KALKINMA İÇİN GEREKLİ
FİNANSMAN İHTİYACININ BÜYÜKLÜĞÜ
Gelişmekte olan ülkeler için kalkınma, bir bakıma
sermaye birikimini artırmak demektir. Ancak
kalkınmayı yalnızca sermaye birikimine bağlamak
aşırı bir basitleştirme olacaktır. Çünkü sermaye
birikiminin yanında teknolojik gelişme, girişimcilik
ruhuna sahip yeterli sayıda vasıflı girişimcinin
varlığı, beşeri sermayenin niteliği, doğal kaynaklar
ile sosyal, siyasi, dini, kültürel, coğrafi, vb.
unsurların da kalkınma üzerinde etkili olduğu
yadsınamaz bir gerçektir. Bununla beraber tüm bu
unsurların kalkınmayı pozitif yönde değiştirebilmesi
netice itibariyle sermaye birikimine dayandığı için
sermaye birikimi kalkınmanın vazgeçilmez unsuru
olarak kabul edilmektedir (Han, 1999:73).
Kalkınmanın finansmanında ne büyüklükte bir kaynağa
ihtiyaç duyulacağı cevaplandırılması gereken önemli
bir sorudur. Bu büyüklük ülkeden ülkeye farklılık
gösterebileceği gibi, ülke içerisinde dönemden
dönemde farklılık gösterebilmektedir. Kalkınma için
gerekli finansman ihtiyacının büyüklüğünü belirleyen
temel unsur, ülkenin kendisine hedef seçtiği
kalkınma hızıdır. Bu kalkınma hızını yakalayabilmek
için kalkınmayı finanse edecek potansiyel iç ve dış
tasarrufların büyüklüğü önem taşımaktadır.
Kalkınmanın, büyüme kavramından farkı göz ardı
edilmeksizin kalkınma amacına yönelik bir süreç
içerisinde reel milli gelirin (Y) dönemden döneme
(örneğin yıldan yıla) gösterdiği değişme, kalkınma
hızı olarak ele alınırsa bu hızı gerçekleştirmek
için gerekli finansmanın büyüklüğü de rahatlıkla
hesaplanabilir.
Kalkınma Hızı, g = Yt – Yt–1 /
Yt-1
Burada 'g' brüt kalkınma hızını göstermektedir. Net
kalkınma hızını bulabilmek için ya yukarıdaki 'g'
değerinden ülkenin nüfus artışı düşülmeli yada
kalkınma hızının hesaplanmasında doğrudan kişi
başına gelirdeki değişme dikkate alınmalıdır.
Bir ekonomideki büyüme oranı, milli gelirin bir
oranı olarak tasarrufların (S / Y) Sermaye hasıla
katsayısına (C / O) eşittir. Bu eşitlik
g = S / Y : C / O
şeklinde formüle edilebilir. Burada S / Y
milli gelirin bir oranı olarak tasarrufları
(ortalama tasarruf eğilimini), C/O ise,
sermaye-hasıla katsayısını göstermektedir. Örneğin
yıllık %6'lik bir kalkınma hızını hedefleyen ve
sermaye-hasıla katsayısının 3.5 olduğu bir
gelişmekte olan ülke ekonomisinde yapılması gereken
ortalama tasarruf oranı, 6/100x3.5 yani %21
olacaktır. Bunun anlamı söz konusu ülkenin %6'lık
bir kalkınma hızını yakalayabilmek için milli
gelirinin %21 'ini tasarrufa yönlendirmesi
gerektiğidir. Ülkenin yurtiçi tasarruf oranı, % 16
ise, %21 ile % 16 arasındaki farkı dış kaynaklardan
finanse etmesi gerekmektedir.
Bilindiği gibi kalkınma hem nicel, hem de nitel yönü
bulunan bir kavramdır. Dolayısıyla kalkınma
kavramını nicel veya nitel yönlerinden yalnızca
biriyle açıklamaya çalışmak eksik bir değerlendirme
olacaktır. Kalkınma açısından çok büyük öneme sahip
yapısal değişmeyi tek bir rakama indirgemek gerçekçi
olmayacaktır. Örneğin kalkınma sürecinde ülkede her
100 kişiye düşen araba sayısı artarken, arabanın
kalitesi de artmaktadır. Bununla beraber kalkınmayı
artan araba sayısına indirgemek, yani sadece nicel'
yönünü dikkate almak yanıltıcı olacaktır.
Kalkınma hızını son yıllara kadar ekonomik büyüme
rakamları ile takip etmek eksik de olsa kabul gören
bir yöntem idi. Günümüzde istatistiksel bilgilerin
çeşitlendirilerek, gerek ülkeler gerekse
uluslararası kuruluşlar tarafından düzenli olarak
derlenmesi kalkınmayı nitel yönüyle de analiz etme
olanağı sunmaktadır. Bu amaçla kullanılan önemli
istatistiksel verilerden birisi Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programı'nın (UNDP) her yıl düzenli olarak
yayınladığı Beşeri Kalkınma indeksi (Human
Development Index)' dir.
KALKINMANIN FİNANSMAN KAYNAKLARI
Kalkınmanın finansman kaynaklarını iç ve dış olmak
üzere iki ana başlık altında toplamak mümkündür. iç
finansman kaynakları, ülke içindeki iktisadi
aktörlerin tasarruflarından oluşurken; dış finansman
kaynakları diğer ülke iktisadi aktörlerinin
tasarruflarından oluşmaktadır. İktisadi aktörlerin
gelirlerinden, tüketimden kısarak yaptıkları bu
tasarruflar bazen gönüllülük esasına bazen de
zorunluluk esasına dayanmaktadır.
Kalkınmanın iç Finansman Kaynakları
Gelişmekte olan ülkelerde iç tasarrufların yeterli
düzeyde olmaması, sermaye birikimini olumsuz yönde
etkilemektedir. Bu ülkelerde sermaye birikiminin iç
kaynaklarla artırılması ancak tasarrufların
artırılması ile mümkündür. Tasarrufları artırmak
için ise tüketimi kısmak ya da geliri artırmak
gerekir. Çünkü gelir (Y), tüketim (C) ile
tasarrufların (S) toplamına eşittir.
Matematiksel özdeşlikle Y= C+S'dir veya S = Y-C'dir.
Buna göre S'nin artması, Y'nin artmasına ve/veya
C'nin azalmasına bağlıdır.
Tüketimi kısmadan tasarrufların artırılabilmesi için
gelirin artırılması gerekir. Bunun için örneğin
atıl durumda bulunan üretim faktörlerinin, özellikle
de emeğin tam istihdamı sağlanabilir; iktisadi
aktörlerin reel ekonomi için sermaye birikimine
katkı sağlamayan geleneksel tasarruf
alışkanlıklarının değiştirilmesi yönünde adımlar
atılabilir. Bunun için altın, gümüş gibi değerli
madenler satın almak, döviz biriktirmek, gayrimenkul
almak yerine genelde tasarrufları ekonomiye, özelde
de bankacılık sistemine veya sermaye piyasasına
kazandırma yönünde özendirici tedbirler alınabilir.
Kalkınmanın iç finansman kaynakları vergiler,
sermaye piyasası, iç borçlanma, gönüllü bireysel ve
kurumsal tasarruflar ile enflasyon yoluyla sağlanan
gelirlerden, yani enflasyonist finansmandan
oluşmaktadır. İç finansman kaynakları, iktisadi
aktörlerin rızasına bağlı olup olmamasına göre
gönüllülük veya zorunluluk unsuru taşımaktadırlar.
Zorunluluk unsuru taşıyan iç finansman kaynaklarının
başında vergiler gelmektedir. İç borçlar ise
demokratik toplumlarda genellikle gönüllülük esasına
dayanmaktadır. Bununla beraber iç borçlanma
olağanüstü dönemlerde nadiren de olsa zorunluluk
unsuru taşıyabilmektedirler. Kalkınmanın iç
finansman kaynaklarından enflasyonist finansman da
bir anlamda zorunluluk unsuru taşımaktadır. Sermaye
piyasası ise gönüllülük esasına dayanır. Aşağıda
sırasıyla kalkınmanın iç finansman kaynakları
ayrıntılı bir biçimde incelenmektedir.
Vergiler
Vergiler, kalkınmanın en temel finansman kaynağıdır.
Literatürde zaman zaman zorunlu tasarruf olarak da
adlandırılan vergiler, kamu harcamalarını finanse
etmek amacıyla devletin hükümranlık gücüne dayanarak
gerçek ve tüzel kişilerden cebren ve karşılıksız
olarak tahsil ettiği ekonomik değerler şeklinde
tanımlanabilir.
Klasik görüşe göre vergi politikasının sosyal
amaçlarından biri olan vergi yükünün adaletli ve
dengeli dağılımı ile kalkınmayı sağlama amacı
çelişmektedir. Dolaylı vergiler tüketimi azaltarak,
tasarrufları teşvik etmesi ve dolayısıyla
kalkınmanın finansmanının sağlanması bakımından
önemli olmasına karşın, bu tür vergiler gayri-adil
olarak kabul edilmektedir. Öte yandan adil olduğu
kabul edilen artan oranlı dolaysız vergilerin
yatırımların finansmanı için gerekli tasarrufları ve
dolayısıyla kalkınmayı olumsuz yönde etkilemesi söz
konusudur.
Klasik vergileme prensiplerine göre bir vergi
sisteminin sahip olması gereken özellikler şunlardır
(Savaş, 1999a:101): (i) Eşitlik; literatürde
genel olarak üç farklı eşitlik kavramı
benimsenmiştir. Dikey eşitlik gelirleri ve
servetleri yüksek olan mükelleflerin, düşük olanlara
oranla daha fazla vergi ödemesini ifade eder. Yatay
eşitlik ise gelir ve servet açısından aynı durumda
olan mükelleflerin aynı şekilde vergilendirilmesidir
(Brown ve Jackson, 1990; CulIis ve Jones, 1998).
Spicer ve Lundstedt (1976) bir diğer eşitlik olan
mübadele eşitliğinde mükellefin kamusal mal ve
hizmetlerden elde ettiği fayda ile ödediği vergi
miktarını karşılaştırdığını belirtmektedir. (ii)
Açıklık, verginin daha önceden belirlenen
kurallara göre tahsil edilmesidir. (iii)
Uygunluk, vergilerin mükellefin ödeme gücü
bakımından en uygun olduğu zamanda alınmasıdır.
(iv) Tasarruf ise vergi toplama
maliyetlerinin en aza indirilmesidir. Genel kabul
görmüş bu prensiplerden başka vergi sistemlerinin
ülkelerin ihtiyaçlarına göre belli amaçları
gerçekleştirmek için sahip olması gereken başka
prensipleri de bulunabilir.
Vergilerin temel amacı, kamu harcamalarını
karşılamak için kaynak yaratmaktır (Burgess ve Stern,
1993). Bunun' yanı sıra, hükümetler vergi
sistemlerini kullanarak çok farklı amaçlar
gerçekleştirmek isteyebilirler. Bunlardan bazıları;
gelir dağılımının yeniden düzenlenmesi, ekonomik
istikrarın sağlanması ve ekonomik büyümenin teşvik
edilmesidir. Farklı ülkeler ekonomik çevre ve siyasi
bakışın etkisiyle bu amaçlardan bazılarına daha
fazla önem vermiş ve bunun doğal sonucu olarak da
birbirinden farklı vergi sistemleri ortaya çıkmıştır
(GemınelI, 1987). Burada esas itibariyle bizi
ilgilendiren konu, vergilerin kalkınmanın
finansmanında etkin kullanımıdır.
Gelişmekte olan ülkelerde kalkınmanın finansmanında
vergiler çok önemli bir yer tutmaktadır. Bununla
beraber bu ülkelerde vergilerin uygulanmasını
zorlaştırıcı bazı ekonomik, sosyal, siyasi ve
psikolojik faktörler bulunmaktadır. Bu konu hakkında
Türk (2003:307-308) görüşleri şu şekilde
özetlenebilir:
Gelişmekte olan ekonomilerde kişi başına gelir
gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında oldukça
düşüktür. Bu durum tasarruf, sermaye ve tüketimin de
düşük olmasına neden olmaktadır.
Vergileri arttırarak kalkınmayı finanse etmeye
çalışmak, tasarrufların ve dolayısıyla yatırımların
azalmasına yol açarak iktisadi bakımdan sakıncalı
sonuçlar doğurabilir.
Gelişmekte olan ülkelerde para ekonomisi tam olarak
yerleşmemiştir.
Gelişmekte olan ülke ekonomilerinde kurumsallaşan
büyük işletmelerin sayısı çok az olduğu için kayıt,
defter ve belge düzeni yeterince yerleşmemiştir.
Vergiler hem düşük gelirli bireyleri, hem de mali
iktidar sahiplerini hedef alacağı için politik
engeller vergi direncini arttıracaktır.
Dolaysız vergilerin arttırılması gelişmekte olan
ülkelerde bu vergilerin ana ödeyicileri olan memur
ve işçilerin tepkisine yol açacaktır. Öte yandan
gelişmekte olan ülkelerde nispi bir ağırlığı
bulunan dolaylı vergilere yönelindiğinde, tersine
artan oranlı olduğu düşünülen bu vergiler
vatandaşların tepkisine yol açacaktır.
Türk (2003:308) vergilerin kalkınmadaki önemini şu
cümle ile ifade etmektedir: tercih kalkınabilmekle
kalkınmamak arasında olduğu ve tercih kalkınma
lehine kullanıldığı vakit, vergiden başka
başvurulacak bir mali kaynak yoktur'. Türk (2003)
kalkınma konusundaki görüşlerini devletin sosyal
sabit sermayeyi oluşturup, öncü iktisadi girişimler
ve ağır endüstriler kurup kalkınmayı sağlayacak
faaliyetleri özendirmesi gerektiği ifadeleriyle
sürdürmektedir. Buna göre ekonomik faaliyetler
düzenlenmeli ve kalkınmaya engel teşkil eden
faaliyetler kısıtlanarak tasarrufların teşvik
edilmesinde vergi politikaları kullanılmalıdır.
Tanzi ve Zee (2000:3) ise gelişmekte olan ülkelerin
özellikleri ile bu ülkelerin vergilemede
karşılaştıkları güçlükleri' şu şekilde
özetlemektedir: Tarım sektörünün toplam üretim ve
işgücü içindeki payı diğer sektörlerle
karşılaştırıldığında oldukça yüksektir. Diğer
taraftan kayıt dışı ekonominin milli gelire oranı ve
kayıt dışı faaliyet gösterenlerin sayısı da oldukça
fazladır. Bu ülke ekonomilerinde küçük ölçekli
işletmeler yaygındır ve ücretlerin toplam milli
gelir içindeki payı düşüktür. Tüketim harcamalarının
çok düşük bir oranı büyük ve modem işletmelerde
gerçekleşmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin
yukarıda belirtilen bu ve benzeri özellikleri gelir
ve katma değer vergisi (KDV) gibi modem vergilerin
bu ülkelerde etkin bir şekilde uygulanmasını
güçleştirmektedir. Dolayısıyla, bu ülke
ekonomilerinde yüksek vergi seviyesine ulaşmak
oldukça zordur. Hem belirtilen ekonomik yapı, hem de
düşük eğitim ve beşeri sermaye yüzünden bu ülkelerde
etkin bir vergi idaresi oluşturulamamaktadır.
Büyüme Teorileri ve Vergi Politikası
Solow (1956) ve Swan (1956) tarafından geliştirilen
Neoklasik büyüme teorilerine göre uzun dönemli
büyüme, modele dışsal (exogenous) olarak kabul
edilen faktörler tarafından belirlenecek ve mali
politikalardan etkilenmeyecektir. Mali politikalar
uzun dönemde büyüme etkisi değil, düzey etkisi (level
effect) oluşturacaktır. Yeni içsel büyüme modelleri
ise mali politikaların ve özellikle vergilerin,
pozitif dışsallıklar, araştırma geliştirme
harcamaları (AR-GE), ölçeğe göre artan getiri gibi
faktörleri teşvik etmek suretiyle uzun dönemli
büyüme etkisi oluşturabileceğini ortaya koymaktadır
(Ateş, 2001:5). Bu modellerde, örneğin ekonomideki
dolaysız vergi oranlarının arttırılması fiziksel ve
beşeri sermaye üzerinde olumsuz bir etki yaparak
uzun dönemli büyüme oranlarını azaltacaktır.
Kaynak: Sami
Taban ve Muhsin Kar'ın (2003) "Kalkınma Ekonomisi
Seçme Konular"
(Bursa: Ekin Yayınevi) adlı edit kitabından
alınmıştır.
|