Vergileme İlkeleri
Vergileme ilkeleri, ayrı ayrı vergilerden veya bir
vergi sisteminden beklenen ekonomik, sosyal ve mali
fonksiyonların gerçekleşebilmesi için vergi
bileşiminin oluşturulmasında, tekniğinde ve
uygulanmasında dikkat edilmesi geren, uzun yılların
deneyimi sonucu ortaya çıkmış ve/veya iktisadi ve
mali düşünce sistemi içinde önerilmiş temel unsurlar
veya kurallardır. Vergileme ilkeleri ve vergilemenin
temel esasları ile, vergilemede uyulacak kurallar ve
vergilemeden beklenen amaçlar ifade edilmektedir.
Vergileme ilkeleri, olması gereken yönüyle ele
alındığında ayrı bir anlam ve önem kazanır; zira bu,
çeşitli vergi fonksiyonlarının etkili ve uyumlu bir
şekilde uygulanmasına imkan veren "iyi bir vergi
sistemi"nin kurulmasına yardımcı olmaktadır.
İyi bir vergi veya vergi sistemin kurulmasına imkan
veren bu ilkeler maliye ilminin doğuna kadar
uzanmaktadır. Diğer mali olay ve unsurlar gibi
vergileme ilkelerinin de zaman içinde önemli bir
nitelik değişimine uğradığını belirtmek gerekir. Bu
anlayışa bağlı olarak vergileme ilkeleri çeşitli
şekillerde tasnif edile gelmiştir. Bu tasniflerden
Adam SMİTH' in tasnifi ve bu tasnif içinde
belirtilmiş ilkeler bugün için bile geçerliliğini
korumaktadır. Diğer sosyal olaylarda olduğu gibi
vergileme ilkeleri konusunda da, konunun daha iyi
anlaşılabilmesi bakımından, çeşitli görüş ve
yaklaşımlar sonucu ortaya konmuş değişik
sınıflandırmalar verilecek ve bu sınıflandırmalar
içinde belirlenmiş vergileme ilkeleri ayrıca izah
edilmeye çalışılacaktır.
Bir vergi sisteminin tamamının gözden geçirildiği,
diğer bir ifadeyle büyük bir vergi reformunun
yapıldığı sırada vergi kanunlarını yeniden
düzenleyenler bunların vergi adaletine verimliliğine
ve ekonomik gelişmeye engel olmaması gibi başlıca
vergileme ilkeleri esaslarına uygunluğunu da dikkate
almak zorundadırlar. Bir vergi sisteminin başarısı
veya başarısızlığı vergileme sırasında uygulanan
vergileme ilkelerine göre ölçülmektedir.
Vergileme ilkeleri iktisadi, sosyal ve ahlaki vb.
yönlerde etkin olmayan vergi şekilleri ve
tekniklerini ortadan kaldırmak ve bunların yerine
daha etkililerinin vergi sisteminde yer almasını
sağlamak arzusu ile ortaya çıkmıştır (Neumark, 1975,
s. 19). Vergi sistemleri vergileme ilkeleri ile
değerlendirilmekte ve bu ilkeler optimal vergileme
teorisini oluşturmaktadır (Rosen, 1995, s.356).
Değişmez karakterli olmayıp, zamana ve şartlara göre
yeniden formüle edilebilen vergileme ilkelerinin
temel özellikleri;
- Vergileme ilkeleri, uyulması gerekli normatif
ilkeler niteliğindedir. Bu nedenle bu ilkeler
"olanı" değil, "olması" gerekeni ifade ederler.
- Vergilemenin normatif yönü olarak kabul edilen
vergileme ilkeleri her çağa ve her ülkeye göre
değişebilmektedir. Vergileme ilkeleri ülkelerin
ekonomik ve sosyal şartları, teknolojik imkanları,
toplumun dünya görüşü ve zihniyeti, hukuk bilincinin
oluşum seviyesi ve kamu hukukunun durumu ile
yakından ilgilidir.
- Verginin niteliği, tekniği zaman ve mekana göre
değiştiği gibi "olması gerekeni" ifade eden
vergileme ilkeleri de değişebilmektedir. Bu nedenle
vergileme ilkeleri belirli ekonomilere ya da belirli
dönemlere göre farklı olabilmektedir.
- Vergileme ilkelerinin nisbi bir önemi vardır. Her
bir ilkenin önemi ve değeri diğerlerinin önem ve
değerleri ile çok sıkı bir ilişki içindedir.
Dolayısıyla vergileme ilkelerinin olduğundan her
biri tek tek değil, birlikte ele alınmalı ve
değerlendirilmelidir.
Vergilemede belirli bir amaç için geçerli olabilecek
bir ilke başka bir amaç için geçerli
olmayabilmektedir. Dolayısıyla farklı amaçların
gözetilmesi halinde farklı vergileme ilkeleri hakim
kılınması nedeniyle "ülkelerarası çatışma" ya yol
açılabilmektedir. Ancak uygulamada hiçbir vergi
sisteminde bütün ilkelere aynı anda tam olarak
uyulması beklenmemektedir. Bütün bunlara rağmen
günümüzde aşırılıklara kaçmayı engelleyen ilkeler
vergilemenin anayasal normları haline gelmişlerdir.
Bu normlara uygun hareket edilmesi gerek mevzuat
gerekse uygulama açısından başarılı sonuçların
alınmasına yardımcı olmaktadır.
Devletin varlığının temel koşulu olan vergi,
milletlerin varlıklarını bağımsız ve güçlü olarak
sürdürmelerini sağlayan en önemli araçlardan
biridir. Devletin yükümlülüklerindeki sürekli artış
kaçınılmaz olarak vergilerin yükseltilmesini
gerektirmiştir. Yönetimler hem vergi gelirlerini
artırmak hem de mükelleflerin tepkilerini engellemek
için sürekli yeni arayışlar içinde olmuşlardır.
Vergileme ilkeleri konusunda yapılan çalışmalar
maliye ilminin doğuşuna kadar uzanmaktadır. Objektif
bir olay sayılan vergi nasıl gerek niceliği ve
gerekse fonksiyonları bakımından zorunlu bazı
değişikliklere uğramışsa ekonomik, mali ve sosyal
nitelikler taşıyan vergileme ilkeleri de zaman
içinde değişikliğe uğramıştır.
Ortaçağdan günümüze kadar vergileme ilkelerine
ilişkin esas görüşler felsefeci, ekonomist ve
siyasal teorisyen gibi sayısız yazarın eserlerinde
rastlanmaktadır. Bu görüşlerde bağımsızlık ve
egemenlik yada vatandaş ve toplum arasındaki bütün
ilişkiler yönünden vergi ödeme görevi veya ödeme
gücünün belirlenmesi en somut biçimde yer almıştır.
Modern vergi teorisinin eşitlik ve egemenlik
ilkeleri bu dönemin din bilginleri (konalistler)
tarafından geliştirilen Hıristiyanlık felsefesi ve
ortaçağ sonlarında ilkel teoride yer almıştır.
Verginin özgürlüğün ve vatandaşlığın bir simgesi
olarak kabul edilmesi vergi kültürünün önemli bir
aşaması olmuştur. Verginin yardım görünümünden
"zorunlu" niteliğe dönüşmesi ve devletin egemenlik
hakkına dayanarak kişilerin gelirlerine paydaş olma
durumuna gelmesi sonucunda devletin vergilendirme
yetkisini sınırlandırma sorunu önem kazanmıştır.
Hükümdarlara karşı ilk ayaklanmalar kralın keyfi
davranışlarını önleme ve vergileme yetkisini
hukuksal sınırlar içinde tutma amacıyla başlamıştır.
Yüzyıl Savaşları'ndan sonra vergilerin artması,
rahip ve asiller sınıfının toplumdaki eğitici ve
askerlik görevleri dolayısıyla vergiden muaf
tutulmaları burjuva ve köylü sınıfların üzerinde
büyük baskılara yol açmıştır. İngiltere'de Büyük
özgürlük Fermanı'ndan (1215) başlayarak Haklar
Bildirgesi (1688) biçiminde devam eden gelişmeler
kralın bazı vergileme yetkilerini parlamentoya
devredilmesi ile sonuçlanmıştır. Böylece
vergilemenin ulusal istence ve gereklere
dayandırılması ilkesi yerleşmeye başlamıştır (Gökbunar,
1998, s.4).
İngiltere'de siyasal iktidarın vergileme gücünün
sınırlandırılması 17.yüzyılda Kara Avrupası'nda ise
18. ve 19.yüzyıllarda gerçekleşebilmiştir. 1789
Fransız Devrimi'nin önemli nedenlerinden birisi
keyfi vergiler konulmasıdır. Devrimden sonra ilan
edilen İnsan ve Vatandaş Hakları Demeci'nde
vergilemede eşitlik ve genellik ilkeleri ile
vergilerin yasallığı ilkesi hükme bağlanmıştır.
Amerikan ayaklanmasının nedenleri arasında ağır ve
adil olmayan vergiler ilk sırada yer almıştır. 26
Ağustos 1789 günü İnsan Haklan Bildirgesi'nin
13.maddesinde "kamusal gereksinme ve yönetim
giderleri için vergi ödeme zorunluluğu olduğu ve
verginin bütün yurttaşlar arasında eşit olarak
dağıtılması gerektiği"; 14.maddesinde ise,
"yurttaşların kamu giderlerine katılmanın
zorunluluğunu saptamak ve katılmayı özgür iradeleri
ile rıza göstermek, toplanan vergilerin nasıl
kullanıldığını izlemek... haklarıdır" denilmektedir.
10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi'nin 17.maddesinde "hiç kimsenin keyfi
olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılamayacağı"
hükme bağlanmış, 20 Mart 1952 tarihli İnsan Hakları
ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme Ek
Protokol'ün 1.maddesinde de "devletin vergi ve diğer
mali yükümlülük koyma yetkilerine saygı
gösterilmekle birlikte bu yetkilerin insan haklarına
aykırı olarak keyfi kullanılamayacağı"
belirtilmiştir. Batıda parlamenter demokrasinin
gelişmesi, sanayi devrimi, sosyal devlet, eşitlik ve
adalet ilkelerinin eriştiği yeni anlayış vergilemede
keyfiliğin yerine hukuksal kuralların almasını
sağlamıştır (Gökbunar, 1995, s.5).
Ibni Haldun 1377 yılında yazmış olduğu Mukaddime
adlı eserinde vergilemenin temel kurallarından söz
etmiştir. İbni Haldun vergilerin devletin
harcamalarını karşılamak için bireylerden bütünüyle
politik güce dayalı olarak aldığını, vergilerin
devletin en önemli geliri olduğunu ve vergi
gelirlerinin devletin yaşamına paralel bir gelişim
gösterdiğini belirtmiştir, ibni Haldun bir hükümdara
yazdığı mektupta "toplanan malları hak edenler
arasında doğruluk ve eşitlikle böl, şerefinden
dolayı şeref sahibine ve zenginliğinden dolayı
zengine aynı muamelede bulunma, hizmetinde
bulunanları vergi ödemekten muaf tutma, kudret ve
taakatleri dışında ödenekler ödemeye kimseyi
zorlama, adalet haricinde tekliflerde bulunma..."
şeklinde önerilerde bulunmuştur. İbni Haldun'a göre,
vergi bütün mükellefler arasında dürüstlük, adillik
ve eşitlik kurallarına göre hiç kimseyi asil ve
zengin olduğu veya yönetici yakınlığı nedeniyle
vergi dışı bırakmadan ve en önemlisi herkesin ödeme
güçlerini aşmayacak şekilde alınmalıdır. Burada
vergilemenin adalet ve eşitlik, genellik ve ödeme
iktidarı gibi temel ilkeleri ile karşılaşılmaktadır
(Falay, 1987, s.55).
15. Yüzyılın vergileme politikası anlayışı içinde
"vergi mükellefin rızasıyla alınmalıdır; alınmadığı
takdirde esasını tabi hukuktan alan mülkiyet hakkına
aykırı düşer" düşüncesi egemen olmuştur. Bu temel
fikir üzerinde ilk vergi teorisini kuran Bodin,
verginin kanuni ve adil olması ilkelerini ilk olarak
bilimsel açıdan belirlemiştir.
17. Yüzyıldan itibaren bir çok iktisatçı vergileme
konusunda çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir.
Fakat, mali literatürde vergileme ilkelerinin
tartışılması özellikle Adam Smith ve Adolph Wagner
tarafından ileri sürülen kuralların açıklanması ile
başlamış ve yoğunlaşmıştır. Adam Simith'in 1776
yılında yayınlanan "Milletlerin Zenginliği" adlı
eserinde önemle üzerinde drudurğu "adalet",
"belirlilik", "uygunluk" ve "iktisadilik" ilkeleri
halen tüm maliye otoriteleri tarafından
benimsenmekte, gerek mükellef gerekse hazinenin
çıkarlarını gözeten bu ana ilkeler "Vergilemenin 4
Temel Direği" ve "Mükelleflerin Hukuk Beyannamesi"
mahiyetinde olduğu kabul edilmektedir.
David Ricardo'nun 1817 yılında yayınladığı "Siyasi
iktisat ve Vergilemenin İlkeleri" adlı kitabında
vergileme ilkelerinden söz edilmektedir. Mc Cullok,
J.B. Say ve J.S. Mill, Edgeworth, H. Dolton ve P.C.
Pigou gibi iktisatçılar da verileme ilkelerine
ilişkin yeni sınıflamalarda bulunmuşlardır. Vergi
politikası ve tekniğinin kısmen temelini oluşturan
bu ilkeler modern mali literatürde F. Neumark ve H.
Haller tarafından geliştirilmiş ve bilimsel açıdan
gerekçelendirilmiştir.
Vergiler uzunca bir dönem sadece kamu hizmetlerinin
finansmanı nedeniyle alınmış devletin
fonksiyonlarının artmasıyla birlikte verginin
toplumsal yükü giderek artmıştır. Vergi yükünün
kişiler üzerinde eşit ve adaletli bir biçimde
dağıtılması kamu maliyesi üzerinde önemli bir sorun
haline gelmiştir. Bu nedenle vergi yükünün kişiler
arasında dağılımında eşitliğin sağlanması amacı ile
fayda ve ödeme gücü ilkeleri öne sürülmüştür. Daha
sonra ise vergi gelir ve servet dağılımındaki
eşitsizlikleri adaletsizlikleri azaltması için
sosyal bir amaç ile alınırken eşit fedakarlık için
ödeme gücü, ekonomi politikası amacı olarak ekonomik
amaç olarak alınırken de ekonomik etkinlik ilkesi
üzerinde durulmuştur.
Vergileme ilkeleri adı verilen vergilemede uyulması
gereken kurallar bütünü günümüze kadar çeşitli
açılardan ayrıma tabi tutulmuştur.
|