Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Devletçiliğin Gerileme Dönemi (1946-1950) 

İkinci Dünya Savaşı'nın bitmiş olduğu Mayıs 1945 günlerinde bütün dünya sevinç içinde çığlıklar atarken, Türkiye'de "siyasal güç" ile "ekonomik güç" arasındaki savaş yeni boyutlar kazan­mıştı. Ş. Saraçoğlu Hükümeti, gerek Meclis içinden ve gerekse Meclis dışından gelen karşı çıkmalara rağmen "Çiftçiyi Toprak­landırma Kanunu "nun çıkmasını sağlamıştı. Yasa, özel ormanların ve büyük toprak sahibi ailelerin arazilerinin bir kısmının kamulaş­tırılmasını öngörmekteydi. Bu topraklar topraksız çiftçi ailelerine tahsis edilecekti. Hükümetin ülkede bir "toprak reformu''yapmayı amaçladığı bu yasaya Meclis içinde karşı çıkanlar arasında Adnan Menderes, Emin Sazak, Cavit Oral ve Fevzi L. Karaosmanoğlu gibi büyük toprak sahibi tanınmış politikacılar vardı. Meclis'te dolayısıyla CHP içinde meydana gelen bölünmeyi durdurmak için Cumhurbaşkanı İ. İnönü, anılan toprak reformu yasasını uygulaya­cak Tarım Bakanlığına Cavit Oral'ı getirdi. Adana'nın büyük top­rak sahiplerinden biri olduğu bilinen bir politikacıyı bakan yaparak İ. İnönü, fiilen yasanın uygulanmasını durdurmuş oluyordu. 

Ş.S. Aydemir "İkinci Adam" kitabında şu önemli tespiti yapı­yor: "Türkiye'de köy, köylü ve tarımsal yapı sorunları bir bütün olarak hiçbir zaman ne ele alınmış ne düşünülmüş ne hareket ada­mı bulmuştur. Bu Atatürk devrinde olduğu gibi İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı zamanında da böyle oldu". Kısacası Türkiye toprak bolluğu içinde toprak açlığı yaşayan bir ülke durumunda kalmıştı.

Muhalefet yaparak güçlendiklerini ve sivrildiklerini gören a-nılan milletvekilleri, bütçe görüşmeleri sırasında (12 Haziran 1945'te) "dörtlü takrir" diye bilinen önergeyi vererek Hükümet'i, dolaylı olarakta CHP üst yönetimini eleştirmeye devam ettiler. Önergeyi imzalayanlar Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köp­rülü ve Refik Koraltan gibi tanınmış politikacılardı. Önergenin görüşülmesi Parti yönetimince kabul edilmeyince, bu kez basın yoluyla ağır eleştirilere giriştiler. Parti yönetimi bu yazılardan dolayı A. Menderes, F. Köprülü'yü partiden ihraç etti. Bu ihraç kararına karşı çıkan R. Koraltan ve C. Bayar da partiden istifa etti. Ülkede her türlü yokluğun, kıtlığın ve yoksulluğun nedenini "dev­letçilik" t bağlayan bu dört politikacı, hem yoksul halk kitlelerin­den hem de "savaş zenginleri''nden gördükleri büyük desteği dik­kate alarak, Demokrat Parti'yi (7 Ocak 1946) kurdular. Celal Bayar başkan seçildi. Kurucular, parti programlarında "İktisadi Devletçilik" a yer vermediler. KİT'lerin özelleştirileceği, memurla­ra sendika kurma, işçilere grev hakkı vereceklerini ilan ettiler. Hükümet, kamuoyunun tavrını dikkate alarak siyasî, sosyal ve iktisadi alanda ardarda bireysel özgürlükleri arttıran kararlar aldı. Bu arada genel seçimler bir yıl öne alınarak 21 Temmuz 1946'da yapıldı. Seçimler sonunda 465 milletvekilliğinden 62'sini Demokrat Parti kazandı. Böylece ülkede yasal olarak çok partili siyasal yaşam başlamış oldu. 

Demokrat Parti'den önce 18 Temmuz 1945'de başkanlığını Cumhuriyet döneminin en ünlü müteahhidi olan Nuri Demirağ'ın yaptığı anti-devletçi Milli Kalkınma Partisi kurulmuştu. Ancak yerel ve genel seçimlerde bu ilk muhalefet partisi başarılı olamadı. 

Seçim sonrasında Ş. Saraçoğlu Hükümeti istifa etti, yerine Recep Peker Hükümeti kuruldu. Peker Hükümeti dünyada meyda­na gelen yeni siyasî, askerî ve ekonomik dengeleri de dikkate ala­rak, ülkenin dış ekonomik ilişkilerinde ve sanayileşme hedeflerin­de yeni düzenlemelere girişti. Önce gerçekçi bir kur politikası ara­yışı içinde, (7 Eylül 1946'da) Türk Lirası, ABD doları karşısında %50 oranında devalüe edildi. Bir ABD doları 280 kuruş oldu. Bu yüksek oranlı devalüasyon, talep enflasyonundan kaçan ülkeyi, bu kez maliyet enflasyonun baskısı altına soktu. İthalatta hızlı artışa bağlı olarak dış ticaret açığı kalıcı bir nitelik kazandı. Piyasalarda durgunluk ve daralma başgösterdi. Daha önce hazırlanmış planda yer alan ağır sanayi yatırım projeleri rafa kaldırıldı. İç ve dış büyük sermaye çevrelerinin tepkisini almayacak yeni bir plan hazırlığına girişildi. Hazırlanan planda dış finansman ihtiyacının ABD'den sağlanacak yardımlarla karşılanacağı öngörülüyordu. (İktisat Tarihi) 

1- Türkiye'nin Batı'ya Açılması 

Stalin yorgun Batı dünyası karşısında Doğu Avrupa'yı ele ge­çirdikten sonra, 1945 Aralık ayında Kars ve Ardahan'ı istedi. 17 Ağustos 1946'da Boğazlar statüsünün yeniden görüşülmesini iste­di. Bu durum Türkiye'yi Batı'ya özellikle ABD'ye yakınlaşmaya götürdü. 

1946 yılında toplanan Uluslararası Para Fonu'nun ilk genel kurulunda, "Keynes Planı" karşısında ABD Planı 'nın üstünlük sağlamasıyla, A.B.D. Doları uluslararası ödemelerde belirleyici para oldu. Doların değeri altına bağlanarak bir ounce altın 35 Do­lar ilişkisi kuruldu. Bu tarihte dünya altın stokunun 3/4'ü ABD'nin elindeydi. Dolayısıyla dünya ticareti ABD egemenliği altında ve güdümünde gelişiyordu. 

Türkiye, Bretton Woods Kararlan çerçevesinde faaliyete ge­çen IMF'e (Uluslararası Para Fonu) 1947 yılında (5016 sayılı yasa) üye olmuştur. 

ABD Başkanı Truman 12 Mart 1947'de yaptığı (Truman Doktrini) konuşması sırasında, Türkiye ve Yunanistan'a 400 mil­yon yardım yapılacağını açıklamıştı. Türkiye'ye gelen Amerikalı uzmanlar "devlet öncülüğünde planlı sanayileşme çalışmaları olsa olsa S. Rusya'da olur" diyerek Türkiye'ye iktisadi yardım yapıl­masına gerek görmediler. Truman'ın öngördüğü yardımın 300 milyon doları Yunanistan'a verilirken, Türkiye'ye de 100 milyon Dolarlık askerî teçhizat kredisi açıldı. Muhalefet bu fırsatı değer­lendirerek CHP'yi ve Hükümeti eleştirmeye, hatta suçlamaya gi­rişti. 

ABD Dışişleri Bakanı General Marshall, 1947 yılının Haziran ayında Harvard'da yaptığı konuşmada, ülkesinin karşılıksız olarak Batı Avrupa Ülkelerine yardıma hazır olduğunu, işin koordinasyo­nunu, sağlayacak bir örgüt etrafında toplanılmasını istediklerini açıkladı. Bu öneriyi yerinde bulan Türkiye dahil 16 Batı Avrupa Ülkesi 16 Nisan 1948 tarihinde, Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkila-tı'nı kurdular. Bu örgüt, Savaş'ta büyük zarar görmüş ülkelerin yeniden imarı yönünde ABD yardımlarını (Marshall Yardımı) düzenlemek ve üye ülkeler arasında iktisadi işbirliğini sağlamak gayesiyle 1948-1961 yılları arasında başarılı çalışmalar yaptı. 30 Eylül 1961'de statüsü değiştirilen örgüte, ABD, Kanada ve Japon­ya da tam üye olarak katıldı. Yeni adı İktisadi İşbirliği ve Kalkın­ma Örgütü (OECD) oldu. Bu tarihten sonra geri kalmış ülkelerin sorunlarına yakın bir ilgi başladı. Halen 21 üyesi olan örgütün en üst düzey organı Maliye Bakanlarından oluşan Konsey'dir. 

Marshall Planı "boğulmakta olan Avrupa'ya atılan bir can­kurtaran simitidir." Türkiye, bu plan çerçevesinde 1947-48 döne­minde 100 milyon askerî yardım aldıktan sonra, 1948-52 döne­minde de 175 milyon dolar doğrudan, 176 milyon da dolaylı olmak üzere toplam 351 milyon dolar kredi sağladı. Doğrudan olan ABD piyasasından, dolaylı olan da Teşkilata üye olan ülkelerden yapıla­cak ithalat için kullanıldı. Bu gelişme Türkiye'nin dış ticaretinde ABD'nin payının hızla artmasına ve 1950'li yıllarda hızlanarak devam etmesine yol açtı. Ayrıca Marshall Planı Özel Teşebbüs Fonu'ndan Türkiye Sınai Kalkınma Bankası proje, Karayolları Genel Müdürlüğü malzeme ve eğitim, Devlet Su İşleri teçhizat ve Elektrik Etüd İdaresi sondaj makinesi kredisi kullanmıştır. 

2. Devletçilik Çöküyor 

Gerek 1946 devalüasyonu ve gerekse büyük sermaye çevrele­rine verilen tavizler, R. Peker Hükümetinin aradığı desteği bulma­sına yetmedi. Bir kere dış ticaret açık vermeye başladı. ABD'den beklenen yardım sağlanmadı. Muhalefet eleştirilerini giderek a-ğırlaştırdı. Bir de Cumhurbaşkanının 12 Temmuz 1947 ünlü be­yannamesini yayınlayıp hükümetin prestijini sarsacak nitelikte muhalefete güvence vermesi, Peker Hükümeti'nin istifasına yetti. 10 Eylül 1947'de Hükümeti Hasan Saka kurdu. Saka Hükümeti Marshall Programı'ndan yararlanarak ülkede karayolları yapımı ve tarımda makinalaşmayı içeren bir çalışma başlattı. Hükümet'in bu tutumu Amerikalıların desteğini sağladı. Hükümet alt yapı yatı­rımlarına ağırlık verdiğini, bu nedenle kamuya ait bazı tekstil fab­rikalarını özel sektöre satabileceğini gösteren çalışmalar başlattı. 

Eylül 1948'de, Ahmet Hamdi Başar'in başkanı olduğu İstan­bul Tüccar Derneği'nin öncülüğünde, İstanbul'da Türkiye İktisat Kongresi toplandı. İstanbul basını ve öğretim üyelerinin' yakın ilgi ve desteğini gören Kongrede "özel sektör yeterince güçlendiği için devletçiliğin artık işlevini yitirdiği, devletçi yaklaşımın sürdürülmesinin Türkiye 'nin iktisadi çıkarlarını zedeleyeceği" öne sürüldü. Anti-devletçi akımlar toplumun her kesiminde ve ülkenin her ye­rinde Demokrat Parti etrafında toplandıkça, Hükümet iş yapamaz hale gelmişti. Bu baskı ve karşı koymalara dayanamayan H. Saka Hükümeti 15 Ocak 1949'da istifa etti. C.H.P., Kemal Atatürk'ün önderliğinde Ulusal Kurtuluş Savaşını yürüten ve Ulusal Egemen­liği sağlayan Anadolu ve Rumeli Müdafaaî Hukuk Cemiyeti'nin bir siyasî parti haline gelmesinden doğmuştu. CHP'nin 27 yıllık yönetiminin son Hükümetini Şemsettin Günaltay kurdu. Artık ül­kede iktisadi konular ve hedefler değil, siyasî reformlar ve hedefler tartışılmaktadır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün "çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiye" geçişi kolaylaştıracak yasaların çıkarıl­masını istemesiyle, 16 Şubat 1950'deyeni seçim kanunu Meclis'te kabul edildi. Üç ay sonra 14 Mayıs 1950'de, ülkede gerçek anlam­da dürüst ve demokratik bir genel seçim yapıldı. Oyların %53'ünü alan Demokrat Parti tek başına iktidar oldu. Kurtuluş Savaşından beri ülkeyi yöneten CHP, halkın oylarıyla (ak devrim) iktidardan düşürülmüştü. Böylece halkın çok büyük çoğunluğunun desteğiyle başlayan "Devletçilik" dönemi önce duraklama, sonrada çökme sürecine girmiştir. Bu gelişmede DP'nin 1946'dan itibaren yürüt­tüğü anti-devletçi propagandaların çok etkili olduğunu hatırlamak gerekir. Ancak DP sözcüleri Devletçilik döneminin baş mimarla­rından birinin, İktisat Vekili ve başbakan olarak görev yapan Celal Bayar olduğunu hep görmezlikten geldiler. 

Tablo X- Devletçiliğin Son Dönemi (1946-1950) 

Yıllar

Büyüme Hızı

Enflasyon Oranı

1946

31,9

104,4

1947

4,2

1,1

1948

15,9

7,5

1949

-5,0

8,0

1950

9,4

-10,2

Burada önemli bir tespit yapmak zorundayız. II. Dünya Sava-şı'ndan sonra dünyada uluslararası ilişkilerde köklü değişiklikler olurken, iktisat biliminde Keynesgil yaklaşımın uygulamaya yan­sımasıyla, Batı ülkeleri ekonomik darboğazları kısa sürede aşmayı başarmışlardı. Özellikle yurtiçi efektif talep veya toplam harcama düzeyini yükselterek işsizliği önlemişler ve istikrar içinde büyüme sürecine girerek refahlarını arttırmışlardı. Bu önemli sonucu, eski alışkanlıkları olan "emperyalist ve sömürgeciliğe " gerek kalmadan sağlamışlardır. Batı Avrupa ülkeleri bu başarıya devletin yol göste­riciliği veya düzenleyiciliği görevini üstlenmesiyle ulaşmıştır. Örneğin Fransa, iktisat biliminde "yol gösterici planlama" uygu­lamasının ilk örneğini vererek 1947-1953 yıllarını kapsayan ve hazırlayıcısı J.Monnet'nin adını taşıyan "Monnet Planı" uygula­maya koydu. Benzer uygulama diğer Avrupa ülkelerinde de görül­dü. Amaç, ekonominin makro dengelerini korumak ve gerekli yönlendirici önlemleri, tüm çıkar çevreleri ile işbirliği yaparak zamanında almak... Oysa bu dönemde Türkiye'de devleti, kamu kuruluşlarını, kamu görevlilerini suçlamak ve onları iş yapamaz hale getirmek modası vardı. 

Atatürk sonrasında devlet adamlarının ve bürokratların yan­lışları ve kusurları yanında, II. Dünya Savaşı'nın yarattığı iktisadi bunalım, çok partili dönemle birlikte " Devletçilik" q karşı güçlerin örgütlenmesine ve güçlenmesine olanak verdi. Halkın büyük ço­ğunluğunu oluşturan köylü ve esnaf, ülkede başlatılan hızlı sana­yileşme sürecinin kendi çıkarlarına ters düştüğü inanıcıyla davra­nırken, "savaş zenginleri" büyük tüccarlar ve üreticiler de devleti rakip görüyorlardı. Böylece ortaya çıkan büyük güç ve siyasî kad­ro, yanlışları düzeltmek yerine, sistemi değiştirmeyi tercih etti. 

CHP döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da toprak re­formu yapılmalıydı. Yönündeki eleştirilere İsmet İnönü şöyle ce­vap veriyor: "Devletin zamana ihtiyaç gösteren altyapı tesislerini de tamamlamaya çalışıyorduk. Mali ve iktisadi bakımdan şartlar hazırlandıkça, demiryolları inşa edildikçe ıslahat ilerliyordu. 1950'de iktidardan çekildiğimiz zaman Doğu için ayrı bir kalkın­ma planı hazırlığına girişmiştik." 

1940'lı yılların sonunda özel sektör tekstil sanayiinde (küçük ölçekli) başarılı yatırımlar gerçekleştirdi. Ayrıca ticaret ve banka­cılık alanlarında yeni örgütlenmelere giriştiler ve güçlendiler. Ör­neğin Yapı ve Kredi (1944), T. Garanti (1946) ve Akbank (1948) gibi bankalar bu dönemde faaliyete geçti. Ancak bu dönemde ger­çekleşen sınai yatırımların %90'ını Sümerbank finanse etti. "Yerli Mallar Pazarı" Sümerbank'in sınai ürünlerini yurt içinde tanıtmak ve dağıtmak üzere 1940'lı yıllarda halkın ilgisini çeken girişimler­dendir. Sümerbank, özellikle pamuklu dokumada modern teknolo­jinin ülkeye getirilmesinde ve bu alanda nitelikli mühendis, teknis­yen ve işçi yetişmesinde öncülük etmiştir.

CHP'nin son hükümetleri siyasal, ekonomik ve mali tarihi­mizde yeni dönem başlatan yasalar çıkardılar. Bunların başlıcaları şunlardır: 

— Kurumlar Vergisi Kanunu (1949)

— Gelir Vergisi Kanunu (1949)

— Vergi Usul Kanunu (1949)

— Posta Kanunu(1950) gibi. 

25 Ekim 1987 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde Vehbi KOÇ şöyle diyor:

"Bu ülkede yaşayan herkes ve özel sektör, KİT'ler sa­yesinde bugüne gelmiştir. KİT'ler yani İktisadi Devlet Te­şekkülleri olmasaydı. 1939-1945 arasındaki II. Dünya Sa­vaşı yılları bizim için inanılmayacak kadar zor geçerdi. Bu kuruluşlar olmasaydı, neler çekerdik, Allah bilir..."

Kurtuluş Savaşı'nda ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda Atatürk'ün yanında "İkinci Adam" olarak görev yapan İsmet İnönü 14 Mayıs 1950'de halkının çoğunluğunun isteğine uyarak iktidarı Demokrat Parti yöneticilerine teslim etti. Erdal İnönü "Anılar ve Düşünceler" kitabında, babasının şöyle söylediğini yazıyor: 

"Bütün siyasî ve askerî hayatımdaki vazifelerin hiç birini kaale almadan diyebilirim ki, öldüğüm zaman Türk Milletine iki eser bırakmış olacağım: Bunlardan biri "Köy Okulları", diğeri de "Müteaddit Partiler"dir". (Ekonomi Tarihi)

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005