|
Cumhuriyet Dönemi Dış Ekonomik İlişkiler
Lozan Antlaşması imzalandığı zaman 70 milyon liralık
dış ticaret açığı vardı. İhracatımızın ithalatı
karşılama oranı %40 civarındaydı. Bir doların 180,
bir sterlinin 801 kuruş olduğu 1923 yılında ülkenin
dış ticareti yabancı bankalar aracılığıyla
yürütülüyordu. Bu bankalar eski alışkanlıklarını
sürdürerek, ihracat mevsiminde Türk parasının
değerini yükseltiyor, ithalatın yoğunlaştığı dönemde
de düşürüyorlardı. Merkez Bankası'nın olmayışından
ve bürokrasinin tecrübesizliğinden yararlanan
yabancı sermaye, sinsice uyguladıkları kambiyo
oyunlarıyla dış ticaretin gelir artırıcı etkisini
yok ediyorlardı.
Osmanlı Borçlan ve Lozan Antlaşması'na bağlı
"Ticaret Sözleşmesi"nin 18. maddesi beş yıllık süre
için Türkiye dış ticarette 1 Eylül 1916 tarihli
Osmanlı gümrük tarifelerini uygulamayı taahhüt
etmişti. İthalatçı her türlü malı kolayca ithal edip
iç piyasaya sürebiliyordu. Örneğin 1923 yılı
ithalatının bileşimi şöyleydi: Dokuma (%38), buğday
ve un (%9), şeker (%8), demir-çelik (%5), gaz yağı,
pirinç, hurma makinaları, makina yağı, benzin ve
çay. 1923-29 döneminde uygulanan dış ticaret
politikası, Dünya'nın hemen hiçbir ülkesinde
olmayan derecede liberaldi. Dış ticaret sürekli açık
veriyordu. Gümrük vergileri düşük, Türk Lirası
altına bağlı ve serbestçe diğer dövizlerle
değiştirilebilir durumdaydı. 1929 yılında içten ve
dıştan gelen etkilerle Türk parasının değerinin
hızla düşmesi karşısında Hükümet 30 Mayıs 1929
tarihli yeni Gümrük Tarife Kanunu ile kısa sürede
gümrük vergileri ve kambiyo kontrolü yoluyla dış
ticaret açığını kapatmayı başardı. Dış ticaret
açığına rağmen 1929'a dek Türk Lirası değerini
korudu, dış açık ticari kredilerle kapatıldığından,
ülke dış ödeme güçlükleriyle karşılaşmadı.
Uygulanan devlet müdahaleleriyle 1930 yılından
itibaren dünyanın içinde bulunduğu büyük bunalıma
rağmen dış ticaret açık vermedi ve Türk parasının
değeri de korundu. Dünya ticaretinin daralmasına
rağmen, Türkiye fizik miktarlarda ihracatını
artırdığı halde, ihraç fiyatlarının düşmesi
sebebiyle ihraç ürünleri üreticileri yoksullaştı.
1936 yılından sonra durum düzelmeye başladı.
Tablo-
Atatürk Döneminde Dış Ticaret (Milyon TL)
Yıllar |
İthalat |
İhracat |
Fark |
1923 |
145,0 |
85,0 |
-60,0 |
1924 |
194,0 |
159,0 |
-35,0 |
1925 |
242,0 |
192,0 |
-50,0 |
1926 |
235,0 |
187,0 |
-48,0 |
1927 |
211,0 |
158,0 |
-53,0 |
1928 |
224,0 |
174,0 |
-50,0 |
1929 |
256,0 |
155,0 |
-101,0 |
1930 |
148,0 |
152,0 |
+4,0 |
1931 |
126,6 |
127,2 |
+0,6 |
1932 |
86,0 |
101,0 |
+15,0 |
1933 |
75,0 |
96,0 |
+21 |
1934 |
87,0 |
92,0 |
+5,0 |
1935 |
89,0 |
96,0 |
+7,0 |
1936 |
93,0 |
118,0 |
+25,0 |
1937 |
114,0 |
138,0 |
+24,0 |
1938 |
150,0 |
145,0 |
-5,0 |
Görüldüğü gibi cumhuriyetin ilk yedi yılında dış
ticaret devamlı açık vermiştir. Bu durumun birinci
nedeni, Savaş sonrası dönemle birlikte ithal
talepleri üzerinden kısıtlamaların kalkmış
olmasıdır. İkincisi ise, ithalat üzerinden alınan
vergilerin çok düşük düzeyde sabit kalmasıdır.
Ancak yine de Osmanlı İmparatorluğu'nun son
dönemlerindeki açıklarına göre durum daha iyiydi.
Çünkü ülkede ihraç edilecek ürünlerin üretiminde
artış sağlanmıştı. Yukarıda açıklanan nedenlerle
1929 yılında ithalat ve dış ticaret açığı dönemin en
yüksek değerlerini temsil etmektedir. Cari işlemler
açığının büyümesinde dış ticaret açığı yanında,
millileştirilen yabancı şirketlerin tazminat
taksitlerinin ödenmesi ve servetlerini dövize
çevirip yurtdışına çıkanların artmasıdır. Bu
gelişmeler sonunda 1929 ve 1930 yıllarında TL, Dolar
ve Sterlin karşısında değer kaybetti.
1930 yılından itibaren alınan yasal ve idari
önlemlerle dış ticaret devlet denetimine alınmış ve
dış ticaret bilançosu fazlalık vermiştir. Onbeş
yıllık dönem içinde ithalat ve ihracatın en düşük
olduğu yıl 1932'dir. Bir yandan devlet dış ticareti
denetim altına alırken, diğer yandan dünya ticareti
1929 yılından itibaren, hızla daralmıştır. Özellikle
tarım ürünleri ihraç eden Türkiye bu durumdan büyük
zarar görmüştür.
1930'lu yıllarda yaşanan döviz darboğazını aşmak
için 1933-1934'den itibaren 13 ayrı ülke ile
imzalanan "Kliring" anlaşmalarıyla ihracat ve
ithalatın arttırılması sağlanmıştı.
Tablo'dan da görüleceği gibi ilk yedi yılın aksine,
ikinci yedi yılda ülke dış ticaret bilançosu her yıl
fazlalık vermiştir. Hemen söyleyelim ki, Türkiye
tüketim mallan ithal eden bir ülke iken, 1934'ten
itibaren Birinci Sanayi Planı'na uygun olarak
yatırım malları ithal etmeye başlamıştır.
Toplam ihracat içinde tarım ürünlerinin ağırlığı
dönem içinde %80'in altına düşmemiştir. İthalatın
birleşimiyse dönemin ikinci yarısında değişmiştir.
İlk yıllarda önemli miktarda temel gıda malları,
başta un, şeker ve çay olmak üzere, ithal
ediliyordu. Ayrıca giyim eşyası olarak pamuklu
dokuma, keten, yünlü ve ipekli dokumalar da ithalat
içinde önemli yer tutuyordu. Üçüncü sırada inşaat
malzemeleri önemini korumaktaydı. Dönemin ikinci
yarısında bileşim değişmiş ve yatırım malları
toplam ithalat içinde birinci sırayı almıştır.
Birinci Dünya Savaşı'na kadar ki dönemde
İngiltere'yle kurulmuş ticari ilişkiler büyük önem
taşımaktaydı. 1924-29 arasındaki dönemde bu ilişki
çok zayıflamıştır. Buna karşılık İtalya-Türkiye
ticari ilişkileri hızla gelişmiş ve birinci 'sırayı
almıştır. İkinci sıraya Almanya'nın üçüncü sıraya da
ABD'niıı yükseldiğini görüyoruz. Ancak İtalya daha
sonraki dönemde yerini kaybederken, Almanya ve ABD
yerlerini korumuşlardır. Sovyetler Birliği'yle
Atatürk döneminde kurulan iyi ilişkilere rağmen,
ticari ilişkiler önce çok yavaş gelişmiş, sonra da
gerilemiştir.
Türk lirasının yabancı paralar karşısındaki değeri,
1920'li yıllarda piyasa koşullarından çok yabancı
bankaların oyunlarına göre belirmekteydi. Dış
ticaret açıkları, dalgalanmaya bırakılmış olan kuru,
olumsuz yönde etkiliyordu. Tablo'te de görüleceği
gibi Lira, 1930 yılı sonuna kadar dolar ve sterlin
karşısında değer kaybetmiştir. Bu tarihten itibaren
alınan yasal ve idari önlemlerle dış ticaret
açıkları kapatılmış ve Türk lirası'nın yeniden
değerlenmesi sağlanmıştır.
Dönem sonunda ülkenin döviz rezervleri ve altın
mevcudu dış ekonomik ilişkilerde sağlanan olumlu
gelişmeleri yansıtmaktaydı. Örneğin TC Merkez
Bankası'nın elinde biriken altın miktarı 26 tonu
aşmıştı.
Atatürk'ün savunduğu, öz kaynaklara dayalı bir
kalkınma modeli olduğundan, bu dönemde yabancı
sermaye girişi teşvik edilmemiştir. Ancak Gündüz
Ökçün "Türk Anonim Şirketlerinde Yabancı Sermaye"
başlıklı kitabında 1920-30 arasında yaygın olan
kanının aksine; Türkiye'ye yabancı sermaye girdiğini
ileri sürmektedir. Bu girişin yabancı şirketlerin
Türkiye'de şube açması veya kurulan anonim, limited
ve kollektif şirketlere yabancı sermayenin ortak
olması biçiminde gerçekleştiğini anlatmaktadır.
Dönem içinde, 1930'da bir ABD kuruluşundan 10 milyon
dolar, 1932'de S. Rusya'dan 8 milyon dolar ve
1938'de İngilizler'den 16
milyon Sterlin yabancı kaynak sağlandığını önceki
bölümlerde açıklamıştık.
Tablo-
Lira'nın Sterlin ve Dolar Kuru (1925-39)
Yıllar |
1 Dolar Karşıtı TL |
Sterlin/TL |
1925 |
1,87 |
8,95 |
1926 |
1,93 |
9,35 |
1927 |
1,96 |
9,51 |
1928 |
1,97 |
9,57 |
1929 |
2,08 |
10,09 |
1930 |
2,12 |
10,32 |
1931 |
2,12 |
9,64 |
1932 |
2,11 |
7,41 |
1933 |
1,66 |
7,02 |
1934 |
1,26 |
6,25 |
1935 |
1,26 |
6,17 |
1936 |
1,26 |
6,25 |
1937 |
1,26 |
6,24 |
1938 |
1,26 |
6,16 |
1939 |
1,28 |
5,70 |
Birinci Dünya Savaşı sonrası SUL Misak-ı Millî
sınırları dışında kaldı, karşılığında Türkiye'ye 25
yıl süreyle üretilecek petrolden Irak Devleti'nin
alacağı payın %10'u verilecekti. Bu konudaki
anlaşma 1932'den sonra işlemeye başladı. Fakat
izlenmesi yapılmıyordu. 1952'de Maliye Bakanlığı
adına Cahit Kayra ile
Büyükelçi Rahmi Apak, Nuri Sait Paşa ile görüşüp 50
milyon lira tahsil etmeyi başarmışlardı. Ancak
1958'de Irak'ta meydana gelen rejim değişikliği bu
andlaşmanın da sona ermesine yol açmıştı.
|