Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Dönemi (1985-1989) 

1982 Anayasası yürürlüğe girdikten sonra yapılan ilk genel seçimde (6 Kasım 1983) T. ÖzaPın başkanı olduğu Anavatan Par­tisi seçimi kazandı ve I. Özal Hükümeti Aralık 1983'te göreve başladı. V. Plan'in Ocak 1984'te yürürlüğe girmesi gerekiyordu. Özal kendi partisinin ve kurduğu hükümetin programına uygun bir "Plan" hazırlamak ve zaman kazanmak gayesiyle önce 1984 yılı için bir "geçişprogramı" hazırlayıp yürürlüğe koydu. Ardından da 1985-1989 yıllarını kapsayacak biçimde V. Plan'ın hazırlıklarına girişti. 1984 Programı büyüme hedefi %6,1 idi, fakat gerçekleşme %7,1 düzeyinde oldu. 

Her hükümet değişikliğinde olduğu gibi Özal Hükümeti de üst yönetim kadrolarında yeni atamalara girişti. Fakat ilk kez önemli bir faktör ortaya çıktı. Üst yönetim kamu sektörü dışından hatta yurt dışından gelen mühendislere teslim edildi. Bu tarihten itibaren kamu çalışanlarının hizmetlerini kolaylaştıran ve Devlet'ten yana çıkan yasa, yönetmelik, yönerge, tebliğ ve hatta gelenekler "re­form" veya "çağdaşlaşma "gerekçesiyle işlemez hale getirildi veya yürürlükten kaldırıldı. Devletin ekonomi üst yönetiminde Merkez Bankası Başkanı dışında iktisat diploması olan yönetici kalmamış­tı. Örneğin Maliye Bakanı, DPT Müsteşarı, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarı mühendis idi. Başbakan Özal, Kamuoyuna şu izlenimi vermişti. "Türkiye 'de ekonomiyi en iyi ben bilirim, bu da başarılı olmak için yeterlidir..." 

V. Plan dönemi planlama tarihimizin en şanslı dönemidir. Çünkü ilk kez bir siyasi iktidar veya bir hükümet hazırladığı planı beş yıl kesintisiz ve arızasız uygulama olanağı bulmuştur. Özal Hükümeti Meclis'te büyük bir çoğunluğun desteğini alarak yola çıkmış, dönem içinde 29 Kasım 1987'de erken genel seçime gidil­miş ve yeniden Özal %36 oranında oy almış olmasına karşılık 292 milletvekili ile çoğunluğu sağlamıştır. Dolayısıyla önceki dönemlerde tespit ettiğimiz siyasal çalkantı veya istikrarsızlık ortaya çıkmamıştır. İktidara gelişinin altıncı yılı içinde Özal mart 1989 da halkın büyük tepkisiyle karşılaştı. Yapılan "yerel seçimler"de ANAP'ın oy oranı %21'e düştü. Enflasyonu %10'un altına çeke­meyen, işsizliğe çare bulamayan ve kamu kaynaklarının talan e-dilmesini önleyemeyen Özal Hükümeti'ni, halk sessiz fakat bilinçli bir demokratik yöntemle uyarmıştı. 

1982 Anayasası'nın 166. maddesi "kalkınma girişimlerinin" bir plana göre yürütülmesini öngörmekteydi. Başta T. Özal olmak üzere V. Plan'ı hazırlayanların büyük çoğunluğu "plan disiplini" tanımayan "serbest piyasa düzeni''nin gereği olarak, ekonomiyi günlük veya kısa vadeli önlemlerle yönetme tavrı içinde oldular. Sanki yasal bir zorunluluk olmasaydı. V. Plan kitabı ortaya kon­mayacaktı. Bu yüzden olacak ki IV. Plan kitabı 700 sayfa civarında olduğu halde V. Plan kitabı 205 sayfa ile en ince plan kitabı özelli­ğini taşımaktadır.

Özal Hükümeti'nin 1985-1989 yıllarını kapsayan V. Plan dö­nemi için öngördüğü başlıca ekonomik ve sosyal hedefleri şöyley­di: 

1)  GSYİH piyasa fiyatlarıyla yılda ortalama %6,3 oranında büyüyecek,

2)  Büyüme hızı tarımda %3,6, sanayide %7,5 ve hizmetlerde %6,5 düzeyinde olacak,

3)  İlk iki hedefe bağlı olarak 1989 yılı sonuna göre, GSYİH i-çinde tarımın payı %15,5'e inerken sanayiin payı %33,7'ye çıkacak,

4)  Toplam 14,4 trilyonluk sabit sermaye yatırımının 6,1 tril­yonunu özel kesim, 8,3 trilyonluk kısmını da kamu kesimi gerçekleştirecek.

 

5)  GSMH içinde sabit sermaye yatırımlarının payı dönem so­nunda %20,9'a yükselecek,

6)  İç tasarrufların yılda ortalama %9,9 oranında artması gere­kecek,

7)  Marjinal iç tasarruf oranı %29 düzeyine çıkacak,

8)  Dış tasarrufların toplam tasarruflar içindeki payı %11,8'den dönem sonunda %6,3 düzeyine düşecek,

9)  İç tasarrufların GSMH'ya oranı 1989 sonunda %20,5'e yükselecek,

10)Toplam ithalat yılda (dolar fiyatıyla) %13,4 oranında arta­rak dönem sonunda 18,3 milyar dolar; ihracat % 15,7 arta­rak 14,5 milyar dolar düzeyine ulaşacak,

ll)Dönem sonunda "dış ticaret açığı" 3,8 milyar, "cari iş­lemler açığı "da 1,4 milyar dolar civarında gerçekleşecek,

12) "...Dış para piyasalarında ödeme gücümüzü zorlamayacak miktar ve koşullarda kredi temini hedef alınacaktır ".

13) "AET ile ilişkiler ekonominin dışa açılma politikasına da uygun olarak yeniden düzenlenecek ve AET ile ekonomik bütünleşme konusunda gerekli adımlar dönem içinde atıla­caktır ".

Bu saydığımız başlıca hedeflere ulaşmak için ÖZAL Hükü­meti 1984 yılı başından itibaren iki ana hedefe yönelik önlemlere öncelik vereceğini ve verdiğini her fırsatta belirtmişti: 1) Enflas­yonu aşağıya çekmek, 2) Ödemeler bilançosu sorununu çözmek. Devlet müdahalelerinin asgariye indirilip, "serbest piyasa ekonomisi"n'm erdemlerine bağlı kalarak yürürlüğe konan temel iktisat politikaları şunlardı: 

1)  Sıkı para politikası ve mevduata pozitif reel faiz verilmesi,

2)  Özel yabancı sermayenin tüm faaliyet alanlarına girişinin serbest bırakılması,

3)  KİT'lerin özelleştirilmesine başlanılması,

4)  Kamu yatırımlarının altyapı alanlarında yoğunlaştırılması,

5)  Günlük döviz kuru ilanına geçilmesi,

6)  Döviz işlemlerinde büyük ölçüde serbestiye geçilmesi,

7)  İthalatta liberasyona geçilmesi, yasakların ve miktar kısıt­lamalarının istisnai kılınması,

8)  İhracatın çok yönlü olarak teşvikine devam edilmesi,

9)  Altın ithalatının ve ihracatının serbest bırakılması,

10)İstanbul Menkul Değerler Borsası'nın açılması ve işleme­ye başlaması... 

Özal Hükümetinin uygulamaya koymaya çalıştığı ve başlıcalarını yukarıda sıraladığımız politikaların ortak hedefi "pi­yasa ekonomisi "ne geçişi hızlandırmak ve tamamlamaktı. Fakat Hükümet bu kararlan uyum içinde taviz vermeden ve uzun vadeli olarak uygulamayı sürdürememiş ve sık sık değişikliklere gitmişti. Doğru teşhislerin, doğru tedavi ve ile sürdürülmesi mümkün ol­mamıştı. Çünkü ekonominin yönetiminde "ekip çalışması" yerine "tek adam" modeli egemen olmuştu. Özellikle DPT, Hazine, Ma­liye ve Merkez Bankası üst yöneticileri arasında uyum içinde bir çalışma düzeni sağlanamadığı için kamuoyunun yönetime güveni sarsılmıştı. Başbakan'ın kardeşi Yusuf ÖzaPın başında bulunduğu DPT uygulamaya yönelik kararların alınmasında devre dışı bıra­kılmıştı. 

Tablo XIX- Plan Dönemi Sonunda Ekonomik Durum (Milyon $) 

 

Enflas-

 

Dış Tica-

işçi Dö-

Cari İş-

Yıllar

yon

Büyüme

ret açığı

vizi

lemler

1984

50,3

5,9

3623

1807

-1407

1985

43,2

5,1

3385

1714

-1013

1986

29,6

8,1

3648

1634

-1465

1987

32,0

7,4

3967

2021

-806

1988

68,3

3,7

2673

1755

+1596

1989

69,6

1,9

4167

3040

+961

V. Plan'ın hedefleriyle gerçekleşme sonuçlarını karşılaştırdı­ğımızda ortaya çıkan olumlu ve olumsuz gelişmeleri şöyle sırala­mak mümkündür. 

Önce başlıca olumsuz sonuçları hatırlamaya çalışalım: 1) Özal halka enflasyonu %10'lara indireceğini ve "ortctdireği" güçlendireceğini söyleyerek halkın oyunu almıştı. Özal iktidarı devraldığında yani 1983 yılı sonunda enflasyon oranı %30 civarındaydı. V. Plan döneminin son yılı olan 1989'da bu oran %69,6'ya çıkmıştı. Bu oran anarşi ve terörün kol gezdiği ye­raltı ekonomisinin egemen olduğu, 1979 yılı enflasyon oranı olan %64'ten büyüktür. Ülkede çalışma barışı kurulmuş, yerli ve ya­bancı özel sermayenin egemenliğine dayalı "serbest piyasa" eko­nomisine geçilmiş, fakat hastanın ateşi yükselmeye devam etmiş... Çünkü kamu kesimi söylenenin tersine büyümeye devam etmiştir. Örneğin Konsolide bütçe dışında fonlar oluşturarak kamu harca­maları artırılmış, Sermaye piyasasında işlemlerin %87'sini kamuya ait menkul değerler temsil eder hale gelmiş, TC Merkez Bankası­nın kredilerinin %60'ını kamu kullanmış ve dönem içinde kullanı­lan toplam dış kredilerin %85'ini kamu yüklenmiştir... 

2)  Halkın büyük çoğunluğunun (ortadireğin) özverisine da­yandırılan ekonomik büyüme hızı ortalama %5,1- düzeyinde ger­çekleşmişti. Oysa Özal Hükümeti'nin plan hedefi %6,3 idi. Yıllık büyüme hızında görülen büyük dalgalanma veya istikrarsızlık sektörlerin büyüme hızlarında ortaya çıkan istikrarsızlığın sonucu­dur. Tarım, sanayi ve hizmetler sektörleri için öngörülen ortalama büyüme hızlarına ulaşılamamış, yani gerçekleşmeler hedeflerin altında kalmıştı. Tarımda doğa koşullarının egemenliği sürmüş, özellikle 1989 yılında yaşanan büyük kuraklık büyüme hızının anılan yılda %-10,7 olarak gerçekleşmesine neden olmuştu. Ayrıca ülkede kasaplık hayvan sayısı azalırken artan nüfusa rağmen et üretimi de azalmıştır. Üretim yetersizliği çok düzensiz biçimde ithalat yoluyla kapatılmıştır. 

3)  Özal Hükümeti V. Plan döneminde sanayileşmeyi özel sektörün kararlarına bırakarak, kamu kesimini enerji, haberleşme, oto yol ve konut gibi altyapı yatırımlarına yöneltmişti. Fakat sana­yi sektöründe istikrar içinde büyüme olmamış ve planlanan hedefin altında kalınmıştı. TÜSİAD ve Sanayi Odaları yetkilileri yüksek enflasyon ve yüksek kredi faizleri karşısında sanayicinin yatırım yapmasının mümkün olmadığını açıklamış olmaları, sanayileşme­nin neden yavaşladığını hatta 1988 ve 1989 yıllarında neden dur­duğunu anlamamızı kolaylaştırmaktadır. Ayrıca ihracata yönelik mal üretenleri değil de doğrudan ihracatçıyı yani aracıyı Hüküme­tin desteklemesi sınai yatırımları üzerinde caydırıcı etki yapmıştı. Bu uygulama kısa zamanda ve çok sayıda hayali ihracatçıların ortaya çıkmasına yol açtı. 

4) Diğer yandan çok sınırlı sayıda mal dışında her türlü ithalat serbest bırakılarak, sanayici olmak yerine, ithalatçı olmak çok cazip hale getirilmişti. Bu yüksek kârlı işten pay almak isteyen bazı sanayiciler kendi üretimlerini kısıp, benzer veya rakip malı ithal edip piyasaya verme yolunda gitmişti. Birinci Özal Hükümeti kurulduğunda toplam ithalat içinde tüketim mallarının payı %2,6 iken 1989 yılı sonunda bu oran %8,7'ye çıkmıştı. 

5) Plan'ın son iki yılında ihracatta ulaşılan düzey değişmemiş ve 11,6 milyar $ düzeyinde kalmıştı. Bundan sanayi sektöründe karşıla­şılan darboğazlar etkili olduğu kadar, dış faktörlerinde etkisi olmuştu. 1988 yılında İran-Irak Savaşı sona erince bu ülkelere yönelik ihracat hızla azaldı. 1980'li yılların ikinci yarısında ham petrol fiyatlarında önce düşme sonra istikrar sağlanması, petrol ihracatçısı ülkelerin, özellikle Arap ülkelerinin Türkiye'den yaptıkları ithalatın önemli oranda azalmasına neden olmuştu. "İhracata dayalı büyüme modeli" işlemeyince, ihracatın GSMH içindeki payı artması gerekirken azal­mıştı. Zira bu pay 1985'te %14,9 iken 1989'da %14,5 ve azalmaya devam ederek 1990'da da %12 olarak gerçekleşti. 

6) Bu olumsuz gelişmeler kendiliğinden döviz piyasasına yan­sıdı. 1984 yılında 375 lira olan ABD Doları 1989 yılı sonunda 2141,7 TL oldu. 1984'te 20 milyar Dolar olan dış borç 1989 so­nunda 41 milyar Dolara ulaştı. Bu gösterge ülkenin hangi oranlar­da kaynak israfı içinde olduğunu kanıtlamaktadır. Bozulan denge­ler yurtdışına kaçan döviz miktarının hızla artmasına neden ol­muştur.

Plan dönemi içinde toplam dış borçlar katlanırken dış borçla­rın bileşimi de hızla değişmiştir. TÜSİAD raporlarından aktardı­ğımız dış borçların bileşim tablosu şöyledir. 

Tablo XX- Dış Borçların Dağılımı (%)

 

 

1984

1989

Kısa Vadeli Borçlar

Özel Krediler

Ertelenmiş Borçlar

Uluslararası Para Piyasaları

Proje-Program

15,4

7,7

11,6

7,2

58,0

14,0

16,4

0,2

24,2

45,2

7) Ülke ekonomisinin üretim yapısında beklenen gelişme ve değişmenin olmaması GSMH'nın oluşumunda sektörler için öngö­rülen paylara ulaşılmasını engellemişti. Plan dönemi sonunda ta­rımın payının %15,5'e düşeceği ve sanayiin payının da %33,7'ye çıkacağı öngörülmüş iken gerçekleşme sırasıyla %17,4 ve %28,3 olmuştur. Bu gösterge de plan döneminde sanayileşmenin yavaşla­dığını doğrulamaktadır. Oysa nüfusu yaklaşık %2,5 artan ve her yıl işgücü piyasasına gelen yüzbinlerce genç insana iş verebilmek için Türkiye'nin sanayileşmeyi sürdürmesi gerekmekteydi... Özellikle iç göçleri yavaşlatmak, İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyük kent­lerin boğulmasını önlemek için, sanayileşmeye bölge ve çevre boyutlarını da katarak belli bir plan disiplini içinde devam edilme­si kaçınılmaz görünmekteydi. Ayrıca kurduğu işi yürütemeyen sanayici, turizmi ve hatta bankacının bu dönemde Devlet'ten nasıl ve hangi ölçülerde yardım ve destek gördüğü bilmdiğine göre, Kamuyu ve DPT'yi ekonominin yönetimi dışında tutmaya veya göstermeye çalışılmış olmasını anlamak kolay değildi. 

8) Türkiye 1970-1989 yılları arasında "çift rakamlı enflas­yon" dan kurtulamamış bir ülkedir. Son V. Plan döneminde "Sana­yileşmiş Ülkeler "de enflasyon oranı %5'e ulaşmamıştır. Adı "ser­best piyasa ekonomisi" olan ülkelerde eğer enflasyon veya hayat pahalılığı düşürülemiyorsa, o ülkede gelir dağılımı hızla tüm bo­yutlarıyla bozuluyor demektir. Bu açıdan V. Plan dönemi "zengi­nin daha zengin, yoksulun daha yoksul "lastiği dönemlerden biri­dir. Ülkede tarım sektöründe çalışan aktif nüfusun oranı %50'den fazla iken, bu çalışanların GSMH'dan aldıkları pay 1989 yılı so­nuna göre %17 civarında kalmıştır. Bu göstergeyi Prof. Dr. S. Özmucur'un İstanbul Ticaret Odası için yaptığı araştırma da doğ­rulamaktadır. Özmucur'un sonuçlarına göre 1979-1989 arasında "mülk gelirleri''nin (faiz + kâr + rant) payı diğer gelirlerin aleyhi­ne olarak hızla artmış ve %42,9'dan %69,8'e çıkmıştır. Görülüyor ki yüksek enflasyon ücretliler ve tarımda çalışanları ezerken "mülk geliri" elde edenlerin refahını artırmıştır. Bu dönemde Hükümet "çok kazanandan çok vergi alma" yerine "ne verirlerse al "ilkesine bağlı kalmış ve kamu açıklan gerçek kamu gelirleriyle değil, iç ve dış borçlanma yoluyla kapatılmıştı. TÜSİAD yayınla­rına (1991) göre toplam vergi yükü (vergi gelirleri/GSMH) 1983 de %16,8 iken 1988 yılı sonunda %14,2 ve 1989'da da %15 olarak gerçekleşmişti. Türkiye'de vergi yükünün ne derecede olduğunu bazı ülkelerle karşılaştırarak göstermek mümkündür. 1989 yılı sonuna göre bu oran Yunanistan'da %26, Norveç'te %32, Belçi­ka'da %44 ve İsveç'te %56 olarak gerçekleşmişti. 

9) Devletin vergi gelirlerinin 1985 yılına göre %17,6'sı borç­ların faiz ödemelerini karşılayabilirken, dönem sonunda bu oran %33,5'e çıkmıştı. Toplam iç borçlar çığ gibi kabarmış, 1984'te 4,2 trilyon TL iken 1989 sonuna göre 45,5 trilyona yükselmişti. Mer­kez Bankası yıllık raporlarında yer alan verilere göre 1989 yılında iç borç stokunda artış oranı %58 ve bu stokun GSMH'ya oranı %26 dır. Toplam 45 trilyonluk bu iç borcun bileşimi şöyle açıkla­nıyor: 28 trilyon TL konsolide borçlar, 10,9 trilyon TL tahvil, 3,5 trilyon bono ve 2,5 trilyon lirası da vadeli avans... Ve çok daha ilginç bir gösterge 1989 yılında' faiz ödemeleri ana paranın %45'ine ulaşmıştı... 

Plan döneminde sadece iç borçlarda değil dış borçlarda da ar­tış devam etmişti. Yine Merkez Bankası verilerine göre 1984 ve 20 milyar $ olan toplam dış borç miktarı 1989 sonunda 41 milyar $'a yükselmişti. Bunun 35 milyar orta-uzun vadeli 6 milyarı da kısa vadeliydi. Yıl ortalaması kuru esas alınarak hesaplandığında dış borç/GSMH oranı %50'yi bulmaktadır. Hastalığın derecesini kav­ramak için bazı ülkelerde bu oranın aynı yıl için ne olduğuna ba­kalım, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığının "Uluslararası Baş­lıca Ekonomik Göstergeler" (1991) adlı kitabından şu örnekleri verebiliriz... Avusturya'da (dış borç/GSMH) %7,4, Danimarka %15, G. Kore %14,4, İspanya % 8,7 ve Pakistan'da %35... 

A. Nüfus-Kalkınma 

Burada ülkenin toplam nüfusu ile ekonomik gücü arasındaki ilişkiye bir açıklık getirmemiz gerekiyor. Devletimizi yöneten mü­hendis kökenli politikacılar bu dönemde Türkiye'nin nüfusunun 70 veya 100 milyona çıktığında Balkan ülkeleri başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin Türkiye'nin siyasi askeri ve hatta ekonomik isteklerine karşı çıkamayacaklarını sık sık ifade etmişlerdi. Şimdi bu yargının veya beklentinin iktisadi açıdan yanlışlığını ATLASECO (Uluslararası Ekonomik Atlas)'ın verilerinden ya­rarlanarak gösterelim. 

Tablo XXI-Nüfus ve Ekonomik Güç ilişkisi (1989) 

 

Nüfus

GSMH

Kişi başına

Ülke

(milyon)

(Milyar $)

gelir ($)

Norveç

4,2 milyon

93,1

22000

Finlandiya

4,9 milyon

114,7

23000

Danimarka

5,1 milyon

105,3

20500

Avusturya

7,6 milyon

126,7

16500

İsviçre

6,7 milyon

174,4

26000

İsveç

8,4 milyon

189,3

22500

TÜRKİYE

55,2 milyon

81,6

1500

Fransa

56,1 milyon

944,0

16900

Görülüyor ki Türkiye nüfusunun onda biri kadar veya daha az nüfusa sahip Norveç, Finlandiya ve Danimarka ortalama 100 mil­yar Dolarlık bir GSMH'ya sahiptirler. Dolayısıyla kişi başına gelir düzeyi 20 bin Doları aşmıştır. Türkiye 1500 dolarla bu ülkelerin onbeşte biri kadardır. Çünkü Türkiye'de "amele" çok, vasıflı işgü­cü az... Onlarda aktif nüfusun yaklaşık %95'i ileri teknoloji kulla­nan verimi yüksek "sanayi" ve "hizmetler" sektörlerinde çalış­maktadır... Oysa Türkiye'de aktif nüfusun yarısı "tarım" sektöründe çalışır gözükmektedir... Yani gizli işsizlik yaygındır. Tarım dışı sektörlerde de "emek yoğun" teknoloji yaygın olduğundan bu sektörlerde de Avrupa ülkelerine göre verim çok düşüktür... Eğer Türkiye'yi yöneten politikacıların beklentisi gerçekçi olsaydı; Dünya'nın en kalabalık nüfusuna sahip ülkesi olan Çin Halk Cum­huriyeti (1,1 milyar)'nin Dünya'nın en zengin ülkesi (1989'da 416 milyar $) olması gerekirdi. Oysa Çin nüfusunun yirmide biri kadar nüfusa sahip Fransa'nın üretim gücü, Çin'in iki katıdır. "Uygarlı­ğın gerçek ölçüsü ne nüfus çokluğu, ne kentlerin büyüklüğü, ne de üretim bolluğudur. Gerçek ölçü ülkenin yetiştirdiği insanların ni­telikleridir". 

V. Plan sonuna göre Türkiye dışında yaşayan Türk vatandaşla­rının sayısı üç milyona yaklaşmıştır. Avrupa ülkeleri bu dönemde işgücü talep işgücü talep etmedikleri hatta geri göndermek için her türlü teşvik önlemleri aldıkları için, Türk işgücü Ortadoğu ülkele­rine (başta Suudi Arabistan, Libya ve Irak olmak üzere) yöneldi. Türkiye'de 14-24 yaş arasındaki gençlerde işsizlik oranı %16 ol­duğu için iş bulamayan veya işinden memnun olmayan gençler ne pahasına olursa olsun yabancı ülkelerde iş bulma maceraya atılı­yorlar, yasal olmayan yollardan özellikle Avrupa ülkelerine girme­ye çalışıyorlar. Başka nedenler yanında özellikle bu nedenle tüm Avrupa ülkeleri Türk vatandaşlarına "vize" koymuş bulunuyor. Dünyanın en büyük borçlu ülkeleri arasına giren Türkiye ve Türk vatandaşlarına Avrupa kapılarının yeniden açılması için herhalde nüfusumuzun 100 milyon olmasını bekleyeceğiz...! Fakat 1989 yılında Türk işgücüne Sovyet Rusya piyasası açıldı. İlk kez 932 işçimiz bu ülkeye Türk müteahhitlerinin aldığı işlerde çalışmaya gitti. 

Yurtdışında yaşayan Türk'lerin büyük çoğunluğunu işçiler ve aileleri oluşturuyorsa da başta B. Almanya olmak üzere ABD Ka­nada ve tüm Avrupa Topluluğu ülkelerine yayılmış biçimde serbest meslek icra edenlerle bir iş yeri sahibi Türk ailelerinin sayısı da hızla artmıştır... 

B. Ekonomiye Kazandırılan Yeni Boyutlar 

Beşinci Plan dönemi içinde Özal Hükümetleri ekonomiyi dışa açan, işleyişine esneklik getiren kurumların ve araçların devreye girmesini sağlamıştı. Bu olumlu karar ve araçların bozulan denge­lerin düzelmesine katkılarının sınırlı kalmasında Hükümet'in enf­lasyonla mücadelesinin başarılı olmaması etkili olmuştu. Ekono­miye yeni boyutlar kazandıran olumlu gelişmelerin başlıcaları şöyledir: 

1) Özal, "Bankalar Kanunu"nu zorlayarak, "İslam Bankacılı­ğının "Özel Finans Kurumları" adıyla Türk Mali Sistemine gir­mesinin yasal dayanağını 16.12.1983 gün ve 83/7506 sayılı Ba­kanlar Kurulu Kararıyla hazırladı. Bu Kararnameye dayanarak 1985 yılının başından itibaren "faizsiz bankacılık" uygulamalarını başlatan ilk (Arap ülkeleri sermayedarlarının öncülük ettiği) "Özel Finans Kurumlan" faaliyete geçti. Al Baraka Türk A.Ş., (1985) ve Faisal Finans Kurum A.Ş. (1985) gibi.

2) Kambiyo mevzuatının sadeleştirilmesi ve vatandaşların dö­viz bulundurmalarının 7 Temmuz 1984 tarihinden sonra serbest bırakılması,

3) Çağdaş ve Avrupa Topluluğu'nda uygulanan Katma Değer Vergisi'nin 2 Kasım 1984 de yürürlüğe girmesi,

4)  Sermaye Piyasasına yeni araçlar kazandırılarak 2 Aralık 1984'te Boğaz Köprüsü ve Ocak 1985'te de Keban Barajı "Gelir Ortaklığı Senetleri "nin piyasaya sürülerek fon yaratılması,

5) Bankalar Kanunu'nun yenilenmesiyle 25 Mayıs 1985'ten i-tibaren Türk Bankaları'nın dışa açılması, yabancı bankaların ülkeye gelmesinin kolaylaştırılması... 1980 yılında ülkede 4 yabancı banka faaliyet gösterirken 1989 yılı sonunda 22'ye çıkması ve yabancı sermaye girişinin artarak sürmesi,

6)  İstanbul Menkul Değerler Borsası'nın ilk "seans"ını 2 O-cak 1986'da gerçekleştirmesi ve kısa sürede benimsenmiş olması ve ilk Borsa aracılığıyla özelleştirmeye 29.2.1988'de TELETAŞ ile başlanılması,

7) TC Merkez Bankası'nın modern araç ve gereçlerden yarar­lanarak 1986'dan itibaren "bankalarar ası para piyasası", "açık piyasa işlemleri", "döviz piyasası" ve "altın piyasası" gibi para piyasasının alt piyasalarını faaliyete geçirmesi,

Para ve sermaye piyasalarının işleyişine yeni boyutlar getiren 11.8.1989 tarihli "Türk Parası Kıymetini Korumu Hakkında 32 Sayılı Karar" Türk Lirasını konvertibl bir para durumuna getirme hedefi yönünde önemli adımlar atılmasına yardımcı oldu... Örne­ğin atılan adımlardan biriyle Türkiye'de yerleşik kişilerin bankalar ve yetkili kuruluşlardan 3 bin ABD doları veya eşiti kadar döviz satın alabilme olanağı getirildi. IMF'nin Nisan 1990'da verdiği onaydan beri TL kısmi bir konvertibiliteye sahip bir para duru­mundadır.

8)  Otoyol ve Boğaz Köprülerinin "paralı geçiş" sistemine bağlanarak kullananların ödemesi yoluyla fon oluşturulması,

9)  "Konut Fonu", "Savunma Sanayii Fonu", "Kamu Ortaklı­ğı" gibi 45 ek (toplam 104) fon oluşturularak belli yatırım ve hiz­metlerin konsolide bütçe kaynaklan dışında finanse edilme olana­ğının yaratılması,

10) İhracatın artması, çeşitlenmesi ve toplam ihracat içinde sı­nai malların payının %70'e ulaşması,

11) İhracatı arttırmak ve yabancı sermaye girişini kolaylaştır­mak için 1985 yılında 3218 sayılı "Serbest Bölgeler Kanunu"nun çıkarılması ve 1987 yılında Mersin ve Antalya Serbest Bölgeleri­nin faaliyete geçmesi,

12)  Ekonomik kuruluşların ve iş adamlarının dış dünyaya a-çılmasının teşvik edilmesi, desteklenmesi ve deneyim kazanmala­rının sağlanması yönünde 25 Mart 1987 tarihli ve 3332 sayılı Ya­saya dayanılarak; 21 Ağustos 1987 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile Türkiye İhracat Kredi Bankası A.Ş. (Türk EXIMBANK)'ın faaliyete geçilmesi,

13)  Avrupa Topluluğu'na 14 Nisan 1987'de tam üyelik için başvurunun yapılması,

14)   "Özelleştirme" programına 1987'de TELETAŞ ile sınai mülkiyeti halka yaymak amacıyla başlanması, Plan dönemi sonuna gelindiğinde kamu borçlarını ödemek için bir araç olarak kullanıl­ması,

15)  Yapımına 1976 yılında başlanan ve GAP içinde yeralan Türkiye'nin ikinci büyük barajı KARAKAYA 1988 yılında ta­mamlandı.

Beşinci Planın sonunda ekonomiyi yönetenlerin karnesinde "geçer" notlardan çok "geçmez" notlar vardı. Büyüme hızı hemen hemen durmuş, enflasyon şahlanmıştı. Yani ekonomi "stagflasyon" sürecine girmişti. Dış ticaret açığı en yüksek düzeye çıkmıştı. İç ve dış borçlar artarken özel kesim sınai yatırımları asgari düzeye inmiş... Ve en önemlisi Özal Modeli'nin gücü olan ihracat 1989 yılma gelindiğinde artmaz olmuştu. İhracatın GSMH içindeki payı 1984 yılı oranı olan %14 düzeyine inmişti. 

Beşinci Plan ile "Planlı Kalkınma"nm 25. yılı tamamlanırken ekonomiyi yönetenlerin üç temel iktisadi eleştiriye cevap vermele­ri bekleniyordu. 1) Planlar büyümeye ağırlık verirken gelir dağılımini ihmal ediyor, 2) Plancılar, yatırımcı daireler ve kaynak dağı­tan birimler arasında etkin ve yeterli eşgüdüm sağlanamıyor, 3) Özendirmede seçici olmak yerine, özel sektörden gelen her proje teşvik ediliyor destekleniyor... Bu eleştirileri VI. Planı hazırlayan plancıların ve Hükümet'in nasıl algıladığını, Plan'ı incelerken ve uygulama sonuçlarını belirlerken, birlikte değerlendirme olanağı bulacağız... 

Ayrıca Plan'lara "sürdürülebilir kalkınma" boyutu kazandı­rılması zorunluluğu doğmuştu. Zira 1987'de yayınlanan ve kısaca BRUNDLAND Komisyonu raporu diye anılan bildiriye göre "...gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini tehlikeye sokmaksızın bugünkü kuşakların ihtiyaçlarını karşılayabilen kal­kınma süreci "sürdürülebilir" niteliktedir. Büyüme çevre ile u-yumlu olduğunda sürdürülebilir olmaktadır."

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005