|
İkinci Dünya Savaşı Yıllarında ve
Sonrasında Ekonomik Durum
1930'lu yılların başından itibaren Japonya, İtalya
ve Almanya hızla silahlanmaya başladı. Önce Japonya
1931'de Mançurya'yı, 1937'de de Çin'i işgal etti.
Sonra İtalya 1936'da Habeşistan'ı ele geçirdi.
Arkadan dünyayı ele geçirme hayalleri içinde olan
Hitler'e sıra geldi. Mart 1938'de Avusturya'nın Nazi
Başkanının çağrısı üzerine, Alman Nazi Ordusu bu
ülkeye girdi. Eylül 1938'de Almanlar
Çekoslovakya'nın bir kısmını işgal ettiler. 14 Mart
1939'da tamamını ele geçirdiler. Almanya ve İtalya
"mihver devletler" cephesini kurdular. Almanlar
savaş ilan etmeden, 1 Eylül 1939'da Polonya'ya
girdiler. Polonya karşı koyunca II. Dünya Savaşı
başladı. Polonya ile yardım anlaşması imzalamış
bulunan İngiltere ve Fransa da Almanya'ya savaş ilan
ettiler. Almanlar Polonya'yı Ruslar ile paylaşırken,
Amerikalılar tarafsızlıklarını ilan ettiler. Fakat
ABD'nin tarafsızlığı kısa sürdü. Önce Eylül 1940'ta
Japonya, Almanya ve İtalya arasında karşılıklı
askerî yardımlaşmayı öngören üçlü "mihfer" anlaşması
imzalandı. Sonra 7 Aralık 1941 sabahı Japonlar 360
uçakla ABD'nin Pasifik'teki deniz ve hava üssüne
saldırdılar. İki saat içinde 14 savaş gemisini
hatırdılar, 350 uçağı parçaladılar ve 3600 askeri
öldürdüler. ABD hem Japonya hem de Almanya ile
savaşmak ve Japonya'yı durdurmak için ise 6 ve 9
Ağustos 1945 Hiroşima ve Nagasaki'ye atom bombası
atmak zorunda kaldı. 2 Eylül'de Japonya teslim oldu.
Savaş ABD'yi tek güç haline getirirken bu ülkenin
parası da a-nahtar para durumuna geldi. Avrupa'daki
faşist yönetimlerin baskısından kaçan Musevi
kökenli bilim adamları ABD'nin bilim ve teknoloji
alanında da önder ülke olmasına büyük katkı
sağladılar.
Almanlar Yugoslavya ve Yunanistan'ı ele geçirip
Türkiye sınırına kadar gelmiş olmalarına rağmen,
Türkiye bu büyük Savaşın dışında kalmayı
başarmıştır. Dünya tarihinde eşi görülmemiş düzeyde
asker ve. sivilin ölümüne yol açan bu savaşta
Türkiye insan kaybetmemiştir. Türkiye 23 Şubat
1945'te Almanya'ya savaş ilan etti. Hitler 30 Nisan
1945'te intihar etti. 7 Mayıs 1945'te Almanya teslim
oldu. Kesin olmamakla birlikte 7 milyonu
Almanya'daki kamplarda olmak üzere 50 milyon
civarında insan öldü. Birinci sırada 20 milyonla S.
Rusya, sonra 8 milyon ile Çin, 5 milyon ile Polonya
ve 4,5 milyon ile de Almanya...
Şimdi kısa başlıklar halinde önce Savaş yıllarında
(1939-1945), ardından Savaş sonrası dönemde
(1945-1950) Türkiye'de ekonomik olayları ve
sonuçlarını değerlendirmeye çalışacağız.
Devletçiliğin Duraklama Yılları (1939-1945)
Dünyada sıcak savaşın adım adım ilerlediği günlerde
Türk ulusu, 10 Kasım 1938'de Büyük Kurtarıcı'sini
kaybetmişti. Ülke son sekiz yılda Devlet öncülüğünde
planlı sanayileşme uygulamasıyla tamamlanan bir
atılım göstermişti. Atatürk'ün rehberliğinde
siyasal, sosyal, kültürel ve iktisadi reformları
ardarda gerçekleştiren genç Türkiye Cumhuriyeti,
artık çağdaş uygarlık hedefine A-tatürk'süz yürümek
zorundaydı.
Atatürk
öldüğünde Celal Bayar Başbakandı. Türkiye Büyük
Millet Meclisi, oybirliği içinde Cumhurbaşkanlığına
İsmet İnönü'yü seçti. İnönü, Bayar Hükümetinin
göreve devam etmesini
istedi. Gerek iktidar partisi olan CHP içinde ve
gerekse kamuoyunda İnönü-Bayar beraberliğinin
zoraki olduğu biliniyordu. Nitekim 25.1.1939'da C.
Bayar, Hükümetin istifasını açıkladı. İnönü,
istifayı kabul ettikten sonra Sağlık Bakanı Dr.
Refik Saydam'ı hükümeti kurmakla görevlendirdi.
Saydam Hükümeti'nin programında üç ana konu ağırlık
taşımaktaydı. Demiryolu yapımının programa göre
devam ettirilmesi, Devletçilik ilkelerine bağlılığın
sürdürülmesi ve "denk bütçe politikası "nın
titizlikle uygulanması...
Bu arada 23 Haziran 1939'da Hatay'ın Türkiye'ye
katılmasıyla ülke yüzölçümü 767.119 km2,
nüfusu da (1940 sayımına göre) 17.820.950'ye
çıkmıştı.
Savaş ekonomisi nedeniyle iktisadi yatırımlar
durmuştu. Yine de 1932-1939 yılları arasında
Devletçilik uygulamaları çerçevesinde kamu iktisadi
kuruluşlarının sayısı 31'den lll'e çıkmıştı.
Avrupa'da savaş başlayınca, Türk hükümeti yaklaşık
bir milyon çalışma yaşındaki insanı silah altına
aldı. Bir yanda üretim faaliyetleri için yetişmiş
işgücü ve kaynak sıkıntısı artarken, diğer yandan
ülkenin tüketim harcamaları hızla yükseldi. Toplam
talep karşısında toplam arz yetersiz kalınca,
enflasyon oranındaki artış Hükü-met'in denetiminden
çıktı. 1929 Büyük Bunalımı'nın tersine, bu kez tarım
ürünleri fiyatları hızla yükselmeye başladı. Örneğin
buğdayın fiyatı 13,5 kuruştan 100 kuruşa,
zeytinyağı kilosu 85 kuruştan 350 kuruşa fırladı.
Fiyatlar genel endeksi 1938-1943 arasında 5 misli
yükseldi. 1940 yılında 17 milyon olan nüfusun %24'ü
kentlerde geri kalanı kırsal kesimde yaşıyordu.
İç fiyatlardaki bu artış, devletin her türlü tüketim
malları piyasalarında büyük miktarlarda ve hacimde
satın almalarda bulunmasının etkisiyle olmuştur.
Üreticiler ve toptancı büyük tüccarlar stokçuluk,
karaborsa gibi yollarla büyük kazançlar sağladılar.
TC Merkez Bankası, artan fiyatlar karşısında kamu
kuruluşlarının artan kredi ihtiyaçlarını karşılamak
için, kredi tahsislerini her yıl büyütmek zorunda
kalmıştır. 1938'de 89 milyon olan kredi hacmi
1944'te 773 milyona yükselmiştir. Buna bağlı olarak
para arzı da 219 milyondan 995 milyona çıkmıştır.
Atatürk ve İsmet İnönü'nün birlikte taviz vermeden
uyguladıkları "denk bütçe ve sağlam para'"
politikaları artık işlemez olmuştu.
1940 yılında İngiltere ile yapılan Ödemeler
Anlaşması ile Li-ra-Sterlin ilişkisi koşullara bağlı
olarak, sabit bir tanımla 1£=520 kuruş olarak
belirlendi. Ancak piyasa fiyatı bu resmi fiyatın çok
üstündeydi. Mayıs 1941'de bir altın lira 28 kağıt
lira idi. Cumhuriyet Altını savaş öncesinde 10,78
lira iken 1942'de 32 lira oldu.
Kısaca, bu savaşın doğurduğu olumsuz koşullar
nedeniyle 1938-1943 dönemini kapsayacak şekilde
hazırlanmış olan II. Beş Yıllık Sanayi Planı'nın
uygulamaya konması mümkün olmamıştır. Dolayısıyla
ülkede bu dönemde yatırımlar durmuş, üretim
kapasitesi yerinde saymıştır. İthalat zorluklan
nedeniyle bazı üretim dallarında üretim düşmüştür.
İşsizlik, askere alma yoluyla giderilmiştir.
Ord. Prof. Dr. Ö. C. Saraç'ın değerlendirmelerine
göre, savaş yıllarında CHP Hükümetleri'nin iki temel
iktisat politikası olmuştur: 1) Mal kıtlığının
doğurduğu sıkıntıları hafifletmek, 2) Bazı
kimselerin bu durumdan yararlanarak aşırı kazançlar
sağlamalarını önlemek... Bu iki ana hedefe varmak
için Devlet'in ekonomiye müdahaleleri artmıştır.
Refik Saydam Hükümeti'nin 1940 yılının başında (26
Ocak) yürürlüğe koyduğu "Millî Müdafaa Kanunu"
Hükümete ekonomi ve savunma alanında sınırsız
diyebileceğimiz yetkiler vermiştir. 1941 yılına
gelindiğinde Hükümet, bazı malların iç ve dış
alım-satımını yapmak üzere Ticaret Bakanlığı'na
bağlı olarak Ticaret Ofisi, ve Petrol Ofisi gibi
kuruluşları faaliyete geçirdi. Ticaret Ofisi gıda
ve temel tüketim malları, Petrol Ofisi ise petrol
ürünleri ticaretinde tam yetkili kuruluşlar haline
getirildiler.
Ayrıca 21 Mayıs 1941'de 4036 sayılı kanun ile Tütün,
Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel
Müdürlüğü kuruldu. Daha sonra bu kuruluşun adı Tekel
Genel Müdürlüğü olarak değiştirildi.
Zonguldak havzasındaki tüm kömür yatakları 1940
yılında millileştirilerek Etibank tarafından kurulan
Ereğli Kömür İşletme Müessesesi'ne devredilmiştir.
Aynı yıl içinde Raman'da petrol bulunması ülkeyi
sevince boğmuştur.
Hükümet dış politikada başarılı olup ülkeyi savaş
dışında tutarken, içerdi büyük tüccar ve büyük
çiftçilere karşı her türlü çareye başvurulduğu
halde, netice alamıyordu. Bu durumu Prof. Dr. Yahya
S. Tezel şöyle ifade ediyor: "Ardarda yayınlanan
kararnamelere adeta meydan okurcasına hızlanan
karaborsa ve ihtikar süreci Hükümet 'in
sıkıntılarını artırıyordu. Bir yandan temel tüketim
mallarında ciddi kıtlıklar içinde kalan geniş halk
yığınları sefalete itilirken, öte yandan büyük
vurgunların vurulması, yönetici kadronun bazı
kesimlerinin tüccarlar ve büyük toprak ağalarına
karşı tavır almalarına yol açtı. "
Köy okullarına öğretmen ve eğitmen yetiştirmek,
kırsal kesimin kalkınmasında etkin bir görev
üstlenmek üzere 17 Nisan 1940'da Köy Enstitüleri
(3803 sayılı kanun) kuruldu. Bu yeniliğin ve
gelişimin arkasında Cumhurbaşkanı İ. İnönü, Milli
Eğitim Bakanı H. A. Yücel ve eğitimci İ. H. Tonguç
vardı. Köy enstitüleri kuruldukları yörenin sosyo-ekonomik
yapısının değişmesinde belirleyici olmuşlardı.
Büyük kentlerden uzak kırsal bölgelerde kurulan bu
okullarda köy öğretmeni yetiştirmek ana hedef idi.
Enstitülerde ilkokuldan sonra 5 yıllık bir öğretim
programı uygulanmaktaydı. Bu süre içinde 114 hafta
"kültür", 58 hafta "tarım" ve 58 haftada "teknik"
derslere yer veriliyordu. Teknik dersler sanat ve
atölye dersleri olarak uygulamalı bir şekilde
yürütülüyordu. Bu enstitülerde toplam 15.000
öğretmen ve 2.000 kadarda sağlıkçı yetiştirildi.
H. Ali Yücel'den sonra Milli Eğitim Bakanı olan
Reşat Şemsettin Sirel zamanında önce bu
enstitülerin yüksek kısımları kapatıldı. Sonrada
teker teker enstitüler klasik öğretmen okullarına
dönüştürüldüler.
Savaşın üçüncü yılına, yani 1942 yılına
gelindiğinde, Türkiye'de büyük sermaye sahipleriyle
Hükümet arasındaki soğuk savaş yeni boyutlar
kazanmıştı. Özellikle, büyük halk çoğunluğunun temel
gıda maddesi olan ekmek üretim ve dağıtımında ortaya
çıkan yetersizlikleri ve karaborsayı gidermek için
1942 yılının Ocak ayında, önce Ankara'da hemen
ardından İstanbul'da ekmek karneye bağlandı.
Karneyle kişi başına 300 gr. ekmek alınabiliyordu.
Fakat durum hızla kötüleştiğinden Nisan ayından
itibaren miktar 175 gr'a indirildi. Bu durum 1 Eylül
1944 tarihine dek devam etti. Ekmek yanında çay ve
şeker kıtlığının ve karaborsasının da sürdüğünü
hatırlamalıyız.
Hükümet Milli Koruma Kanunu'nda gerekli düzeltmeleri
sağlayarak, sanayi kuruluşlarının neleri hangi
miktarlarda üreteceklerini ve tarımda büyük
çiftçilerin neler yetiştireceklerini belirlemeye
başlamıştır. Bu arada beklenmedik bir olay, Temmuz
1942'de Başbakan Refik Saydam'ın ölümü, hükümet
değişikliğine yol açtı. Yeni Başbakan Şükrü
Saraçoğlu ve yeni Ticaret Bakanı Behçet Uz, özel
sektörle ekonomik savaşı sürdürmek istemediklerini
göstermek için gıda ve tarım ürünleri piyasaları
üzerindeki Devlet denetimini asgariye indirdi. Fakat
özel sektör barıştan yana görünmedi ve fiyatlar
hızla tırmanmaya başladı. Bu gelişme karşısında
Devlet'in tepkisini Cumhurbaşkanı İ.İnönü 1942
yılında Meclisi açarken, şöyle dile getiriyordu:
"Şuursuz bir ticaret havası, haklı sebepleri çok
aşan bir pahalılık belası...Bulanık zamanı bir daha
ele geçmez fırsat sayan eski çiftlik ağası ve
elinden gelse teneffüs ettiğimiz havayı ticaret
metası yapmaya yeltenen gözü doymaz vurguncu
tüccar... büyük bir milletin hayatına küstah bir
surette kundak koymaya çalışmaktadır... "
1- Varlık Vergisi Öncesi ve Sonrası
Avrupa'da savaşan ülkelerde kamu ve özel sektörün
tam bir dayanışma ve işbirliği içinde olduğu
dönemde, belki de savaş dışında kaldığı için,
Türkiye'de bu iki kesim arasında 1942 yılının Kasım
ayında köprüler havaya uçuruldu! Cumhuriyet'in
ilanından beri ülke yönetimini elinde tutan CHP,
Meclis dışından gelen bu sert muhalefet karşısında
Başbakan Ş. Saraçoğlu'na destek vererek, 12 Kasım
1942 tarihinde 4305 sayılı "Varlık Vergisi" kanun
tasarısının kabulünü sağladı. Yasa olağanüstü
koşullar nedeniyle "...bir defaya mahsus" olarak
çıkarılmıştı. Verginin oranı ve matrahı kanunla
belirlenmiş bir "servet vergisi" idi. Başbakan Ş.
Saraçoğlu'na ve Maliye Bakanı Fuat Ağralı'ya göre
yasayla şu sonuçları almak amaçlanmıştı:
— Enflasyonla mücadele için tedavülden para çekmek,
— Savaş yıllarında "çokpara kazanmış olanlardan "
vergi almak,
— Devlet gelirlerini artırmak.
Bir başka gerekçeyi eski başbakanlardan ve o dönemin
CHP i-çinde görevli olan S.Hayri Ürgüplü anılarında
Başbakan ve Maliye Bakanı'ndan naklen şöyle
anlatıyor:
"İstiklal Savaşı'ndaki fedakârlığa benzer bir
fedakarlığın zorunlu olduğunu kesin bir dille ve
heyecanla belirttiler. İstiklal Savaşında işgal
altındaki İstanbul ve İzmir 'den gerekli yardım
alınamamıştır. Şimdi en büyük fedakârlık oralardan
gerekmektedir."
Yasa ile 15 günde 500 milyon TL toplanabileceği
öngörülmüştü. Vergisini zamanında ödemeyenler için
bedeni cezalar sözkonusu idi. Örneğin çeşitli kamu
altyapı yatırımlarda çalışma gibi. Bu uygulama
çerçevesinde İstanbul'dan Aşkale'ye çalışmaya
gönderilenler oldu. Yabancı devletlerin
vatandaşlarına tahakkuk ettirilen vergiye, ilgili
ülkeler itiraz etti. İstanbul'da yaşayan
yabancılara 80 milyon vergi kesildi, pazarlıklar
sonunda vergi miktarı 17 milyona indirildi.
Varlık Vergisiyle tahakkuk ettirilen vergiye itiraz
hakkı, temyiz yolu tanınmamıştı. Kimlerin ne kadar
vergi ödeyeceğine "Takdir Komisyonları" karar
veriyordu.
Bu vergi uygulamasıyla yaklaşık 3873'ü yabancı olan
toplam 114 bin yükümlüye, 465 milyon TL vergi
tahakkuk ettirildi. Ancak tahsilat 314 milyon TL
düzeyinde kaldı. Vergilendirilecek yükümlülerin
listesini Maliye Müfettişleri hazırladı. İstanbul'da
toplanan müfettişlerin başında Şevket Adalan,
yanında Sıtkı Yırcalı, Sait N. Ergin, Muhittin
Gürün, İhsan Baç, Bülent Yazıcı, Fazıl Ağan, Memduh
Aytür, Cahit Kayra gibi mali tarihimizde iz bırakan
isimler vardı. Büyük çoğunluğu azınlıklardan olmak
üzere, yükümlülerin %70'i İstanbullu idi. Bu durum,
özellikle İstanbul'da azınlıkların servetlerinin bir
kısmının Müslüman-Türk işadamlarının eline
geçmesine olanak verdi. Hükümet içten ve dıştan
gelen yoğun baskılar karşısında uygulamayı 1943
yılında durdurdu. Bu vergiyi ödeyen müslim ve gayri
müslim aileler, o günden itibaren CHP yönetimine
karşı bilinçli ve örgütlü mücadeleye girişti. Önce
bir muhalefet partisi olarak Demokrat Parti'nin
doğuşunda, sonra bu Partinin 1946, 1950 ve 1954
genel seçimlerinde başarılı olması için çalıştılar.
Vehbi Koç "Hayat Hikayem" adlı kitabında Varlık
Vergisi uygulamasında 600 bin TL ödediğini söylüyor.
Hükümet bütçe açığını Varlık Vergisi yoluyla elde
ettiği ek gelirlerle kapatamayınca sıkı para
politikasını bırakarak para basmaya girişti. Ülke
böylece Cumhuriyet Döneminde ilk kez enflasyon
süreciyle karşı karşıya kaldı. Bu süreç ülkede yeni
zenginlerin o zamanki deyimiyle "Hacı Ağaların"
ortaya çıkmasına olanak verdi.
1943 yılından Savaşın bittiği 5 Mayıs 1945 tarihine
kadar Türkiye'de bir yanda "savaş zenginleri''nin
sayısı artarken, diğer yanda halkın büyük çoğunluğu
yoksullaşmaya devam etti. Saraçoğlu Hükümeti, 1944
yılında "savaş sonrası kalkınma plan ve programı"mn
hazırlanmasına girişti. Hazırlanan rapor 7 Mayıs
1945'te Hükümetin onayına sonuldu. Rapor, savaş
ekonomisinden barış ekonomisine geçişi
kolaylaştıracak önlemler yanında, II. Sanayi
Plan'ında yer alan ana ilke ve hedeflere de yer
veriyordu. Ek olarak, ülke içinde bölgesel
uzmanlaşmayı ve enerji kaynaklarını sanayi
tesislerinin etrafında toplamayı öngörmekteydi. Bu
planın teknik çatısını "Kadro Hareketi''nin iki
önemli temsilcisi, Şevket S.Aydemir ile İsmail H.Tökin
kurmuştu. Birincisi Sanayi Tetkik Dairesi Başkanı,
ikincisiyse Sümerbank'ın müşaviriydi.
Savaş yıllan uygulamalarını değerlendiren İ.İNÖNÜ
şöyle diyor: "Devlederin iktisadi doktrinleri ne
olursa olsun, ister kapitalist, ister sosyalist
olsunlar "savaş ekonomisine" geçince ekmeği vesika
ile dağıtmaya başlıyorlar. Bizde öyle yaptık. Yalnız
bu dağıtım işi ciddi titiz bir örgütlenme
gerektiriyor. Biz bu örgütlenmede yeteri kadar
başarılı olamadık. Sonuç olarak da darlık ve
pahalılık kendini gösterdi..."
2- Savaşın Ekonomik Sonuçlan
II. Dünya Savaşı yıllarında mal ve hizmet
piyasalarında hükümeti çok zor duruma sokan büyük
kıtlıklar ortaya çıktı. Devletin sanayi sektöründe
egemenliğine karşın tarımsal ürünler piyasasında
etkili olamaması bu piyasalarda devletle üreticileri
karşı karşıya getiren olumsuz gelişmeler yaşandı.
1939-1946 arasında ekonominin temel göstergelerine
bakarak yaşanan bu büyük istikrarsızlığın
boyutlarını görmek mümkün olmaktadır.
Tablo VII-
Savaş Yıllarının Ekonomik Göstergeleri
Yıllar |
Büyüme Hızı |
Enflasyon |
1939 |
6,9 |
4,8 |
1940 |
-4,9 |
22,7 |
1941 |
-10,3 |
40,7 |
1942 |
5,6 |
92,1 |
1943 |
-9,8 |
74,0 |
1944 |
-5,1 |
22,8 |
1945 |
-15,3 |
54,1 |
Dönem içinde 1942 yılındaki %5,6'hk büyüme dışında
her yıl ekonomi küçülmüştür. Ekonomi tarihimizde 3
yıl üstüste negatif büyüme hızı bu dönemde
yaşanmıştır.
Türkiye, insanlık tarihinin en kanlı savaşının
sürdüğü 1939-1945 yılları arasında savaş dışında
kalmanın sınırlı da olsa yararını görmüş ve bu
dönemde önemli altın ve döviz rezervleri
birikmiştir. Dönem içinde, 1942 yılındaki duraklama
hariç tutulursa, her yıl dış ticaret artan oranda
fazlalık vermiştir. Bunda, ithalatın zamanında ve
istendiği kadar yapılamamasının etkili olması
yanında, Türk ihraç mallarına dış talebin artması ve
fiyatlarının yükselmesinin de payı büyüktür.
Özellikle silah sanayiinde önemli bir ara malı olan
krom ihracımızdan, büyük döviz elde edilmiştir.
Türkiye 1939'da dünya krom üretiminin %16'sını
temsil ediyordu. Savaş yıllarında İngiltere ve ABD
Türkiye'nin özellikle Almanya'ya krom ve benzeri
hammadde ihracını engellemeye çalıştılar. Ancak
Dışişleri Bakanlığfnın başarılı politikalarıyla
"Ticarette Karşılıklı Çıkar" ilkesi çerçevesinde iki
bloğa da her yıl artan fiyatlarla Türkiye krom
ihracatı yapabilmişti.
Dış ekonomik ilişkilerdeki bu olumlu gelişmelere
karşılık i-çerde tarım ve sanayi sektörlerinde
özellikle girdi ve işgücü kıtlığı nedeniyle üretim
yetersiz kalmış olduğundan, toplam GSMH ve kişi
başına GSMH düşmüştür. Prof. Dr. F. Ergin'in
tesbitlerine göre 1938 fiyatlarıyla millî gelir
1942'de 1 milyar 875 milyon lira, 1943'te 1 milyar
389 milyon lira ve 1944'te 1.659 milyon lira olarak
hesaplanmıştır. Bu durum, fiyatlar genel düzeyinin
sürekli yükselmesinin temel nedeni olmuştur. 1939-49
yılları arasında para arzı 5 kat artarken, devletin
iç borçları toplamı 14 kat artmıştır.
İkinci Dünya Savaşı bitmeden, 44 ülkenin
temsilcisinin katıldığı bir iktisadi konferans
ABD'de Bretton Woods şehrinde toplandı. 1 Temmuz
1944'te imzalanan Bretton Woods anlaşmasıyla,
Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Uluslararası İmar
ve Kalkınma Bankası (Dünya Bankası) kurulması kabul
edildi. Bu kuruluşların birincisi uluslararası para
sisteminin işleyişini düzenleyecekti. İkincisi ise
Avrupa'nın imar ve kalkınma çabalarına katkıda
bulunacak, sonraki yıllarda da gelişmekte olan
ülkelere teknik ve mali yardım sağlayacaktı. Bu
tarihten sonra, ülkeler paralarını Dolar'a göre
tanımladılar. Böylece dünya ekonomisinde ABD'nin
yani dolann egemenliği kurulmuş oldu. 1973 yılma dek
bu egemenlik sürdü.
II. Dünya Savaşı sona erdiğinde Avrupa ülkelerinin
altın stoklan tükenmiş, ABD'nin stokları artmıştı.
Çünkü savaş yıllarında Avrupa ülkeleri ABD'den
yaptıkları ithalatı altınla ödemek zorunda
kalmışlardı.
Bu aşamadan itibaren Türkiye, dış ekonomik
ilişkilerinde ABD kaynaklı telkin ve isteklere uygun
yeni düzenlemelere gitmek durumunda kalmıştır.
Tablo VIII-
Türkiye'nin Savaş Yıllarında Dış Ticareti (Milyon Dolar)
Yıllar |
İhracat |
İthalat |
Fark |
1939 |
99,6 |
92,3 |
7,1 |
1940 |
80,9 |
50,0 |
30,9 |
1941 |
91,1 |
55,3 |
35,8 |
1942 |
126,1 |
112,9 |
13,2 |
1943 |
196,7 |
155,3 |
35,8 |
1944 |
177,9 |
126,2 |
51,7 |
1945 |
168,3 |
97,0 |
71,3 |
1946 |
214,6 |
118,9 |
95,7 |
Savaş yıllan boyunca Türkiye'nin dış ticareti toplam
olarak gelişmiştir. Ancak hem ihracatımız hem de
ithalatımız iki taraflı alınan anlaşmalarla
yürütülmüştü. Bu gelişmenin temel nedeni fiyat
avantajıdır. Böylece dış ticaret dengesi, dönem
boyunca ve sürekli artan oranda fazlalık vermiştir.
Özellikle dünya hammadde fiyatlarının yükselmesi
sonucu Türkiye'nin dış ticareti reel olarak azaldığı
ve binbir güçlüklerle yapıldığı halde, değer olarak
artmıştır. Başlıca ihraç ürünleri arasında krom,
bakır, pamuk, tiftik, bitkisel yağlar yer
almaktaydı.
Savaş sonrası dönemde yapılan devalüasyon sonunda,
ilke olarak ihracatın artacağı beklenmiştir. Oysa
1947 yılından itibaren ihracat dengesizlik
gösterirken ithalat sürekli artma\ a devam etmiş ve
dış ticaret açık vermiştir.
Tablo
IX-
Dış Ticaret 1947-50 (Milyon $)
Yıllar |
İhracat |
İthalat |
Fark |
1947 |
223,3 |
244,6 |
-21,3 |
1948 |
196,8 |
275,4 |
-78,8 |
1949 |
247,8 |
290,2 |
-42,4 |
1950 |
263,4 |
285,6 |
-22,2 |
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Dış Ticaretimizde
İtalya ve İngiltere önem taşırken daha sonra
Almanya giderek önem kazanmıştır. İkinci Dünya
Savaşından sonra ise ülkenin dış ekonomik
ilişkilerinde her alanda ABD'nin yeri ve önemi
tartışılmaz hale gelmiştir.
|