Atatürk ve Devletçilik Dönemi
Kuramsal İktisat ve Atatürk
Gazi Mustafa Kemal daha Cumhuriyet ilan edilmeden,
17 Şubat 1923'te topladığı Türkiye İktisat
Kongresi'ni açarken yaptığı konuşmasıyla çağını
aşan, tüm geri kalmış ülkeler için geçerli olan ve
hâlâ önemini koruyan iktisadi görüşler ve modeller
ortaya koymuştu. Geri kalmış ülkelere yol gösteren
Batılı iktisatçıların 1950'li yıllarda "Kalkınma
İktisadı" konulan içinde tanımlamaya çalıştıkları
temel ilke ve kavramları, Gazi anılan konuşmasında
yıllar önce ele almıştı. Kalkınma iktisadı, geri
kalmış bir ülkenin
yoksulluktan çıkması için şu ana ilkelerin
oluşmasını öngörmektedir: "Altyapının
tamamlanması", "Tarım sektöründe modernleşmeye
öncelik", "Sanayileşme", "Ekonomik sektörlerin
bütünleşmesi" ve "Ulusal düzeyde kalkınma planının
hazırlanması" gibi... Mustafa Kemal, sömürgeciliğin
egemen olduğu, "makro iktisat" ve "kalkınma
iktisadı"mn temel kavramlarının bilinmediği 1923
yılında bu kavramları şöyle tanımlıyor:
1) Altyapının tamamlanması:
"Memleketimizi... demiryolları ile, üzerinde otomobiller çalışır
karayolları ile örerek birbirine bağlamak
zorundayız. Çünkü Batı'nın ve dünyanın kullandığı
araçlar, bunlar oldukça...bunlara karşı merkepler ve
kağnı ile ve doğal yollar üzerinde yarışmaya
çıkışmanın imkanı yoktur. "
2) Tarımda modernleşmeye öncelik:
"Bu geniş ve verimli toprakları işleyebilmek, işletebilmek için
eksik olan el emeğini, her ne olursa olsun, teknik
araçlarla tamamlamak zorundayız... Yurdumuz bir
tarım ülkesidir. Bu nedenle halkımızın çoğu
çiftçidir, çobandır. Bundan dolayı en büyük
kuvveti, gücü bu alanda gösterebiliriz.
3) Sanayileşme zorunludur:
"Fakat aynı zamanda sanayimizi de güzelleştirmek, geliştirmek
zorundayız. Eğer sanayi konusunda hoşgörür olmaya
devam edersek, endüstri ürünleri yönünden, yine dış
ülkelere haraç vermek zorunda kalırız."
4) Sektörlerin bütünleşmesi:
"Tarım ve sanayi ürünlerimizin paraya
dönüştürülmesi için ticarete ihtiyacımız vardır...
Çiftçinin sanatkara, sanatkarın
çiftçiye ve çiftçinin tüccara ve bunların hepsinin
birbirlerine ve işçiye muhtaç olduğunu kim inkâr
edebilir?"
5) Kalkınma planı:
"Fakat bütün bunlar söylendiği kadar basit ve kolay
olmayan şeylerdir. Bunda başarılı olabilmek için;
memleketin gerçeklerine uygun bir program (plan)
üzerinde, bütün milletin birlik halinde ve aynı
uygunluk içinde çalışması gerekir.
Mustafa Kemal anılan konuşmasında oluşturduğu
"kalkınma modeli''ni hâlâ çağdaşlığını ve
evrenselliğini koruyan şu temel görüşe
dayandırıyordu:
"Siyasal ve askerî zaferler, ne kadar büyük olursa
olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılamazlarsa,
kazanılacak başarılar yaşayamaz, az zamanda söner."
Gazi, ülkelerin kalkınmasında veya toplumların
çağdaşlaşmasında tek ve evrensel olan yolu şöyle
tanımlamaktadır:
"Dünyada herşey için, uygarlık için, hayat için,
başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir,
tekniktir."
Görülüyor ki, yarı sömürge ve yoksul Türk Toplumu
için A-tatürk'ün oluşturduğu görüş ve öneriler,
günümüzde özellikle bağımsızlığına geç kavuşmuş
geri kalmış ülkeler için geçerliliğini korumaktadır.
Türkiye İktisat Kongresi'ni Ulu Önder'in telkinleri
ve istekleri yönünde düzenlenmiş olan İktisat Bakanı
Mahmut Esat Bozkurt, Kongrede yaptığı konuşmada
"iktisadi sistem" anlayışını şöyle açıklamıştı:
"Biz ekonomi tarihi içindeki ekollerden hiçbirine
benzemeyiz. Ne bırakınız geçsinler, bırakınız
yapsınlar ekolünden, ne de sosyalist, komünist,
etatist veya himaye ekollerinden değiliz. Bizim de
yeni Türkiye'nin, yeni ekonomi anlayışına göre, yeni
bir ekonomi ekolümüz vardır. Buna ben, Yeni Türkiye
Ekonomi Okulu, diyorum... Yukarıda belirttiğimiz
ekollerden hiç birine bağlı olmamakla beraber,
memleketimizin ihtiyacına göre bunlardan
faydalanmaktan da geri kalmayacağız. Yeni Türkiye,
karma bir ekonomi sistemi izlemelidir." (Türkiye’nin
Ekonomik Tarihi)
Bu görüşlerin ortaya konduğu günlerde henüz Lozan
Barış Anlaşması müzakereleri bitmiş değildir. İtilaf
Devletleri siyasî bağımsızlık karşısında iktisadi
çıkarlarının devamını Ankara Hü-kümeti'nin kabul
etmesini istiyorlardı. Bu yüzden barış görüşmeleri
kesildi. O günlerde İzmir'de toplanan Türkiye
İktisat Kongre-si'nde ülkenin iktisadi bağımsızlığı
konusunda taviz verilemeyeceği hususu Türk
Milletinin kararı olarak açıklanmıştı. Bu ilişkiyi
dikkate aldığımızda, Mustafa Kemal'in Türkiye için
olduğu kadar tüm yoksul ve bağımsızlık savaşı veren
ülke halklarına yönelik olarak Kognre'de vurguladığı
şu sözünün anlamının büyüklüğü anlaşılacaktır: "Tam
bağımsızlık için şu prensip vardır: Ulusal egemenlik
iktisadi egemenlik ile pekiştir ilmelidir."
Şevket S. Aydemir "Tek Adam" kitabında, Atatürk ve
yakın çevresi dışında, "Türk aydınlarının iktisadi
doktrinler üstünde bir araştırma ve tartışma geçmişi
de yoktu. Türk aydınının dünya görüşü, ancak
Fransız İhtilalinden süzülüp gelen bireyci açıdandı.
Kurtuluş Savaşı içinde Birinci Millet Meclisi
çevrelerinde meydan alan Sosyalizm çabaları da köklü
değildi ve bir doktrine dayanmıyordu " diyor.
Başbakan İsmet İnönü, 30 Ağustos 1930'da
Kayseri-Sivas demiryolunu işletmeye açarken yaptığı
konuşmada, başlattıkları yeni iktisadi düzenin adını
"Mutedil Devletçilik" diye açıklamıştı.
Hükümet, Kurtuluş Savaşı'nı kazanan, Cumhuriyet'i
kuran ve tek parti durumunda olan Cumhuriyet Halk
Partisi'ne dayanmaktaydı. Yani Ülkede henüz
muhalefet partileri yoktu. Atatürk'ün yakın arkadaşı
Ali Fethi Okyar "Serbest Cumhuriyet Fırkası" -adıyla
12 Ağustos 1930'da yeni bir siyasî parti kurdu.
Atatürk'ten sonra TBMM Başkanlığı, kısa bir süre
Başbakanlık yaptıktan sonra Paris Büyükelçiliğine
gönderilen A.F.Okyar, her fırsatta Başbakan
İ.İnönü'nün düşünce ve uygulamalarına karşı olduğunu
göstermişti. Yeni partinin kurucu üyeleri arasında
Nuri Conker, Tahsin Uzel, Mehmet Emin Yurdakul,
Süreyya İlmen, Ahmet Ağaoğlu... vardı.
Serbest Cumhuriyet Fırkası'nm kuruluşunda,
A.F.Okyar'ın Cumhurbaşkanı Atatürk'ün onayını aldığı
bilinmektedir. "Devlet-çilik"'m kurumlaşmaya ve
tanımlanmaya çalışıldığı günlerde ortaya çıkan bu
Parti'nin programında yer alan ekonomik hedefler ve
politikalar şöyle özetlenebilir:
1) Vergiler vatandaşın girişim hevesini kırmayacak
ve ödeme gücünü aşmayacak düzeye indirilecek,
2) Devlet gelirleri verimli alanlarda kullanılacak
büyük alt yapı yatırımlarının bir kısmı ertelenecek,
3) Para politikası açıklığa kavuşturulacak ve
yabancı sermaye girişi özendirilecek,
4) Vatandaşın iktisadi, mali ve sosyal
girişimlerine engel olan her türlü kamu
müdahalelerine son verilecek. Özel girişime destek
olunacak,
5) Köylünün ve çiftçinin düşük faizle ve kolayca
kredi alabilmesini sağlamak için Ziraat Bankası
yeniden düzenlenecektir.
Parti çok kısa zamanda liberal ve anti devletçi
aydınları bünyesinde topladığı gibi, yoksul halk
kitlelerinin de ilgisini çekti. Pa.ti başkanı olarak
A .F, Okyar'm Ege gezisine çıkmasını fırsat
bilen "Laik Cumhuriyet "düşmanları yeni partinin
bayrağı altında Hükümet'e, devrimlere ve hatta
Atatürk'e karşı çıkan gösteriler yaptılar. Ülke
düzeyinde gelişen ve yaygınlaşan tehlikeli
tartışmalar, TBMM'ne de yansıdı. Atatürk'ün ikazı
üzerine Serbest Cumhuriyet Fırkası yöneticileri
partiyi feshetmek (18 Aralık 1930) durumunda
kaldılar.
Genç Türkiye Cumhuriyeti, bütün Dünya gibi, 1929
Bunalı-mı'nın yıkıcı etkilerinden kurtulmaya
çalışırken bu kez siyasal çalkantılar içine düştü.
Serbest Fırka Bayrağı altında sokağa dökülen
Cumhuriyet düşmanları 23 Aralık 1930'da başlarında
Nakşibendi tarikatından Derviş Mehmet olmak üzere
Menemen'de "...şeriat isteriz" diye Kaymakamlığa
yürüdüler. Karşılarına yedek subay Asteğmen
(öğretmen) Mustafa F. Kubilay bir manga askerle
çıktı. Kubilay şehit düştü. Ama ayaklanma kısa
sürede bastırıldı.
1930'lu yılların başında bazı aydınlar Türk
inkılabını ideolojik ilkelerini kendi açılarından
belirleme, aydınlatma ve bütünleştirme gayreti içine
girmişti. Bu hareket içinde olan Şevket S. Aydemir,
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Vedat Nedim Tör ve İsmail
Hüsrev Tokin gibi sol görüşlere yakın devletçiliğin
Türkiye'ye özgü bir model olduğunu savunan yazarlar
aylık Kadro Dergisi içinde "Kadro Hareketi"ni
başlatmışlardı.
Ana hatlarıyla özetlemeye çalıştığımız iktisadi,
siyasal ve sosyal olayların gelişimi, 1930'dan
itibaren "Devletçilik"! uygulamasına geçişi
hızlandırmıştır. Ayrıca Eylül 1932'de İktisat Vekili
Mustafa Şerif Özkan'ın sağlık nedeniyle istifası
üzerine; görev T.İş Bankası Genel Müdürü M. Cemal
Bayar'a verildi. Bu atama iş dünyasının plan
çalışmalarına gizli ve açık muhalefetinin
aşılmasını kolaylaştırdı.
2- Devletçilik Uygulamaları
1929 yılı sonbaharı'nda patlak veren "Büyük Bunalım"
çok kısa sürede S. Rusya dışında kalan tüm ülkelerin
ekonomilerinin çökmesine yol açmıştı. Kriz,öncelikle
ve büyük ölçüde tarım ü-rünleri piyasalarını tahrip
ettiğinden, Türk ekonomisi üzerinde Kriz'in yıkıcı
etkileri büyük olmuştu. Bir yıl içinde genç
Cumhuriyet yönetiminin kurmaya çalıştığı iktisadi,
sosyal ve siyasal dengeler altüst oldu. Dünya'nın
ve Türkiye'nin içinde bulunduğu koşulları çok iyi
değerlendiren Atatürk, ülkenin iktisadi ve sosyal
yapısına uygun önlemleri ardarda yürürlüğe koymaya,
diğer bir deyişle, " Devletçilik" ı kurumlaştırmaya
başladı. İktisadi bağımsızlığı koruma ve yoksulluğu
aşma yolunda seçilen amaç ve araçlar böylece
açıklığa kavuşmuştu. Atatürk 1930 yılından itibaren
gerçekleştirdiği siyasal, sosyal ve kültürel
devrimlerini iktisadi reformlarla tamamlayıp ülkeyi
çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmaya girişti. Önce
laik hukuk devletinin gereği olarak, Devletin
ekonominin işleyişine müdahale ve yön verme
yetkilerini tanımlayan yasalar çıkarıldı. Bu yasalar
çerçevesinde çeşitli alanlarda öncü veya
yönlendirici iktisadi faaliyetlerde bulunmak üzere
kamu kurum ve kuruluşlarının örgütlenmesi sağlandı.
Yeni ekonomik düzene geçişi sağlayan, 1930-1933
arasında çıkarılan temel yasalar şunlardı:
1) 20 Şubat 1930 tarih ve 1567 sayılı "Türk
Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun ",
2) 10 Haziran 1930 tarih ve 1705 sayılı "Ticarette
Tağşişin Men 'i ve İhracatın Murakabesi ve Korunması
Kanunu",
3) 11 Haziran 1930 tarih ve 1715 sayılı "TC Merkez
Bankası Kanunu ",
4) 22 Temmuz 1931 tarih ve 1873 sayılı "Türkiye'ye
Bazı Ülkelerden Yapılacak İthalata Tahdit ve
Takyitler Tatbikine Dair Kanun ",
5) 1932 yılında yürürlüğü konan "Çay, Şeker ve
Kahve İthalatının Bir Elden İdaresi Hakkında Kanun
",
6) 3 Haziran 1933 tarih ve 2262 sayılı "SÜMERBANK'm
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun",
7) 18 Haziran 1933 tarih ve 2299 sayılı "Ödünç
Para Verme İşleri Kanunu",
Devletçiliğin altyapısını oluşturan bu yasaların
zaman içinde boşlukları, doldurulduğu gibi,
ihtiyaçlara cevap vermeyenler de yürürlükten
kaldırılmıştır. Bu anlayış Atatürk'ün ölümüne dek
başarıyla sürdürülmüştür.
1567 Sayılı yasa, paranın değerinin korunması ve
ülkenin kıt döviz kaynaklarının yağmalanmasını
önleme yönünde Hükümete etkili karşı önlemler alma
yetkisi verirken, alınan kararlara uymayanların da
cezalandırılmasını öngörmüştür. Yasa 3 yıl için
yürürlüğe konduğu halde, Cumhuriyet döneminin en
uzun ömürlü yasalarından biri haline gelmiştir.
Çünkü yasa hükümetlere çok geniş yetkiler
vermektedir. Hangi hükümet yetkilerinin kısılmasına
razı olur?
TC Merkez Bankası'nın 1931 yılından itibaren
faaliyete geçmesiyle ülkede kurulmakta olan "yeni
ekonomik düzen"in kendisini dış ekonomik güçlere
karşı koruması mümkün hale gelmişti. Böylece Osmanlı
Bankası ve azınlıkların, ulusal ekonomik çıkarlara
ters düşen karar ve davranışları denetim altına
alınmış oldu. (Ekonomik Krizler Tarihi)
TC Merkez Bankası'nın kuruluş yasasının çıkarılması
yönünde yürütülen çalışmalar hakkında ilk resmi
bilgiyi III. İnönü Hü-kümeti'nde Maliye Bakanı olan
Şükrü Saraçoğlu'nun 19 Nisan 1928'de bütçeyi
Meclis'e sunuş konuşmasında buluyoruz. Maliye
Bakanlığının yürüttüğü bu çalışmalar 1929'da
yoğunlaşmış ve 1930 Haziran ayında son bulmuştur.
Önce Alman uzmanlardan görüş ve öneriler alınmıştır
(Müller Raporu). Hükümet kendi gönişlerini katmadan
önce İsviçre'li Prof. Dr. Leon Morf un da görüşünü
almıştır. Morf un eleştirilerini dikkate alan Maliye
Bakanı tasarıya son şeklini vererek Bakanlar
Kuruluna sunmuştur. Hükümet kısa sürede tasarıyı
Meclis Başkanlığına göndermiştir. İlgili komisyonda
hızla görüşülen tasarı, çok küçük değişikliklerle
TBMM genel kuruluna geldiğinde Maliye Bakanının
temas halinde bulunduğu Fransız Prof. C. Rist'in
görüşlerinin alınması için müzakereler
ertelenmiştir. İki gün sonra görüşmeler yeniden
başladığında bazı değişiklikler yapılmıştır.
Sonunda 11 Haziran 1930 tarih ve 1715 sayılı yasa
ile TC Merkez Bankası kurulmuştur. Banknot basma
imtiyazına sahip olan banka, 15 milyon sermayeyle ve
karma yapılı bir anonim şirket olarak doğmuştur.
Bankanın faaliyete geçmesi ancak 3 Ekim 1931'de
mümkün olmuştur. Zira örgütlenme ve Devletin kuruluş
sermaye payını altın olarak ödemesi zaman almıştır.
İhtiyaç duyulan dış finansman, The American-Turkish
Investment Corporation ile yapılan "kibrit imtiyaz
anlaşması" karşılığında sağlanmıştır. Türkiye,
kibrit, çakmak ve benzeri tutuşturucuların üretim,
ithal, ihraç ve satış haklarını 1 Temmuz 1930'dan
itibaren 25 yıl süreyle bu Amerikan şirketine
vermiştir. Bu imtiyaz karşılığında %6,5 faizle ve 25
yıl vadeli 10 milyon altın dolar kredi sağlanmıştır.
TC Merkez Bankası'nın ilk Yönetim Kurulu Başkanı,
Danıştay başkanı Nusret Meyta ve ilk Genel Müdürü
de o zaman Ziraat Bankası Genel Müdür Yardımcısı
olarak görev yapan Selahattin Çam'dır.
SÜMERBANK, Atatürk'ün Türkiye'nin sosyo-ekonomik
koşulları için belirlediği "Devletçilik"in temel
kurumu veya sürükleyici gücüdür. Günümüz iktisat
biliminde tanımlanan "kalkınma bankası" gibi kurulan
ve örgütlenen SÜMERBANK çağını aşan, benzer
koşullarda eşi olmayan bir banka modelidir. Zira
gelişmekte olan veya geri kalmış ülkeler 1950'li
yıllarda Dünya Bankası'nın isteği ve yardımıyla
"kalkınma bankası" kurmuşlardır.
Sümerbank faaliyete geçtiği dönem için şu temel
özellik veya yeniliği taşımaktadır. Bu modelde kamu
fonlarıyla kurulan bir kuruluşun, özel hukuk düzeni
içinde veya kâra yönelik olarak, piyasa koşullarına
göre belirlenmiş işletmecilik ilkeleri önemlidir.
Kuruluş yasasında Sümerbank'in temel görevleri şöyle
sıralanmıştı:
1) Devlet Sanayi Ofisi'nden devralacağı fabrikaları
işletmek ve özel sanayi kuruluşlarındaki Devlet
iştiraklerini yönetmek,
2) Özel yasalarla verilmiş yetkilere dayanarak
kurulacak fabrikalar hariç olmak üzere, Devlet
sermayesiyle meydana getirilecek tüm sınai
kuruluşların etüt ve projelerini hazırlamak,
yatırımı gerçekleştirmek ve yönetmek,
3) Kurulmaları veya genişletilmeleri ülke için
iktisaden verimli olan sanayi işletmelerine
kaynakları oranında iştirak veya yardım etmek,
4) Sanayi kuruluşlarına kredi açmak ve genel
bankacılık faaliyetlerinde bulunmak,
5) Ulusal sanayiin gelişmesine yönelik önlemleri
araştırmak... gibi.
Türkiye İktisat Kongresi kararlarına uygun olarak
bir sanayi bankası kurulması, 19 Nisan 1925 tarih ve
633 Sayılı Yasayla mümkün olmuştur. Bir kamu sınai
ve madencilik bankası olan bu bankanın adı Türkiye
Sınai ve Maadin Bankasıdır. Osmanlı döneminden
kalan 4 kamu sınai işletmesi bu Bankaya
devredilmiştir. Beykoz Deri-Kundura, Bakırköy
Pamuklu Dokuma, İstanbul Feshane Yünlü Dokuma ve
Hereke İpekli-Yünlü Dokuma fabrikaları... Bu banka
faaliyetlerini sürdürememiş, çünkü mali kaynak ve
yönetim açısından yetersiz kalmıştı. Bunun üzerine
bankanın sınai işletmecilik görevleri, yeni kurulan
(1932) Devlet Sanayi Ofisi'ne,
bankacılık faaliyetleri de Türkiye Sanayi ve Kredi
Bankası adı altında kurulan yeni bankaya
devredilmişti. Böylece banka devlet mülkiyetindeki
kuruluşların ticari ve sınai kurallara uygun olarak
yönetilmelerinin mümkün olabileceğini, yani devlet
işletmeciliğinin ilk örneğini oluşturdu. Bu
kuruluşların ikisi birden aktif ve pasifleriyle
Haziran 1933'te kurulan SÜMERBANK'a devredilerek,
tüzel kişiliklerine son verilmişti.
Sümerbank 20 milyon TL'lik bir kuruluş sermayesi ile
devraldığı 4 sınai işletme, bir satış mağazası ve
iki banka şubesiyle hizmet vermeye başladı.
Sümerbank'in kaynak kullanımında veya
faaliyetlerinde öncelikleri nasıl belirleyeceği
kuruluş yasasında açıklamıştı. Örneğin, Bankanın
hammaddesi ülke içinden sağlanacak sınai yatırım
projelerine öncelik vermesi öngörülmüştü. İhracata
yönelik bir yatırım projesi değerlendirmede ikinci
derecede öncelik taşıyordu.
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı (1934-1938)
uygulamaya konduktan sonra, "Devletçilik"m temel
kurum ve kuruluşlarının tamamlanmasına devam
edilmiştir. 1936 yılında 2996 sayılı yasa ile
(Maliye Vekaleti Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında
Kanun) Maliye Bakanlığı çağdaş bir örgütlenme ve
uzmanlaşma olanağına kavuştu. Özellikle enerji ve
madencilik konusundaki araştırmaları ve işletmeleri
denetim altına almak ve bir merkezden yönetmek için
1935 yılında 2805 sayılı yasayla ETİBANK, 20 milyon
sermaye ile kurulmuştur. Yabancı sermayenin elinde
bulunan Ergani-Murgul Bakır ve Divriği Demir
İşletmeleri Etibank tarafından satın alınmıştır.
Ereğli Kömür İşletmeleri de bu kuruluşa
devredilmiştir. Aynı yıl ülkenin yeraltı
servetlerinin araştırılması ve belirlenmesi
çalışmalarını yürütmek üzere Maden Tetkik ve Arama
Enstitüsü kurulmuştur.
Ayrıca 11.6.1933 tarihinde 15 milyon sermaye ile
yerel yönetimlere mali ve teknik destek vermek
üzere Belediyeler Bankası (İller Bankası)
oluşturuldu. Esnaf ve sanatkarın kredi ihtiyacını
karşılamak üzere 1933'te kurulan Halk Bankası'nın
17.1.1938'de 3331 sayılı Yasayla faaliyete geçmesi
sağlandı.
1937 yılında Deniz Bank kuruldu. İki yıl sonra bu
banka tasfiye edilerek yerine Devlet Denizyolları
Umum Müdürlüğü faaliyete geçirildi.
Sayıları ve faaliyetleri artan kamu işletmelerinin
yönetimlerine ve faaliyetlerine belli bir düzen
getirmek için 1938 yılında 3460 sayılı "Sermayenin
Tamamı Devlet Tarafından Verilmek Suretiyle kurulan
İktisadi Teşekküllerin Teşkilatıyla İdare ve
Murakabeleri Hakkında Kanun " çıkarılmıştır. Kamu
kesiminde holdingleşme ve yasayla belirgin hale
gelirken, kamu iktisadi kuruluşlarının denetimi
Başkanlığına bağlı "Umumu Murakabe Heyeti"m
verilmiştir. Bu yasa tam 22 yıl, yani 1964 yılına
kadar yürürlükte kalmıştır.
Devletçilik uygulamaları tarım sektöründe de yeni
oluşumlara neden olmuştur. Tarımı geliştirmek için
nitelikli tohum, damızlık, fide ve fidan yetiştirip
çiftçiye dağıtmak üzere, Hazine arazisi üzerinde
Devlet sermayesiyle örnek çiftlikler kurulması bu
dönemde gündeme gelmiştir. Ankara'daki Gazi Orman
Çiftliği uygulamasının başarılı olması, bu konuda
karar alınmasını kolaylaştırmıştır. 1937 yılında
Tarım Bakanlığı'na bağlı olarak kurulan "Zirai
Kombinalar İdaresi" 193 8'de Devlet Ziraat
İşletmeleri Kurumu adını almıştır. Daha sonra Devlet
Üretme Çiftlikleri Genel Müdürlüğü adıyla katma
bütçeli, tüzel kişiliği olan bir kamu kuruluşu
olmuştur.
Atatürk bir yandan çorak Ankara'nın yanındaki büyük
bataklık araziyi kurutup bugünkü Atatürk Orman
Çiftliği'ni kurarken, diğer yandan modern tarım
işletmeciliğini uygulayan örnek çiftçi de olmuştur.
5 Mayıs 1925'te yirmi bin dönüm araziyle kurulan bu
Çiftlik daha sonra 102 bin dönüme ulaşmıştır.
Atatürk bu modern çiftliği ölümünden önce Hazine'ye
bağışlamıştır. AOÇ, 1950 yılında 5659 sayılı yasa
ile Tarım Bakanlığı'na bağlı tüzel kişiliği
olan iktisadi kuruluş haline getirildi ve bugünkü
adını aldı. Ne yazık ki bazı hükümetler, çiftlik
arazisine tecavüzleri ve işgalleri görmezlikten
gelmişler ve gelmektedirler.
Atatürk çiftçilere yönelik konuşmalarında makina
kullanmanın yararlarını anlatır ve bunun için de
kooperatifleşmeyi teşvik ederdi. Devletçilik
hamlelerinin ardarda geldiği 1930'lu yıllarda tarım
kesimi için önemli sayılan (1935 yılında 2834
sayılı) "Tarım Satış Kooperatifleri" yasasının
yürürlüğe girmesi sağlanmıştır. Atatürk "tarım mı,
sanayi mi? " tartışmasına girmemiştir ve
girilmesine de izin vermemiştir. Daha önce de
belirttiğimiz gibi O, ekonomik sektörlerin birbirini
tamamlamasına veya dengeli büyümeye önem vermiştir.
Devletçilik döneminde dış ticaret politikası da
değişmiş, özellikle gümrük yasa ve tarifelerini
değiştirme olanağına kavuşan Devlet yasaklama ve
kontenjanlarla ithalatı kısıtlamıştır. Buna bağlı
olarak ithalat ve ihracat ikili anlaşmalara göre
yürütülmüştür. Böylece dış ticaret kontrol altına
alınarak Türk Lirası'nın dış değeri korunmuştur. Bu
uygulamanın sonucu olarak dış borçlanmaya ihtiyaç
doğmamıştır. Dış denge sağlanınca, içerde de
anti-enflasyonist para-kredi ve maliye politikaları
uygulanması kolaylaşmıştır.
Devletçilik uygulamalarının, azınlıkta olsalar bile,
bazı çevrelerde tereddütler uyandırdığını gören
Atatürk, önce bu kesimin yakından tanıdığı Celal
Bayar'ın İktisat Vekilliğine getirilmesini
sağlamıştır. Sonra da Türkiye'de uygulamaya konan
"Devletçi-lik"'m tanımını yaparak, C. Bayar
aracılığıyla kamuoyuna duyurmuştur. Aşağıya
aldığımız bu tanımı C. Bayar İzmir Fuari'nı açarken
yaptığı konuşma sırasında okumuştur. Bayar bu tanımı
Ocak 1936'da toplanan Sanayi Kongresi'ni açarken
yaptığı konuşmada tekrarlamıştır.
Prof. Afet İnan "Türkiye Cumhuriyeti'nin İkinci
Planı 1936" adlı kitabında doğrudan Atatürk
imzasıyla Devletçilik'in tanımını vermektedir:
"Türkiye 'nin tatbik ettiği Devletçilik sistemi 19.
asırdan beri sosyalizm kuramcılarının ileri
sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir
sistem değildir. Bu, Türkiye'nin ihtiyaçlarından
doğmuş, Türkiye'ye has bir sistemdir...
Devletçiliğin bizce manası şudur: Fertlerin hususi
teşebbüslerini ve faaliyetlerini esas tutmak, fakat
büyük bir milletin bütün ihtiyaçlarını ve birçok
şeylerin yapılmadığını gözönünde tutarak memleket
iktisadiyatını Devletin eline almak...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında
asırlardan beri ferdi ve hususi teşebbüslerle
yapılamamış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi
ve görüldüğü gibi kısa zamanda yapmaya muvaffak
oldu...
Bizim takip ettiğimiz bu yol, görüldüğü gibi,
Liberalizmden başka bir sistemdir..."
Başbakan İsmet İnönü'nün sağlık nedeniyle görevini
bırakması sonrasında (1 Kasım 1937) Celal Bayar
Başbakan olmuştu. A-tatürk'ün ölümünden sonra İ.
İnönü Cumhurbaşkanı seçildi. Oysa bu görevin
kendisine verileceği beklentisi içinde olan C.
Bayar, İnönü ile çalışmak istemedi ve 25.1.1939'da
Başbakanlık görevinden istifa etti. Yeni Hükümeti
Dr. Refik Saydam kurdu.
Tek bir siyasal örgütün varlığı, (C.H.P.) devlet
yönetiminde otoriter bir yönetime olanak veriyordu.
Hükümetin izleyeceği politikaların temel ilkeleri
10-18 Mayıs 1931 tarihinde toplanan III. Kurultay'da
kabul edildikten sonra 1935'te CHP programına girdi.
Bu ilkelerden biri de Devletçilik'tir. Diğer
ilkelerle birlikte 6 ilke 5 Şubat 1937'de Anayasa'ya
dahil edildi.
3- Devlet Öncülüğünde Planlı Sanayileşme
Atatürk'ün "Devletçilik"m uygulamaya geçmesini
sağlayan görüş ve kararları 1930-1933 yıllan
arasında yasalaşmış, kurumlaşmış ve bir modele
dönüşmüştü. Bu modelin ana öğesi "Devlet öncülüğünde
planlı sanayileşme" idi. Hemen hatırlayalım, 1933
yılında S. Rusya'da "merkezi planlama" uygulaması
vardır ve dünyada benzeri uygulama yoktur. Büyük
Dünya Bunalımı'nı aşmaya çalışan ABD'de Başkan
Roosevelt, 1933'te çıkardığı T.V.A. kuruluş kanunu
ile gelişmiş kapitalist ülkelerde ilk kez "bölge
planlaması" uygulamasını başlatmıştı. Aynı tarihte
iktidara gelen Hitler, ülkesinde 4 yıllık bir plan
yürürlüğe koyarak işsizlikle mücadeleyi
amaçlamıştı.
Fakat geri kalmış ülkelerde "devlet öncülüğünde
planlı sanayileşme" uygulaması ilk defa Atatürk
Türkiyesi'nde gerçekleşmiştir. Bu planlama ile
ülkede ihtiyaç duyulan temel sınai malları kamu
girişimleri aracılığıyla üretme hedef almıştı. Plan
hazırlandığında, dış kaynak öngörülmemişti. Planın
öz kaynaklara dayalı olarak yürütüleceği görüşü
egemen olmuştu.
A- Birinci
Beş Yıllık Sanayi Planı (1934-38)
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı öncesinde, yasal ve
kurumsal hazırlıklar tamamlandıktan sonra, yerli ve
yabancı uzmanlardan oluşan bir kurul oluşturuldu. S.
Rusya'dan davet edilen uzmanların başında bulunan
Prof. Orlof çalışmaları yürüten karma kurulun
başkanlığını yaparak; hazırlanan raporu (program
önerisi) 1933 yılı sonuna doğru Hükümete sundu.
B.B.Y.Sanayi Planı'nın temel ilkelerini kapsayan bu
rapor üzerinde Hükümet ve Atatürk gerekli
düzeltmeleri yaptı ve kesinleşen Plan 17 Nisan
1934'te yürürlüğe
girdi. 1934-1938 yıllarını kapsayan bu Plan, bir
sektör (sanayi) planı özelliğini taşımaktaydı. Yani
tüm sektörleri içeren bir makro (ulusal) plan olarak
hazırlanmadı. Fakat yine de o dönemde yani 1930'lu
yıllarda S. Rusya dışında ve geri kalmış bir ülkede
ortaya konmuş benzeri olmayan bir yaklaşım veya
uygulamadır, denilebilir.(Genel İktisat Tarihi)
Devlet öncülüğünde planlı sanayileşmenin gereği
olarak yürürlüğe konan Plan'in dayandığı temel
ilkeleri şöyle sıralayabiliriz:
1) Temel hammaddeleri yurt içinde üretilen veya
üretilecek olan sınai tesislere,
2) Büyük sermaye ve ileri teknoloji gerektiren
projelere,
3) Kuruluş kapasitelerinin iç tüketimi karşılayacak
düzeyde tutulmasına, öncelik verilmiştir.
Plan, bu temel ilkelere dayanılarak seçilmiş olan
altı alt sanayi dalında fabrika kurma kararına uygun
olarak düzenlenmiştir. Bu dallar, Kimya, Kağıt-Sellüloz,
Madencilik, Tekstil, Seramik ve Demir-Çelik...
Plan çerçevesinde öngörülen fabrika sayısı
20,gerekli kaynak ise 45 milyon lira olarak
hesaplanmıştır. Planı yürütme ve koordinasyon
sağlama görevi Sümerbank'a verilmişti. Hemen
belirtelim ki, öngörülen tesisler yaklaşık 100
milyon lira harcanarak tamamlanabilmiştir.
Öngörülen (2 tanesi hariç) ve zamanında
gerçekleştirilen, 20 sınai tesisten sadece Paşabahçe
Şişe ve Cam Fabrikası İş Bankası tarafından
İstanbul'da kurulmuş, diğerleri Anadolu'nun çeşitli
il ve ilçelerine dağıtılmıştı.
Plan'da konan yatırımların gerçekleştirilmesi için
ayrılan toplam 44 milyon liranın %49,9'unun
dokumacılığa, %26,9'unun madenciliğe, %12,1'inin
kağıt ve selüloza, %5,3'ünün kimya ve %4,6'sının da
seramik sanayiine tahsis edilmesi uygun görülmüştü.
Geri kalan % 1,2'lik kaynak teknik öğrenim için
yurtdışına öğrenci gönderilmesi için ayrılmıştı.
Görülüyor ki, Plan yürürlüğe konduğunda demir-çelik
fabrikası öngörülmemiştir. Zira Karabük Demir-Çelik
Tesisleri Plan'ın son yıllarında İngiltere'den çok
elverişli koşullarda sağlanan, yaklaşık 13 milyon
Sterlinlik bir dış krediyle kurulmuştur. 1936
yılından itibaren İngilizler'le kurulan iyi
ilişkiler, Kral 8. Edward'ın Türkiye'yi, Atatürk'ü
ziyarete gelmesiyle yeni boyutlar kazanmıştır.
Örneğin; Boğazların tahkimatı için gerekli
silahların İngiltere'den alınması, kamu
işletmelerinde İngiliz uzmanların kullanılmaya
başlanılması ve Karabük demir-çelik tesislerinin bir
İngiliz firmasına ihale edilmesi, başlıca
gelişmeler olarak sayılabilir.
İktisat Vekili C. Bayar ve beraberindekilerin Temmuz
1935'te Moskova'ya yaptıkları uzun inceleme gezisi,
iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin
genişlemesini sağlamıştır. Ayrıca Plan'ın öngördüğü
sınai projelerin gerçekleşmesinde bu ülkeden teknik
ve mali yardım sağlanmıştır.
Devlet öncülüğünde, öz kaynaklara dayalı ve planlı
sanayileşme döneminin başlaması, tekstil alanında
Kayseri ve Ereğli Bez, Nazilli Basma, Malatya
Pamuklu Dokuma, Bursa Merinos Yünlü ve Gemlik İpekli
Dokuma Fabrikalarının temelinin atılmasıyla
gerçekleşmiştir. Plan çerçevesinde 16.9.1935'te
Kayseri Bez ve 7 Kasım 1936 tarihinde İzmit Kağıt
Fabrikasının üretime geçmesi, ulusal bir bayram gibi
karşılanmıştır. Ayrıca 3 Nisan 1937'de E-reğli
Dokuma ve 9 Ekim 1937'de Malatya Dokuma ve ülkenin
ilk basma fabrikası 9 Ekim 1937'de Atatürk
tarafından Nazilli'de açıldı. Bu fabrikanın tüm
makina ve teçhizatı S. Rusya kredisiyle, bu ülkeden
ithal edilmişti.
Birinci Plan'ın uygulanmasında özel bir ticari banka
durumda olan T.İş Bankası da görev almıştır. Plan'da
öngörülen Şişe-Cam sanayiinin kurulması ve
işletilmesi görevi bu Bankaya verilmişti.
Bu Fabrika 1935'te İstanbul Paşabahçe'de tamamlanmış
ve bir yıl sonra üretime başlamıştı. İlk Müdürü
Adnan Berkay olan tesisin, özellikle nitelikli
işgücü yetersizliğinden, düşük kapasiteyle çalışmak
zorunda kalmıştı. Uzman işçilerin çok büyük
çoğunluğu Bulgaristan ve Romanya'dan getirilmişti.
Bu tesisleri çağdaş kuruluşlar haline getiren,
1954-1980 yılları arasında Genel Müdür olan ve ara
hükümetlerde bakanlık görevi yapan Şahap Köeatopçu,
anılarında babası ve amcasının kuruluşa katılmak
için Varna'dan geldiklerini ifade etmektedir.
İş Bankası yine aynı dönemde Malatya Bez ve İsparta
Gülyağ Tesislerinin kuruluşuna da iştirak etmişti.
Banka'nın toplam katkısı 2,4 milyon TL olmuştur.
Planın öngördüğü yatırımların iç kaynakla finanse
edilmesi ilkesi benimsenmişse de S. Rusya'dan 8
milyon Dolar ve İngiltere'den 13 milyon Sterlin
ithalat kredisi sağlanmıştır.
Devlet öncülüğünde "planlı sanayileşme " döneminde
özel kesimce kurulan, fakat yönetim ve sermaye
yetersizliği içine giren 4 şeker fabrikası bir çeşit
devletleştirme işlemine tabi tutulmuştu. Bu
tesisleri merkezden yönetmek ve kamu derietimini
sağlamak için 6.7.1935 tarihinde "Türkiye Şeker
Fabrikaları A.Ş. " kurulmuştu. Şirketin sermayesi
Ziraat Bankası, Sümerbank ve İş Bankası tarafından
eşit olarak paylaşılmıştı.
İsmet İnönü başbakanlıktan ayrıldıktan sonra (25
Ekim 1937) Celal Bayar Hükümeti kurdu. 8 Kasım
1937'de Bayar, Hükümetin programını Meclise
sunarken, 1934'ten beri yürürlükte olan Birinci
Sanayi Planı'nında öngörülen 20 tesisin 2 tanesi
hariç diğerlerinin süresinden önce bitirilerek
işletmeye açıldığını memnuniyetle haber verdi.
Plan'da öngörülmediği halde sanayileşnıenin
sürükleyici ve temel girdisi olan demir-çelik
ihtiyacını karşılamak üzere 3 Nisan 1937'de Karabük
Demir-Çelik Tesisleri'nin temeli atıldı.
B- İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı
Birinci Sanayi Planı'nın uygulaması sürerken 20-24
Ocak 1936'da İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı'nın
hazırlıklarını yapmak üzere İktisat Vekili Celal
Bayar'ın başkanlığında Sanayi Kongresi toplandı.
Kongrenin benimsediği ilke ve önerileri kapsayan
"Plan" taslağı Başbakanlığa sunuldu. C. Bayar kapak
yazısında Başbakan İsmet İnönü'ye şöyle diyor:
"Türkiye için endüstrileşme, kudretli tabirinizle
bir millî varlık savaşıdır, bir millî müdafaa
mücadelesidir ve hiç bir fedakarlık ve sıkıntı, bir
millî mücadelenin neticesiyle mukayese edilemez."
Görülüyor ki, dönemin devlet adamları iktisadi ve
siyasî bağımsızlığı korumak için sanayileşmeyi
vazgeçilmez bir ulusal hedef saymaktadırlar. Bu
nedenle İkinci Plan, kapsadığı iktisadi a-lanlar ve
tesis sayısı yönünden Birinci Plan'dan daha geniş
tutulmuştur. Bu kararın alınmasında, kısa sürede
üretime açılan tesislerin ve kazanılan tecrübenin
verdiği moralin de etkisi vardır.
Ancak 1938 yılına gelindiğinde Dünyada savaş
rüzgârlarının esmeye başladığını gören Türk
Hükümeti, Atatürk'ün ölümünden yaklaşık iki ay önce,
yani 16 Eylül 1938'de, İkinci Plan taslağında bazı
değişiklikler ve düzeltmeler yaparak, 4 yıllık
olarak yeniden düzenlemiştir. O tarihte Sanayi
Dairesi Başkanlığına getirilmiş olduğunu ifade eden
Şevket S. Aydemir, II. Dünya Savaşı'nın patlak
vermesinden üç ay önce bu plandan da vazgeçilerek,
yerine "İktisadi Savunma Planı'nın (5 Nisan 1939)
hazırlanarak yürürlüğe konduğunu anlatmaktadır. Bu
kararın alınmasında Atatürk'ün ölümünden sonra
C.H.P. Genel Başkanlığı'na ve Cumhurbaşkanlığına
oybirliğiyle seçilen İ. İnönü'nün doğrudan etkili
olduğu bilinmektedir. Çünkü ülkenin her an savaşa
girmesi ihtimaline göre, her türlü öncelikler
yeniden düzenlenmiştir.
Savaş ülkenin içinde bulunduğu yetişmiş işgücü ve
kaynak sıkıntısının boyutlarını büyütmüştür.
Ortalama bir milyon çalışma yaşındaki insan silah
altına alınmıştır. Kamu kaynaklarından Milli Savunma
Bakanlığı'nın aldığı pay hızla artarken, ulusal
düzeyde de yatırım harcamaları azalırken, tüketim
harcamaları hızla artmıştır.
DİE'nin, 1996 yılında yayınladığı yeni verilere göre
1923 yılında kişi başına gelir 45 dolar iken onbeş
yıl sonra 1938 yılı sonunda 88 dolar olmuştur.
Anılan kaynağa göre 1924-1938 arasında ekonomi
ortalama %8 civarında büyümüştür. Bu 15 yıllık dönem
içinde 1927, 1932 ve 1935 yıllarında büyüme hızlan
sırasıyla -%12.8, -%10.7 ve -%3 olmuştur.
Plan döneminde eğitim ve öğretimde önemli projeler
uygulanmaya kondu. 1934 yılında mesleki ve teknik
öğrenimde dört bin öğrenci varken, 1938'de bu sayı
16750'ye çıkarıldı. Orta öğretimde öğrenci sayısı
elli binden, yüz dört bine ulaştı.
Yüksek öğrenimde Nazi Almanyası'ndan kaçıp gelen
bilim a-damlarının öncülüğünde, 2252 sayılı kanun
ile kurulan İstanbul Üniversitesi 18 Kasım 1933'de
açıldı. Tıp, Fen, Hukuk ve Edebiyat Fakültelerinden
oluşan üniversitede 1936 yılında İktisat Fakültesi
faaliyete geçti. Fakültenin ilk iktisat öğretim
üyeleri Şükrü Baban (1890-1980), Hazım Atıf Kuyucak
(1897-1970), Ömer Celal Sarç (1900-1988) Gerhard
Kessler (1883-1963), Wilhelm Röpke (1899-1966) ve
Fritz Neumark (1900-1991) gibi saygıyla anılacak
büyük isimlerdi.
|