Adam SmIth'in Vergileme İlkeleri
Adalet İlkesi
A. Smith kamu harcamalarını bir çok hissedarı
bulunan büyük bir mülkün giderlerine benzetme ve
hissedarların bu mülkten sağladıkları menfaatle
orantılı olarak harcamalar katılmaları gerektiğini
ileri sürmektedir. Smith'e göre, adalet ilkesi ile
gerçekte verginin yükünün dengeli dağılımı anlamında
adalet değil; ekonomik anlamda bir eşitliğin
gerçekleştirilmesi amaçlanmaktadır. Smith, bu
konudaki görüşünü daha belirgin bir hale getirmek
için adalet ilkesini "ödeme gücü" veya "mali güç
(iktidar)" ile izah etmeye çalışmaktadır. Klasik
iktisadi düşünce liberal doktrine bağlı bir düşünce
sistemi olduğu için, burada devletin rolü asgariye
indirilmiş ve bu asgari sınırlar içinde devletin
gördüğü kamusal hizmetlerin ekonomi dışı prensipler
içinde cereyan etmesine büyük özen gösterilmiştir.
İşte bu düşünce içindeki temel bazı varsayımlara
bağlı olarak iyi ve âdil bir vergi de kişilerden
ekonomik kriterlere göre alınan bir vergidir.
Ekonomik anlamda bir eşitliği ifade eden bu adalet
anlayışı, o dönemin iktisadi düşünce tarzına tamamen
uygundur. Çünkü o dönemin devleti; ekonomik yönü
olmayan, yani üretim-tüketim, yatırım-tasarruf gibi
ekonomik faaliyetlere bulaşmayan veya bulaşmadığı
sanılan pür kamusal faaliyetleri gerçekleştiren ve
kamu hizmeti sunan bir devlettir. Bu kapsamda
sunulan faaliyetler sonucu oluşan kamu giderleri ve
kamu gelirleri şeklindeki mali olaylar da, ekonomi
ile ilgili olmayan veya olmaması gereken bir takım
olaylardır. Bunun için bu tür mali olaylarda
"tarafsızlık ilkesi" temel bir ilke olarak öne
sürülmüştür. Vergi bakımından bu ilke "vergide
tarafsızlık" şeklinde ifade edilmiştir. İşte,
temelde vergide tarafsızlık ilkesine bağlanmış
adalet ilkesi de, sadece kaba ve somut bir ödeme
gücü veya mali güç ilkesi ile izah edilmeye
çalışılmıştır. Günümüzde toplumların ulaştığı sosyal
anlayış ve sosyal hedefler karşısında bu anlam ve
kapsamdaki bir adalet anlayışı artık geçersiz
kalmaktadır. Ancak her şeye rağmen A. Smith' in bir
vergileme ilkesi olarak ortaya koyduğu ve savunduğu
adalet ilkesinin bugün için bile belli ölçüde bir
değeri vardır.
Kesinlik ve Belirlilik İlkesi
Klasik iktisadi düşüncede kamu maliyesinin ve bu
arada verginin, etkin ve otoriter devlet anlayışına
bağlanmış, "hukuki (veya mevzuat)" yönü ağır
bastığından, mükelleflere konan ve onlardan tahsil
edilen verginin, konulmuş veya alınmış amacına göre
çok katı mevzuat hükümleri içinde bulunması, bu
hükümlerin tatbikinde çok titiz ve hassas
davranılması önemli bir ilke olmaktadır. İşte bu
yaklaşıma uygun olarak A. Smith de, vergide kesinlik
veya belirlilik ilkesini ortaya koymuştur. Bu ilkeye
göre her mükellefin ödeyeceği vergi kesinlik ifade
etmeli; mükellefler keyfi uygulamalarla
karşılaşmamalıdırlar. Verginin ödeme zamanı, şekli,
ödenecek miktar vb. vergilendirme ile ilgili şekli
ve madde ödevler, mükellef için olduğu kadar diğer
kişiler için de açık ve belli olmalıdır. Bu kesin ve
belirli olma özelliği, vergi ile ilgili mevzuatın
açık, sade, kolay anlaşılır bir dille yazılması ve
farklı yorumlara fırsat vermemesinden; devlet için
keyfi uygulamalara imkan ve fırsat vermeyecek bir
vergi düzenlemesine kadar uzanan bir ilke olarak
anlaşılmalıdır.
Uygunluk İlkesi
Bu ilke de, devletin vergilemeden en yüksek hasılat
veya randımanı sağlaması amacıyla düşünülmüş bir
ilkedir. Buradaki uygunluk, mükellef yönünden;
onlardan en uygun şartlarda ve en uygun zamanlarda
vergi almayı; vergi idaresi veya devlet yönünden ise
iyi ve uyumlu bir idare-mükellef ilişkisini, nicelik
ve nitelik yönünden etkin bir vergi idaresini ifade
etmektedir.
iktisadilik ve Tasarruf İlkesi
Bu ilkeye göre, mükellefin cebinden çıkan para ile
hazineye intikal eden para mümkün olduğu kadar
birbirine yakın olmalıdır. Başka bir ifadeyle,
mükelleflerden alınan vergiler en az kayıpla
hazineye girebilmelidir. Bu sonucun elde
edilebilmesi için vergi tarh ve tahsil masraflarının
mümkün olduğu kadar az olması gerekmektedir. Vergi
tekniğine ilişkin işlemlerin yol açtığı giderler
sadece devlet için değil; aynı zamanda mükellefler
için de düşünülmesi gereken giderlerdir. İki kesimin
vergilendirme işlemleri sırasında yaptıkları
giderler toplam vergi giderlerini meydana
getirmektedir. Her iki kesimin vergilendirme
işlemleri sırasında (verginin doğuşundan sona
erdirilmesine kadar geçen süreç içinde) yaptıkları
masrafların asgariye indirilmesi için yapılacak pek
çok şey vardır. Bu giderlerin azaltılması yönünden
etkili olabilecek tedbir ve düzenlemeler zaman
içinde değişebilmektedir. Ancak, vergide tasarruf
veya iktisadilik ilkesi yönünden her zaman için
geçerli olabilecek bazı hususlara işaret
edilebilir.
Bu ilkeler arasında idare-mükellef ilişkilerinin
iyileştirilmesi ve uyumu, idarenin ve mükelleflerin
giderlerini azaltacak pratik, kolay, anlaşılır ve
sade belge ve düzenlemelere yer verilmesi, iyi bir
vergi sisteminin kurulması ve vergi yükünün âdil
dağlımı gibi ilkeler düşünülebilir. Görüldüğü gibi
verginin iktisadilik ilkesi diğer vergilendirme
ilkeleri ile de yakından ilgilidir. Toplam vergi
bilincinin kazandırılması, vergilendirme
işlemlerinde ileri teknolojik imkanlardan
yararlanılması ve etkili bir denetim sisteminin
kurulması gibi tedbir ve düzenlemeler de tasarruf
ilkesi yönünden yararlı sonuçlar verebilir. Bazı
maliye yazarları bu ilkenin daha geniş yorumlanması
ile, bu ilke ile vergilerin iktisadi hayatın
işleyişi üzerinde olumsuz etkilerinin olmamasının
hedef alındığını savunmaktadırlar.
|