Az Gelişmiş Ülkelerde Okuryazarlık Oranı
Azgelişmişlik olgusunun
belirlenmesine yardımcı olan özelliklerden biri de
eğitim düzeyidir. Azgelişmiş ülkelerde eğitim
düzeyinde rastlanılan en belirgin özelliklerden
biri, okuma yazma bilmeyenlerin oranının
büyüklüğüdür. Bu, azgelişmiş ülkeler için acı bir
gerçek, fakat bilimsel yöntemlerle ilerlemeyi amaç
edinen uygar bir dünya için utanç verici bir
olaydır.
İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana çeşitli uluslararası kuruluşlar,
özellikle UNESCO azgelişmiş ülkelerin belli bir
eğitim düzeyine ulaşabilmesi için girişimlerde
bulunmaktadır. Bununla birlikte, okuryazarlık
oranını dünya genelinde değerlendirdiğimizde düşük
gelir düzeyine sahip yoksul ülkelerde okuma yazma
bilmeyenlerin hâlâ yüksek bir oranda olduğu
görülmektedir.
Bowman ve Anderson tarafından, eğitim indeksleri ve kişi başına
gelir arasındaki ilişkileri tesbit için yapılan
karşılaştırmalarda, okuryazarlık oranı ile gelir
arasındaki bağıntı çok zayıftır ve doğrusal
değildir. Yalnız, okuma yazma oranı yüzde 90 ya da
daha iyi olan ülkelerin 1955 yılı kişi başına gelir
seviyesi 500 Doların üzerinde olup, okuryazarlık
oranı yüzde 30'un altında olan ülkelerde 200 Doların
altındadır. Bununla beraber kişi başına gelirin 100
Doların altında olduğu ülkelerde okuryazarlık oranı
yüzde 60'a kadar değişmekte ve kişi başına gelirin
100 ila 200 Dolar arasında olduğu ülkelerde,
okuryazarlık yüzde 70-80'e kadar çıkmaktadır.
Bununla beraber, yüzde 30'dan, yüzde 70'e kadar olan
okuryazarlık sınıfında, okuryazarlık ve gelir
arasında hiçbir bağıntı tesbit edilememiştir."
"Bilindiği gibi, eğitim sistemindeki bir iyileşme ve
yaygınlaştırma; ilk olarak okuryazar nüfus oranını
arttırarak ve teknik açıklamaları okuyup anlama
yeteneğini geliştirerek, daha çok
öğrenme arzusunu kuvvetlendirecek temel bilgiyi
sağlayarak iktisadi kalkınmaya yardım eder".
Sanayileşme çabasına girmiş bulunan ülkelerde ise, gerek okuryazar,
gerekse her alanda eğitilmiş ve yetiştirilmiş insan
gücüne sonsuz gereksinme vardır.
Aşağıda çeşitli ekonomik gelişmişlik düzeylerinden seçilmiş,
ülkelerde yıllara göre 15 yaşından büyük nüfus
içinde okuryazar olmayanların oranları verilmiştir.
1992 yılında sanayileşmiş piyasa ekonomilerinde okuryazar olmayan
oranlarının çok düşük olduğu görülmektedir. Hatta bu
ekonomilerde 1992 yılında yüzde 0,5 oranında okuma
yazma bilmeyeni ile Avustralya ve yüzde 5,5 oranında
okuma yazma bilmeyeni ile ABD'de hariç, okuma yazma
bilmeyen yoktur.
Türkiye'de aynı yıllarda 15 yaşından büyük nüfus içinde okur yazar
olmayanların oranı yüzde 19, Suriye'de yüzde 20 ve
Mısır'da yüzde 52'dir. Türkiye'de ve adı geçen diğer
ülkelerde okuma yazma bilmeyenlerin oranı yıldan
yıla bilinçli olarak azaltılmaktadır. Bu oranlar
Hindistan'da yüzde 52 ve Sierra Leone'de yüzde 79'
dur.
Eğitim ve kültür nimetlerinden yararlanmanın en ucuz ve en yaygın
araçlarından biri olan okuryazarlık, Türkiye gibi
kalkınan ülkeler bakımından büyük önem taşımaktadır.
Türkiye'de Harf Devriminin yapıldığı 1 Kasım 1928
yılından önce "10,5 milyon nüfustan, ancak bir
milyon gibi küçük bir grup okuma yazma bilmekteydi.
Bu pek fena durumda, tarihi ihmallerin etkisi kadar,
eski yazının dilimize uymamasıyla öğrenilmesindeki
büyük güçlüğün de rolü olmuştur. 1935'de 8 yıl gibi
oldukça kısa bir zaman sonra yüzde 150 artma ile
okuryazarlar 2,5 milyon olmuştur. Aslında Harf
Devrimi ile okuyup yazma bilenler de bilmeyenler
durumuna düştükleri için bu artış gerçekte 3,5
milyondur. Böylece nüfusun 1/4'ünün sekiz yılda
okuryazar olması sağlanmıştır. Devrin imkanlarındaki
darlık düşünülürse, bu gerçekten iyi bir gayrettir'
Harf Devrimi'ni gerçekleştiren Büyük ATATÜRK'e ve o
dönemde "Millet Mekteplerimde çalışanlara şükran
borçluyuz.
"Eğer aynı hızla devam edilseydi 32
yıl sonra 1960'da nüfusumuzun yüzde yüzü okur
yazar olacaktı."
"DPT verilerine göre ise, 1983 yılında yüzde 76 olan okur yazar
nüfus oranı 1985'de yüzde 82,5'e, 1987'de ise yüzde
84'e yükseltilmiştir." Yetişkinler için açılan okuma
kursları ve altı yaşına gelen çocukların mecburi
öğrenime alınmalarıyla bu oran Türkiye'de gittikçe
yükselecektir.
Milli Eğitim Bakanlığı, ilkokul çağına gelen tüm çocukları
ilköğretim ve eğitimden geçirmek için yeni
ilkokullar açmaktadır Bunların kabiliyetli
olanlarına daha ileri öğrenim olanakları sağlamak
çabası paralelinde ülkemizde yeni liseler açılmakta
ve yeni üniversiteler kurulmaktadır.
Bu sayede hem okuma çağındaki tüm nüfus okuryazar olacak hem de
tarımın, özellikle de sanayi ve hizmet sektörlerinin
aradığı nitelikli, her kademedeki insan gücü
sağlanmış olacak ve insanlarımız da daha kolay iş
bulabileceklerdir.
Yüzbin Kişiye Düşen Üniversite Öğrencisi Azdır
Üniversite öğrenimi, lise öğreniminin üzerinde ve bir mesleğe
yönelik olduğu için, bir ülkedeki genel lise
öğreniminden sonra ne kadar öğrencinin nitelikli
hale getirildiğini göstermektedir. Üniversite
öğretimi ile bir bilim dalına yönlendirilen insan
sayısı arttığı gibi, bir toplumdaki genel kültür
seviyesi ve bilgi, görgü, düzeyi de yükselmektedir.
Diğer yandan, yüzbin kişiye düşen üniversite öğrenci sayısı, yüksek
öğretimde öğrenci/öğretim elemanı oranlarının eksik
yönlerini tamamlamakta, yanıltıcı taraflarını
düzeltmektedir.
Sanayileşmiş pazar ekonomilerinden ABD'de her yüzbin kişiye 5.608,
İsviçre'de 2.118 yüksek öğretim öğrencisi düşerken;
Türkiye'de 1.342 üniversite öğrencisi düşmektedir.
Bu rakamlar Türkiye'nin de dahil olduğu alt orta
gelir grubu ülkelerden Suriye'de 1.737, Mısır'da
1.731 öğrencidir. Düşük gelir grubundaki
Hindistan'da her yüzbin kişiye 581, Bangladeş'te 310
yükseköğrenim öğrencis düşmektedir. Yüzbin kişi
başına düşen öğrenci açısından Türkiye; ABD'nin
beşte biri, diğer sanayileşmiş pazar ekonomilerinin
ikide biri kadar öğrenciye sahiptir.
Gelişmiş ülkelerde yüzbin kişi başına düşen
öğrencilerin fazlalığı yanında, bu ülkelerdeki
eğitim kalitesinin yüksekliği de eklenince, gelişmiş
ülkeler ile azgelişmiş ülkeler arasındaki mesafe
büsbütün açılmaktadır.
AB ülkelerinden Almanya'da her yüzbin kişiye 2.810, Yunanistan'da
2.200, Portekiz'de 1.529 üniversite öğrencisi
düşmektedir.
Türkiye'de 1984 yılında, yüzbin kişi başına 670
üniversite öğrencisi düşerken, bu sayı 3 yıl sonra
yani 1987 yılında yüzde 49,7 oranında 333 kişi
artarak, 1.003 kişiye ulaşmıştır. Bu konuda AB
ortalaması 1984'te Türkiye'den 2,8 kat daha fazla
iken, bu fark 1987 yılında Türkiye lehine 2,1 kafa
inmiştir. Türkiye'nin, bugünkü AB ortalaması olan
yüzbin kişi başına 2.149 öğrenci düzeyini
yakalayabilmesi için; açılan üniversitelerdeki
fakülte sayılarını arttırması, kaliteli eğitim
verecek yeni üniversiteler açması gerekmektedir.
|