Devletçiliğin Gerileme Dönemi (1946-1950)
İkinci Dünya Savaşı'nın bitmiş olduğu Mayıs 1945
günlerinde bütün dünya sevinç içinde çığlıklar
atarken, Türkiye'de "siyasal güç" ile "ekonomik güç"
arasındaki savaş yeni boyutlar kazanmıştı. Ş.
Saraçoğlu Hükümeti, gerek Meclis içinden ve gerekse
Meclis dışından gelen karşı çıkmalara rağmen
"Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu "nun çıkmasını
sağlamıştı. Yasa, özel ormanların ve büyük toprak
sahibi ailelerin arazilerinin bir kısmının
kamulaştırılmasını öngörmekteydi. Bu topraklar
topraksız çiftçi ailelerine tahsis edilecekti.
Hükümetin ülkede bir "toprak reformu''yapmayı
amaçladığı bu yasaya Meclis içinde karşı çıkanlar
arasında Adnan Menderes, Emin Sazak, Cavit Oral ve
Fevzi L. Karaosmanoğlu gibi büyük toprak sahibi
tanınmış politikacılar vardı. Meclis'te dolayısıyla
CHP içinde meydana gelen bölünmeyi durdurmak için
Cumhurbaşkanı İ. İnönü, anılan toprak reformu
yasasını uygulayacak Tarım Bakanlığına Cavit Oral'ı
getirdi. Adana'nın büyük toprak sahiplerinden biri
olduğu bilinen bir politikacıyı bakan yaparak İ.
İnönü, fiilen yasanın uygulanmasını durdurmuş
oluyordu.
Ş.S. Aydemir "İkinci Adam" kitabında şu önemli
tespiti yapıyor: "Türkiye'de köy, köylü ve tarımsal
yapı sorunları bir bütün olarak hiçbir zaman ne ele
alınmış ne düşünülmüş ne hareket adamı bulmuştur.
Bu Atatürk devrinde olduğu gibi İsmet İnönü'nün
Cumhurbaşkanlığı zamanında da böyle oldu". Kısacası
Türkiye toprak bolluğu içinde toprak açlığı yaşayan
bir ülke durumunda kalmıştı.
Muhalefet yaparak güçlendiklerini ve sivrildiklerini
gören a-nılan milletvekilleri, bütçe görüşmeleri
sırasında (12 Haziran 1945'te) "dörtlü takrir" diye
bilinen önergeyi vererek Hükümet'i, dolaylı olarakta
CHP üst yönetimini eleştirmeye devam ettiler.
Önergeyi imzalayanlar Celal Bayar, Adnan Menderes,
Fuat Köprülü ve Refik Koraltan gibi tanınmış
politikacılardı. Önergenin görüşülmesi Parti
yönetimince kabul edilmeyince, bu kez basın yoluyla
ağır eleştirilere giriştiler. Parti yönetimi bu
yazılardan dolayı A. Menderes, F. Köprülü'yü
partiden ihraç etti. Bu ihraç kararına karşı çıkan
R. Koraltan ve C. Bayar da partiden istifa etti.
Ülkede her türlü yokluğun, kıtlığın ve yoksulluğun
nedenini "devletçilik" t bağlayan bu dört
politikacı, hem yoksul halk kitlelerinden hem de
"savaş zenginleri''nden gördükleri büyük desteği
dikkate alarak, Demokrat Parti'yi (7 Ocak 1946)
kurdular. Celal Bayar başkan seçildi. Kurucular,
parti programlarında "İktisadi Devletçilik" a yer
vermediler. KİT'lerin özelleştirileceği, memurlara
sendika kurma, işçilere grev hakkı vereceklerini
ilan ettiler. Hükümet, kamuoyunun tavrını dikkate
alarak siyasî, sosyal ve iktisadi alanda ardarda
bireysel özgürlükleri arttıran kararlar aldı. Bu
arada genel seçimler bir yıl öne alınarak 21 Temmuz
1946'da yapıldı. Seçimler sonunda 465
milletvekilliğinden 62'sini Demokrat Parti kazandı.
Böylece ülkede yasal olarak çok partili siyasal
yaşam başlamış oldu.
Demokrat Parti'den önce 18 Temmuz 1945'de
başkanlığını Cumhuriyet döneminin en ünlü müteahhidi
olan Nuri Demirağ'ın yaptığı anti-devletçi Milli
Kalkınma Partisi kurulmuştu. Ancak yerel ve genel
seçimlerde bu ilk muhalefet partisi başarılı
olamadı.
Seçim sonrasında Ş. Saraçoğlu Hükümeti istifa etti,
yerine Recep Peker Hükümeti kuruldu. Peker Hükümeti
dünyada meydana gelen yeni siyasî, askerî ve
ekonomik dengeleri de dikkate alarak, ülkenin dış
ekonomik ilişkilerinde ve sanayileşme hedeflerinde
yeni düzenlemelere girişti. Önce gerçekçi bir kur
politikası arayışı içinde, (7 Eylül 1946'da) Türk
Lirası, ABD doları karşısında %50 oranında devalüe
edildi. Bir ABD doları 280 kuruş oldu. Bu yüksek
oranlı devalüasyon, talep enflasyonundan kaçan
ülkeyi, bu kez maliyet enflasyonun baskısı altına
soktu. İthalatta hızlı artışa bağlı olarak dış
ticaret açığı kalıcı bir nitelik kazandı.
Piyasalarda durgunluk ve daralma başgösterdi. Daha
önce hazırlanmış planda yer alan ağır sanayi yatırım
projeleri rafa kaldırıldı. İç ve dış büyük sermaye
çevrelerinin tepkisini almayacak yeni bir plan
hazırlığına girişildi. Hazırlanan planda dış
finansman ihtiyacının ABD'den sağlanacak yardımlarla
karşılanacağı öngörülüyordu. (İktisat Tarihi)
1- Türkiye'nin Batı'ya Açılması
Stalin yorgun Batı dünyası karşısında Doğu Avrupa'yı
ele geçirdikten sonra, 1945 Aralık ayında Kars ve
Ardahan'ı istedi. 17 Ağustos 1946'da Boğazlar
statüsünün yeniden görüşülmesini istedi. Bu durum
Türkiye'yi Batı'ya özellikle ABD'ye yakınlaşmaya
götürdü.
1946 yılında toplanan Uluslararası Para Fonu'nun ilk
genel kurulunda, "Keynes Planı" karşısında ABD Planı
'nın üstünlük sağlamasıyla, A.B.D. Doları
uluslararası ödemelerde belirleyici
para oldu. Doların değeri altına bağlanarak bir
ounce altın 35 Dolar ilişkisi kuruldu. Bu tarihte
dünya altın stokunun 3/4'ü ABD'nin elindeydi.
Dolayısıyla dünya ticareti ABD egemenliği altında ve
güdümünde gelişiyordu.
Türkiye, Bretton Woods Kararlan çerçevesinde
faaliyete geçen IMF'e (Uluslararası Para Fonu) 1947
yılında (5016 sayılı yasa) üye olmuştur.
ABD Başkanı Truman 12 Mart 1947'de yaptığı (Truman
Doktrini) konuşması sırasında, Türkiye ve
Yunanistan'a 400 milyon yardım yapılacağını
açıklamıştı. Türkiye'ye gelen Amerikalı uzmanlar
"devlet öncülüğünde planlı sanayileşme çalışmaları
olsa olsa S. Rusya'da olur" diyerek Türkiye'ye
iktisadi yardım yapılmasına gerek görmediler.
Truman'ın öngördüğü yardımın 300 milyon doları
Yunanistan'a verilirken, Türkiye'ye de 100 milyon
Dolarlık askerî teçhizat kredisi açıldı. Muhalefet
bu fırsatı değerlendirerek CHP'yi ve Hükümeti
eleştirmeye, hatta suçlamaya girişti.
ABD Dışişleri Bakanı General Marshall, 1947 yılının
Haziran ayında Harvard'da yaptığı konuşmada,
ülkesinin karşılıksız olarak Batı Avrupa Ülkelerine
yardıma hazır olduğunu, işin koordinasyonunu,
sağlayacak bir örgüt etrafında toplanılmasını
istediklerini açıkladı. Bu öneriyi yerinde bulan
Türkiye dahil 16 Batı Avrupa Ülkesi 16 Nisan 1948
tarihinde, Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkila-tı'nı
kurdular. Bu örgüt, Savaş'ta büyük zarar görmüş
ülkelerin yeniden imarı yönünde ABD yardımlarını
(Marshall Yardımı) düzenlemek ve üye ülkeler
arasında iktisadi işbirliğini sağlamak gayesiyle
1948-1961 yılları arasında başarılı çalışmalar
yaptı. 30 Eylül 1961'de statüsü değiştirilen örgüte,
ABD, Kanada ve Japonya da tam üye olarak katıldı.
Yeni adı İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü
(OECD) oldu. Bu tarihten sonra geri kalmış ülkelerin
sorunlarına yakın bir ilgi başladı. Halen 21 üyesi
olan örgütün en üst düzey organı Maliye
Bakanlarından oluşan Konsey'dir.
Marshall Planı "boğulmakta olan Avrupa'ya atılan bir
cankurtaran simitidir." Türkiye, bu plan
çerçevesinde 1947-48 döneminde 100 milyon askerî
yardım aldıktan sonra, 1948-52 döneminde de 175
milyon dolar doğrudan, 176 milyon da dolaylı olmak
üzere toplam 351 milyon dolar kredi sağladı.
Doğrudan olan ABD piyasasından, dolaylı olan da
Teşkilata üye olan ülkelerden yapılacak ithalat
için kullanıldı. Bu gelişme Türkiye'nin dış
ticaretinde ABD'nin payının hızla artmasına ve
1950'li yıllarda hızlanarak devam etmesine yol açtı.
Ayrıca Marshall Planı Özel Teşebbüs Fonu'ndan
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası proje, Karayolları
Genel Müdürlüğü malzeme ve eğitim, Devlet Su İşleri
teçhizat ve Elektrik Etüd İdaresi sondaj makinesi
kredisi kullanmıştır.
2. Devletçilik Çöküyor
Gerek 1946 devalüasyonu ve gerekse büyük sermaye
çevrelerine verilen tavizler, R. Peker Hükümetinin
aradığı desteği bulmasına yetmedi. Bir kere dış
ticaret açık vermeye başladı. ABD'den beklenen
yardım sağlanmadı. Muhalefet eleştirilerini giderek
a-ğırlaştırdı. Bir de Cumhurbaşkanının 12 Temmuz
1947 ünlü beyannamesini yayınlayıp hükümetin
prestijini sarsacak nitelikte muhalefete güvence
vermesi, Peker Hükümeti'nin istifasına yetti. 10
Eylül 1947'de Hükümeti Hasan Saka kurdu. Saka
Hükümeti Marshall Programı'ndan yararlanarak ülkede
karayolları yapımı ve tarımda makinalaşmayı içeren
bir çalışma başlattı. Hükümet'in bu tutumu
Amerikalıların desteğini sağladı. Hükümet alt yapı
yatırımlarına ağırlık verdiğini, bu nedenle kamuya
ait bazı tekstil fabrikalarını özel sektöre
satabileceğini gösteren çalışmalar başlattı.
Eylül 1948'de, Ahmet Hamdi Başar'in başkanı olduğu
İstanbul Tüccar Derneği'nin öncülüğünde,
İstanbul'da Türkiye İktisat Kongresi toplandı.
İstanbul basını ve öğretim üyelerinin' yakın ilgi ve
desteğini gören Kongrede "özel sektör yeterince
güçlendiği için devletçiliğin artık işlevini
yitirdiği, devletçi yaklaşımın sürdürülmesinin
Türkiye 'nin iktisadi çıkarlarını zedeleyeceği" öne
sürüldü. Anti-devletçi akımlar toplumun her
kesiminde ve ülkenin her yerinde Demokrat Parti
etrafında toplandıkça, Hükümet iş yapamaz hale
gelmişti. Bu baskı ve karşı koymalara dayanamayan H.
Saka Hükümeti 15 Ocak 1949'da istifa etti. C.H.P.,
Kemal Atatürk'ün önderliğinde Ulusal Kurtuluş
Savaşını yürüten ve Ulusal Egemenliği sağlayan
Anadolu ve Rumeli Müdafaaî Hukuk Cemiyeti'nin bir
siyasî parti haline gelmesinden doğmuştu. CHP'nin 27
yıllık yönetiminin son Hükümetini Şemsettin Günaltay
kurdu. Artık ülkede iktisadi konular ve hedefler
değil, siyasî reformlar ve hedefler
tartışılmaktadır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün
"çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiye" geçişi
kolaylaştıracak yasaların çıkarılmasını
istemesiyle, 16 Şubat 1950'deyeni seçim kanunu
Meclis'te kabul edildi. Üç ay sonra 14 Mayıs
1950'de, ülkede gerçek anlamda dürüst ve demokratik
bir genel seçim yapıldı. Oyların %53'ünü alan
Demokrat Parti tek başına iktidar oldu. Kurtuluş
Savaşından beri ülkeyi yöneten CHP, halkın oylarıyla
(ak devrim) iktidardan düşürülmüştü. Böylece halkın
çok büyük çoğunluğunun desteğiyle başlayan
"Devletçilik" dönemi önce duraklama, sonrada çökme
sürecine girmiştir. Bu gelişmede DP'nin 1946'dan
itibaren yürüttüğü anti-devletçi propagandaların
çok etkili olduğunu hatırlamak gerekir. Ancak DP
sözcüleri Devletçilik döneminin baş mimarlarından
birinin, İktisat Vekili ve başbakan olarak görev
yapan Celal Bayar olduğunu hep görmezlikten
geldiler.
Tablo
X-
Devletçiliğin Son Dönemi (1946-1950)
Yıllar |
Büyüme Hızı |
Enflasyon Oranı |
1946 |
31,9 |
104,4 |
1947 |
4,2 |
1,1 |
1948 |
15,9 |
7,5 |
1949 |
-5,0 |
8,0 |
1950 |
9,4 |
-10,2 |
Burada önemli bir tespit yapmak zorundayız. II.
Dünya Sava-şı'ndan sonra dünyada uluslararası
ilişkilerde köklü değişiklikler olurken, iktisat
biliminde Keynesgil yaklaşımın uygulamaya
yansımasıyla, Batı ülkeleri ekonomik darboğazları
kısa sürede aşmayı başarmışlardı. Özellikle yurtiçi
efektif talep veya toplam harcama düzeyini
yükselterek işsizliği önlemişler ve istikrar içinde
büyüme sürecine girerek refahlarını arttırmışlardı.
Bu önemli sonucu, eski alışkanlıkları olan
"emperyalist ve sömürgeciliğe " gerek kalmadan
sağlamışlardır. Batı Avrupa ülkeleri bu başarıya
devletin yol göstericiliği veya düzenleyiciliği
görevini üstlenmesiyle ulaşmıştır. Örneğin Fransa,
iktisat biliminde "yol gösterici planlama"
uygulamasının ilk örneğini vererek 1947-1953
yıllarını kapsayan ve hazırlayıcısı J.Monnet'nin
adını taşıyan "Monnet Planı" uygulamaya koydu.
Benzer uygulama diğer Avrupa ülkelerinde de
görüldü. Amaç, ekonominin makro dengelerini korumak
ve gerekli yönlendirici önlemleri, tüm çıkar
çevreleri ile işbirliği yaparak zamanında almak...
Oysa bu dönemde Türkiye'de devleti, kamu
kuruluşlarını, kamu görevlilerini suçlamak ve onları
iş yapamaz hale getirmek modası vardı.
Atatürk sonrasında devlet adamlarının ve
bürokratların yanlışları ve kusurları yanında, II.
Dünya Savaşı'nın yarattığı iktisadi bunalım, çok
partili dönemle birlikte " Devletçilik"
q karşı
güçlerin örgütlenmesine ve güçlenmesine olanak
verdi. Halkın büyük çoğunluğunu oluşturan köylü ve
esnaf, ülkede başlatılan hızlı sanayileşme
sürecinin kendi çıkarlarına ters düştüğü inanıcıyla
davranırken, "savaş zenginleri" büyük tüccarlar ve
üreticiler de devleti rakip görüyorlardı. Böylece
ortaya çıkan büyük güç ve siyasî kadro, yanlışları
düzeltmek yerine, sistemi değiştirmeyi tercih etti.
CHP döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da toprak
reformu yapılmalıydı. Yönündeki eleştirilere İsmet
İnönü şöyle cevap veriyor: "Devletin zamana ihtiyaç
gösteren altyapı tesislerini de tamamlamaya
çalışıyorduk. Mali ve iktisadi bakımdan şartlar
hazırlandıkça, demiryolları inşa edildikçe ıslahat
ilerliyordu. 1950'de iktidardan çekildiğimiz zaman
Doğu için ayrı bir kalkınma planı hazırlığına
girişmiştik."
1940'lı yılların sonunda özel sektör tekstil
sanayiinde (küçük ölçekli) başarılı yatırımlar
gerçekleştirdi. Ayrıca ticaret ve bankacılık
alanlarında yeni örgütlenmelere giriştiler ve
güçlendiler. Örneğin Yapı ve Kredi (1944), T.
Garanti (1946) ve Akbank (1948) gibi bankalar bu
dönemde faaliyete geçti. Ancak bu dönemde
gerçekleşen sınai yatırımların %90'ını Sümerbank
finanse etti. "Yerli Mallar Pazarı" Sümerbank'in
sınai ürünlerini yurt içinde tanıtmak ve dağıtmak
üzere 1940'lı yıllarda halkın ilgisini çeken
girişimlerdendir. Sümerbank, özellikle pamuklu
dokumada modern teknolojinin ülkeye getirilmesinde
ve bu alanda nitelikli mühendis, teknisyen ve işçi
yetişmesinde öncülük etmiştir.
CHP'nin son hükümetleri siyasal, ekonomik ve mali
tarihimizde yeni dönem başlatan yasalar çıkardılar.
Bunların başlıcaları şunlardır:
— Kurumlar Vergisi Kanunu (1949)
— Gelir Vergisi Kanunu (1949)
— Vergi Usul Kanunu (1949)
— Posta Kanunu(1950) gibi.
25 Ekim 1987 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde Vehbi KOÇ
şöyle diyor:
"Bu ülkede yaşayan herkes ve özel sektör, KİT'ler
sayesinde bugüne gelmiştir. KİT'ler yani İktisadi
Devlet Teşekkülleri olmasaydı. 1939-1945 arasındaki
II. Dünya Savaşı yılları bizim için inanılmayacak
kadar zor geçerdi. Bu kuruluşlar olmasaydı, neler
çekerdik, Allah bilir..."
Kurtuluş Savaşı'nda ve Türkiye Cumhuriyeti'nin
kuruluşunda Atatürk'ün yanında "İkinci Adam" olarak
görev yapan İsmet İnönü 14 Mayıs 1950'de halkının
çoğunluğunun isteğine uyarak iktidarı Demokrat Parti
yöneticilerine teslim etti. Erdal İnönü "Anılar ve
Düşünceler" kitabında, babasının şöyle söylediğini
yazıyor:
"Bütün siyasî ve askerî hayatımdaki vazifelerin hiç
birini kaale almadan diyebilirim ki, öldüğüm zaman
Türk Milletine iki eser bırakmış olacağım: Bunlardan
biri "Köy Okulları", diğeri de "Müteaddit
Partiler"dir". (Ekonomi Tarihi)
|