Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Dönemi
(2001-2005)
Sekizinci Planı, Bülent Ecevit'in başında bulunduğu
üç partili koalisyon hükümeti hazırladı. Devlet
Planlama Teşkilatı, Başbakan Yardımcısı ve
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı
Devlet Bahçeli'ye bağlanmıştı. Dolayısıyla Plan'ın
hazırlanmasında ve "uzun vadeli gelişmenin temeli
amaçlan ve stratejisinin (2001-2023)"
belirlenmesinde MHP kadroları belirleyici ve
yönlendirici olmuşlardı.
Neden uzun vadeli yeni bir strateji ve neden 2023
yılı sorusuna TBMM'nin 27.6.2000 tarihinde
onayladığı Sekizinci Plan'da verilen cevap şöyledir:
"Cumhuriyet'in 100. yıldönümüne rastlayan 2023
yılına kadar uzanan Uzun Vadeli Gelişme Stratejisi,
dünyada yaşamakta olan kapsamlı ve hızlı değişimi
gözönünde bulundurarak, ekonomik ve toplumsal
dönüşümlerin yönlendirilmesinde önemli bir işlev
üstlenecektir."
"İstikrar Programı"mn 2000 yılının ilk yarısında
ortaya koyduğu olumlu gelişmelerin etkisinde kalan
DPT uzmanları ve Hükümet, 2001-2023 dönemi için
iyimser bir tahminle yıllık büyüme hızını ortalama
%7 olarak öngördü. Siyasi istikrarı sağlamayı
başaran geniş tabanlı koalisyon Hükümeti, bu uzun
vadeli hedefe ve stratejiye uygun olarak 2001-2005
yıllarını kapsayan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı'nı 1 Ocak 2001 yılında yürürlüğe koydu.
Plan, enflasyonu AB kriterleri ile uyumlu düzeylere
düşürmeyi, ekonomide sürdürülebilir bir büyüme
ortamı tesis etmeyi ve AB'ne tam üyelik hedefi
doğrultusunda ekonominin rekabet ve uyum gücünü
artırmayı öne çıkarmaktadır. Bu çerçevede Plan'ın
belirlediği makro hedefler şöyledir:
- Plan döneminde yıllık ortalama olarak GSYİH %6,5
ve GSMH ise %6,7 oranında büyüyecek,
- Plan, üç yıllık istikrar programının 2000-2002
hedeflerine uygun olarak enflasyon oranı (TEFE) 2000
yılı sonu itibariyle %20, 2001 yılı sonunda %10 ve
2002 yılı sonunda da %5 düzeyine inecek;
- Plan döneminde yıllık nüfus artış hızı düşmeye
devam edecek ve 2000 yılında yaklaşık 3 bin dolar
olan kişi başına gelir, 2005 yılı sonunda 4300 dolar
düzeyine yükselecek;
- Plan dönemi içinde GSMH'nın oluşumunda tarım
sektörünün payı %17,2'den %14'e düşecek, sanayi
sektörünün payı %23 civarında kalacak, ve hizmetler
sektörünün payı ise %59,5'den %62,2'ye çıkacak;
- Dış ekonomik ilişkilerde olumlu gelişmelere bağlı
olarak mal ve hizmet ihracatı ortalama yılda %8,4 ve
mal ve hizmet ithalatı ise %8,2 oranında artacak;
- İhracat yılda ortalama % 11 oranında (FOB)
artarak dönem sonunda 46 milyar doları, ithalat ise
(CİF) %10 oranında genişleyerek 2005 sonunda 79
milyar doları aşacak;
- Anılan dış ekonomik gelişmeler sonunda 2005 yılı
"cari açığı" 7,7 milyar dolar düzeyinde kalacak;
- Kamu iç borçlanma gereğinin (net) GSMH'a oranı %10
düzeyinden %1,9'a, dış borçlanma gereği ise (net)
%3,2'den %1,1'e inecek;
Kısaca özetlemeye çalıştığımız 8. Plan'ın temel
hedefleriyle ilgili politikalar ve araçlar,
yürürlüğe girmeden Kasım 2000 Krizi ile gündemden
düştüler. Çünkü Hükümet ve ekonomi yönetimi "günü
kurtarma" uğraşı içine girdi. Özellikle bankacılık
kesiminin
yaşadığı krizin giderek derinleşmesi, ekonomiyi yeni
bir krize karşı aşırı duyarlı hale getirmişti.
Piyasalarda tam bir belirsizliğin yaşandığı kamu ve
özel bankaların nasıl kurtarılabileceğinin yoğun
biçimde tartışıldığı kırılgan ekonomik ortama
içinde Türkiye 2001 yılı Ocak ayına girdi.
Şubat 2000 Krizi
Ecevit Hükümeti Ocak ayından itibaren kamu
harcamalarını kısmak için tüm kamu kesiminin
personel alımını ve dış kredi kullanmalarını
Hazine'nin onayına bağladı. Kriz sonrasında 2001
yılı başındaki ilk ihalede Hazine, güvensizlik
nedeniyle yıl sonu enflasyonunun çok üstünde bir
faiz oranından (%67) borçlandı.
Kamu bankalarının yaşadığı kaynak kıtlığı krizini
aşmalarında ilk adım atıldı ve Ziraat ve Halk
Bankası'nın görev zararlarından kaynaklanan
Hazine'nin 20 milyar dolar civarındaki borcunun
6.750 milyon doları Ocak ayı başında çıkarılan özel
tertip devlet tahvilleri (bir kısmı dövize endeksli)
ile kapatıldı.
Daralan iç talebe bağlı olarak Ocak 2001 aylık
enflasyon oranı çok düşük çıktı. Ocak 2000- Ocak
2001 döneminin 12 (oniki) aylık enflasyonu 14 yıl
sonra ilk tez %30'un altına (TEFE) inerek (%28,3)
yönetime moral verdi.
Kasım 2000 Krizi'nden üç ay sonra 19 Şubat 20001'de
Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında Milli Güvenlik
Kurulu toplantısında meydana gelen karşılıklı sert
tartışmanın, toplantı sonrasında Başbakan tarafından
basına açıklanmasıyla bir anda TL'den kaçış ve
dövize geçiş işlemleri büyük boyutlara ulaştı.
IMKB'de endeks, %14,6 oranında şok olarak nitelenen
bir düşüş gösterdi.
Kriz, 20, 21, 22 Şubat günlerinde de derinleşerek
sürdü ve e-konominin tüm dengelerini alt üst etti.
Şubat günü 27,9 milyar
dolar olan TCMB döviz rezervi, 23 Şubat'ta 5,3
milyar dolar azalarak 22,6 milyara indi. "Kasım
Krizi"nde dövize saldırı yabancıların talepleriyle
sınırlı kalırken, Şubat Krizi'nde tüm
tasarrufçularla birlikte bankalarında yoğun döviz
talep ettikleri görüldü. Bu büyük panik karşısında
Bankalararası Para Piyasası'nda gecelik faiz önce
%3.000'e, sonra %7.500'e çıkarken, Hazine %144 faiz
ile borçlanabildi. Oysa bir ay önce borçlanma faizi
%65 idi. Bu yüksek faiz, döviz piyasalarında kısa
sürede göreli bir denge sağladı ve TL'den kaçışı
durdurdu.
Medyanın büyük kesimi ağır - sözlerle krizden
Başbakan B. Ecevit'i sorumlu tuttu. Bazı köşe
yazarları ise Cumhurbaşkanı'nın siyasal deneyiminin
olmayışından ve her soruna hukuk açısından bakmış
olmasından dolayı krizin patlak verdiğini ileri
sürdü.
Beklenilmeyen ve kısa sürede derinleşen mali krizi
aşmak için TCMB, IMF'nin de onayını alarak 21 Şubat
gecesi döviz kurlarının dalgalanmaya bırakıldığını
ilan etti. Uygulamanın ilk gününde TL %40 civarında
değer kaybetti. Bu sonuç bir anda devletin dış borç
toplamının TL cinsinden 29 katrilyon artmasına neden
oldu. TCMB satış kuru (ABD Doları), 19 Şubat'ta
686.500 iken, 23 Şubat günü 920.000 TL düzeyine
çıktı.
Şubat 2001 Krizi ile "döviz çapası"na dayalı
"Enflasyonu Düşürme Programı" terk edilmiş oldu.
Şubat Krizinin tamamen döviz piyasalarından
kaynaklanan bir kriz olması, IMF'nin mali
desteğini, piyasalara güven vermesi açısından
zorunlu hale getirmişti. Zira TL piyasalarında
faizin olağanüstü yükselmesine karşın dövize yönelen
talep bir türlü kınlamadı.
Türk Bankacılık Sistemi, Kasım Krizi sonrasında faiz
riski, Şubat Krizi ile de hem faiz hem kur riski
sonucu büyük zararlarla karşı karşıya kaldı. Bu
nedenle Mart 2001'den itibaren çökmekte olan
bankacılık sisteminin başta kamu bankaları olmak
üzere güçlendirilmesi, ekonomi yönetiminin öncelik
taşıyan bir sorunu haline gelmişti.
Kamuoyunun güvenini büyük ölçüde kaybetmiş olan B.
Ecevit Hükümeti'nin mali kesimin yapısal sorunları,
dış borçlanma olanaklarının daralması, hızla
yükselen iç faizler karşısında, iç ve dış borçlarını
çevirebilme gücü asgariye inmişti. Bu çok boyutlu
ekonomik krizi aşmak için, 57. Hükümet'in önünde üç
temel seçenek vardı:
- Borçlarını para basarak ödemek,
- Borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etmek (Marotoryum),
- Güçlü bir ekonomik reform programı hazırlayıp dış
kaynak sağlamak...
Siyasi tarihimizin en uzun ömürlü üçlü koalisyon
hükümeti olan Ecevit Hükümeti, sıralanan
olanaklardan üçüncüsünü seçti ve bu programı
hazırlamak üzere Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Dr.
Kemal Derviş'i acele Türkiye'ye davet etti. 2 Mart
2001'de ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı olarak
göreve başlayan K. Derviş, dar bir kadro ile
"Türkiye'nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nı
hazırlamaya girişti.
Dr. Kemal Derviş ve Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı
Dr. K. Derviş, orta öğretimden itibaren eğitimini
yurt dışında tamamlama fırsatını yakalamış şanslı
Türk vatandaşlarından biridir. A.B.D.'de "İktisat
Doktoru" derecesini aldıkta sonra 1973 yılında
Türkiye'ye döndü ve Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve
İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümünde öğretim
görevlisi olarak işe başladı. Kısa bir süre sonra
ODTÜ İktisat Bölümüne geçti ve birkaç yıl sonra
Dünya Bankası'ndan aldığı teklifi kabul ederek
yeniden A.B.D.'ne gitti. Kemal Derviş, Dr.A.Karaosmanoğlu'ndan
sonra Dünya Bankası Başkan Yardımcılığına yükselen
ikinci Türk vatandaşı sıfatını taşımaktadır.
Derviş, Türkiye'de bulunduğu 1970'li yıllarda B.
Ecevit ile yakın ilişkiler içinde birlikte çalışma
fırsatını elde etmişti. Bu yakınlık, Derviş'in B.
Ecevit tarafından Türkiye'ye göreve çağrılmasını
kolaylaştırmıştı. Medyanın büyük kesimi Hükümetin bu
kararına yani K. Derviş'in ekonomiden sorumlu
Devlet Bakanı yapılmasına büyük destek verirken,
diğer kesimi ise Derviş'i küçümseyen "IMF'nin
adamı" gibi yorumlarla karşıladı.
K. Derviş önce yakın çalışma arkadaşlarını yani üst
düzey ekonomi bürokratlarını seçmekle işe başladı.
Derviş, Gazi Erçel'in istifası ile boşalan TCMB
Başkanlığına, Başkah Yardımcısı olarak görev yapan,
Süreyya Serdengeçti'nin ve boş bulunan Hazine
Müsteşarlığına da eski DPT Müsteşar Yardımcısı Faik
Öztırak'ın atanmasını sağladı. Geniş yetkilerle ve
yeni bir kadro ile K. Derviş'in işe başlaması,
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu Başkanı
Zekeriya Temizel'in sebep göstermeksizin istifa
etmesine yol açtı. Derviş bu kurulu daha hızlı
çalıştırmak için özel kesim deneyimi olan, Koçbank
kökenli, Engin Akçakoca'nın BDDK başkanlığına
getirilmesini tercih etti.
Devlet Bakanı Derviş piyasaların Haziran ayı sonunda
normale dönmesini sağlayacak, "acil önlemler"
olarak nitelediği, üç aşamalı krizden çıkış paketini
14 Mart 2001 günü açıkladı. Belirlenen üç aşamalı
"kurtuluş planı" şöyle tanımlanmıştı:
- Bankacılık sektörüne ilişkin önlemler süratle
yürürlüğe konarak mali piyasalarda belirsizlik
azaltılacak ve kriz ortamından çıkılacak,
- Döviz kurunun ve faizin belirli bir istikrar
kazanması sağlandıktan sonra ekonomik karar
birimlerine orta vadeli bir perspektif
kazandırılacak,
- Makroekonomik dengeler yeniden oluşturularak
ekonomide yılın ikinci yarısından itibaren büyümeye
geçiş ortamı sağlanacak...
Bakan Derviş bu üç temel strateji ile krizi aşmaya
çalışırken enflasyonla mücadelenin de kararlılıkla
devam edeceğini açıkladı. Ayrıca uygulanacak sıkı
para ve maliye politikalarıyla, özellikle bankacılık
sisteminin sağlıklı bir işleyişi kavuşturulmasıyla
enflasyonun düşme eğilimine gireceğini vurguladı.
Şubat Krizinden bir ay sonra "dolar kuru" bir milyon
lira düzeyinde istikrar kazanınca devalüasyon oranı
%40 dolayında kalmış oldu. TCMB Başkanı S.
Serdengeçti 27 Mart günü yaptığı açıklamada şu
kararlı ve anlamlı ifadeyi kullandı:
"Dolar 1 milyon TL'yi aşınca önümüzde iki seçenek
vardı. Ya döviz kurlarının yükselmesini engelleyecek
ya da rezervlerimizi koruyacaktık. Biz rezervleri
tercih ettik."
Koalisyon Hükümeti medyanın "K. Derviş Kanunları"
diye nitelediği reform yasa tasarılarını hızla
TBMM'ne sevk çalışmalarını yürütürken, Bakan Derviş
de üst düzey bürokratlarla IMF'e verilecek
"Türkiye'nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nı
hazırladı ve 15 Nisan'da dünya ve Türkiye kamuoyuna
açıkladı.
Programda yer alan makroekonomik göstergeler
şöyleydi: Büyüme 2001 yılında -%3, 2002'de %5 ve
2003 de ise %6 olarak gerçekleşecek. Enflasyon oranı
ise 2001'de %57'6 (TEFE), 2002'de %16,6 ve 2003'de
%12,4 olacak. Önce daralan sonra istikrar içinde
yeniden büyüyecek ekonomide cari işlemler açığının
üç yıl üst üste yaklaşık bir milyar dolar civarında
açık vereceği öngörüldü. Olumlu gelişmelere bağlı
olarak dış borç stoku toplamının GSMH'a oranı 2001
yılında %66,2'den 2003 yılı sonunda yeniden 2000
yılı düzeyine yani %56,8 düzeyine ineceği tahmin
edildi.
Hazine Müsteşarlığımın Mayıs ayı başında dağıttığı
"Türkiye'nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı,
Hedefler, Politikalar ve Uygulamalar" başlığını
taşıyan kitapçığa (95 sayfa) yazdığı "Sunuş" da
Devlet Bakanı K. Derviş ülkenin içinde bulunduğu
krizin nedenini ve boyutunu şöyle belirliyor:
"Ülkemiz çok ciddi bir ekonomik darboğazdan
geçmektedir. Yaşadığımız sıkıntının görünürdeki
nedeni kamu sektörünün borç stokunun boyutu ve son
yıllarda korkutucu biçimde hızlanan olumsuz borç
dinamiğidir
"1990'lı yıllarda Türkiye'nin kamu borcunun milli
gelire oranı %30'un altındayken, 2000 yılının
sonunda bu oran %60'a ulaşmıştır. Bugün ise %70'in
de üstüne çıkmıştır. Yıllardır ancak çok yüksek reel
faizle borçlanabilen devlet için bu süreç artık
sürdürülemez boyutlara varmıştır."
Bu önemli tespitleri yapan Bakan Derviş krizi aşmada
herkes gibi devletinde kemer sıkacağını, halka
doğruların söyleneceğini "bugünü kurtarma değil,
geleceğe dinamit koymama üzerine" çalışılacağını
vurguluyordu.
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ve Derviş Yasaları
Hükümetin onayladığı ve IMF'e sunulmak üzere
hazırlanmış olan programda genel amaca yönelik beş
ayrı hedef belirlenmişti:
- Döviz kuru rejiminin terk edilmesiyle ortaya
çıkan güven bunalımı ve istikrarsızlığı süratle
gidermek,
- iktisadi etkinliği sağlayacak yapısal reformları
gerçekleştirmek,
- Makroekonomik politikaları enflasyonla mücadelede
etkin bir şekilde kullanmak,
- Sürdürülebilir büyüme ortamını yaratmak,
- Kişiler ve bölgeler arasındaki gelir dağılımı
bozukluklarını düzeltmek...
Belirlenen bu temel hedeflere ulaşılması ve
ekonominin yeniden yapılandırılması konusunda, IMF
ve Türk kamuoyu, TBMM ile Bakanlar Kurulu'nun uyum
içinde çalışmasını zorunlu görüyordu. Özellikle
kamu kesiminde yeni düzenlemelerin hızla yapılması
ve reform kanunlarının zamanında çıkarılması
Programın "olmazsa olmaz" koşulu idi.
57. Hükümet adına Kemal Derviş'in IMF'e verdiği
"niyet mektubu"nda 15 kadar mali, ekonomik ve sosyal
nitelikli yasanın kısa sürede çıkarılacağı taahhüt
edilmişti. Derviş'in ısrarlı çalışmaları ve
kamuoyunun da desteği ile kayırmacılığı ve israfı
önleyecek, ekonomide etkinliği artıracak ve rekabet
ortamını yaratacak reform yasalarının önemli kesimi
Nisan-Mayıs döneminde' yürürlüğe girdi.
IMF, 15 Mayıs 2001 tarihinde Türkiye'nin Güçlü
Ekonomiye Geçiş Programını onaylayarak, Dünya
Bankası ile birlikte Türkiye'ye beklenenin çok
üstünde 19 milyar dolar kadar bir kredi taahhüt
etti. Bu büyük finansal desteğin sağlanmasında K.
Derviş'in uluslararası saygınlığı etkili olmuşsa da,
asıl önemli olan A.B.D. yönetiminin ve G-8'lerin
açık destek vermeleriydi. Kredinin ilk dilimi olan
3,9 milyar dolar 18 Mayıs günü TCMB'nın hesabına
aktarıldı.
Programın başarısı ve istikrarın kalıcılığı için IMF
ve Dünya Bankası'nın ısrarlı olmaları sonucunda
yürürlüğe konan "Derviş Yasaları"nın başlıcaları
şunlardır:
- 19 Nisan'da yürürlüğe giren 4634 Sayılı Şeker
Kanunu. Bu yasa şeker piyasasının işleyiş
koşullarını belirlemekte ve piyasayı rekabete
açmaktadır;
- 21 Nisan'da yürürlüğe giren 4641 sayılı Ekonomik
ve Sosyal Konseyin Kuruluşu Çalışma Esas ve
Yöntemleri Hakkında Kanun";
- 26 Nisan'da "2001 Mali Yılı Bütçe Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" ile 4647 sayılı
Türk Sivil Havacılık Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun yürürlüğe girdi.
- 2 Mayıs 2001'de enerji sektörü için önemli bir
kanun 4646 Sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu
uygulamaya kondu.
- 5 Mayıs günü iki önemli yasa yürürlüğe girdi.
Birincisi 4650 Sayılı Kamulaştırma Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun; ikincisiyse
4651 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun idi.
- 23 Mayıs tarihinde kamuoyunda kısaca "TELEKOM"
yasası diye anılan 4673 sayılı Telgraf ve Telefon
Kanunu, Posta, Telgraf ve Telefon İdaresinin
Biriktirme ve Yardım Sandığı Hakkında Kanun ile
Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkındaki Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun yürürlüğe girdi.
- Mayıs ayının sonunda 4672 Sayılı Bankalar
Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
yürürlüğe kondu.
- 3 Temmuz'da 4684 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun işlemeye başladı.
- 4697 Sayılı Bazı Vergi Kanunlarında Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun ise 10 Temmuz tarihinde
yürürlüğe girdi.
- 11 Temmuz'da ise Elektrik Piyasası Kanununda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin 4694 sayılı kanun ile
4703 Sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın
Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun işlerlik
kazandı.
- 12 Temmuz'da 4688 Sayılı Kamu Görevlileri
Sendikaları Kanunu ile 4705 Sayılı Yurt Dışına
Çıkışlarından Harç Alınması Hakkındaki kanunlar
yürürlüğü girdi.
- 18 Temmuz tarihinde ciddi tartışmalara yol açan
4707 Sayılı Hazineye Ait Arazilerin Satışı
Hakkındaki önemli kanun uygulamaya kondu.
Yeni istikrar programının öngördüğü ve TBMM
tarafından kabul edilen "reform yasaları"ndan sadece
"Tütün Yasası"nı Cumhurbaşkanı A.N. Sezer veto
etti. TBMM tatile girdiğinden yasanın yeniden
görüşülmesi mümkün olmadı. Anılan yasanın
hazırlanması aşamasında yasa tasarısına karşı çıkan
özelleştirmeden sorumlu Devlet Bakanı (Tütün bölgesi
olan Aydın ili milletvekili) Yüksel Yalova Haziran
ayı başında istifa etmek zorunda kalmıştı.
2001 Yılının İlk Yarısında Sosyo-Ekonomik
Gelişmeler
Önce Kasım 2000 Krizi sonra Şubat 2001 Krizi ülkede
Hükümete siyasetçilere ve bürokrasiye duyulan
güvensizliğin yaygınlaşmasına ve derinleşmesine yol
açtı. Ekonominin mali kesiminden kaynaklanan bu
krizler sonrasında ekonomide büyüme yerine gerileme,
istihdam yerine işsizlik egemen oldu. Örneğin yılın
ilk altı ayı için sanayi sektörünün büyüme hızını
DİE -%6,2 olarak açıkladı. Bu sonuç ihracat ve
turizm sektörlerinde yaşanan olumlu gelişmelerden
kaynaklanan sanayi sektörüne yönelik talebin
yetersiz kaldığının ve sektördeki bu büyük oranlı
daralmayı durdurmaya yetmediğinin bir göstergesi
olarak kabul edilebilir.
Reel sektörde daralmanın sürmesi Programda 2001 yılı
için öngörülen büyüme hızının Temmuz ayında yapılan
yeni düzeltmelerle -%3'den -%5'e alınmasına neden
oldu.
Kemal Derviş'in göreve gelmesi, "dalgalı kur"a
geçilmesi, yeni istikrar programının IMF ve
G-8'lerce desteklenmesi, yılın ilk yarısı sonunda
Türkiye'nin yaşadığı mali krizi aşabileceği ümidini
yaratmıştı. Ancak yaşanan krizin ciddiyetini
algılamakta güçlük çeken bazı bakanlar, IMF'nın
isteklerine veya K. Derviş'in programı diye
niteledikleri Hükümetin IMF'e sunduğu istikrar
programına karşı çıktılar.
Derviş'in medyadan gördüğü ilgi ve destekten
rahatsız olanlar "Derviş'in Programı"nı delme
yarışına girdiler. Önce Tarım Bakanı (MHP), "Buğday
Taban Fiyatı"nın IMF'e taahhüt edilen fiyatın
üstünde bir fiyat olmasını sağladı. Ardından 1
Haziran'da Tütün Kanun Tasarısına karşı çıkan Devlet
Bakanı Yüksel Yalova (ANAP) istifa etti. Ve nihayet
kamuoyunu ve piyasaları günlerce belirsizliğe
sürükleyen Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz (MHP) IMF'e
verilen "Niyet Mektubu"nda öngörülen Türk TELEKOM
yönetiminde yapılması gereken değişikliklere karşı
çıktı. Devlet yönetiminde görülen bu uyumsuzluk,
mali piyasalarda güven bunalımının derinleşmesine ve
döviz kurlarının yükselmesine yol açtı. Bu
sorumsuzca davranışlar IMF'den gelecek mali
yardımın gecikmesine ve dolar kurunun 1.300.000
TL'yi aşmasına neden oldu.
Hazine 18 Haziran'da bankalarla mali tarihimizin en
büyük (9,3 katrilyon TL) takas işlemini
gerçekleştirdi. Böylece Hazine sadece 2001 yılında
1,9 katrilyonluk faiz yükünden kurtulmuş oldu. Bu
işlemde Hazine kısa vadeli bonolar yerine uzun
vadeli TL ve dövize bağlı tahviller vererek borç
yükünü zamana yayma olanağı elde etti. Takas
işleminde kamu bankalarının yaklaşık 4,5 milyar
dolar civarındaki alacakları da kapatılmış oldu.
Ayrîca bu işlemlerle özel bankalar 5,3 milyar dolar
kadar açık pozisyonlarını dövize endeksli kamu
tahvilleriyle kapatma olanağına kavuştular.
Kamuoyunun ağır eleştiri ve ithamları karşısında MHP
Başkanı Devlet Bahçeli Ulaştırma Bakanı Enis
Öksüz'ün istifasını sağladı. Öksüz'ün istifasından
sonra mali piyasalarda dalgalanmalar durdu ve dolar
kuru 1.600.000 TL'den 1.370.000 TL'ye indi. IMKB da
endeks yükselirken faizler düştü. Ondört gün sonra
U-laştırma Bakanlığına MHP İzmir Milletvekili Oktay
Vural atandı.
Böylece Temmuz 2001'de mevsim normalleri üstünde
sıcak günler yaşayan Türkiye'de ekonomi ve siyaset
E. Öksüz'ün istifasıyla biraz serinlemiş oldu.
7 Temmuz 2001 tarihinde T. Emlak Bankası A.Ş.'nin 75
yıllık ömrü Ziraat Bankası'na devredilmesiyle sona
erdi. Ardından IMF'nin ısrarlı uyarılarına uygun
olarak EGS Bank, Sitebank, Bayındırbank, Kentbank ve
Tarişbank Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na
devredildi. Böylece TMSF bünyesindeki banka sayısı
18'e çıktı. Fon yönetimi tasarruf ve güçlendirme
önlemleri çerçevesinde Egebank, Yaşarbank, Yurtbank
ve Bank Kapital'i Sümerbank çatısı altında topladı.
Ardından Esbank ve İnterbank'ı Etibank ile
birleştirdi.
Anayasa Mahkemesi tarafından 22 Haziran'da kapatılan
Fazilet Partisi'nin bağımsız hale gelen eski
milletvekilleri önce "yenilikçi" ve "gelenekçi"
diye ikiye ayrıldılar. Sonra yaklaşık 50 kadar
gelenekçi milletvekili 20 Temmuz'da Saadet
Partisi"ni (N. Erbakan'ın desteğiyle) kurdular.
Recai Kutan yeniden başkan seçildi. Ancak bu parti
yönetimini ve Erbakan'ı üzen, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nden bir karar geldi. Mahkeme Refah Parti-si'ni
kapatan Anayasa Mahkemesi kararını, "şeriat
düzeniyle demokrasi kuralları bağdaşmaz" diyerek,
haklı ve yerinde buldu.
"Yenilikçiler" ise Tayyip Erdoğan'ın öncülüğünde 14
Ağustos günü "Adalet ve Kalkınma Partisi"nin kuruluş
dilekçesini İçişleri Bakanlığına verdiler.
Temmuz ayının sonunda IMF Birinci Başkan Yardımcısı
Stanley Fischer Ankara'da Başbakan ve
yardımcılarıyla görüştükten sonra, İstanbul'da da
köşe yazarları ve TÜSİAD ile bir araya geldi.
Fischer "Türkiye'nin Güçlü Ekonomiye Geçiş
Programı'nın başarıyla yürütüldüğünü, programın
arkasında tam bir siyasal destek gördüğünü ve
"dalgalı kur"un alternatifinin olmadığını
açıklaması piyasalarda çok olumlu karşılandı.
Dalgalı kura direnen "sıcak para"cılar aradıkları
desteği bulamadılar ve sustular.
Haziran ayında düşmeye başlayan
enflasyon Temmuz'da da düşmeye devam edince Derviş
ve ekibi sevinirken piyasalarda rahatladı. Çok daha
önemli gelişmeler ihracat ve turizmde ortaya çıktı
ve çıkmaya da devam ediyor. "Dalgalı kur"a bağlı
gerçekleşen devalüasyon, turizm ve ihracatı
özendirmekte ithalatı kısmakta. Yılın ilk altı
ayında ihracatta %13 civarında artış olurken,
ithalatta %16 oranında bir daralma oldu. Turizmde
Temmuz sonuna göre rekor düzeyde turist girişi devam
etmekte ve yıl sonunda 10 milyar dolar civarında
turizm geliri beklenmekte. Dış ticaret açığının
küçülmesi turizm gelirlerin artması yıl sonunda
cari işlemler dengesinin bir miyar doları aşan
düzeyde fazla vereceği tahmin ediliyor. Bir başka
olumlu gelişme de Programın öngördüğü mali
dengelerin kurulmuş olmasıydı. Ayrıca faiz dışı
bütçe fazlası hedefi aşmış görünüyor. Yılın ikinci
yarısında eğer piyasalarda yaşanan güven bunalımı
aşılırsa, dolara talep durursa ve siyasal otoritenin
desteği sürerse program başarılı- olacaktır
diyebiliriz. Ancak Programın sürdürülebilir başarısı
reel sektörün Eylül ayından itibaren toparlanmasına
ve 2002 yılı başından itibaren büyüme sürecinin
yeniden başlamasına dolayısıyla işsizliğin
azalmasına bağlı görünmektedir.
|