yapan 25 Nisan
1994'te yürürlüğe giren 3985 sayılı yasa, Bankayı
Hükümet karşısında daha güçlü hale getirmiştir.
Merkez Bankası yasasının "Hazineye kısa vadeli
avans" başlığını taşıyan 50. maddesi yeni şekliyle
şöyledir:
"Banka, her yıl cari yıl genel bütçe ödenekleri
toplamının, bir önceki mali yıl genel bütçe
ödenekleri toplamını aşan tutarının %12'sini
geçmemek üzere Hazineye kısa vadeli bir avans hesabı
açar. Bu oran, 1996 yılı için %10, 1997 yılı için
%6, 1998 yılı ve izleyen yıllar için %3'tür".
Oysa önceki uygulamada Banka cari yıl genel bütçe
ödenekleri toplamının %15'ini geçmemek üzere
Hazine'ye kısa vadeli a-vans verirdi. Bundan böyle
hükümetler bütçe yaparken ve yıl içinde harcarken
hesaplarını iyi yapamazlarsa piyasadan yüksek faizle
borçlanmak zorunda kalacaklardır.
Hükümet TL'na güveni artırmak ve tasarrufların
bankalara dönmesini sağlamak amacıyla 6 Mayıs
1994'te bankalardaki tüm mevduatların sigorta
kapsamına alındığını ilan etti. Ardından bankalar
arasında faiz yarışı başladı ve küçük bankalar 3
aylık faizi %160'a kadar çıkardı.
DİE Nisan ayı enflasyonunun tüketici fiyatlarıyla
%24,7, toptan eşya fiyatlarıyla %32,8 olarak ilan
etti. "1994 Bunalımı"nın köşe taşı olan Nisan ayında
bir rekor daha kırılmış oluyordu. Ancak Mayıs ayı
enflasyonu hızla düşerek tüketici fiyatlarında %10
oldu. Bu eğilim yaz aylarında sürdü ve Hükümetin
yüzünü güldürdü. Fakat Eylül-Aralık döneminde aylık
enflasyon oranlarının yüksek çıkmasıyla yılın
ikinci yarısı için öngörülen hedef aşılmış oldu.
Böylece 12 aylık enflasyon tüketici fiyatlarıyla
%125, toptan eşya fiyatlarıyla %149'u aştı.
Hazine 13 Haziran'da mali tarihimizin en yüksek "şok
faiz"ini uygulayarak yıllık bileşik faizi %406 olan
üç aylık %200 faizli Hazine Bonosu çıkardı. Bu şok
faizle döviz piyasaları bütünüyle durgunluğa itildi.
Böylece Haziran-Aralık döneminde Hükümet IMF'e beyan
ettiği kur hedefi olan 1$ = 38 bin TL'yi tutturmayı
başardı. Aynı dönemde Bono ve vadeli mevduat
faizlerinin de
tedricen düşmesi mümkün oldu. Bu olumlu sonuç,
bankalarda toplam mevduatın %100'e yakın bir
artışını da beraberinde getirdi.
Ağustos ayı sonuna gelindiğinde büyüme dışında tüm
göstergelerde olumlu gelişmeler olduğu görüldü.
Özellikle ihracatın hızlanması Merkez Bankası
rezervlerinin beklenenin üstüne çıkması ve döviz
piyasalarında istikrar sağlanması Hükümet'in
itibarını artırdı. Bu gelişmede Uluslararası Para
Fonu (IMF) ile Stand-By anlaşmasının 8 Temmuz'da
yürürlüğe girmesinin olumlu ve çok yönlü etkileri
olmuştur. Koalisyonun SHP kanadında 2,5 yıl sonra
(27 Temmuz) ilk köklü değişiklik yapıldı. Sadece iki
eski bakan (F. Sağlar ve M. Moğultay) kalırken diğer
9 bakan değişti. Dışişleri Bakanlığına H. Çetin
yerine Mümtaz Soysal geldi.
Başbakan Çiller Cumhurbaşkanı danışmanı Büyükelçi
Prof. Emre Gönensay'ı Demirel'in de onayını alarak,
"Başbakanlık Koordinasyon Başmüşavirliğine"
atanmasını sağladı. Böylece Boğaziçi Üniversitesi
İktisat Bölümü'nün iki öğretim üyesi ekonominin
dizginlerini ele almış oldular (7 Eylül).
Bu arada 1 Ocak 1995'te "7. Beş Yıllık Kalkınma
Planı'nın yürürlüğe girmesini erteleyen bir yasa (18
Eylül) çıkartıldı ve 1995 yılını bir ara yıl sayarak
"1995 Yılı Geçiş Programı" hazırlayıp 30 Ekim
tarihinde yürürlüğe kondu.
Türkiye 4 Kasım ve 9 Kasım günlerinde ekonomik
alanda büyük bir bayram yaşadı. Kısa adı GAP olan
Güneydoğu Anadolu Projesi'nin önemli bir aşaması
olan Urfa Tüneli'ne su verildi. Dünyanın en uzun
(24,4 km) tünelini aşan su Harran Ovası'na vardı.
1981'den beri inşaatı süren Tünel'in açılışını
Cumhurbaşkanı S. Demirel yaptı. Benzer coşkuyu bir
hafta sonra 14 Kasım'da tüm Avrupalılar yaşadı. Tam
14 yıl süren ve 15 milyar $ harcanan Manş Tüneli
içinden geçen ve İngiliz adalarıyla Kıta Avrupasını
birbirine bağlayan demiryolu açıldı.
Kasım ayının bir diğer önemli olayı 14 Kasım
tarihinde 4046 sayılı "Özelleştirme Uygulamalarının
Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un
yürürlüğe girmesidir. Oysa 5 Nisan Kararlarının
temel yapısal hedeflerinin başında gelen "Özelleştirme"nin
yasal ve kurumsal düzenlemelerinin çok daha önce
yapılması gerekiyordu. Geçte olsa Türkiye bir
"Özelleştirme" yasasına kavuşmuştu. Yasanın birinci
maddesinin öngördüğü Özelleştirme Yüksek Kurulu"
oluşturuldu ve ilk toplantısını 23 Aralık 1994 günü
yaptı. Yasanın 3. maddesine göre ÖYK şöyle oluşuyor:
Başbakan, Başbakan'ın belirleyeceği bir Devlet
Bakanı, Özelleştirmeden sorumlu Devlet Bakanı,
Maliye Bakanı ile Sanayi ve Ticaret Bakanının
katılımıyla toplanıyor ve oybirliğiyle karar
veriyor. Alınan kararları, "Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı" yürütüyor. Kurul'un ilk önemli kararı (3
Ocak 1995) Karabük Demir Çelik Fabrikaları
Müessesesi'nin özelleştirilmesi kararıdır.
Özelleştirme yasasının çıkması döviz piyasalarında
yaşanan durgunluk, Aralık ayı başında İMKB'da iki
rekor birden kırılmasında etkili oldu. Borsa'da 2
Aralık günü bileşik endeks 29145 olurken, işlem
hacmi de 6,6 trilyona yükseldi. Ancak bir hafta
sonra DEP Davası sonuçlan, 9 ay sonra açıklanınca (6
milletvekili mahkumiyet aldı) içte ve dışta bu
kararları ülke çıkarlarına ters düşer biçimde
yorumlayan veya kullananlar mali piyasaları ve dış
ilişkileri olumsuz yönde etkilediler. Örneğin Avrupa
Birliği ile gerçekleştirilecek "Gümrük Birliği"nin
son karar toplantısı 19 Aralık'ta yapılamadı ve 6-7
Mart 1995'e ertelendi.
Geçmişte T. ÖzaPın yaptığı bir yanlış 20 Aralık'ta
yürürlüğe giren 4059 sayılı yasa ile düzeltildi.
Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı ikiye bölündü:
Hazine Müsteşarlığı ve Dış Ticaret Müsteşarlığı
diye. Her ikisi de Başbakanlığa bağlandılar. Hazine
Müsteşarlığına, mali tarihimizde ilk kez bir hanım
Ayfer Yılmaz atandı. Dış Ticaret Müsteşarlığına ise
Nejat Eren getirildi.
1994 yılının son ayında "Gümrük Birliği"ne giderken,
12 Eylül 1963'te imzalanan Ankara Anlaşması ve bu
anlaşmaya ek Katma Protokol'ün gereği olarak;
ekonomik düzenimizin sağlıklı işleyişini
belirleyecek çok önemli yasa çıkarıldı. 13 Aralık
1994'te yürürlüğe giren 4054 sayılı "Rekabetin
Korunması Hakkında Kanun" ile mal ve hizmet
piyasalarındaki rekabeti engelleyici, kısıtlayıcı
ve bozucu anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya
hakim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye
kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme
ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını"
sağlamak amaçlanmaktadır. Yasa iki ö-nemli örgütün
kurulmasını emrediyor: Birincisi "Rekabet Kurumu",
diğeri "Rekabet Kurulu". Koordinasyon ve uygulama,
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'na veriliyor... Rekabet
Kurulu'nun oluşturulması siyasal çalkantılar ve
pazarlıklar nedeniyle ancak Mart 1997'de mümkün
oldu.
VI.
Plan Döneminin Değerlendirilmesi (1990-1994)
Planlı ekonomi tarihimizde ilk kez bir hükümet
üstüste iki beş yıllık plan hazırlamıştı. V. Planı
hazırlayıp uygulayan Özal Hükümeti ardından VI.
Planı da hazırlama fırsatı bulmuştu. Yani siyasi
istikrar vardı ve kamuoyu iyimser beklentiler
içindeydi. Fakat plan'ın son yılında yaşanan büyük
bunalım hiç şüphesiz uzun yıllar konuşulacak ve
tartışılacaktır.
VI. Plan döneminin kısa bir değerlendirmesini yapmak
için bazı temel göstergelere göre dönem içinde
meydana gelmiş gerçekleşmeleri kapsayan aşağıdaki
tablodan yararlanacağız.
Tablo
XXIII-
VI.
Plan Döneminde Ekonomik Durum (Milyar $)
|
Enflasyon |
Büyüme |
Dış Tica- |
Cari İşlem- |
Dış Borç |
Yıllar |
(Top.%) |
Hızı (%) |
ret
Açığı
-9,3 |
ler Açığı
-2,6 |
Toplamı
49,0 |
1990 |
48,6 |
9,4 |
1991 |
59,2 |
0,3 |
-7,5 |
0,3 |
50,5 |
1992 |
61,4 |
6,4 |
-8,2 |
-0,9 |
55,6 |
1993 |
60,3 |
8,1 |
-14,1 |
-6,4 |
67,4 |
1994 |
149,6 |
-6,1 |
-5,2 |
2,0 |
65,6 |
1995 |
64,9 |
8,0 |
-14,1 |
-2,3 |
73,2 |
Altıncı Plan'ı hazırlayan Özal hükümeti ortalama
yıllık %7 oranında bir büyüme hızı öngörmüştü. Ancak
Planın ikinci yılından itibaren yıllık programlarda
büyüme hızı hedefi %5'lere düşürülmüştü. Tablodan
görüleceği gibi ve önceki sayfalarda açıklanan
nedenlerle, büyüme hızı yıldan yıla büyük dalgalanma
göstermiştir. "1994 Bunalımı" nedeniyle 1979 ve
1980'de yaşanan negatif büyüme, Planın son yılında
bütün acı sonuçlarıyla yeniden yaşanmıştır. Bu
gerilemede tarım sektöründe yaşanan kuraklığa bağlı
daralma (%2,4) yanında, sanayide ithal malların
fiyatlarının ve kredi faizlerinin büyük sıçrama
göstermesi, birinci derecede etkili olmuştur.
Plan döneminin ilk dört yılında %50-60 arasında bir
enflasyona razı olmuş bir ekonomik yapı görülürken,
1994 yılında patlak veren krizle rekor düzeyde
fiyatlar artmıştır. Toptan Eşya Fiyatlarıyla %150,
Tüketici Fiyatlarıyla %125'lik bir enflasyona teslim
olunmuştur.
Dış ekonomik ilişkilerde 1994 yılı başına kadar
TL'nin yabancı dövizler karşısında değer kazanması
ithalatı cazip hale getirirken, ihracatı caydırmış
ve dış ticaret açıkları dizginlenemez
olmuştur. OECD ülkelerinde yaşanan durgunluk
nedeniyle hem mal hem sermaye ithal etmek ve iç
piyasada kullanmak çok kârlı olmuştur. Ancak 1994
yılında TL'nin yapılan devalüasyonlarla büyük değer
kaybetmesi durumu tersine çevirdi. İthalat daraldı,
ihracat rekor düzeyde yükselerek 18 milyar dolara
çıktı. Dış ticaret açığı dönemin en düşük miktarına
inerken, cari işlemler bilançosu (3 milyar $) artı
bakiye verdi. Ancak bu bakiyenin maliyeti çok yüksek
oldu. Zira TL, Dolar karşısında 1994 yılında %162,
D.Mark kaşsında %193 oranında değer kaybetti. Oysa
ülkeyi yönetenler zamanında bilinçli ve planlı
biçimde azami %100'lük bir devalüasyon
yapabilseydiler iç ve dış dengeler böylesine alt üst
olmayabilirdi.
Tablo
XXIV-
Parasal Göstergeler (TL)
Yatırım aracı |
1994 başı |
1994 sonu |
Değişim
(%) |
Gerçek Değer (%) |
Külçe |
183.000 |
474.500 |
159,3 |
15,0 |
Cumhuriyet |
1230.000 |
3.190.000 |
159.4 |
15.0 |
Dolar |
14.835 |
38.850 |
161.9 |
16.1 |
Mark |
8.535 |
25.050 |
193,5 |
30,2 |
Sterlin |
21.750 |
60.700 |
179.5 |
23,8 |
İsviçre frangı |
10.000 |
29.500 |
195,0 |
30,8 |
Fransız frangı |
2.510 |
7.250 |
188.8 |
28,1 |
Borsa |
20682.89 |
27257,14 |
31,79 |
38,8 |
Memur Maaşı |
2587.000 |
4041.000 |
55,2 |
30,7 |
Altıncı Plan'ın sonunda Türkiye üç rakamlı enflasyon
negatif büyüme ile "stagflasyon" içinde ve "iki
açıklı bir model'le ayakta durmaya çalışmaktadır. İç
borçlar 800 trilyonu, dış borçlar 65 milyar doları
aşmış, buna rağmen büyüme yok işsizlik ve
yoksullaşma devam ediyor. Küçük bir azınlık ise
faiz temettü,kira ve kâr gelirlerini katlamaya devam
ediyor.
Kötü yönetilen, yağma edilen veya insan deposu
haline gelmiş zarar eden KİT'lerin özelleştirilmesi,
son iki yılda planlanan hedeflerin tümüyle
gerisinde kalması, "kamu finansman açığı'nın aşağıya
çekilmesini engellemekte; "kayıt dışı ekonomi"nin
boyutlarının giderek büyümesi, vergi yükümlülerini
bir çeşit vergi kaçırma yoluyla haksız rekabete
karşı savunmaya itmektedir. Vl'ncı Plan döneminde
makro ekonomik dengelerin sağlanmasında para ve
maliye politikaları uyum içinde uygulanamamış; dış
ticaret ve sermaye hareketleri serbestleştirildiği
halde yurtiçi makro politikaların uluslararası
konjonktürdeki gelişmelerle tutarlılığının
sağlanamamasının önemi ortaya çıkmamıştır.
Ekonominin içinde bulunduğu yapısal sorunların
aşılması ve sürekli büyümenin temel öğesi olan
verimliliği artıracak ortamın yaratılması
ertelenmiştir.
1995 yılına girerken vatandaşı iyimser düşünmeye
iten iki büyük beklenti vardı: Birincisi artık bir
özelleştirme yasamız var, özelleştirme hızlanacak
KİT'lerin yükü azalmaya, dolayısıyla kamunun
borçlanma gereği düşecek. İkincisi "Gümrük Birliği"
gerçekleşecek, ekonomi, yeni bir ivme kazanacak. Bu
yalpısal değişiklikler yanında Türkiye'de zihniyet
değişikliğine de ihtiyaç vardı. Çalışmadan kazanan,
kazandığı halde vergi vermeyen, üretmediği halde
tüketen bu toplumsal yapıyı ve zihniyeti de
değiştirmemiz gerekiyordu.
|