Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Adolph Wagner'in Vergileme İlkeleri

Yaşadığı döneme nazaran bir hayli değişik ve ileri fikirler ileri süren Alman sosyolog ve maliyeci A. Wagner, kısmen A. Smith'in savunduğu ilke ve kurallardan da yararlanarak vergileme ilkelerini tamamlamaya ve sistematik bir şekilde derlemeğe çalışmıştır. Gerçekten, yukarıda da belirtildiği gibi, A. Smith, dönemindeki iktisadi düşünce ve yaklaşımlara uygun olarak vergileme ilkelerini daha ziyade mali amaca ve tarafsız vergileme esasına göre ortaya koyarken; Adolph Wagner ilk defa vergilemenin iktisadi, sosyal ve ahlaki ilkelerine de temas etmiştir. A. Wagner'in vergileme ilkeleri dört ana başlık altında ele alıp açıklanmaya çalışılacaktır. 

Mali İlkeler

A. Wagner'e göre vergilemenin mali ilkeleri, "yeterlik" ve "esneklik (elastikiyet)" ilkelerinden ibarettir. Bu iki ilke diğer ilkelerden önce gelmektedir. Zira, klasik iktisadi düşünceye göre devletin üzerine düşen görevleri layıkıyla ve ekonomideki tarafsızlık ilkesine sadık kalarak yerine getirmesi, ancak, kamu hizmetleri için ihtiyaç gösterilen kamusal gelirleri ve bu arada vergileri toplayabilmesine bağlıdır. Bu, bir bakıma dönemin maliye politikası olarak da ifade edilebilir. 

Bu ilkelerden "yeterlik" ilkesi, kısaca, belli bir dönemde vergi yoluyla elde edilecek gelirin kamu harcamalarını karşılaması ilkesi olmaktadır. Kamu harcamalarını karşılamaya yetecek seviyede olmasına özen gösterilen vergilerin ayrıca, devamlılık veya istikrar gösteren bir mahiyet taşıması da istenmektedir. Böylece devlet, konjonktür hareketlerinden etkilenmeyerek topluma beklenen hizmetlerini sunmaya devam edecektir. 

Mali ilkelerden "esneklik" ilkesi de aynı amaç için gerekli ve önemlidir. Bu ilke de kısaca, verginin mali ihtiyaçlardaki değişikliklere uyabilecek yapıda olmasını ifade eder. Böylece hem kamu giderleri için normal olarak ihtiyaç duyulan kamu gelirleri sağlanmış; hem de diğer araçlarla karşılanamayan gider açıkları kapatılmış olacaktır. Vergilemede esneklik ilkesi, esas itibariyle, vergilerin veya vergi sisteminin konjonktüre ve değişen şartlara son derece duyarlı olmasını gerektirir. Bu tanım daha ziyade günümüz şartlarında geçerlidir. Klasik iktisadi anlayış içinde ise esneklik, kendi şartları ve ortamı içinde düşünülmesi gereken ve vergilerin mali ihtiyaçlardaki değişmelere uyabilecek, bunları izleyecek unsur ve niteliklerin kapsamasını ifade eden bir kavram olmamaktadır. Bu anlamdaki esneklik verimlilik ilkesi ile birlikte değerlendirilmelidir. 

İktisadi İlkeler 

A. Wagnerin iktisadi ilkeler içinde ele alıp savunduğu kurallar büyük bir orijinallik ve önem taşımaktadır. Daha önce ifade edildiği gibi, Wagner, dönemine nazaran bir hayli değişik ve ileri fikirlere sahip bilim adamı ve yazardır. Zira, klasik düşünce sistemi içinde verginin alınış sebebi malidir; yani devlete gelir sağlamaktır. Oysa vergi, aslında her zaman ve her ortamda iktisadi bir olaydır. Devletin tüketici bir nesne olarak kabul edildiği ve kaynaklar israf ettiği anlayışı içinde verginin ekonomik yönü belki ihmal edilmiştir; ancak bu ihmal, verginin ekonomik faaliyetler üzerindeki az veya çok etkisini ve milli gelir oluşumu içindeki rolünü ortadan kaldırmaz. Bu sebepledir ki, verginin sermaye birikimi, kaynak dağılımı, gelir dağılımı, iktisadi kalkınma ve yükümlülerin üretim ve tüketim gibi konulardaki davranışları üzerinde bazı etkiler meydana getirmemesi mümkün değildir. Belki bu etkilerin önemi ve derecesi tartışılabilir. Zaten miktar-aksiyon teorisinin sosyal olaylara tatbiki de bunu göstermektedir. Milli ekonomide kamu kesiminin nispi önemi arttıkça, niteliği değiştikçe, ekonomik faaliyetleri etkileme gücü de artmakta; böylece kamu ekonomisi değişkenleri pek çok ekonomik ve sosyal amaç için etkili bir şekilde kullanılır hale gelmektedir. Burada önemli olan, Wagner'n, yaşadığı dönemdeki şartlar içinde kamu kesiminin ekonomik ve sosyal yönünü; milli ekonomi ve toplum hayatı içinde kamu kesiminin önemi ve rolünü kavramaya başlamasıdır. Wagner bu ilkeleri iki başlık altında toplamıştır. 

-  Iktisaden uygun vergi kaynakları seçme ilkesi: Bu ilke, vergileme konusu yapılacak çeşitli kaynaklar arasında bir tercih yapılmasını öngörmektedir. Wagner'e göre bu kaynaklar; gelir, servet ve gelir ve servetin tüketime ayrılan kısımdır. Bu çeşitli kaynaklar arasından seçim yapılırken, özel ekonomi bakımından değil; fakat genel ekonomi bakımından yargıya varmak önemlidir. Varılacak yargı ise, vergileme ile sadece mali güdülmesi ile mali amaç yanında aynı zamanda sosyo-politik amaçlar güdülmesi durumlarına göre farklı olmaktadır. 

- Çeşitli etkiler bakımından uygun vergi çeşitleri seçme ilkesi: Bu vergi ilkesi, vergilerin etkileri ve yansıması ile yakından ilgilidir. Ancak vergide yansıma olayı, pek çok etkene bağlı olarak gerçekleşen son derece çapraşık ve karmaşık bir olaydır. Verginin yansıma şartlarını, muhtemel yansıma yönünü ve çeşitli konular üzerindeki etkileri olabildiğince dikkate alarak, bu ilkeye mümkün mertebe uygun düşecek bir vergi sistemi kurmağa çalışmak en uygun bir davranıştır. 

Ahlaki İlkeler 

Verginin ahlaki ilkeleri, vergi yükünün âdil bir şekilde dağılması esasına dayalı ilkelerdir. A. Wagner bunlara "hakkaniyet" ilkeleri de demektedir. Ancak, "ahlak", "hak" ve "adalet" gibi kavramlar nispi kavramlardır ve verginin fonksiyonları yanında zaman ve yer itibariyle de değişkendir. Buna göre, örneğin, vergi sırf mali nitelik taşıdığı, yani sadece devlete gelir sağlamak amacıyla alındığı takdirde hakkaniyet ilkelerine verilecek anlam başka; buna karşılık, serbest rekabet düzeni içinde gerçekleşen gelir ve servet dağılımını düzeltmek amacıyla alındığı takdirde ise bu ilkelerin anlamı daha başka olacaktır. Ayrıca, ahlaki ilkelere, vergi yükünün hak ve âdil dağılımı yönünden yaklaşıldığı gibi; mükelleflerin ve toplumun  vergiye  atfettikleri  önem  ve  değer  hükümleri  yönünden  de yaklaşılabilir.    Bu yönüyle ahlaki ilkeler kamu vicdani hükmü ve sosyal psikolojik davranış esaslarına göre şekillenmektedir.

 A. Wagner'e göre vergi yükünün hak ve âdil ölçüler içinde dağılımı için dikkate alınması gereken temel ilkeler vergilemede "genellik" ve "eşitlik" ilkeleridir. 

-  Vergide genellik ilkesi, verginin toplumu teşkil eden herkesten alınması ve vatandaşlar arasında bu konuda bir ayırım yapılmamasıdır. Bunun temeli şudur: Devlet kamu hizmetlerini, belirli sınırlarla çevrilmiş yurt parçasında yaşayan herkesi (hiçbir ayrım gözetmeden) sunduğuna göre, bu hizmetlerin bedelini de yine o ülkede yaşayan herkesten, bireysel karşılık esası gözetmeden, almalıdır. Burada mülkilik prensibi geçerli olmaktadır. Yani, ülkede yaşayan herkesi temsil eden devlet, bu temsil yetkisi, ile, belli sınırlar içindeki yurt parçasının sahibi veya maliki sıfatıyla kanun ve egemenlik hakkı içinde herkesi vergi mükellefi kılabilmelidir. 

Genellik ilkesi, kelimenin salt anlamı ile verginin herkesten alınmasını ifade etmekle beraber, uygulamadaki durum bundan farklı olmaktadır. Zira, sosyal değer hükümleri veya kamu vicdanı ile ortaya konan sosyal adalet ve vergi adaleti genellik ilkesinin bu şekilde düşünülmesini ve uygulanmasını gerektirmektedir. Gerçekten, örneğin, kişisel gelir ve servet dağılımı ile ödeme gücü veya ekonomik güç farklılıkları dikkate alındığında; bu farklılıkları vergileme sırasında mümkün mertebe hafifletmek amacıyla genellik ilkesinden ayrılmak gerekmektedir. Esasen bu nedenle hemen hemen bütün vergilerde derece bu ayırım ilkesinin uygulama alanı bulduğunu görmekteyiz. Özellikle şahsi gelir vergisinde yer alan indirimler ve istisna ve muafiyet hükümleri bu arada zikredilebilir.

- Vergide eşitlik ilkesi de, tanım itibariyle, verginin mümkün olduğu kadar ekonomik güçle orantılı olması anlamına gelmektedir. Ekonomik güç, genellikle gelir veya servet artışından daha hızlı yükseldiğine göre, vergi düz oranlı değil, artan oranlı olmalıdır. Görüldüğü gibi bu ilkenin temelinde, ekonomik güç ile ifade edilen " fedakârlıkta eşitlik" kuralı yatmaktadır. Buna göre, daha yüksek gelir ve servetler nispeten daha fazla vergi ödemelidir. Aynı gerekçe ile, emek gelirleri daha düşük, sermaye gelirleri ise daha yüksek oranlarda vergilenmelidir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri